Mülksüzleşmeyi hızlandıracak, kent ve doğa savunmasını etkisizleştirecek

Bu hafta TBMM Genel Kuruluna sunulan İç Güvenlik Paketi yasa tasarısı kamuoyunda polise tanıyacağı yeni yetkilerle, daha doğrusu kolluk yetkilerini muğlaklaştırarak toplum üzerindeki güvenlik baskısını yükselteceği için tepki uyandırıyor. Ancak Paketin sonuçları bundan ibaret olmayacak; Paket kabul edildiği takdirde, ekoloji ve kent hareketi mücadelelerini de kökünden baltalayacak. Giderek şiddetlenen mülksüzleştirme dalgası ve İç Güvenlik Paketi arasındaki bağı görünür kılmak ve pakete bu bağlamda da yüksek bir sesle karşı çıkmak gerekiyor.

Kent ve çevre mücadelelerinin yükselişi

Türkiye'de doğa varlıklarını, neoliberal piyasanın metası haline getiren uygulamalara engel olmak için son 20 yıldır yürütülen mücadeleler giderek yükseliyor. Bu mücadeleler, aynı zamanda yargı kararlarının uygulanmaması sorununu da derinden yaşıyor. Bu nedenle de, toprağını, ağacını, suyunu, kentlerdeki tarihsel yaşam alanlarını korumak isteyen yurttaşlar direniş çadırları kuruyor, nöbetler tutarak hukukun çiğnenmesine engel olmaya çalışıyor. Bergama'da filizlenen bu yaşam alanı direnişleri Yuvarlakçay, Gerze, Loç, Fatsa, Ulukışla, Solaklı, Arhavi ve Fındıklı gibi yeni alanlarda yeni direnişlere de ilham oldu. Gezi'den Hevsel'e, Kısırkaya'dan Validebağ Korusuna pek çok mekân mücadelesi de doğmuş oldu. Kırsal ve kentsel mücadelelerin doğanın ve emeğin sömürüsüne karşı eşitlik, özgürlük, adalet ve ekolojik esaslarla birlikte hareket etmeye başladığına hep birlikte şahit olduk.

Yaşam mücadelelerini ‘kriminalize etme’ çabası

Giderek güçlenen kır ve kent direnişlerinin enerji, maden, altyapı veya konut projeleri yoluyla zeytinliklere, meralara, bağlara göz diken şirketleri memnun etmediğinin farkındayız. Bu direnişlerin tam da bu sebeple polis, jandarma ve özel güvenlik şiddetine maruz kaldığını biliyoruz. Meşruluk çabası nafile olan bu şiddetin kamuoyu vicdanında açtığı yaralar, söz konusu projelerin ekonomik ve siyasi açıdan derin bir krize girmesine sebep oldu. İç Güvenlik Paketinin, metalaştırma ve mülksüzleştirme önündeki bu krizi aşmak amacıyla kullanılacağından, kent/kır direnişlerini hedef alacağından şüphemiz yoktur.

Yerel mücadelelere darbe

Ana akım medyada kendisine yer bulamayan yaşam alanı mücadelelerinin sayı, çeşitlilik ve yaygınlık bakımından Türkiye'nin en hareketli toplumsal eylem kümesini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan, İç Güvenlik Paketinin bu mücadeleleri doğrudan hedef alacağını tahmin etmek zor değil. Paket ile beraber, özellikle çevre mevzuatına uymayan yatırım projelerinin gerçekleştirilmesi kolaylaştırılacak, bunlara yönelik direnişler yıpratılacak, direniş yöntemleri kriminalize edilecek ve zor kullanarak engellenebilecek. Ayrıca, tasarının kabul edilmesi halinde bütçesi artırılacak ve yapısı güçlendirilecek olan Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı’nınsa, merkezden yerele yatırım kararlarını artırıp, yaşam üzerindeki baskıyı yükselteceği sanılıyor. Paket ve yerel direnişlerin ilişkisine dair daha somut örnekler vermek gerekirse:

Direnişler savcıya sormadan kolluk tarafından dağıtılacak

PVSK’nın 13’üncü maddesinde yapılacak değişikle, kolluk “eylemin veya durumun niteliğine göre,” iç hukukta tanımlı olmayan koruma altına alma ya da uzaklaştırma tedbirlerine başvurabilecek. Bu tedbirlere, aynı maddeye eklenen “Kendisinin veya başkalarının can güvenliğini tehlikeye düşürenlere” yönelik olarak başvurabilecek. Ceza Muhakemesi Kanununda yapılacak düzenlemeyle polis toplu işlenen suçlarda 48 saate kadar gözaltı yapabilecek, bu gözaltı için savcıdan izin almayacak. İl İdaresi Kanununun 11’inci maddesine ilave edilen fıkralarsa, valilere “lüzumu halinde suçun aydınlatılması için” kolluğa doğrudan emir verme yetkisi tanıyacak. Bir yerel direnişin suç unsuru taşıdığını tespit eden vali, adli soruşturma sürecine kendi kendine müdahil olarak direnişlerin bitirilmesi yönünde talimat verebilecek.

Çevre-kent direnişçisine hapis cezası

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunundaki değişiklikler de yereldeki meşru direnişleri kısıtlamaya yönelik uygulamalara yol açacak. Sloganlardan ötürü yurttaşlar 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanabilecek. Öte yandan kolluk müdahalesi sonucu oluşup oluşmadığı belli olmasa da, bir eylemde meydana gelecek tüm hasar yurttaşlara ödetilebilecek. Toplantı ve gösterilerin “terör propagandasına” dönüştüğü tespit edilirse ceza artacak. Kanuna aykırı gösterilerde dağılmamak için direnenlerse, Ceza Muhakemesi Kanununda yapılacak değişiklikler uyarınca tutuklanabilecek. Yerel direnişçilerin en çok karşılaştığı, görevli memura görevini yaptırmamak için direnme, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet ve mala zarar gibi suçlamaların çeşitli düzenlemelerle daha ağır hapis istemleri içermesi ile tutuklama yolunun açılması, yerel yaşam direnişlerine etki edecek.

Yargı kararlarını uygulatılamayacak

Talanın en yoğun hissedildiği kıyılar ile jandarmanın görev yaptığı bölgelerdeki yatırımlar, tasarının geçmesi halinde ortaya çıkacak kolluk-mülki amir bütünleşmesinden önemli ölçüde faydalanacak. Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu, Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu, İl İdaresi Kanunu ve TSK İç Hizmet Kanununda yapılacak değişikliklerle generaller dışındaki personel atamaları doğrudan İçişleri Bakanı tarafından gerçekleştirilecek. Personel, İçişleri Bakanlığı tarafından görevden uzaklaştırılabilecek. Yerelde vali ve kaymakamların yazacağı raporlarsa, jandarma ve sahil güvenlik personelinin atama ve terfilerinde temel kriter olacak. Bu yolla, ilgili bölge sakinlerinin rızası dışında planlanan projeler hakkındaki yürütmeyi durdurma veya iptal kararlarının uygulanmasının daha da zorlaşacağı tahmin ediliyor. Şirketlerin uymadığı yargı kararlarının uygulanmasında zaman zaman jandarmaya yapılan şikâyetler yoluyla hukuksuz inşaatlar mühürlenebiliyordu. Öte yandan son dönemde şirketlerin yerel direnişleri kırmada başvurduğu bir diğer yol olan özel güvenlik şiddetine karşı da jandarma kimi zaman engel teşkil edebiliyordu.

Huzur ve asayiş için doğayı savunalım!

Tüm bu nedenlerle İç Güvenlik Yasasını toplumun yaşama, mülkiyet hakları ve hak arama hürriyetini uygulanamaz kılacak bir dizi tedbir olarak okuyoruz. Huzur ve asayişi sağlamak için getirildiği ileri sürülen bu yasal düzenlemeler, kent ve çevre hareketleri bağlamında şirketlerin bozduğu huzur, güvenlik, barışı yeniden tesis etmek isteyenlere, “sesinizi çıkartmayın” demekten başka bir amaç taşımamaktadır.  Diliyorlar ki, istedikleri arsaya el koyabilsinler, istedikleri yeri istedikleri gibi kirletebilsinler, istedikleri gıdayı satabilsinler. İstiyorlar ki, mülksüzleştirilenler kiracıları olarak kalsın, emeğiyle geçinemesin gözlerinin içine baksın, yaşamak için suya, havaya, toprağa muhtaç yaşasın. Ancak, sermayenin çıkarlarına hizmet eden bu düzenlemelere can suyu vermeye hazır yasama organının temsilcileri ise bir süre daha “laciler” içinde yaşar mıyız düşleri kuruyorsa, fazla heveslenmesinler. Gözyüzü altında yaşamaya devam ettiğimiz sürece, halkın ve doğanın düşmanları mutlaka hesap verecektir.

Paket uygulamada olsaydı yakın geçmişteki mücadeleler nasıl gelişirdi?

Andon: HES projelerine karşı açtıkları davaları kazanan Rizeliler, yargı kararlarını uygulamaya direnen şirket ve yerel idareye karşı yaptıkları eylemler yüzünden "kendilerinin ve başkalarının can güvenliğini tehlikeye düşürdükleri" gerekçesi ile bölgeden uzaklaştırılabilir, 48 saat gözaltında tutulabilir ve HES inşaatları hukuksuz şekilde devam edebilirdi.

Loç Vadisi: Orya Enerjinin gerçekleştirmek istediği HES projelerine yıllardır direnen Kastamonu Cide İlçesinde yer alan Loç Vadisi sakinleri, direnişlerine Paketin yürürlükte olduğu sırada başlamış olsalardı çok ağır hapis cezalarıyla karşılaşabilirlerdi. HES çalışmalarının yapıldığı bölgede pek çok defa HES şirketi yetkilileriyle karşı karşıya gelen Loç Vadisi sakinleri, yaşamlarının kaynağı olan sularını müdafaa ettikleri için aralarında mala zarar, basit yaralama, iş ve çalışma hürriyetinin ihlali, hakaret ve tehdit gibi pek çok suçtan yargılanıyor. Paket yürürlükte olsaydı pek çok yurttaş ağır hapis cezalarıyla yargılanabilir, hatta pek çoğu kolluk tarafından “suçüstü” sonrasında tutuklanabilir, böylelikle Loç Vadisine can suyu bile bırakmayacak HES projeleri yürürlüğe konabilirdi.

Gerze: Termik santral projesi kapsamında neredeyse OHAL şartları uygulayan jandarma ve polise direnen Gerze ve Yaykıl Halkı ağır para cezaları ve tutuklama cezaları ile karşılaşabilirdi. Bu nedenle direnişin gücü yıpratılabilir, kamuoyunun tepkisine rağmen ÇED olumlu kararı verilebilir ve proje hayata geçirilebilirdi.

İztuzu: Muğla’nın Ortaca İlçesi Dalyan Mahallesinde bulunan İztuzu Plajının işletmesinin özelleştirilmesinin ardından, işletme haklarını alan şirket plaja dozerlerle girip istediği düzenlemeleri yapmak için harekete geçti. Yargıdan kumsalın korunmasını öngören kararlar da çıkarken, haftalar süren yurttaş direnişi sonunda kumsal üzerindeki baskı şimdilik ortadan kalktı. Dozerler karşısında savunma eylemleri yaparak bölgeyi terk etmeyen yurttaşlar, Paket yürürlükte olmuş olsaydı kolaylıkla bölgeden uzaklaştırılabilir, direniş şirket ve Bakana geri adım attıracak kadar büyüyemez, İztuzu Kumsalı da dozerlerce yeniden tasarlanmış olurdu.

Yırca: Yargı kararlarına ve nöbetlerine rağmen binlerce zeytin ağacının katledilmesine engel olamayan halk, vali ve kaymakam emri ile daha ilk günden topyekûn dağıtılabilir, ve hukuksuz termik santral projesini engelleyemeyebilirdi.