İnsanlık zamanını tüketmekte. Eğer önümüzdeki beş yıl içerisinde ciddi ve gerçek seragazı salımı azaltımları gerçekleşmezse iklim değişikliğinin etkileri Sandy Kasırgası ve Hindistan, Rusya, Filipinler ve Afrika’da geçtiğimiz yıl gördüğümüz iklim değişikliği ilişkili olaylardan on kat daha kötü durumlara neden olacak. Bu halihazırda 0.8ºC’lik bir küresel ısınmayla başımıza gelen durumken, devam etmekte olan iklim müzakelerinin yönü ise bizleri 4ºC ile 8ºC arası bir senaryoya sürüklüyor.

Varolan kömür, petrol ve doğalgazın üçte ikisi toprağın altında bırakılmalıdır

Farklı araştırmalar ortalama sıcaklıklardaki artışı 2ºC ile sınırlayabilmek için,  tüm ülkelerin 2010 ile 2050 arası toplamda sadece 565 gigaton karbondioksit (CO2) salabileceğini göstermektedir [[dipnot1]]. Öte yandan halihazırda yapılan yıllık 31 gigatonluk küresel CO2 salımları, bizlere bu bütçeyi 15 yıl içinde tüketeceğimizi göstermektedir.

Uluslararası Enerji Ajansı’na göre 2ºC’lik ısınma limiti içerisinde kalabilmemiz için dünyanın bilinen kömür, petrol ve doğalgaz kaynaklarının üçte ikisinin yeraltında kalması gerekmektedir [[dipnot2]]. Eğer bu limit içinde kalma şansımızı yüzde 75’e çıkarmak istiyorsak, bu kaynakların yüzde 80’ini yeraltında bırakmak zorundayız [[dipnot3]].

2050’ye kadar 565 gigaton CO2 limitini geçmemek için 2010-2020 arası 200 gigatondan daha az CO2’yi atmosfere göndermeliyiz. Bu hesaba göre, halihazırda içinde bulunduğumuz on yılda acil seragazı salım azaltımları gerekirken 2020’den itibaren uygulamaya girecek “yeni” bir anlaşmaya bel bağlamak mantıksızdır ve kabul edilemez. Böyle bir gelişme Kyoto Protokolü’nden daha zayıf ve etkisi küçülmüş bir anlaşmayla “bırakınız yapsınlar” (laissez faire) durumuna neden olacaktır.

İklim müzakereleri fosil yakıt rezervlerinin üçte ikisini yeraltında bırakmayı kabul etmeli ve varolan kaynakları ülkelerin nasıl paylaşacağına ve tüketeceğine dair a) tarihsel seragazı salımlarını b) ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluk çerçevesinde kişi başına düşen seragazı salımlarını da hesaba katarak karar vermelidir.

Tarihsel sorumluluğu en çok olan ülke olan Amerika Birleşik Devletleri, salımlarını diğer ülkelerden daha fazla azaltmalıdır. Ek-1 olarak adlandırılan gelişmiş ülkeler 2020’ye kadar salımlarını 1990 seviyelerine oranla yüzde 40-50 arasında azaltmalıdır. Bu taahhütler kömür, petrol ve doğalgaz tüketimlerinde yıllık hedeflere dönüşmelidir.

Kalkınma hakkı, daha fazla tüketimci ve kapitalist toplumları teşvik etmek için kullanılmamalıdır

Kalkınma hakkı, toplumun ufak bir kesiminin refahı için karşı karşıya olduğumuz kritik finansal, sosyal ve ekolojik sorunları yaratan kapitalist tüketim toplumu olmaya doğru bedava bir bilet değil ülkelerin vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını ve doğayla uyum içerisinde mutlu bir yaşam hakkını karşılanması yükümlülüğü olarak anlaşılmalıdır.

Çin, Brezilya, Güney Afrika, Hindistan ve diğer gelişmekte olan ekonomiler de an itibariyle büyük miktarda seragazı salımı kaynağı olan gelişmiş ülkeleri geçmekte oldukları için kendi seragazı salımlarına da azaltım hedefi koymalıdırlar. Bu bağlayıcı hedefler tarihsel ve ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar çerçevesinde Ek-1 ülkelerinin azaltım hedeflerinden düşük olmalıdırlar.

Gelişmiş ülkeler acil olarak gelişmekte olan ülkelerin azaltım ve iklim değişikliğine uyum önlemleri için gerekli finansman ve teknolojileri harekete geçirmelidirler. Bu finansman ve teknoloji transferlerine katkıları tarihsel ve güncel seragazı salımları dikkate alınarak yapılmalı ve 2013’teki askeri/savunma bütçelerinin en az yüzde 10’una denk olmalıdır. Bu şekilde sağlanacak finansman sadece azaltım için değil tayfun, siklon, kasırga, sel ve kuraklıktan ötürü kronik bir biçimde zarar gören gelişmekte olan ülkelerin zararlarının karşılanması ve uyum faaliyetleri için gereklidir.

Yanlış çözümlere bir son verin

Fosil yakıt sanayine verilen desteklerin sona erdirilmesi ve fosil yakıt tüketimine bir sınır koyulması çok önemli ve anahtar adımlar olmakla birlikte, yeterli olmayacaktır. Bizler, insanlığa ve doğaya eşit biçimde zararlı olan biyoyakıtlar, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), sentetik biyoloji, ölümcül nükleer santraller, jeomühendislik, orman alanlarının korunması adı altında hükümetlerle elele olan büyük şirketlerin arazi ve orman kapatmaları (landgrab) ve kirleticilerin çok sevdiği karbon piyasası çözümleri gibi tüm yanlış çözümleri durdurmak zorundayız.

Bu buluşların arkasındaki şirketler utanmaz ve sorumsuz bir biçimde doğa ve gezegen ile oyun oynamaktalar. Sentetik biyoloji gibi girişimlerin hedefi çok kötü sonuçlar yaratacak biçimde doğada varolanların dışında canlı formları yaratmakken jeomühendislik gibi yaklaşımların hedefi ise ancak ve ancak tüm Dünya sistemini daha da kötü biçimde etkileyecek şekilde atmosferdeki seragazlarının bozulan dengesini atmosferi başka gazlarla kirleterek çözme yönünde.

Karbon piyasalarıyla daha fazla spekülasyona hayır

Seragazı azaltımları, karbon piyasalarını, offsetleri ve hayali azaltımları (hot air) içermeyecek şekilde gerçekleşmeli. Avrupa Birliği Seragazı Salım Ticareti Sistemi (ETS) bizlere finansal sistemin iklim değişikliğini dikkate almadığını gösterdi. ETS, Temiz Kalkınma Mekanizması (CDM) veya Ormansızlaşma ve Orman Bozunumundan Doğan Salımların Azaltılmasına yönelik (REDD) piyasa mekanizmaları, gerçekte atmosferi kirletmekte olanların bunu yapmaya devam etmesine ve sorumluluklarından kaçmasına yaramaktadır. Orman alanları, toprak, sahil bitki sistemleri üzerinden geliştirilecek yeni karbon ticareti mekanizmaları ancak ve ancak iklim krizini daha da derinleştirecek ve yeni finansal balonlar oluşmasına sebep verecektir. Zengin ülkelerin iklim finansmanını kullanarak REDD ve CDM gibi karbon piyasalarını teşvik etmesi kabul edilemez.

Güç dengelerini değiştirmek için ortak sosyal ve çevresel mücadeleler

Kapitalist sistemin yol açtığı iklim krizi şimdide içinde bulunduğumuz güncel finansal/ekonomik kriz tarafından büyütülecek. Kapitalist system bu ekonomik krizden çıkmak için insanlarin ve doğanın daha da sömürülmesiyle sonlanacak bir dizi yeniden şekillenme sürecine girmenin yollarını aramaktadır. Bu yeniden şekillenme a) sosyal hakların ve uzun tarihsel mücadeleler sonucunda kazanılmış çalışan ücretlerinin azaltılması, b) doğanın geri kalan kısmının (toprak, su, orman, maden kaynakları vb.) şirketlerce alıkoyulması, c) doğal süreçlerin metalaştırılması ve finansallaştırılması (REDD gibi ekosistem hizmetleri ücretlendirmesi, biyoçeşitlilik kaybı için ödemeler vb.) ve d) biyoçeşitlilik ve ekosistemlerin patentlenerek kontrol edilmesi ve bunlardan kâr sağlanması (bkz. Sentetik biyoloji ve jeomühendislik) gibi yollarla mümkün olacaktır.

Şirketler hükümetleri ele geçirmiş durumdadırlar. Şirketlerin çıkarlarının ve gücünün önüne geçilmesi için mücadelemiz UNFCCC (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi) müzakerelerinden değil iklim değişikliğinden ötürü günlük hayatları etkilenen insanlardan başlamalıdır. Gıda ve su hakkı bu kavganın anahtar önemde parçalarıdır.  İklim değişikliği kaynaklı olarak yeni bir gıda ve su krizi dünyada tetiklenmektedir. Şirketler gıda spekülasyonu, GDO’lar, biyoyakıtlar su ve diğer doğal kaynakları özelleştiren kamu-özel ortak iştirakları gibi yollarla daha fazla kâr sağlamayı hedeflemektedirler. Gıda ve su meseleleri ancak sosyal ve çevresel mücadelelerin birleştirilmesiyle çözülmesi mümkün olacak meselelerdir.

Termik santrallere, kaya gazı çıkarılmasına, katran kumlarına, arazi kapatmaları, su özelleştirmelerine, biyoyakıtlara, GDO’lara ve REDD’e karşı gelişen tabandan gelen muhalefet bize yolu göstermektedir. Bizler bu mücadeleleri güçlendirerek, onları finansal kriz altında gerçekleştirilen sosyal hak kesintileri (austerity) karşısındaki  sosyal mücadelelerle birleştirmek durumundayız.

Sürdürülemez olan kapitalist sistemi dönüştürmek

Fosil-yakıt bağımlı tüketim ve üretim sisteminin düşük karbonlu topluma yönelik kolektif ve kademeli dönüşümünün gerçekleşmesi önündeki en büyük engel sürdürülemez olan kapitalist sistemin dönüşümüdür. Kömür, petrol ve doğalgaz sektörleri özel kâr mantığıyla idare edilemez. Fosil yakıt şirketlerinin gücü yokedilmeli ve devlet bürokratları yerine toplumun tamamı bu kaynaklar ve şirketler üzerinde söz sahibi olmalıdır.

Tüketim ve üretim kalıplarının değişmesi için, insanları sömüren ve ekosistemleri yokeden kâr odaklı, baskıcı ve sürdürülemez olan kapitalist sistemin ötesine geçilmelidir. Bizler bu gezegeni yaşanabilir bir gezegen olarak korumak zorundayız!

Gezegeni soğutacak alternatifler aşağıdan gelecek

Neoliberalizm veya merkezileştirilmiş bürokratik sosyalizm gibi “tek boy” sistemler çözüm değildir. Bunların yerine doğada olduğu gibi siyasette de çeşitlilik beklenmeli ve teşvik edilmelidir.

Dünya çapında sosyal gruplar gezegeni soğutacak bir dizi alternatif sunmaktadırlar: Agro-toksikler ve şirket tarımı yerine gıda egemenliği ve agro-ekoloji; şahsi araçların sürdürülemez üretim biçimleri yerine toplu taşımanın teşvik edilmesi; aşırı tüketim yerine daha az enerji ve doğal kaynak gerektiren dayanıklı aletlerin üretilmesi; küresel ulaşım sisteminde enerjinin israfını önleyecek yerel üretim ve tüketim biçimlerinin oluşturulması; şirketlerin küreselleşmesi yerine halkların küresel birliğinin sağlanması; tarim ve sanayi arasında olduğu gibi kent ve kır arasında da kırdan göçenleri barındıran devasa gecekondu oluşumu süreçlerini tersine çevirecek yeni bir dengenin sağlanması; temel hizmetlerin özel şirketler değil kamu tarafından karşılanması.  Bu yaşayan alternatiflerin pek çoğunun halihazırda işe yaradığı kanıtlanmış ve önerilen yanlış çözümler üzerindeki üstünlüğü gösterilmiş olmakla birlikte bazılarının uygulanabilmesi için hala imkan yaratılmasına ihtiyaç vardır.

Dünya sisteminin dengesinin yeniden tesis edilmesi için, kapitalizmin insan-odaklı vizyonunu terketmek durumunda ve hayati süreçlere saygı göstererek, Doğa Ana haklarını tanımak ve savunmak yoluyla sağlıklı bir yaşam için doğanın sadece bir parçası olduğumuzu kabul etmek zorundayız.