Hem memleketim hem de değil Artvin.  Göçmen ailelerin çocukları bilir. Terk edilen yerle kurulan ilişki gitgellidir. Tanıdıklıkla yabancılık arasında gider gelir hissiyatın. Yaz tatillerinde “şehir çocuğu” olarak gittiğin “memleketinle” ilişkin garip bir romantizm içerir.  Benim için Artvin işte tam bu tanıdıklık, yabancılık ve garip romantizm üçgeninde şekillendi hep. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını orada geçirmiş kuzenlerim kadar oralı olamadım ama her ziyaretimde anneme, babama  onların anne ve babalarına ve kendi çocukluğuma dair birçok anıyla ve duyguyla harmanlandım. “’İyi eğitim görelim” diye bıraktığımız bu topraklarda yaşamaya devam etmiş olsaydık hayatımız neye benzerdi diye düşündüm.

Doktora çalışmamı Artvin üzerine yapmam biraz da bu yüzden oldu aslında. Bir aidiyet hissiyatının ve o aidiyetin imkansızlığının peşinden gittim bir anlamda. Hala yabancıyız kentle birbirimize ama fark ettiğim bir şey varsa o da aidiyet geçmişiyle olduğu kadar bugünüyle de ilgili insanın. Kurduğu dostluklarla dayanışmalarla perçinleniyor insanın aidiyet hissi. 2012 yılından bu yana yaptığım alan çalışması ziyaretlerim sırasında doğduğum ama büyümediğim bu şehirde çok güzel insanlarla tanışma fırsatı buldum. Bunların arasında Artvin’den fırsatı olduğu halde vazgeçmemiş insanlar da vardı, fırsatı olmadığı için orada kalanlar da. Şimdi o insanlar Cerattepe’de nöbet tutuyorlar. Yapılmak istenen madene karşı itirazlarını bizzat bedenlerini siper ederek gösteriyorlar.

2013’de HES karşıtı hareketler üzerine alan çalışması yapmak üzerine gittiğimde, Artvin’de HES’lerden çok maden sorununu dinledim insanlardan. Cerattepe hem kentteki en eski çevre meselesi olması itibariyle hem de hala tehdit altında olması nedeniyle söyleşilerin başında ya da sonunda mutlaka geçiyordu. İnsanlar Cerattepe’de yapılması planlanan maden faaliyetinin Artvin’in sonunu getireceğinden endişelilerdi. Cerattepe Artvin’in tam tepesinde ve su kaynaklarına çok yakın. Dolayısıyla oradan sulara karışacak bir kimyasal bütün kenti etkileyebilir. Artvin Çoruh Üniversitesi öğretim üyelerinin yazdığı değerlendirmeye göre ise Artvin’de yapılacak maden çalışması bunun dışında da bir çok sorunu barındırıyor. Bunlardan biri madenin Artvin-Murgul yolu arasında neden olacağı trafik.  Buna göre günde 1670 ton madenin zenginleştirme amacıyla Murgul’a taşınması gerekecek. Bu da halihazırdakilere ek olarak her gün 40 dolu 40 boş kamyonun Artvin yolunu işgal etmesi demek.  Böyle bir trafik artışının zaten zor yolları olan Artvin’de ulaşımın kilitlenmesine ve trafik kazalarının artmasına neden olacağı açık. Araçların egzoz dumanlarının yaratacağı hava kirliliğini anlatmıyorum bile. Yine öğretim üyelerinin yaptığı değerlendirmeye göre proje sahası için 50300 ağaç kesilmesi planlanıyor. Böyle bir ağaç kesiminin  doğa tahribatının yanı sıra  bir yamaç boyu kurulan kent merkezinde çığ ve sel tehlikesine neden olacağı açık. [1]

Artvin halihazırda baraj projeleriyle zaten oldukça harap olmuş durumda. Sıra sıra dizilen Artvin, Borçka, Deriner, Muratlı, Yusufeli barajlarıyla şehrin önemli tarım alanları sular altında kalmış. Benim doğduğum ilçe olan Şavşat’la Artvin arasındaki yolun 20 yıl öncesiyle hiçbir benzerliği yok artık. Çoruh boyu tam bir şantiye alanı. Baraj inşaatı var olan toprakları da toz bulutuyla kaplıyor, yolları  bir kapatıyor bir açıyor. Elektrik telleri gökyüzünü örümcek ağı gibi sarıyor. Barajlar ilk yapılırken kimsenin sesi çıkmamış Artvin’de. Bunu biraz 12 Eylül sonrası bölgedeki siyasetlerin sönmesine bağlayabilirsiniz, fakat daha çok da kalkınma söyleminin kendisinin bölgede hayli egemen olmasına. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Deriner Barajı inşaatının açılışında “Artvin’e iç deniz getirdiklerini” iddia etmiş, Artvinlilerin baraj inşaatlarıyla zenginleşeceğini, kentin nüfüsunun artacağını söylemiş [2]. Fakat, baraj için çalışmaya gelenler çoğunlukla dışarıdan gelen kalifiye işçiler olmuş. Barajlar nedeniyle sular altında kalan verimli topraklar gidince meyvenin sebzenin fiyatı artmış. Üstelik onca baraja rağmen Artvin’deki elektrik fiyatlarında bir değişiklik olmamış.

Çoruh Enerji Planı kapsamındaki baraj inşaatları nedeniyle 1998 yılından bu yana 40 bin Artvinlinin göç ettiği söyleniyor [3]. Kent nüfusu kurulan üniversiteye rağmen ciddi bir artış göstermiyor. Her gün daha fazla Artvinli iş ve eğitim dolayısıyla büyük kentlere göç ediyor. Kent merkezi ve çevre ilçelerdeki ekonomi kentte yaşayan Artvinlilerin yaz ziyaretleriyle canlanıyor. Doğa tahrip olmaya devam ederse bir sonraki kuşak için bu ziyaretlerin de pek bir anlamı olmayacak muhtemelen. Alan çalışması yaparken en çok söylenen şey “Artvin’in altı üstünden daha değerlidir” sözüydü. Bu cümle devletin Artvin politikasını deşifre ediyordu. Zira, devlet kentin yer üstü ve yer altı zenginliklerini dört bir yandan kuşatmaya çalışırken burada yaşayan insanları hiçbir şekilde karar alma mekanizmalarına dahil etmiyor, onların endişelerini görmezden geliyordu. Dolayısıyla Artvinlilere göre, Artvin’in üzerinde yaşayanların altındakiler kadar değeri yoktu devletin gözünde.

Barajlardan ağzı yanan Artvinliler, Cerattepe konusunda oldukça kararlıydılar. Bu sefer öyle kolay olmayacaktı. Başta Yeşil Artvin Derneği üyeleri  olmak üzere Artvinliler Cerattepe ile ilgili gelişmeleri gün be gün takip ediyorlardı. Mahkeme kararlarını birbirlerine haber veriyorlar, alandaki trafiği kontrol ediyorlardı. Cerattepe Artvin’de çevre mücadelesi verenlerin gündelik mesailerinin bir parçasıydı adeta. Rize İdare Mahkemesi’nin 5 Ocak 2015’te ÇED olumlu raporunu iptal etmesi ile tam rahatlamışlardı ki, Haziran 2015 itibariyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yeni ÇED raporunu onaylaması yaklaşık 25 yıl önce başlayan mücadeleyi yeniden alevlendirdi. Şimdi herkes Cerattepe meselesinin bir ucundan tutmaya çalışıyor. Göçenler ve kalanlar hep birlikte oldukları yerlerden mücadeleye destek olmaya çalışıyorlar. Büyük şehirlerdeki Artvinliler basın açıklamaları yaparak yereldeki harekete destek olurken, yerelde insanlar soğuk, yağış, sis ve oruç demeden nöbet tutuyorlar. İnsanlar ve diğer canlılar Artvin’de kalabilsinler diye. Gidenlerin geri dönebileceği bir yer olsun diye. Dönerseler yeni dostluklar yeni dayanışmalar kurup yeniden ait hissedebilsinler diye. Artvin’de maden meselesi tam da bu yüzden yalnızca bir kaynak meselesi değil, aynı zamanda bir kimlik bir aidiyet meselesi. İnsanların doğdukları yerlerde ölemedikleri bu sisteme karşı bir direniş. Bu yazı da benim bu direnişe teşekkürüm.

Artvin’deki maden karşıtı direnişe destek olmak için, Twitter’da  @yesilartvinder adresini, Facebook’ta da Yeşil Artvin Derneği sayfasını takip edebilirsiniz. 

[1] Hasan Eryılmaz, Onur Demiraraslan, Saffet Kılıçer, “Dünyada ve Türkiye’de Bakır Madenciliğinin Durumu ve Artvin Cerattepe’nin Değerlendirilmesi, Artvin Kampüs 8, Nisan 2013, ”http://www.artvin.edu.tr/files/user_files/anasayfa/files/bulten/8.pdf.

[2] Bkz. http://www.08haber.com/haberGoster.php?hid=11824.

[3] Bkz. http://www.08haber.com/haberGoster.php?hid=11824.