Chris Spannos: Katılımcı ekonomi, ekonomiyle ilgili bir vizyon ve ekonomi, toplumun sadece bir parçası. Gelecek bir toplum vizyonunda, çevreyle ilgili düşünceler nasıl bir role sahip?
Robin Hahnel: Sanırım, iki önemli soru yöneltiyorsunuz. Ben bunları ayrı ayrı ele almayı tercih ediyorum. Birinci sorunuz, pek çok solcunun tarihsel olarak, ekonomik bir vizyon önerdiklerinde bunu sanki tüm toplumsal yaşam için yeterli bir vizyonmuş gibi sunmuş olmalarıyla alakalı. İkincisi, çevresel vizyonla ve bunun ekonomik vizyona olan ilişkisiyle alakalı.
Vizyon geliştiren pek çok solcunun, ekonomik vizyonu genel toplumsal vizyonla birleştirerek yersiz bir “ekonomizme” neden olduklarını düşünüyorum. Fakat Michael Albert ve benim katılımcı ekonomi hakkında yazdıklarımızda böyle bir hataya düştüğümüz kanaatinde değilim. Katılımcı ekonomi bir ekonomik vizyon olarak önerilmiştir, siyasi ve kültürel vizyon boşluğunu doldurmak veya ataerkil olmayan toplumsal cinsiyet ilişkileri hakkında bir vizyon sunmak üzere değil. Dahası, Michael Albert ve ben hiçbir zaman, toplumsal yaşamın diğer sahaları için inşa edilebilecek daha yeni ve daha iyi toplumsal kurumlar hakkındaki vizyonlarla kıyaslandığında, ekonomik vizyonun daha önemli olduğu ön kabulüyle hareket etmemişizdir. Aksine, bunu katılımcı ekonomi hakkında bugüne kadar yazdığımız her yerde çok açık ve seçik olarak belirttiğimizi düşünüyorum.
Toplumsal yaşamın diğer sahaları için geliştirilebilecek vizyonlardan daha çok ekonomik vizyon hakkında yazdığımız doğrudur. Fakat böyle yapmamızın nedeni, toplumsal yaşamın diğer sahaları için özgürleştirici vizyonun ekonomik vizyondan daha az önemli olduğunu düşünmemiz değil, bizlerin kişisel olarak ekonomik vizyon hakkında söyleyecek daha fazla sözümüz olmasıdır. Bu bakımdan, Socialism Today and Tomorrow’un [[dipnot1]] Üçüncü Kısmı’nda, o zamanlar “yarının sosyalizmi” diye adlandırdığımız şey hakkında yazarken, “sosyalist politikayı,” “sosyalist ekonomiyi,” “sosyalist akrabalığı” ve “sosyalist topluluğu” ayrı bölümler halinde ele aldığımız görülecektir. Çünkü gerçek manada bir sosyalist ekonomi vizyonu ile genel anlamda daha arzulanır bir toplumu (o yıllarda herkes gibi bizim de “sosyalizm” olarak adlandırdığımız şeyi) aynı kefeye koymak istememiştik. Kısacası, her ikimiz de ekonomik vizyon hakkında yazmaya başlamadan önce de soldaki ekonomist önyargıya karşı zaten duyarlı olduğumuz için, ekonomik vizyonu toplumsal vizyonla birleştirme yanlışına düşmemeyi başardığımıza inanıyorum.
Fakat bizim katılımcı ekonomi vizyonumuzla çevre arasındaki ilişki söz konusu edildiğinde, sanırım suçumu kabul etmek durumundayım. Bir bütün olarak solda çevresel farkındalık pek sonraları gelişti. Bu sadece eski sol için değil, Michael Albert ve benim politik farkındalığımızın 1960’larda içinde geliştiği yeni solun büyük bir kesimi için de geçerlidir. Sonuç olarak, soldan gelen ekonomik vizyonların pek çoğunun –ve bizimkinin de– çevresel meselelere yeterince eğilmediğini düşünüyorum.
Katılımcı ekonomi hakkında ilk yazdığımız yıllarda, katılımcı bir ekonominin çevreye, kapitalist, komünist ekonomilerden veya sosyalist pazar ekonomilerinden çok daha bilgece yaklaşacağına inanıyor ve bu inancımızın nedenlerinden kısaca çok genel hatlarıyla bahsediyorduk. Kirlilik gibi dışsallıkların ve çevre koruma gibi kamu mallarının katılımcı bir planlama yoluyla, pazarlara göre çok daha verimli bir şekilde hesaba katılacağını belirtiyorduk. Fakat çevreyi koruyacak belirli prosedürler önermemiştik. Katılımcı bir ekonominin belirli özelliklerinin, doğal çevre ile nasıl daha tedbirli bir ilişki tarzına yol açmasının beklenebileceğini de henüz somut bir şekilde açıklamamıştık. Diğer bir deyişle, The Political Economy of Participatory Economics [[dipnot2]] ve Looking Forward: Participatory Economics for the Twenty-First Century’yi [[dipnot3]] 1991’de ilk yayımladığımızda, katılımcı ekonomi ve çevre hakkındaki önemli soruları ele almakta başarısız olmuştuk.
O halde, o zamanlar ciddi çevrecilerin bizi paylayıp muğlak iddialarımıza şüpheyle yaklaşmalarına şaşırmamak gerekir. Carl Boggs şöyle yazmıştı: “Albert ve Hahnel’in katılımcı ekonomilerinin, toplam ekolojik etkiyi belirlemek, zararlı malların üretimini sınırlamak veya arzu edilir endüstriyel büyümenin boyutlarını tespit etmek üzere tam olarak nasıl mekanizmalar önerdiği belirsizdir.” [[dipnot4]] Howard Hawkins ise şöyle söylüyor: “Bir Yeşil Solcu Looking Forward ile ‘insan yüzlü endüstriyalizm’ diye eğleniyordu. Bugünkü durumumuz –ozon deliği, sera etkisi, radyoaktif ve toksik zehirlenme ve genel ekolojik çöküş– dikkate alındığında, ekolojik meseleler hakkında bir nebze ayrıntıya girmeden bir ekonomik vizyon nasıl tasarlanabilir diye merak ediyordu.” [[dipnot5]] Boggs ve Hawkins ekolojik etkileri belirleyecek ve zararlı üretim ve büyüme için sınırlar koyacak “mekanizmaların” neler olduğunu sormakta tümüyle haklıydılar.
Bu on yıl kadar aldı, fakat sanırım artık katılımcı bir ekonomide çevrenin nasıl korunacağı hakkında çevrecilere verilebilecek bazı somut yanıtlarımız var. Fakat bu yanıtlar onlara henüz yeni ulaşıyor. Katılımcı bir ekonomide çevreyi korumak için önerdiğim somut prosedürleri Economic Justice and Democracy: From Competitition to Cooperation [[dipnot6]] adlı kitabımın sekizinci bölümünde de açıklayıp tartışıyorum.
Şimdi, çevre aktivistleri ve akademisyenler, katılımcı bir ekonominin çevresel meseleleri nasıl ele alacağı hakkındaki önerilerimize nasıl yaklaşacaklar, bilmeyi çok arzu ediyorum. Bu arada genel olarak anlaşıldığı tarzda bir çevresel vizyon önermediğimizi de belirtmek isterim. Katılımcı bir ekonomide çevre hakkındaki kararların nasıl alınacağını söylemekle doğal çevre ile bilgece bir etkileşimin nasıl olması gerektiğini tarif etmek aynı şeyler değildir. Diğer bir deyişle, katılımcı bir ekonomide hangi teknolojilerin seçileceğini veya yasaklanacağını, üretimin büyüme hızının ne olacağını veya farklı topluluklar ve bölgeler arasında işbölümünün ne kadar büyük olacağını bilmek isteyen çevrecileri tatmin edecek bir şeyler görünürde yok.
Edward Bellamy ve William Morris, Looking Backward [[dipnot7]] ve News From Nowhere [[dipnot8]] adlı muhteşem 19. yüzyıl ütopyacı romanlarında, sadece yeni ekonomik kurumlar ve davranış biçimleri tarif ederek değil, fakat aynı zamanda kendi post-kapitalist ekonomilerinde yer alacağını öngördükleri yeni ürünleri ve teknolojileri de tasarlayarak, kapitalizme karşı arzu edilir bir alternatif canlandırmaya çalıştılar. Bellamy ve Morris, okuyucularını kapitalizmin ötesi hakkında pozitif düşünmeye ederken, teknolojik ve çevresel bir vizyon sundular. Enerji, ulaşım, tarım ve çevre sektörlerinde daha çevre dostu yeni ürünler ve teknolojiler hakkında araştıran ve yazan yeşillerin çok yaşamsal bir entelektüel faaliyette bulunduklarını düşünüyorum. Çevre dostu üretim ve tüketim biçimleri üzerine deneyler yapan aktivistlerin, geleceğe dönük umutlarımızın bir parçası olduğuna inanıyorum. Fakat ben yeşil teknoloji uzmanı değilim, ayrıca çevre dostu teknoloji ve ürünler hakkındaki hangi fikirlerin daha etkili hangilerinin daha etkisiz olduğuna karar verebilecek yeterliğe de sahip değilim. Belirli teknolojilerin ve ürünlerin avantajlarına işaret etme ve ekotopyada yaşamın neye benzeyeceği hakkında fikir beyan etme görevini kendimden daha yetenekli romancılara ve bilim kurgu yazarlarına bırakmalıyım. Bu görevin –çevresel vizyon sunma işinin– çok önemli olduğuna inanıyorum. Ancak bunu yapabilecek donanıma sahip olmadığımı belirtmek istiyorum.
Bunun yerine, benim odaklandığım mesele, temel ekonomik kurumların doğal çevre ile adil ve dostane bir şekilde ilişkilenmemize hizmet edecek yaratıcı öneri ve fikirleri destekleyip desteklemediğidir. Bu amaçla geçmişte, kâr dürtüsünün ticari ilişkilerde ortaya çıkan yaşamsal çevresel etkileri neden ihmal ettiğini, pazarların değerli ekolojik sistemleri koruyan ve onaran faaliyetlere karşı neden kirletici faaliyetlerin yanında olduğunu ve kapitalizmin toplumsal tüketim ve boş zaman yerine neden çevreye zarar veren özel tüketimi desteklediğini açıklamaya çalıştım. Diğer bir deyişle, kapitalizmin neden doğal çevreyle daha adil ve dostane ilişkiler kurmamızı sağlayacak fikirleri desteklemekten aciz olduğunu anlatmaya çalıştım. Şimdi on yıl önce olduğundan çok daha somut bir şekilde, katılımcı bir ekonomideki belirli özelliklerin ve prosedürlerin, doğal çevremizle daha sağduyulu ilişkileri destekleyen kurumsal ortam ve teşvikleri nasıl yaratabileceğini anlatmaya çalışıyorum. Diğer bir deyişle, çevrecilerin (ve benim) etkileyici bulduğumuz fikirler katılımcı bir toplumda önerildiğinde –bisiklete binmek, organik tarım, yerel üretim, akıllı büyüme, otomobilsizleşme, güneş ve rüzgar enerjisi, daha fazla tüketim yerine daha fazla boş zaman gibi– bunların, günümüz kapitalist ekonomilerinde olduğu şekilde bir kenara itilmek yerine dostane bir tonda karşılanacağına inanmak için ne gibi kuvvetli nedenlerimiz var?
Çevre hakkındaki fikirlerimi açık bir şekilde ifade etmeme izin verin: Çevrecilerin, insan faaliyetlerinin nasıl yürütüleceğine dair herhangi bir öneriyi, çevrenin yeterince korunabilmesi için tatminkâr bulacaklarına inanmıyorum. Biz insanlar diğer türlerden farklı olarak, bir avdan diğerine yönelmek hususunda o kadar büyük maharet gösterdik ki, tarımın icadından önce dahi aşırı avlanma ve otlanma için var olan normal ekolojik kısıtları tanımıyor, züccaciye dükkanına girmiş bir fil gibi davranıyorduk. Tarımsal ve endüstriyel devrimler, doğal çevre üzerinde yarattığımız bu hasarı misliyle katladı. Ve milattan sonra üçüncü bin yıla girerken, yeryüzünde yaşayan altı milyar insanın biyosfere birkaç farklı yoldan geri dönülmez hasarlar verebileceğine hiç şüphe yok. Yine de pek çoğumuz, yarattığımız felaket ve önümüzdeki tehlike karşısında halâ pervasız bir ihmalkârlık içerisindeyiz.
Fakat çevreciler sıfır kirlilikten ve yenilenemez kaynakların hiç tüketilmemesinden daha az bir şeylerle yetinmek durumundalar. Sıfır kirlilik, genel olarak faydaları toplumsal maliyetlerinden çok daha fazla olan mal ve hizmetlerin (bu maliyet üretim ve tüketimle ilgili kirliliğin yarattığı çevre tahribatını da içerir) hiç üretilmemesi ve tüketilmemesi anlamına gelir. Yenilenemez bir kaynağı hiç tüketmemek, eğer ki bu kaynağı tükenmeden önce başka bir kaynakla ikame etmek mümkün ise, çok engelleyici bir kısıttır. Yeryüzü gezegenini tahliye etmeyi planlamadığımız sürece sıfır kirlilik ve sıfır kaynak tüketimi imkansızdır. Fakat neyse ki bu aynı zamanda gereksizdir de. Sürdürülebilir bir ekonomi, avcı toplayıcıların dağınık kabilelerine geri dönmemizi gerektirmez –bu arada onların dağıldıkları her yerde büyük memelilerin pek çoğunu yok olana kadar avladıklarını da unutmayalım. İnsanlar çevreyi etkileyecektir, fakat bunu feci bir iklim değişimine yol açmayacak şekilde yapmayı öğrenmeliyiz. İnsan faaliyeti bazı türleri yok oluşa sürükleyecektir, fakat bunu türlerin yok oluşunu en aza indirecek ve yaşamsal ekosistemleri yok etmeyecek şekilde yapmayı öğrenmeliyiz. İnsan faaliyeti fauna ve florayı etkileyecektir, fakat yaşayan çevreyi bugün sahip olduğumuz kalitede ve belki daha da kaliteli, insani ve insan olmayan yaşamı sürdürebilme yeteneğine sahip bir biyosferi koruyacak şekilde etkilemeyi öğrenmek zorundayız. Biyosfer üzerinde hiçbir etki bırakmamaya çalışmak aptalca olduğu kadar imkansızdır da. Bunun yerine bizim amacımız, bugün vermekte olduğumuz habis etkinin yerine müşfik bir etki yaratmak olmalıdır.
Çevreyle bugünkü etkileşimimiz sürdürülebilir değildir ve kapitalizm sürdüğü müddetçe sürdürülebilir olamayacaktır. Bugün, bir taraftan sürdürülemez olan rekabet ve açgözlülük ekonomisini sürdürülebilir bir hakkaniyetli işbirliği sistemiyle değiştirmek üzere örgütlenirken, diğer taraftan kapitalizmin neden olduğu çevresel hasarı en aza indirmek için artçı bir savaş veriyoruz. Artçı savaş tanımını bu mücadeleyi önemsizleştirmek için kullanıyor değilim. Etkili bir artçı savaş verilmezse, kapitalizm ortadan kaldırıldığında koruyacağımız hiçbir tropik yağmur ormanı kalmayabilir ve iklim değişimi geri dönüşsüz bir aşamaya ulaşmış olabilir. Küresel kapitalizm ortadan kaldırıldıktan sonra tabi ki çevresel çöküşü önleyecek acil değişime öncelik vermemiz gerekecek. Fakat aynı zamanda, hem verimlilik hem de kuşaklar arası adalet konusunu aklımızda bulundurarak, çevreyle sürdürülebilir bir etkileşime geçişi planlamamız gerekecek. Çöküş engellense bile, geçişin çok yavaş olması, gelecek kuşakların aleyhine bugünkü kuşakları avantajlı kılacaktır. Gelecekte, bugünkü toplumsal maliyetleri aşabilecek çevresel faydaların elde edilmesi imkânını akılsızca ortadan kaldıracaktır. Fakat sürdürülebilir bir en son durum üzerinde derhal ısrar etmek, pratik imkansızlığın ötesinde, bugünkü kuşaklar üzerine gereksiz derecede yüksek maliyetler bindirecektir. Kapitalizm ortadan kaldırıldıktan sonra, sıfırın üzerindeki kirletme ve kaynak tüketme hızlarına erişmek üzere uzun vadeli ayarlamalar yapmamız gerekecek ve bizim yeni ekonomik kurumlarımızın bunun için uygunluğu asıl mesele halini alacak. Bu çerçevede, bizim katılımcı ekonomi için son zamanlarda önerdiğimiz belirli özelliklerin uygun olup olmadığını çevrecilerle tartışmayı çok isterim.
Spannos: Doğal kaynakların tedbirli kullanımı olarak kabul edebileceğimiz şey nedir? Katılımcı bir ekonomi kirletme seviyeleri, kaynak tüketimi ve sürdürülebilirlik hakkında nasıl hüküm verebilir?
Hahnel: Doğal kaynakların tedbirli kullanımı doğal çevreyi, yeryüzündeki insan ve insan olmayan tüm yaşamı destekleme becerisini yalnızca bugün sürdürecek şekilde değil, aynı zamanda gelecek kuşaklara da en az bugün sahip olduğumuz kadar yararlı bir doğal çevre temin edecek şekilde koruyan kullanım biçimidir. Fakat bu, bugünkü doğal çevrenin her bir veçhesinin aynen korunması gerektiği anlamına gelmez. Yukarıda belirttiğim gibi, bu zaten imkansızdır ve neyse ki gereksizdir de. Belirli teknolojiler tarafından kullanılan hammaddeler tüketilmeden önce, mevcut teknolojilerin yerine yenilerinin geliştirilmesi gerekir. Çevrenin insan faaliyetlerinden doğan atıkları özümseme kapasitesini aşırı zorlayan teknolojilerin yerine yenilerinin geliştirilmesi gerekir. Ekolojik ekonomistler tükenen doğal “sermayenin” insan yapımı “sermaye” ile tamamen ikame edilemeyeceğini söylerken haklılar. Fakat diğer taraftan, çevrenin tedbirli kullanımı bazı yenilenebilir doğal sermaye türlerinin bazı yenilemez türler yerine ikame edilmesini ve bazı insan yapımı sermaye türlerinin bazı yenilenemez doğal sermaye türleri yerine ikame edilmesini gerektirir. Fakat en önemlisi, çevrenin tedbirli kullanımı, fosil yakıt ve nükleer enerjinin yerini alabilecek yenilenebilir enerji sistemlerinin daha da fazla geliştirilmesini ve hızla devreye alınmasını, ulaşım sistemimizin otomobillerden süratle arındırılmasını, tüketim ve yaşama biçimlerimizin hızlı değişimini gerektirir.
Katılımcı bir ekonomi kirletme ve kaynak tüketme seviyelerini katılımcı planlama süreciyle tespit eder. Katılımcı planlama, kirletmenin negatif dışsal etkilerini nasıl içselleştirir? Yıllık planlama prosedüründeki her yinelemede, dikkate alınması gereken her bölgedeki her bir kirletici madde için bir gösterge fiyat tespit edilir. Bu gösterge fiyat, bu kirletici maddenin o bölgeye salınan birim miktarının yaratacağı hasarın tahmini değerini temsil eder. Neyin kirletici olup neyin olmadığına o bölgedeki insanları temsil eden federasyonlar karar verir. Bu federasyonlar, kendi yürüttükleri ar-ge işlerinde çalıştırmak üzere istihdam ettikleri bilim insanlarından tavsiye alırlar. Örneğin, Washington D.C’nin ikinci mıntıkasından yayılmakta olan bir kirleticiden sadece ikinci mıntıka sakinleri rahatsızlık duyuyor ise, ilgili bölge ikinci mıntıkadır. Fakat Washington D.C.’nin tüm mıntıkalarını temsil eden federasyon, tüm mıntıka sakinlerinin ikinci mıntıkadan yayılan bir kirleticiden etkilendiğine karar verirse, bu durumda ilgili bölge tüm Washington şehri olur. Eğer tüm Chesapeake Körfezi havzasında yaşayanları temsil eden federasyon havzada yaşayan herkesin ikinci mıntıkadan yayılan bir kirleticiden etkilendiğini hissederse, ilgili bölge District of Columbia’yı, Maryland’i, ve Virginia, Batı Virginia, Delaware, Pennsylvania ve New York’un bazı bölgelerini içerecektir.
Eğer etkilenen bölgede yer alan bir işçi konseyi belirli bir kirleticinin x birim salınmasını önerirse, o kirleticinin o bölgedeki gösterge fiyatı çarpı x kadar “ödeme” yapmaları gerekecektir: Tıpkı üretim girdisi olarak y ton çelik kullanmak istediklerinde bir ton çeliğin gösterge fiyatının y misli kadar ödeme yapmaları veya z saat kaynak işçisi kullanmak istediklerinde bir saat kaynak işçiliğinin gösterge fiyatının z misli ödeme yapmaları gerektiği gibi. Diğer bir deyişle, işçi konseyinin salmayı önerdiği her kirletici, önerinin toplumsal maliyetinin bir parçası olarak hesaplanacaktır. Tıpkı çelik hammadde kullanma maliyetinin ve kullanmayı önerdikleri kaynak işçiliğinin fırsat maliyetinin, önerinin toplumsal maliyetinin bir parçası şeklinde hesaplanması gibi. Bunların hepsinin birlikte, yaratmayı önerdikleri çıktının sağlayacağı toplumsal fayda ile karşılaştırılması gerekecektir. İlgili bölgenin tüketici federasyonu bölgeyi etkileyen her bir kirleticinin birim fiyatına bakar ve kaç birim salınmasına izin vereceğine karar verir. Federasyon kirleticinin hiçbir şekilde salınmaması gerektiğine de karar verebilir, bu şartlar altında bölgedeki hiçbir işçi konseyi bu kirleticiden tek bir birim dahi salamaz. Fakat federasyon bölgede x birim kirleticinin yayılmasına izin verirse, bu durumda bölgesel federasyon o kirleticinin gösterge fiyatının x misli kadar “kredilendirilir.”
Spannos: Bir tüketici konseyinin “kredilendirilmesi” ne anlama geliyor?
Hahnel: Federasyonun kendi üyelerinin tüketimi için, üyelerinin belirli bir gayret derecesine karşılık, kredilendirilmemesi halinde olacağından daha fazla kamu malı satın alabileceği anlamına geliyor. Veya federasyonun üyelerinin bireysel olarak, kendi gayret derecelerinin izin verdiğinden daha fazlasını tüketebileceği anlamına geliyor. Diğer bir deyişle, bir bölgenin sakinlerinin istemiyorlarsa kirletilmeme hakları vardır. Diğer taraftan, bölgelerine belirli bir miktar kirliliğin salınmasına izin verirlerse, katlanmaya karar verdikleri bu hasar karşılığında tazmin edilirler. Bu prosedür, farklı bölgelerdeki insanların daha az kirlilik ve daha fazla tüketim arasında farklı dengelemeler yapmalarına izin verir.
Spannos: Bu dengelemelerin mantığını açıklayabilir misiniz?
Hahnel: Farklı topluluklardaki yurttaşların kirliliğin ne kadar hasar verdiği veya tüketimin ne kadar yarar sağladığı hakkında farklı fikirleri olabilir. Hatta tüm etkiler kati bir şekilde tahmin edilebilse dahi, tüm insanlar tüketim karşısında çevresel korumaya ne kadar değer biçecekleri hususunda hemfikir olmayabilirler. Farklı bölgelerdeki yurttaşlar ortalama olarak farklı düşünüyor da olabilirler. Fakat bu prosedürün, çevrecilerin günümüz ekonomilerinde ulusal değil yerel standartların neden olduğuna işaret ettikleri, bir çeşit “ölene kadar yarış” etkisi yaratıp yaratmayacağına da bakmak gerekir.
Birincisi, neden bahsettiğimiz hususunda net olmalıyız. Bir topluluğun kendi bölgesinden yayılan fakat başka toplulukları da etkileyen, yani daha geniş bir topluluğu etkileyen kirleticiler için standart tespit etmesinden söz etmiyoruz. Bizim önerimiz, tüm hâl ve şartta, belirli bir kirletici tarafından etkilenenleri temsil eden federasyonun standartları tespit etmesi yönündedir. Belirli bir kirletici tarafından etkilenen farklı topluluklar farklı standartlar belirleyebilirler mi, yoksa yerel kirleticilerin standartlarının ulusal olarak mı belirlenmesi gerekir, biz bunu tartışıyoruz. Bizim önerimiz, yerel toplulukların kendi standartlarını belirlemek üzere yetkilendirilmeleri yönündedir, yani standartlar bölgeden bölgeye farklılık gösterebilir. Ele aldığımız soru ise bunun, yerel kirlilik standartlarında bir “ölene kadar yarış” etkisi yaratıp yaratmayacağıdır.
Bunun yaşanmayacağına inanıyorum, çünkü katılımcı bir ekonomide, topluluklar arasında önemli gelir ve zenginlik farkları olmayacak. Bence günümüz ekonomilerinde yerel standartlara izin verildiğinde ölene kadar yarışılmasının nedeni, yoksul toplulukların iş ve kazanç çekmek için haksız bir çevresel yıkıma izin verme eğiliminde olmaları, katı çevresel kontrol lüksüne yalnızca zengin toplulukların sahip olabilmeleridir. Bu nedenle günümüz ekonomisinde genelde yerel standartları değil, ulusal standartları savunuyorum. Bu yoksul toplulukları birer çöp sepeti haline gelmekten korumak için gereklidir. Fakat katılımcı bir ekonomide yoksul ve zengin topluluklar olmayacak ve sanırım toplulukların yerel kirlilik standartları hakkındaki farklı tercihleri, sadece farklı toplulukların sakinleri arasındaki fikir ve değer farklarını yansıtacak.
Spannos: Ademi merkeziyetçi katılımcı planlama bunu ele almakta ne kadar etkili?
Hahnel: Yıllık planlama sürecinde tarif ettiğim prosedür çevreyi ancak, olumsuz sonuçlardan etkilenenler sadece etkilenen bölgenin mevcut sakinleriyse yeterli bir şekilde koruyabilir. Bazı kirleticiler için bu doğru olsa da bazı kirleticiler için gelecek kuşaklar bugün yaratılan kirliliğin maliyetinin önemli bir kısmını üstlenmek durumunda kalır. Gelecek kuşakların çıkarları benim aşağıda tarif edeceğim şekilde, uzun vadede katılımcı planlama sürecinde ve aktif bir çevre hareketi tarafından korunmalıdır. Fakat uzun vadeli planlama sürecine ve katılımcı bir ekonominin çevrenin korunmasına hizmet eden diğer özelliklerine geçmeden önce, yıllık katılımcı planlama sürecinin pazar sistemleriyle kıyaslandığında ne kadar iyileştirme sağladığını göstermek için sabırsızlanıyorum. Geleneksel varsayımlar altında bizim önerdiğimiz prosedür: (1) kirliliği “etkin” seviyelere indirir, (2) “kirleten öder” ilkesini yerine getirir, (3) kirliliğin gerçek kurbanlarını katlandıkları hasar nedeniyle tazmin eder, ve (4) işçi konseyleri ve tüketici federasyonlarını kirliliğin fayda ve maliyetlerini dürüstçe açıklamaya davet eder. Diğer bir deyişle, bu prosedür ekonomistlerin “özendirimle bağdaşır” [İng. Incentive compatible] dedikleri şeydir.
Bir katılımcı ekonominin kirliliği ve çevre korumayı “özendirimle bağdaşır” şekilde ele alabilmesi yaşamsaldır. Üretici ve tüketiciler, neyi ne kadar üretip tüketecekleri hakkındaki tercihlerinin çevre üzerindeki hasar verici etkilerini ihmal etmek yönünde bir saik taşıyorlarsa bu, “özendirimlerle bağdaşır” değildir. Kirletenler ve kirlilik mağdurları, kirliliğin mağdurlar üzerindeki gerçek maliyetlerini veya kirlilile birlikte üretilen ürünlerin tüketiciler için gerçek faydalarını açıklamak yönünde bir saik taşımıyorlarsa bu, “özendirimlerle bağdaşır” değildir. Fakat katılımcı bir ekonomide üreticiler zararlı salımlar karşılığında ücret ödedikleri için, kirliliğin neden olacağı hasar bir işçi konseyi önerisinin maliyetinde yer almaktadır. Bu üreticilere, tüm üretim maliyetleri gibi kirliliğin maliyetini de azaltmaları yönünde bir özendirim sağlar. Ayrıca, katılımcı bir ekonomide tüketicilerin mal karşılığı ödediği gösterge fiyatlara o malların üretimi ve tüketimiyle ilişkili kirliliğin maliyeti de dahil edildiği için, tüketicilerin kirlilik yaratan malların tüketimini azaltmaları yönünde de kuvvetli bir özendirim bulunmaktadır –tıpkı kıt üretken kaynak ve zahmetli emek gerektiren malların tüketimini azaltmak yönünde bir teşvik bulunduğu gibi.
Spannos: Fakat bu süreç kirleticiler için “etkin” bir gösterge fiyat verir mi, yani kirliliğe ancak faydaları maliyetlerinden fazla olduğu sürece izin veren fakat maliyetler faydayı aştığı anda kirliliği engelleyen bir fiyat oluşur mu?
Hahnel: Pek çok durumda, salım seviyeleri arttıkça, ilave her kirliliğin kurbanlar üzerindeki maliyetinin de artacağını ve ilave kirliliğin üreticiler ve tüketiciler üzerindeki faydasının azalacağını varsaymak akla uygundur. Bu durumda verimli kirletme seviyesi, salınan son birimin maliyetinin, salınan son birimden elde edilen faydaya eşit olduğu miktardır. Yineleme Kolaylaştırma Kurulu [İng. Iteration Facilitation Board] planlama sürecinde, kirleticinin “etkin” fiyatının altında bir fiyat açıklarsa ne olur? Yani, salınan son birimin neden olduğu hasarın maliyetinin sağladığı faydaya eşit olduğu fiyatın altında bir fiyat açıklarsa. Bu durumda kendi federasyonları tarafından temsil edilen kirlilik mağdurları, kirletenlerin önerdikleri kadar salım yapmalarını kendi çıkarları açısından uygun bulmayacaklardır, yani kirletme izinleri için aşırı talep ortaya çıkacaktır. Planlamanın bir sonraki turunda YKK, kirleticinin gösterge fiyatını artıracaktır. Eğer YKK etkin fiyatın üzerinde bir fiyat açıklayacak olursa, kirlilik mağdurlarını temsil eden federasyon kirletenlerin salmak isteyeğinden daha fazla kirleticinin salınmasını teklif edecektir. Bir sonraki turda YKK gösterge fiyatı azaltacaktır. Kirlilik mağdurlarının gerçekte olduğundan daha fazla veya daha az kirletildiklerini iddia etmeleri için ve üreticilerin, yarattıkları kirlilik sayesinde gerçekte olduğundan daha fazla veya daha az yarar sağladıklarını iddia etmeleri için herhangi bir özendirim söz konusu değildir. Çünkü her ikisi de, YKK’nın ilan ettiği gösterge fiyatlara doğru cevap vermek yerine yanıltıcı cevap verdiklerinde, daha kötü durumda olacaklardır. Bunun sonucunda YKK, kirleticilerin gösterge fiyatlarını, kirletme talepleri kirletme izinlerine eşitleninceye kadar ayarlarken etkin kirlilik seviyesine ulaşılacaktır.
Spannos: Pazarların kirletme seviyelerini ele alış biçimiyle bunun farkı nedir?
Hahnel: Düzeltilmeyen pazarlar yukarıda belirtilen dört hedeften hiçbirini yerine getiremezler. Kirletme vergileriyle düzeltilen pazarlar, vergiler ancak yaratılan negatif dışsal etkinin büyüklüğüne eşit ise kirliliği verimli seviyeye indirip “kirleten öder” ilkesini gerçekleştirebilir. Fakat pazarlar, kirletenler ve kirlilik mağdurları için özendirimlerle bağdaşır olmadığından, kirleticiler için verimli vergi seviyelerinin tahmin edilebileceği güvenli bir yol sunmazlar. Mülkiyet hakkının kime ait olduğuyla ilgili belirsizlikler (kirleticiye mi kirlilik mağdurlarına mı), çok sayıda mağdur arasındaki bedavacılık [İng. free-rider] problemleri, her biri farklı derecelerde etkilenen kirlilik mağdurları arasında etkili bir koalisyon oluşturmanın ve bunu muhafaza etmenin işlem maliyetleri [İng. transaction cost]. Bu faktörlerin tümü birden birleşerek pazar sistemini, kirlilik mağdurlarından katlandıkları kirlilik hakkında doğru enformasyon edinilmesini imkânsız kılan veya bu enformasyon edinilse bile, ona dayanarak harekete geçilmesini imkânsız kılan bir sistem haline getirir. Diğer taraftan katılımcı bir ekonomi mağdurlara tartışmasız bir kirletilmeme hakkı tanır ve onları her bir mağdurun kendi çıkarını ifade ve temsil edebileceği bir federasyon ile silahlandırır. Dahası, katılımcı planlama prosedürü, federasyonun kirliliğin kolektif kurbanları üzerinde yarattığı hasarı doğru bir şekilde açıklamasını, federasyon üyelerinin çıkarı haline getirir.
Pazar sistemi kirliliğin yarattığı hasarın kati bir şekilde tahmin edilebilmesi için hiçbir mekanizma içermezken, bir pazar ekonomisinde kirletme vergileri nasıl belirlenebilir? Kirletme vergilerinin belirlenmesini kirletenlerin ve mağdurların politikacıları etkilemekteki göreli becerisine teslim etmenin, etkinlik gibi bir iddiası olamaz. Ayrıca şirket iktidarının hüküm sürdüğü bir çağda aşırı düşük vergilere, aşırı yüksek kirlilik seviyelerine neden olur.
Bu bakımdan katılımcı planlama ve pazar ekonomileri arasındaki en önemli fark, katılımcı planlama prosedürünün kirliliğin maliyetleri ve faydaları hakkında kati nicel tahminler üretebilmesi, pazarların ise bunu başaramamasıdır. Bunun sonucunda, pazar ekonomilerinde kirliliğin maliyetlerini vergiler ve alınıp satılabilir izin programlarıyla içselleştirmek yönündeki “iyi niyetli” çabalar dahi “kör uçuş” şeklindedir ve “kötü niyetli” müdahaleler için imkân her zaman mevcuttur. Uygun kirletme vergi seviyelerini tespit etmek üzere yapılan anket ve araştırmalardan elde edilen tahminler ise, katılımcı planlama prosedürü tarafından otomatik olarak üretilecek olan kirletici gösterge fiyatlarına göre çok daha büyük belirsizlikler içermektedir. Dahası, anket ve araştırmalara dayanan tahminlerin güvenilir olmadığı herkes tarafından bilindiği için, pazar ekonomilerindeki ilgili grupların işlerine gelmeyen tahminlere karşı çıkmaları her zaman mümkündür. Çıkar sahibi gruplar sık sık kendi alternatif araştırmalarını yaptırıp, kirliliğin yaratacağı hasar ve çevreyi korumanın sağlayacağı faydalar hakkında oldukça farklı sonuçlara varırlar. Katılımcı planlamadan farklı olarak, pazar sistemleri hakem olarak işlev görebilecek “objektif” tahminler üretemediği için, pazar ekonomilerinde kirletme vergilerinin büyüklüğü veya dağıtılması gereken kirletme izinlerinin adedi hakkındaki tartışmalar, “ben demiştim, sen demiştin” şeklinde bitmeyen bir kakafoni halini alır.
Spannos: Katılımcı planlama, çevre hakkındaki hesapları farklı konsey ve federasyonlarda yer alanlar açısından verimli ve hakkaniyetli bir şekilde çözüme kavuştururken, kendi adlarına konuşamayan gelecek kuşakların hakkını koruyacak olan nedir? Çevre tahribatının olumsuz etkilerinin pek çoğu bugünkü demokratik karar mekanizmalarına dahil olamayan insanlar tarafından üstlenilecekken, bir taraftan ekonomik demokrasiyi muhafaza edip diğer taraftan kuşaklararası adaletsizlikleri ve verimsizlikleri nasıl önleyebiliriz?
Hahnel: Gelecek kuşakların çıkarları –bu doğal çevrenin gelecekteki durumunu da içerir– her zaman şimdiki kuşaklar tarafından korunmak (veya ihmal edilmek) durumundadır. Gelecek kuşakların çıkarları karşısında şimdiki kuşakların çıkarlarına değer biçen, şimdiki kuşak içerisinden bir siyasi veya ekonomik seçkinler grubu da olsa, şimdiki kuşakların tüm üyelerini içeren bir demokratik karar alma süreci de olsa bu, böyledir.
Katılımcı bir ekonomide çevre bakımından kuşaklar arası etkinlik ve hakkaniyet, diğer bakımlardan kuşaklar arası etkinlik ve adalet nasıl sağlanıyorsa öyle sağlanacaktır: Bugünkü kuşakların, uzun vadeli plan üzerindeki demokratik müzakereler esnasında kendi kendileri üzerinde uygulayacakları itidal sayesinde. Katılımcı bir ekonomide uzun vadeli planlama için, yıllık planlamada kullanılan kural ve prosedürlerin aynıları uygulanır. Tek tek işçi ve tüketici konseylerinden ziyade federasyonlar ve bu federasyonlara bağlı ar-ge yapıları, uzun vadeli planlamada daha önemli bir role sahiptir. Fakat işçi federasyonları kendi endüstrilerinde yapmak istedikleri yatırımları, gelecekte üç aşağı beş yukarı ne tüketebilmeyi isteyeceklerini öneren ve yenileyen tüketici federasyonlarıyla birlikte, belirli yatırım önceliklerini ve zaman çizelgelerini tayin eden bir süreç içerisinde önerip yenilerler. Uzun vadeli planlama süreci aynı zamanda, ekonomistlerin kıt kaynakların marjinal kullanıcı maliyetleri olarak adlandırdıkları şey hakkında tahminler üretir. Tıpkı, yıllık planlama süreci, üretken bir kaynağı belirli bir yıl içerisinde kullanmanın toplumsal fırsat maliyeti hakkında tahmin ürettiği gibi. Uzun vadeli planlama sürecinde, bundan beş ila elli yıl ilerideki tüketicilerin ihtiyaç duyacakları tüketim seviyesi kararlaştırıldıktan sonra uzun vadeli planlar bu taahhüdü, bundan beş ila elli yıl ileride kıt kaynakların belirli miktarlarının mevcudiyetini teminat altına alacak bir taahhüde tercüme eder. Bu kaynak taahhütleri de, kaynakların tüketimini tedbirli bir şekilde zamana yayan yıllık planlarda, kaynakların kullanım maliyeti tahminlerine tercüme edilir. Genel anlamda, her bir yıllık plan, kuşaklararası hakkaniyet ve sürdürülebilirlik meselelerinin çözümlendiği uzun vadeli planlama sürecinde önceden kararlaştırılan tercihlerin dayattığı kısıtlar içerisinde biçimlenir.
Örneğin, uzun vadeli plan toplamda daha fazla yatırım yapılmasını öneriyorsa bu, içinde bulunduğumuz yılın yıllık planında yer alan tüketimi azaltır. Uzun vadeli plan gelecekte otomobil filosunun küçültülmesi ve demiryolu ve otobüs hizmetlerinin genişletilmesi için çağrıda bulunuyorsa bu, içinde bulunduğumuz yılın yıllık planında otomobil üreten işçi konseylerine tahsis edilecek yatırım ve üretken kaynak miktarını azaltır, tren üreten işçi konseylerine tahsis edilecek yatırım ve üretken kaynak miktarını artırır. Örneğin, uzun vadeli plan beş yıl boyunca karbon salımlarında yüzde 25 indirim yapılmasını öngörüyorsa, ulusal tüketici federasyonunun gelecek beş yıllık planın her birinde izin verilen karbon salım miktarını buna göre azaltması gerekir. Enerji, ulaşım ve konut sektöründeki temel değişimlerin, kirletici teknoloji ve ürünlerden “yeşil” teknoloji ve ürünlere geçişin, bunların hepsinin uzun vadeli planlama sürecinde belirlenmesi gerekir. Tüketici federasyonları bu süreçte gelecek için daha fazla yeşil alan, hava ve su kalitesinde iyileştirme talep ettiklerinde, enerji, ulaşım ve konut alanındaki yatırım öncelikleri bundan etkilenir, “yeşil” teknolojilerin ve ürünlerin devreye alınmasıyla ilgili zaman çizelgeleri kararlaştırılır.
Spannos: Bazen, şimdiki kuşaklar uzun-vadeli plan üzerinde çalışırken, sadece gelecek kuşakları etkileyen tercihlerde bulunuyorlar. Örneğin, otomobiller ve tren örneği üzerinden devam edecek olursak, insanlar gelecekte hangisiyle yolculuk edecek? Fakat şimdiki kuşaklar uzun-vadeli plan üzerinde anlaştıklarında, aslında bir kuşağı diğerine karşı kayıran kararlar veriyorlar. Bugünkü kuşaklar daha fazla yatırım yapılmasına ve gelecek kuşakların daha fazla tüketebilmelerine izin verecek şekilde daha az tüketecekler mi? Karbon salımlarını azaltacak ve böylelikle gelecek kuşakların iklim değişiminden daha az zarar görmelerini sağlayacak şekilde daha az tüketecekler mi? “Yeşil” teknoloji ve ürünlerin daha hızlı devreye girebilmeleri için, gelecek kuşaklar daha fazla çevresel güzelliği daha erken tadabilsinler diye daha az tüketebilecekler mi?
Hahnel: Şimdiki kuşağın üyelerinin gelecek kuşağın çıkarlarını yeterli samimiyetle ele almaları veya onlar için bilgece tercihlerde bulunmaları, ortada hiçbir kuşaklar arası çıkar çatışması yokken bile nasıl teminat altına alınabilir, bilemiyorum. Bugünkü kuşaklar uzun vadeli plan hakkında ister demokratik yollardan isterse mutlakiyetçi bir şekilde karar alsınlar, gelecek kuşaklara zarar verecek bir hata yapmalarını önlemenin hiçbir yolu yoktur. Belki de arabaların trenlerle değiştirilmesi bizden sonrakiler açısından bir hata, çünkü güneş enerjisiyle çalışan otomobiller trenler kadar çevre dostu ve çok daha kullanışlı olacak. Yine bugünkü kuşakların XV. Louis gibi davranmayacaklarının, apre mois l’deluge (benden sonrası tufan) demeyeceklerinin hiçbir garantisi yok. Ekonomik adaleti kendi aralarında titizlikle deneyen insanların bunu katılımcı bir ekonominin gerektirdiği şekilde, çocukları, torunları ve büyük torunları adına da yapacaklarını ümit edebilirim. Kirletmeye sadece faydaları maliyetlerini aştığı zaman izin vermeyi alışkanlık haline getiren insanların, aynı ilkeyi uzun vadeli planlarında da uygulayacaklarını, kendi takipçileri üzerindeki maliyetleri de hesaba katacaklarını umabilirim. İnsanların, takipçileri yerine haksız bir şekilde kendilerini destekleyeceği son derece aşikâr olan seçeneklerle karşı karşıya kaldıklarında, bunu yapmaktan utanacaklarını ümit edebilirim. Uzun vadeli katılımcı planlama, kuşaklar arası hakkaniyet ve verimlilik meselelerini olabildiğince gün yüzüne çıkarabilmek üzere tasarlanmıştır. Ayrıca ekonomik tercihlerin çevre üzerindeki tahripkâr ve faydalı etkilerini tahmin etmek ve bunları hesaba katılması gereken tüm maliyetlerin ve faydaların içine dahil etmek üzere tasarlanmıştır. Fakat böyle olmasına karşın, gelecek kuşakların ve çevrenin önemsizleştirilmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Uzun vadeli planlama sürecinde bazılarının, başkalarının gelecek kuşaklara karşı düşüncesiz davranışlarını gördüklerinde ayağa kalkıp seslerini yükseltmeleri gerekecektir. Bazılarının da, uzun vadeli planlama sürecinde başkalarının çevrenin geleceği için ihmalkâr davranışlarını gördüklerinde ayağa kalkıp seslerini yükseltmeleri gerekecektir.
Nihayetinde, katılımcı bir ekonominin çevrenin korunmasını destekleyen başka özellikleri vardır. (1) Zenginlik ve gelirin eşitlikçi bir dağılımı, kimsenin maddi tüketim karşısında çevresel muhafazaya öncelik veremeyecek derecede yoksul olmayacağı anlamına gelir. Yaşamak için başka bir yol bulamadığı için değerli yağmur ormanlarını kesen ve yakan muhtaç sömürgeler olmayacaktır. İlave gelir elde etmeye muhtaç oldukları için tekinsiz toksik atık yığınaklarına ev sahipliği yapmaya rıza gösteren, yoksulluğun vurduğu yerel topluluklar da olmayacaktır. Gelir ve zenginliğin eşitlikçi bir dağılımı aynı zamanda, kimsenin bir taraftan kamusal çevrenin bozulması için lobi faaliyeti yürütüp oy kullanırken, diğer taraftan çevresel güzellikleri özel olarak satın alabilecek kadar zengin olamayacağı anlamına da gelir. (2) Maddi teşviklerin kullanımını en aza indiren ve toplumsal hizmet karşılığı verilen ödüllere ağırlık veren bir sistem, cafcaflı tüketimin çevresel tahribata yol açan etkilerini büyük ölçüde hafifletir. (3) Üretken kaynakları işçilere, yaptıkları işin toplumsal faydaları toplumsal maliyetinden fazla olduğu müddetçe temin eden bir tahsisat sistemi (bu maliyetler çevresel maliyetleri ve boş zamanın yitirilmesinin maliyetlerini de içerir) üreticilerin, çevresel sonuçlarına rağmen ve belirli bir noktadan sonra ilave tüketim feda edilen boş zamanı karşılayamıyor olmasına karşın biriktirmek ve büyümek yönünde verdikleri rekabeti ortadan kaldırır. Diğer bir deyişle, kapitalist ekonomilerden ve onlarla “büyüme yarışı” içerisinde rekabet etmeyi tercih eden liderlerin yönettiği komünist ekonomilerden farklı olarak katılımcı bir ekonomide, tedbirli olmayan büyüme yönünde bir sapma yoktur. Juliet Schor, Overworked American: The Unexpected Decline of Leisure [[dipnot9]] ve The Overspent American: Why We Want What We Don’t Need [[dipnot10]] adlı iki kitabında, Amerika’daki aşırı çalışma ve aşırı tüketimin irrasyonel karakterini, ekonomik sisteme iliştirilmiş olan özendirimlerde yatan nedenlerine doğru iz sürerek açığa çıkarmıştır. Belgelediği sapkın özendirimlerin [İng. perverse incentives] hiçbirisine katılımcı ekonomide yer yoktur.
Fakat eninde sonunda, insanlar bilgece olmayan bencil tercihlerde bulunuyorlarsa, çevrenin istismarını önlemek için demokratik bir ekonominin yapabileceği hiçbir şey yoktur. Bu, insanlar tercihlerinin öldürücü çevresel sonuçlarının farkında olmadıkları için veya bu etkileri hafife aldıkları için gerçekleşebilir. Bu aynı zamanda, bugünkü kuşaklar bencil olduğu için, kendilerine gelecek kuşaklara kıyasla daha fazla önem verdikleri için de gerçekleşebilir. Veya eğer diğer türlerin dikkate alınması gereken hakları ve çıkarları olduğuna inanıyorsanız, insanlar bu hakları dikkate almayı reddettikleri için de bu gerçekleşebilir. Katılımcı bir ekonomide kendi davası için eğiten ve harekete geçiren aktif bir çevre hareketine ihtiyaç olacaktır ve biyosferin sağlığı bu hareketin bilgeliğine, gücüne ve ikna etme yeteneğine bağlı olacaktır.
Spannos: Radikal çevreciler ve diğerleri küçük ölçekli, öz-yeterli, topluluk eksenli ekonomileri, hatta “biyo-bölgeciliği” [İng. bioregionalism] öneriyorlar. Bu önerilerde çevresel sürdürülebilirliğin mantığı nedir ve ParEcon’dakinden farkı nedir?
Hahnel: Kapitalizmi, planlamayı ve pazar sosyalizmini reddeden bazıları, bir zamanlar New England kasaba toplantılarında olduğu şekilde bir nevi doğrudan demokrasi tarafından yönetilen, büyük ölçüde öz-yeterli yerel ekonomileri savunuyorlar. Giderek daha fazla sayıda radikal çevreci ve genç anarşist, yalnızca ekonomik kurumların ölçeklerinin küçültülmesinin, ve yerel toplulukların öz-yeterliğinin artırılmasının, özgürlükçü hedefleri yerine getirebileceğini, yabancılaşmayı azaltabileceğini ve ekolojik dengeyi destekleyebileceğini savunuyor. Hem pazarların hem de planlamanın umulmadık etkilerini, bu mekanizmaların üzerine eğildiği “problemin” kendisini –coğrafi olarak saçılmış gruplar arasında bir işbölümünün koordine edilmesi– bertaraf ederek önlemeye çalışıyorlar. Büyük ulusal ekonomileri küçük özerk ekonomik topuluklar halinde ademi merkeziyetçi birimlere bölmek suretiyle aynı zamanda yüz yüze demokratik karar süreçlerini desteklemeyi ve yerel toplulukların kendi faaliyetlerinin çevresel etkilerini dikkate almalarını sağlayacak özendirimler yaratmayı ümit ediyorlar. Katılımcı demokrasinin insanların birbirini tanımadığı ve meseleleri kişiler düzeyinde tartışamadığı büyük gruplarda işleyemeyeceğini, ancak küçük topluluklarda işleyebileceğini savunuyorlar. Aynı zamanda, tercihlerin tüm sonuçları “benim arka bahçem”e düşeceği için, BAB ilkesinin yerel toplulukları kendi çevrelerini korumaya mecbur edeceğini düşünüyorlar. Tabi, pazar sosyalizminin ve demokratik planlamanın farklı modelleri olduğu gibi, topluluk eksenli ekonomilerin de farklı çeşnileri mevcuttur: Toplumsal Ekoloji ve Özgürlükçü Belediyecilik (bkz. Murray Bookchin, Post Scarcity Anarchism [[dipnot11]], Murray Bookchin ve Janet Biehl, The Politics of Social Ecology [[dipnot12]] ve Howard Hawkins, “Community Control, Workers’s Control and the Cooperative Commonwealth” [[dipnot13]]) demokratik çoğulculuk yoluyla ekolojik bir toplum (bkz. David Korten, The Post-Corporate World: Life After Capitalism [[dipnot14]] ve Paul Hawken, The Ecology of Commerce [[dipnot15]]), Budist Ekonomi (bkz. E. F. Schumacher, Small is Beautiful [[dipnot16]]), biyo-bölgecilik (bkz. Kirkpatrick Sale, “Principles of Bioregionalism” [[dipnot17]]), ekolojik ekonomi (bkz. Herman Daly ve Joshua Farley, Ecological Economics [[dipnot18]]) ve eko-sosyalizm (bkz. Joel Kovel, The Enemy of Nature, [[dipnot19]] ve Roy Morrison, Ecological Democracy [[dipnot20]]) mevcut versiyonların bazılarıdır ve her biri bir diğerinden önemli farklar taşımaktadır. Küçük ölçekli demokratik otarşiyi savunan radikallerin katılımcı ve ekolojik hedeflerine sempatiyle yaklaşsam da, topuluk eksenli ekonomilerin tümü birden esas bir problemden muzdariptir. Pazar sosyalizmi ve demokratik planlamanın pek çok versiyonundan farklı olarak, hiçbir topluluk eksenli ekonomi “modeli” bir ekonomide yerine getirilmesi gereken tüm kararların nasıl alınacağı hakkında belirli kurallar ve prosedürler içermez. Bu anlamda gerçek birer model oldukları söylenemez. Bu nedenle, topluluk eksenli ekonomilerin tüm versiyonları aslında birer “vizyondur”, tutarlı “modeller” değildir.
Bazen yandaşları, kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkacak önemli soruları yanıtlayamadıklarının farkında değillerdir. Bazen, bir şeye nasıl karar verileceği hususunda belirli, somut cevapların olmayışını, “belirlenimci” [İng. deterministic] pazar sosyalizmi ve demokratik planlama modelleri olarak eleştirdikleri şeyle karşılaştırdıklarında bir erdem olarak değerlendirirler. Fakat bu yanıt meselenin esasını kavramaktan uzaktır. Bir ekonominin nasıl işletilmesi gerektiği hakkındaki bir önerinin tam ve bütün bir öneri olmadığı müddetçe değerlendirilebilmesi mümkün değildir. Bu zafiyet, bugünün kapitalist ekonomisinden topluluk eksenli bir ekonomiye nasıl geçileceği problemiyle karıştırılmamalıdır. Topluluk eksenli ekonominin savunucuları, bir kez topluluk eksenli ekonomiye ulaştığımızda belirli meseleler hakkındaki kararlar tam olarak nasıl alınacak sorusunu yanıtlamaktan ziyade bu geçiş meselesini ele alırlar. Bu zafiyet, topluluk eksenli bir ekonomide insanların ne tür kararlar alacağı hususundaki spekülasyon eksikliğiyle de karıştırılmamalıdır –bunları tahayyül ediyorlar. Topluluk eksenli ekonominin yandaşları, insanların radikal olarak farklı teknoloji ve ürünler seçmelerinin gerekeceğine, boş zaman ve çalışma konusundaki önceliklerini değiştirmek durumunda kalacaklarına, “maddi çıktı”nın sıfır büyümesinin gerekliliğini kabul edeceklerine dair kuvvetli inanışlarla harekete geçiyorlar. Bu nedenle yazarlar genellikle, kendi topluluk eksenli ekonomilerinde alınacağına inandıkları kararlar ile bugünün kapitalist ekonomilerinde alınan kararlar arasındaki farklar hakkında sayfalar dolusu yazıyorlar. Sorun şu ki, bir ekonomide belirli karar kategorileri olduğunu tüm profesyonel ekonomistler bilir. Bir öneri, bu zorunlu kararların nasıl alınması gerektiğini açıklayacak kadar kapsamlı değilse –yani ekonomistlerin formel model olarak adlandırdıkları şeye sahip değilsek– söz konusu ekonominin, yandaşlarınca iddia edilen şeyleri gerçekten yapıp yapamayacağını değerlendirmek kelimenin tam anlamıyla imkansızdır.
Bu problemin bir tezahürü şu ki, iş sıkıya geldiğinde, topluluk eksenli ekonomilerin hiçbir versiyonu, toplulukların tümüyle öz-yeterli olmasını önerememektedir ve bunun anlaşılır nedenleri vardır. Yani özerk toplulukların aslında yarı özerk olduğu anlaşılmaktadır. İş bu “yarı”nın nasıl ele alınması gerektiğini açıklamaya gelince, demokratik toplulukların bunu kendi aralarında tatminkâr bir şekilde halledebileceklerine dair inanç beyanlarından ve problemi sulandırmaktan öte hiçbir şey göremeyiz. Tabi, topluluklar tümüyle öz-yeterli olsalardı, gayret ve eşitsizliklerin verimsiz bir kopyası ortaya çıkardı. Fakat toplulukların kimi işbölümünün avantajlarını muhtemelen yeniden keşfetmeleri durumunda, bu literatürdeki hiçbir öneri artık tam özerk olmayan topulukların kendi işbölümlerini nasıl sağlayacağı sorusuna bir yanıt üretmez –çünkü bunlar model değildir. Topluluklar ne kadar işbölümüne gireceklerine nasıl karar verecekler? Eğer bir topluluk diğerine göre daha fazla işbölümü isterse bu durumda ne olacak? Örneğin Bookchin’in Libertarian Municipalism’ini [[dipnot21]] dikkatli okuduğunuzda hiçbir topluluğun kendi istediğinden daha fazla işbölümüne girmemesi gerektiği söylenir. Bu belirli bir kuraldır ama sorunlu bir kuraldır. Bu kural, topluluklar arasında en az işbölümü isteyenin kendi tercihini tüm diğer topluluklara dayatabileceği anlamına gelir. Daha fazla doğal, insani ve/veya fiziksel sermayeye sahip olan bir topluluk bu veto hakkından –farkında olmadan da olsa– haksız bir şekilde yararlanma isteği neden duymasın, burası belirsizdir.
Topluluklar diğer topluluklarla bir işbölümü üzerinde anlaşabilseler bile bu işbölümünün külfetlerini ve faydalarını paylaştırırken nasıl karar verecekler? Birlikte, işbölümünü nasıl idare edecekler? Tüm topluluklar tarafından üretilmeyen mal ve hizmetler serbest pazarlarda alınıp satılabilecek mi? Eğer öyleyse bu, topluluk merkezli ekonominin savunucularının kapitalizmde ve pazar sosyalizminde eleştirdikleri bildik eşitsizliklere, istikrarsızlıklara, ve verimsizliklere yol açmaz mı? Topluluklar karşılıklı yarar sağlayacak ekonomik ilişkileri planlamaya çalışmalı mı? Öyleyse bunun için ne yapmalılar ve merkezi planlamanın otoriter dinamikleri nasıl önlenmelidir? Toplulukların bunların hepsine birden “demokratik” bir şekilde karar vereceklerini söylemek pek iyi bir yanıt değildir.
Joel Kovel’in genişleyen ekolojik topluluklar ağı şeklinde tarif ettiği eko-sosyalizm modeli de pek çok bakımdan, literatürdeki diğer sözde modellere göre daha karanlıktır. Aslında, tutarlı bir post-kapitalist ekonomik model olmaktan ziyade, hareket stratejisi üzerine ilginç ve derinlikli bir öneridir. Fakat Kovel aşırı yerelciliğin dezavantajlarının mükemmel bir eleştirisini sunar:
Saf bir topluluk, hatta “biyo-bölgesel” ekonomi bir fantezidir. Katı yerelcilik bir toplumun ilk aşamalarına aittir: bugün yeniden üretilemez ve üretilebilse bile bu, bugünkü nüfus seviyelerinde ekolojik bir kabus olurdu. Dağınık sitelerden kaynaklanan ısı kayıplarını, kıt kaynakların israfını ve gayretin gereksiz yeniden üretimini düşünün... Bu küçük ölçekli ve yerel gayretlerin büyük değerini inkâr etmek şeklinde anlaşılmamalıdır... Bu daha ziyade yerel ve tikelin küresel bütünün içerisinde, küresel bütün boyunca var olduğu noktasında ısrarcı olmaktır; bir ekonomide sınırları herhangi bir kasabaya veya biyo-bölgeye hapsedilemeyecek bir karşılıklı bağımlılık olması gerektiği ve asıl meselenin, parçaların bütünle olan ilişkisi olduğu hususunda ısrar etmektir.[[dipnot22]]
Topluluk eksenli ekonomi önerileri bu esas meseleyi ele almaz. Sonuçta, tamamen öz-yeterli olmayan topluluklar arasında işbölümünü tesis etmek üzere arzu edilir tahsis mekanizmalarının yaratılması problemi ortadan kalkmaz. Özerk ekonomik toplulukları savunanlar, dikkatle incelendiğinde aslında daima sadece “yarı-özerk” olan toplulukların işbirliğini nasıl koordine edecekleri hususunda tutarlı veya tatmin edici bir yanıt oluşturmazlar.
Topluluk eksenli ekonominin savunucuları aynı zamanda, toplulukların iç kararları nasıl alacakları hususundaki önemli sorulara da somut bir yanıt oluşturamazlar. Birkaç bin kişilik bir toplulukta bile farklı işçi ve tüketici grupları olacaktır. Alınması gereken farklı kararlar olacaktır. Ortaya çıkan her bir ekonomik problem için tüm topluluğun birden oy kullanması pratik bir yöntem değildir. Böyle bir toplantının gündemi neye benzer? Gündemi belirlemek kimin sorumluğundadır? Dahası, bir topluluğun demokratik bir şekilde oy kullanması, tüm topluluk üyelerinin belirli bir ekonomik tercih tarafından eşit bir şekilde etkilenmediği durumlarda, yurttaşlara karara etkilendikleri oranda iştirak edecekleri bir iktidar sağlamaz. Tüm kararlar bu topluluklar içerisinde oluşan çalışma gruplarına da bırakılamaz. İşçi gruplarının aldıkları kararların pek çoğu başka işçi gruplarını da etkiler ve topluluk içerisindeki tüketicilerle de koordine edilmesi gerekir. Topluluk eksenli ekonominin yandaşlarının, maalesef bu iç karar alma sorunlarının nasıl çözülmesi gerektiği hususunda da söyleyecek pek az şeyi vardır. Tüm ekonomik kararlar üzerinde nihai yetkinin, herkesin söz hakkına ve bir oya sahip olduğu topluluk meclisinde olduğunu söylemek, yeterince iyi bir yanıt değildir.
Topluluk eksenli ekonominin tüm yandaşları, özel girişim ve pazarları tümüyle reddetmezler. İşçilerin mülkiyetindeki kooperatiflerle birlikte özel şirketlerin ve “adamakıllı toplumsallaşmış” pazarların da pekala var olabileceğini düşünenler sanki, bugünkü rekabet ve açgözlülüğe dayalı ekonomiden geçiş sırasında katlanmamız gerekenlerle, hakkaniyetli işbirliğiyle tam manasıyla uyumlu ekonomik ilişkileri birbirine karıştırdıkları için böyle yapıyorlar. Diğerleri yanlış bir şekilde, özel girişim ve pazarların hakkaniyetli işbirliğiyle bağdaşır olduğuna inanıyormuş gibi görünüyorlar. Joel Kovel’in sözleriyle, hakkaniyetli işbirliği yaşamak isteyen insanları özel girişim ve pazar güçleri ile birleştirmenin, tilkiyle tavşanı aynı kümese koymakla bir olduğunu anlamakta acze düşüyorlar. Topluluk eksenli ekonominin daha radikal versiyonları özel girişim ve pazarları tümüyle reddeder. Katılımcı ekonomiyi destekleyen bizler gibi, özgürlükçü belediyeciliğin, eko-sosyalizmin ve komüniteryan anarşizmin savunucuları da tümü birden, gerçekten arzu edilir bir ekonomide özel girişim ve pazarların bir yeri olamayacağını kabul eder.
Ne var ki, topluluk eksenli ekonomiyi benimseyenlerin tamamı –pazarları ve özel girişimi ister yok etmek isterse bir ölçüde korumak eğiliminde olsunlar– sıkı bir şekilde demokratik, eşitlikçi ve çevre yanlısıdırlar. Topluluk eksenli ekonominin savunucularıyla katılımcı ekonominin savunucuları bu aynı değerleri paylaştıkları için tartışma ilerledikçe, şimdi pek çoğumuzun zaten olduğundan çok daha yakın müttefikler haline geleceğiz. Katılımcı bir ekonomide, topluluk eksenli ekonomiyi savunanları huzursuz edecek hiçbir şeyin var olmadığına inanıyorum. Aslında, topluluk eksenli ekonominin çekim alanında bulunanların, çözüm bulamadıkları pek çok problemin katılımcı ekonominin belirli özellikleri sayesinde güzelce çözüldüğünü göreceklerini düşünüyorum. Bence değerler söz konusu olduğunda hiçbir fark yok ve topluluk temelli ekonominin çeşitli versiyonları tarafından katılımcı ekonomiye yöneltilen eleştirilerin, katılımcı ekonomiyi yanlış okumalarından veya yanlış yorumlamalarından kaynaklandığı fikrindeyim. Diğer bir deyişle, çoğu modern, özgürlükçü ve komünalci vizyoneri müttefik olarak görüyorum, tıpkı bizim konseyci komünist, sendikalist, anarşist ve lonca sosyalisti öncülerimizi müttefik gördüğüm gibi. Ve onlardan, yarı özerk topluluklar arasındaki ekonomik ilişkileri nasıl koordine edeceklerini ve farklı işçi ve tüketici gruplarından oluşan toplulukların karar alma yetkisini kendi içlerinde nasıl taksim edeceklerini düşünürlerken, katılımcı ekonominin prosedürlerini dikkate almalarını talep ediyorum.
Spannos: Gelecek katılımcı toplumda çevresel aktivizmin, Greenpeace gibi grupların veya gelecekteki çevreci siyasi partilerin, örneğin Yeşil Parti’nin rolü nasıl olacaktır?
Hahnel: Kapitalizmin kurumları yerine (özel girişim, pazarlar, hiyerarşik karar alma mekanizmaları ve sahip olduğumuz sermayenin katkısının pazar değerine göre ödüllendirme) katılımcı ekonominin kurumlarını (işçi ve tüketici konsey ve federasyonları, katılımcı planlama, güçlendirici ve arzu edilir olacak şekilde dengelenmiş işler, çaba ve fedakârlık temelinde ödüllendirme) ikame etmek, çevrenin yeterince korunmasını veya onarılmasını garanti altına almayacaktır. Katılımcı ekonomi insanlara etkilendikleri oranda karar alma gücü verir. Katılımcı bir ekonomi, çevreyi sömürüp yağmalamayı karar vericilerin bireysel çıkarına uygun kılan sapkın özendirimleri devreden çıkarır. Karar vericilerin çevre üzerindeki olumsuz etkileri göz ardı etmeleri için kuvvetli özendirimler içeren kapitalizm ve komünizmden farklı olarak (ve çevresel dışsallıkların hesaplanması, cafcaflı tüketimin engellenmesi ve tedbirsizce büyümenin önlenmesi açısından bir parça daha iyi olan pazar sosyalizminden de farklı olarak) katılımcı ekonomide çevreye bilgece yaklaşmak, karar vericinin kendi bireysel çıkarları doğrultusundadır. Çıktıdaki büyümeyi boş vaktin büyümesi karşısında destekleyecek herhangi bir eğilim söz konusu değildir. Gösterişçi tüketim yoluyla statü elde edilemez. Pazara özgü karar alma mekanizmalarının ihmal ettiği fakat katılımcı planlamadaki karar alma süreçleri tarafından dikkate alınan etkilerin varlığı sayesinde, çevrenin aşırı kirletilmesini üretici ve tüketicilerin çıkarına uygun kılan aksi teşvikler ortadan kalkar. Çevrenin korunmasından yarar görenler, kendi çıkarlarını korumak için gerekli iktidara sahiplerdir. Uzun vadeli planlar yıllık planlar üzerinde, şimdiki kuşaklarla gelecek kuşakların çıkarlarını dengeleyecek şekilde bir kısıt oluşturur. Gelecek kuşakların çevrenin korunmasıyla ilintili çıkarlarına, uzun vadeli planlama sürecinde hak ettiğini alabilmesi için her türlü imkân verilir. Fakat katılımcı bir ekonomi insanların çevreye bilgece yaklaşmalarını garanti altına alamaz. Diğer bir deyişle, bir çevre hareketinin varlığını lüzumsuz hale getirmez. Katılımcı bir ekonomi sadece, insanların rekabet halindeki hedeflerini demokratik ve adil bir şekilde tartabildikleri bir oyun sahasında, çevrenin korunmasına ve onarılmasına karşı olan sapkın özendirimleri bertaraf eder.
O halde, katılımcı bir ekonomide çevrenin korunması ve onarılmasının önemine vurgu yapan aktif bir çevre hareketine ihtiyaç olacaktır. Katılımcı bir ekonominin ilk defa iktidar verdiği pek çok insan, kendi çevresel çıkarlarına karşı ihmalkâr davranacaktır. Çevre hareketinin katılımcı bir ekonomide yeni oy hakkı kazanan seçmenlere, çevreyi korumanın neden kendi yararlarına olduğunu öğretmesi gerekecektir. Çevrecilerin işçi ve tüketici konseylerinde ve federasyonlarında ayağa kalkıp, çevre korumanın esas faydalarına ve çevre tahribatının maliyetlerine işaret etmeleri gerekecektir. Tüketici federasyonları belirli bir tazminat karşılığında ne miktrda yerel kirliliğe izin vereceklerine karar verirken, bu federasyonlardaki çevreciler, kirliliğin yarattığı tüm hasara dikkat çekmeli ve yanı başlarındaki yurttaşlarını çok fazla kirliliğe izin vermemeleri hususunda ikna etmelidirler. Uzun vadeli planlama sürecinde çevreciler, başkalarının çevresel onarıma öncelik vermeyip gelecek kuşakların çıkarını yeterince gözetmediklerini gördükleri her yerde müdahale etmelidirler. Çevreciler insanların aşırı insan merkezli davrandıklarına inandıkları her yerde (alınan kararların sadece insanlar üzerindeki etkilerinin dikkate alındığını, diğer türlerin ve biyosferin ihmal edildiğini gördüklerinde) bunu tartışmaya açmalı ve başkalarını ikna etmeye çalışmalıdırlar. İşçi ve tüketici konseylerinde ve federasyonlarında, uzun vadeli planlama oturumlarında bunları yapabilecek çevrecilerin var olması için, kendi üyelerini çevresel bilinç yükseltme işini üstlenecek şekilde duyarlı hale getirecek, eğitecek ve güçlendirecek bir çevre hareketinin varlığına ihtiyaç olacaktır.
Son olarak, çevreciler hataları engellemek veya çevresel sorunlara işaret etmek yönündeki örnek çabaların ihmalkâr veya bencil bir çoğunluk tarafından bir kenara itildiğine inanıyorlarsa, o zaman çevreyi korumak için sivil itaatsizliğe başvuracak Greenpeace gibi örgütlerin de katılımcı bir ekonomide önemli rolü olacaktır. Gerçek hayatta ekonomik demokrasi, bir kişinin ne kadar etkilendiğiyle orantılı oy verme gücünden daha fazlasını içerir. Bu aynı zamanda, fikir ayrılıkları olduğunda tartışma ve münakaşa anlamına da gelir ve gerçek bir ekonomik demokraside sivil itaatsizlik “tartışma ve münakaşanın” önemli bir parçasını oluşturabilir. Sokaklarda yürüyüp sivil itaatsizliğe başvurarak “Demokrasi işte budur” diye haykırdığımızda söylediğimiz şeyin gerçekten arkasında durmalıyız! Katılımcı bir ekonomi ve toplumda da demokrasi işte böyle bir şey olacaktır.
Fakat katılımcı ekonomi ve çevre hareketi arasındaki ilişkinin diğer bir veçhesine değinmeliyim: Çeşitli ilerici toplumsal hareketler kendi amaçlarına ulaşmak için kapitalizmin katılımcı ekonomi ile yer değiştirmesini gerekli görmediği sürece, katılımcı bir ekonomi kapitalizmin yerini hiçbir zaman alamayacaktır. İşçi hareketi, tüketici hareketi, şirket-karşıtı hareket, yoksul halkların hareketleri, küresel adalet hareketi, sivil hak ve ırkçılık karşıtı hareket, kadın hareketi, gay-lezbiyen-biseksüel hareketi, barış hareketi ve çevre hareketinin hepsi boyut itibariyle büyüyüp katılımcı ekonomi gibi bir şeyi savunmaya başlamadıkları sürece sürdürülemez rekabet ve açgözlülük ekonomisinin yerine sürdürülebilir, hakkaniyetli işbirliği ekonomisini koyamayacağız. Çevre hareketini ve çevresel aktivizmi güçlendirmek katılımcı bir ekonomiye ulaşacak başarılı bir stratejinin gerekli parçalarıdır ve çevre hareketi ve çevre aktivistleri, katılımcı bir ekonomi kurulduktan sonra da çevrenin korunması ve muhafazası için çalışmaya devam etmelidirler.