İklim felaketine doğru ilerliyor gibi görünüyoruz. İklim değişikliği ile ilgili hiçbir şey yapmazsak neler olabileceğini biliyoruz ancak yine de hiçbir şey değişmiyor. Bu neden böyle?

Aslında hiçbir şey yapmıyor değiliz – tam tersine aslında tamamen yanlış şeyler yapıyoruz. Sonsuz ekonomik genişlemeyi başarı olarak tanımlayan bir ekonomik sisteme sahibiz. Genişlemenin herhangi bir türü iyi sayılır. Emisyonlarımız 1990’lardan daha hızlı artmakta.

Geçtiğimiz on yılda, oldukça yüksek petrol fiyatlarımız vardı, bu da fosil yakıt şirketleri için katran kumulları gibi daha pahalı ve daha yaygın bir ekonomiyi özendirici hale getirdi.

Ayrıca çok uluslu şirketlerin ürünlerini daha ucuz iş gücü ve enerji ile üretebilmelerine izin veren bir sistemimiz var, bu da daha fazla kömür yakılması demek oluyor. Tüm bunlar problemi daha da kötü hale getiriyor.

Diyorsunuz ki ExxonMobil, BP ve Shell gibi uluslararası şirketler gezegende savaş ilan ettiler…

Bu şirketlerin iş modeli iklim değişikliği ile mücadele için yapılması gerekenin tam tersidir; onların iş modeli daha fazla fosil yakıt rezervi bulmaktır.

Carbon Tracker’ın yaptığı bir araştırmaya göre, 3 yıl önce, global fosil yakıt endüstrisinin ısıyı 2 derece aşağıda tutmak için kanıtlanmış olan orandan 5 kat daha fazla karbona sahip olduklarını ortaya koymuştur.

Bu hükümetlerimizin Kopenhag’da anlaşmaya vardığı bir hedef, birçok topluluk için zaten çok fazla tehlikesi olan bir hedef. Ancak bu küresel karbon bütçesi ile sağlanıyor. Kendimize yüzde 50 yaşama şansı verirken ne kadar karbonun yakılabileceğini biliyoruz ya da bu hedefleri karşılayacağımızı ancak bu şirketler bu hedefin 5 katı fazla karbona sahip. Bu, fosil yakıt şirketlerinin iklim biliminin dürüstçe yaygınlaşması karşısında neden savaştıklarını ve politikacı ve organizasyonların neden iklim değişikliği bilimini inkar ettiklerini, karbon vergisi ve yenilenebilir enerji teşviki gibi iklim değişikliği ile ilgili tüm ciddi girişimlere neden karşı olduklarını açıklıyor.

Bu dokunulmazlık neden?

Fosil yakıt şirketleri, kısmen petrol şirketleri dünyanın en güçlü şirketleri. Hükümetlerimiz onların çıkarlarının korunması için savaşları onayladı. Fosil yakıtların belli bir coğrafyada yoğunlaşması, toprak altından çıkarılmasının çok pahalı oluşu, nakledilmesinin ve işlenmesinin zorluğu kendi doğasında var.

Böylece kendini küçük sayıda ama büyük oyuncuların eline bırakıyor ve böyle bir güç yoğunlaşması yasal ve yasadışı politik yozlaşmaya kendini kaptırıyor. Dolayısıyla dokunulmazlık beraberinde geliyor.

Bu, iklim hareketinin ilk adımının uluslararası şirketlerin gücünü ortadan kaldırmak olmalı mı demek?

Bu birçok şey demek olabilir. Yapmamız gereken bir şey kesinlikle güçlerinin daha fazla artmamasını sağlamak. Bu sebeple iklim hareketi, yeni serbest ticaret anlaşmalarını, Avrupa ve Amerika arasında yapılan serbest ticaret anlaşması, Avrupa ve Transpasifik ortaklığı (TPP) Avrupa Birliği ve benim kendi ülkem Kanada arasındaki anlaşma gibi anlaşmaları engelleme konusunda aktif bir rol oynuyor. Bu anlaşmalar çokuluslu şirketlere yatırımcılar üzerinden hükümetleri zorlayabilecekleri ve iklim politikalarıyla mücadele edebilecekleri bir güç vermektedir. Elimizde bununla ilgli zaten yeterince kanıt var.

Örneğin, Almanya diğer ülkelere de örnek olabilecek cesur bir girişimle yenilenebilir enerjiye doğru zorlu bir geçiş başlattı. İsveç şirketi Vattenfall ise Almanya’ya nükleer enerjiden aşamalı olarak vazgeçme kararı aldığı için 4.7 milyar euro kaybettiğini iddia ederek meydan okuyor. Bu hükümetler için bir uyarı niteliği taşıyor: “ Eğer bunu yaparsanız, o zaman dava açılacak.”

Buna benzer örnekler benim ülkemde de mevcut. Quebec’te sondaj yasaklandı, ancak Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması altında, bir Amerikan şirketi sondaj yasağına karşı sondaj haklarını ihlal ettiği gerekçesi ile mücadele ediyor. Bu gibi durumlar yüzünden bu tip anlaşmalarla kuvvetlenen şirketlerin gücünü kesmeliyiz. Fakat bu yaşadığınız yere göre değişiyor. Amerika’da açıkça görülüyor ki, insanları bilinçlendirici kampanyalar ve özgür ifadeye sahip lobi çalışmaları yapılmalı. Şirketlerin finans ve lobi çalışmalarını kısıtlayıcı durumlar olmalı. Avrupa Birliği’nde de aynı şekilde olmalı.

Bu tip bir atılımın yanı sıra aynı zamanda köklü bir stratejiye de ihtiyacımız var, bu şirketlerin gayrimeşru hareketini gözler önüne seren bir fosil yakıtsızlaştırma hareketi gibi. Bu sadece bir üniversitenin ya da Paris gibi bir şehrin fosil yakıttan vazgeçmesi değil, bu şirketlerin iş modellerinin ahlak dışı olduğu ve bu iş modelinden kazandıkları karların ise iğrenç karlar olduğu tartışılmalı ve hükümetler fosil yakıttan temiz yakıt türlerine geçiş yapma sürecinde kullanabilmek için bu karlarda hak iddia edebilmeli. İşte bu gerçekten yapmamız gereken şey, onları güçsüz bırakmak.

Bu kirletici şirketlerin çalışanları ile nasıl bir iletişim kurulabilir? Bir ittifak sağlanabilir mi?

İklim değişikliği ile ilgili adalet temelli bir tepkiye ihtiyacımız var. Yöntemi en başta kodlanmalı: geçiş sürecinin neye benzeyeceğini tanımlamalı ve bunun için savaşmalıyız. Bu demek oluyor ki fosil yakıt sektöründe çalıştıkları için işlerini kaybeden çalışanlar yeniden iş sahibi yapılmalı. Yenilenebilir enerjide daha fazla iş kolu olacaktır, çünkü yenilenebilir enerji; enerji tasarrufu, kamu taşımacılığı vb. gibi maden sektörüne göre 8 kat daha fazla iş koluna sahiptir.

Son yıllarda maden sektörüne büyük yatırımlar yapılmıştır, gaz sondajı için büyük bir itiş, açık deniz sondajı ve aynı zamanda, hükümetlerin enerji geçişi isteğinde büyük bir daralma söz konusu olmuştur. Tüm Avrupa’da hükümetlerin yenilenebilir enerji desteklerini kestiğini gördük. Eğer masa üstündeki tek iş maden sektöründeki işler ise sendikalar tabii ki bunun için savaşır.

Bu sebeple iklim hareketi adaletli iş yaratma tavrını cesurca korursa sendikalarla iklim hareketi arasında bir ittifak sağlanmış olur. Ve bu olmaya başlıyor. Örneğin, İngiltere’de bir sendika iklim işlerinin yaratılması ve bunların nasıl olacağının anlatılması için bir çağrı yaptı. Maden sektöründe çalışanların işlerini elinden çalanın çevreciler olmadığını hatırlamamız gerekiyor. Son bir kaç ayda petrol fiyatı dramatik bir düşüş sergilediği için Amerika’da petrol ve gaz sektöründe 100 binden fazla iş kaybedildi. Bunun sebebi çevreciler ya da iklim değişikliği aktivistleri değil, bunun sebebi umutlarınızı ve hayatınızı iniş çıkışları olan dengesiz bir petrol ve gaz sektörüne bağlamanız.

Rüzgar ve güneşin iyi yanları herkesin kullanımına açık oluşları, her zaman aynı fiyatta olmaları ve aynı şekilde bu artış ve düşüş döngülerine dahil olmamaları. Bu aslında sendikalar, işçiler ve şirketler arasında ittifakın kurulması için bir çıkış noktasıdır.

İklim değişikliğini bir fırsat olarak görebiliriz diyorsunuz ve  bu dönüşüm çok heyecan verici olabilir. Bu sürecin zorlu bir süreç olduğunu düşünen insanlar için iklim hareketini nasıl cazip hale  getirebiliriz?

Göründüğü kadar zor olacağını düşünmüyorum. Şu an uğraştığımız şey son 20 yıldaki iklim politikalarının adaletli olmayan ve geçişi tüketiciye, işçi sınıfına yükleyen mirası. Tüm bunlar iklim değişikliği ile ilgili bir şey yapmakla yaşam maliyetimizi arttırmak arasında bir bağlantıya sebep oluyor. Yenilenebilir enerjiye ve yeşil ürünlere daha fazla ödeme yapmak anlamına geliyor. Bir süreliğine, insanlar bu mantığı kabul etmek için hevesli göründüler ancak ardından ekonomik kriz vurdu. İnsanlar zaten bankaları kurtarmak için ödeme yaptıklarını fark ettiler ve büyük kirleticileri de kurtarmak için neden daha fazla ödeme yaptıklarını merak etmeye başladılar. Aynı zamanda bu şirketlerin cezalandırılmak yerine daha fazla kar ettiğini fark ettiler. Adaletsizlik ters tepki yarattı.

Bize adaletli geçiş sürecini açıklayan cesur ve net bir görüş gerekiyor. Bu, kaldıramayacak insanlara faturayı yüklememek ve bu sürecin sorumlusu olan insanların faturayı ödemesi demek. Hiç kurban verilmeyecek anlamına gelmiyor ancak bedelin adaletli bir şekilde dağıtıldığını görmek insanları yüreklendirecektir.

Geçmişte yapılan seferberliklerde hayır demenin yeterli olmadığından, sistemi değiştirmek için daha kapsamlı bir anlayışa sahip olmamız gerektiğinden kitabınızda bahsetmişsiniz. Bu vizyonu kim ortaya koyacaktır?

Bu vizyonu ortaya koymak için demokratik bir sürece ihtiyaç var. Tek bir vizyonun Fransa’da, Fransa’nın her bölgesinde işe yarayacağını, aynı zamanda aynı vizyonun Almanya ve Hindistan’da da işe yarayacağını düşünmüyorum. Yapmamız gereken bölgelere, şehirlere, coğrafyalara uygun olan örnekleri belirlemek, grupların bir araya gelerek geçiş sürecinin neye benzeyeceğinin tanımlaması olmalı.

Seyahatlerimin ve işimin bir parçası olarak bir çok iyi fikir duyuyorum. Örneğin, ABD’nin batı yakası sahilinde büyük bir kavga var,  Washington’da Bellingham adında bir yerde. Son derece yeşil bir kent fakat yakınlarına büyük bir kömür ihracat terminali kurulmak isteniyor. Başlangıçta çevrecilerle işçiler arasında çirkin kavgalar oldu. Ancak daha sonra belediye tarafından kömür şirketine karşı olanlar ile yerel halkı  buluşturan bir koalisyon toplandı. Topluluk yeni bir imar planı oluşturdu. Bu kömür işçilerine daha yeşil, Asya’ya fosil yakıt ihraç etmeyen yeni iş kaynakları yarattı. Bu sadece bir örnek. Anahtar diyalogları sürdürmekte.

“Yeni bölge” Blockadia’dan bahsediyorsunuz. Blockadia nedir?

Blockadia ABD’de the Keystone XL boru hattı direnişine verilen bir isim. Keystone XL, TRANSCANADA şirketinin yapmak istediği Alberta’daki katran kumullarının aşağısından Meksika Körfezine kadar olan çok büyük bir boru hattı. Katran kumulları gezegenimizdeki en kirli, karbon oranı en yüksek petrol yağı. Boruhattını döşemeye başladıklarında protesto kampı inşa edildi. İnsanlar kendilerini çitlere zincirlediler ve ağaçlara ilerlediler ve kamplarına Blockadia adını verdiler.

Bu kelime öyle bir yayıldı ki artık nerede maden çalışması, sondaj ya da ihracat limanı için bir mücadele olsa insanlar bu ismi kullanıyorlar. Kelime ABD’de doğmasına rağmen BLOCKADIA’nın taktikleri daha cesur ve küresel güneyden geliyor. Oil Watch International ve EJOLT bu uluslar ötesi alanı haritalamada büyük bir başarı kazandılar.

Blockadia’nın başlangıcını belirlememiz gerekirse, 1990’larda Ogoni yerlilerinin Shell’i kendi bölgeleri olan Nijer deltasından atmak için gösterdiği başarılı mücadele gösterilebilir – Shell bu bölgeye hiçbir zaman geri dönemedi.

Aralık 2015’te Paris’te yapılacak olan uluslararası iklim konferansından hiçbir şey beklemiyor gibi görünüyorsunuz. Uluslararası görüşmelerden neler beklenebilir?

Dünyayı kurtarmayacağı gerçeği ile yüzleşmek zorundayız, bilim insanlarının yapmamız gerektiğini söylediği şeyleri yapmak için bir anlaşmaya varılamayacak. Bilim insanları şimdiden başlayarak yıllık emisyonumuzu yüzde8 ile yüzde10 arasında azaltmamız gerektiğini söylüyorlar. Hükümetlerimiz ise önümüzdeki 10 yılda emisyonu yüzde2 ile yüzde3 arasında azaltmayı konuşuyorlar. Aynı oyun bahçesinde değiller.

Liderlerimizi ikna edeceğimizi ve bir anda farklı insanlar olacaklarını düşünmek büyük bir hata. Bu hayal kırıklığı için bir reçete. 2009 yılında Kopenhag’da olan şey de bu. Ardından bir çok insan derin bir depresyon yaşadı. Paris’i uzun bir yolculukta bir durak olarak görmeliyiz. Paris’in önemi, özellikle Avrupa’da, ekonomik kriz vurduğundan beri iklim konusunda büyük bir kaçınma söz konusu. Kitaba bir krizi sadece elitler ilan etmez, sıradan insanlar veya sosyal hareketler de krizler ilan edebilir diyerek başladım.

Zirveye yaklaştıkça, iklim değişikliği ile ilgili daha fazla konuşma olacaktır. Böylece diyaloğu değiştirmek için ne konuşmamız gerekiyorsa onu konuşmak için bu bir fırsat.

“2030 yılıyla birlikte 1990’ların yüzde20 emisyonunu azaltacağız” gibi anlamsız söylemleri bırakmalıyız. Onun yerine şöyle söylemeliyiz; şu anda ciddi oranda emisyonumuzu azaltmalıyız. Fosil yakıt sınırlarını kapatmalıyız. “toprağın altında bırak” mesajının doğru mesaj olduğunu düşünüyorum ve bence mümkün. 8 ayda bir çok şey olabilir.

Bazıları petrol fiyatının düşüşüne bağlı. Çünkü örneğin Alberta katran kumullarında yoğun bir mücadele verdik. Çünkü Alberta’daki petrolü çıkarmak şirketler için inanılmaz karlı bir işti. Ancak şu anda yatırımcılar Alberta’dan kaçıyor. Bu bağlam yapısal bir zafer kazanmak için daha olası. Örneğin, Arktik’te sondaj ya da katran kumulları madenciliği yasaklanması için çağrıda bulunmak. Paris için bunu ajandaya almak mümkün mü bilemiyorum. Şu anda müzakere dökümanında yer almıyor ancak ajandaya kaydetmeye çalışmalıyız.

Günlük hayatlarında bir fark yaratmak isteyen insanlara ne gibi bir tavsiyeniz olur?

Karbon ayak izimizi azaltmak olur. Bir çoğumuz bu şeyleri zaten yaptı ve biz de yapmalıyız, çünkü bizi daha aklı başında ve sağlıklı yapar ve hayatımız daha az uyumsuz olur. Ancak şöyle de düşünüyorum bazı insanların yaptıkları bireysel değişimlerin, temel değişimle son bulmadığı düşüncesi heveslerini kırıyor. Bu sebeple üniversitelerinde, yurtlarında, şehirlerinde fosil yakıt kullanımını bırakmak üzere talepte bulunan hareketler beni çok heyecanlandırıyor.

Çünkü tartışmayı çıkarmak ve sektörün kazanımlarını gayrimeşrulaştırmak ve bireyden çok her şeyden az oranda çalışması çok önemli ancak karşı konulmaz değil. Ve birlikte hareket ettiğimizde daha güçlü olduğumuzu anlamanın bir  parçası.

Sizce küçülme bir çözüm mü?

Tanı olarak kullanışlı: Başarı ve ilerlemenin tek ölçüt olduğu bir ekonomik sitemi terk etmek zorundayız. Genel olarak, kaynaklarımızın kullanımını, özellikle fosil yakıtların kullanımını sözleşmeye bağlayan bir ekonomik sisteme ihtiyacımız var. Ancak küçülmeyi hedef olarak almak bir hata olur. Büyüme problemin kalbi olduğu için küçülme çözüm olabilir demek doğru değildir. Eğer problem büyümeye endeksli bir başarı ise, o zaman çözüm, sanırım, başka bir başarı kriteri belirlemek olmalı. Her anlam farklı fakat özellikle yaşadıkları zamanı göz önüne alırsak, insanların kemer sıkması ile ilgili bir iletişim stratejisi çok da akıllı bir strateji olmaz.

İklim değişikliği ile baş etmenin teknik bir yolu var mı yoksa tek çözüm politik mi?

Bu bir kombinasyon. Yenilenebilir enerji teknoloji ile ilgili. Bir çok parlak teknolojik gelişme olmuştur. Ekolojik tarım sadece geleneksel tarım yöntemlerine dönüş değildir. Kadim bilgi ile modern teknolojinin bir kombinasyonudur. Fakat tüketim alışkanlıklarımız ve kaynak kullanımımız ile ilgili bir kısıtlamamızın olmasını bir kenara atamayız. Böylece sadece teknolojiye odaklanmak, enerji kaynağımız dışında hiçbir şey değiştirmeyeceğiz gibi yanlış bir intiba uyandırır. Talep azaltmak için de bir strateji olması gerekli, böylece daha az enerji kullanabilelim. Bu sebeple sadece teknolojiye odaklanmak tehlikelidir. Güneşe gönderilecek büyülü bir kurşun ile gezegenin ısınmasının durdurulacağı gibi Jeomühendislik fikirler ve teknolojik tamirler ise daha tehlikelidir. Problemin ilk başta ortaya çıkış sebebi kibirli bir dünya görüşü.

Yani kapitalizmle savaşmadan iklim değişikliği ile savaşmak mümkün değil? 

Evet, bence başka bir yol yok. Uzun bir süredir deniyoruz. Güç sahiplerini hayal kırıklığına uğratmayacak bir yol bulmayı ümit eden yeşil bir akım mevcut. Ben açıkça bunun kötü bir strateji olduğunu düşünüyorum. Eğer kapitalizm çoğunluk için iklim değişikliği haricinde gerçekten iyi çalışıyor olsaydı, kapitalist sitemi koruyan başka bir strateji geliştirmemiz gerekirdi. Eğer böyle bir strateji var olduysa ki bence yok. Gerçek şu ki, olduğumuz yer orası değil. Öyle bir noktadayız ki, bu ekonomik sistemin kendi yöntemleri içinde dahi çöküyor olduğu yaygın popüler kitleler tarafından anlaşılıyor. Tüm hayatım boyunca olduğundan daha fazla. Neoliberal miras hakkında büyük eşitsizlik olduğu ile ilgili koca bir tartışma var. İnsanlar bu politikaların daha fazla yeterlilik sağlaması gerekirken daha az sağladığını anlıyor. Yani başka bir ekonomik modele gereksinim acildir ve eğer iklim değişikliği hareketi daha adil bir ekonomik sisteme geçmek için kendisinin en iyi imkan olduğunu gösterebilirse, daha fazla ve iyi iş kolu yaratabilirse, daha iyi sosyal eşitlik sağlayabilirse, daha fazla ve iyi sosyal hizmetler, kamu taşımacılığı, insanların günlük hayat standardını arttıran tüm bu şeyleri sağlayabilirse, insanlar bunun için savaşmaya hazır olur.

Problem şu, düşmanlarımız var: fosil yakıt şirketleri. Kendi çıkarlarını korumak için cehennem gibi savaşıyorlar. Yaratıcılıkla, pislikle, kazanmak için ne gerekiyorsa onunla savaşıyorlar. Ve onların aksine karşılarında savaşmayan duygusal bir orta var, çünkü sonucun ne olacağından emin değiller. Ancak eğer iklim hareketi ile ekonomik adalet birlikteliği sağlanırsa, o zaman insanların gelecek için savaşmak isteyecekleri bir şey olur, çünkü direkt olarak bu durumdan fayda sağlarlar.

İyimser misiniz?

Bunu iyimserlik ya da kötümserlik olarak görmüyorum. Hepimiz kötümser hissediyoruz. Her kim ki size kesin kazanacağız diyorsa ya yalan söylüyordur ya da delidir.

Ancak umutsuzluğa katılmak şu an ahlaklı bir davranış olmaz. İpin ucunda bir çok hayat var. Eğer başka bir yolun mümkün olduğu ile ilgili bir şans dahi varsa, bu şansı yükseltmek için savaşmak ahlaki bir sorumluluktur.

Bu pozisyonu tanımlamak için iyimserlik kelimesini kullanmam. Bunun ahlaki bir sorumluluk olduğunu söylerim.

İklim krizinin aciliyeti, kaybedecek zamanımızın olmadığı gerçeğini, ince bir ölüm kalım çizgisinde olduğumuzu göstermesinden ve bir çoğumuzun uzun yıllardır mücadele verdiği bir savaşın kazanılması için katalizör olabilmesinden geliyor.