Temeli 29 Mayıs 2013'te atılan Üçüncü Köprü'nün imar planlarında ve projede belirtilen yerde değil, yanlış bir güzergâhta yapılmaya başlandığı haberi geçtiğimiz haftanın gündemine bomba gibi düştü. Böylesine büyük ölçekli bir projenin daha başlangıç aşamasında ortaya çıkan sorun, nasıl bir ciddiyetsizlikle ve plansızlıkla karşı karşıya olduğumuzu açıkça gösteriyor. Köprü ve köprü güzergâhıyla ilgili yapılan mevcut imar planlarının tamamını iptal edilse de, bu karara kadar 245 bin ağaç kesilmiş oldu. Ve maalesef bu skandal, gündemden yana sıkıntı çekmeyen bir ülkede kamuoyunun dikkatinde bomba etkisi yaratamadı. Evet, Gezi Direnişi'yle birlikte hem parkın, hem de toplumun kaderiyle ilgili önemli kazanımlar elde edildi. Ancak neden olacağı yıkım söz konusu olduğunda Taksim Yayalaştırma projesini kat be kat aşacak bir projeyle ilgili henüz kitlesel bir ses çıkmadı.
Neden gür bir ses çıkması gerekiyor?
İlk olarak, bu çözüm değil sorun üreten bir projedir. Söz konusu proje, İstanbul'un trafik sorununu çözmek yerine öteleyip, büyütecektir. Üçüncü Havalimanı, Kanal İstanbul (Çılgın Proje) ve Yenişehir projelerinden bağımsız düşünülemeyecek olan Üçüncü Köprü, İstanbul'un 118 ülkeyi aşan nüfusunu kontrol altına almak yerine, bu kente doğru zaten var olan göçü coşturacak. Nitekim önceki iki köprü de inşaları tamamlandıktan kısa süre sonra kendi trafiklerini yaratıp, kentin trafik sorununu bir kısırdöngüye dönüştürdü. İstanbul'un yıllık özel araç kullanımı artışı (yüzde 16), nüfusun artışının dört katına ulaştı. İkinci Köprü'den sonra boğazı geçen insan sayısında yüzde 170'lik artış olurken, araç sayısında yüzde 1180 oranında büyüme olmuş. Ve yolcuların yüzde 63'ünü taşıyan toplu taşım araçlarının köprü trafiğindeki payı sadece yüzde 10. Yolcuların yüzde 37'sini taşıyan özel araçların köprü trafiğindeki payı ise yüzde 90. Demek ki bu köprüler, özel otomobili olan yüksek gelirli İstanbul nüfusunun yüzde 5'ini oluşturan kesime hizmet veriyor. Yeni köprüler yapıp daha çok trafik yaratmak yerine, toplu taşımayı iyileştirecek çalışmalara odaklanmak gerekiyor.
İkincisi, bu proje İstanbul'un ormanlarına ve su kaynaklarına geri dönüşü olmayan zararlar verecek. Bahsi geçen entegre projelerle düşünüldüğünde, Üçüncü Köprü'nün kümülatif etki alanı içinde İstanbul'un can damarları olan su havzaları ve ormanlar var. İklim değişikliğinden en fazla etkilenmekte olan bir coğrafyada bu ormanların karbon tutma, havadaki tozu filtreleme ve kuzeyden esen hâkim rüzgârlarla kentteki hava ve yaşam kalitesini artırma gibi sayısız hayati işlevi var. Kuzey ormanları, ayrıca şehrin içme ve kullanma suyunu karşılayan su depolama kapasiteleri 817,6 milyon m3 olan Avrupa yakasındaki Terkos, Büyük Çekmece, Alibeyköy ve Sazlıdere, Anadolu yakasındaki Ömerli ve Darlık barajları ile 110 milyon m3 kapasiteli Istranca ve 145 milyon m3'lük İsaköy ve Sungurlu (Yeşilçay projesi) derelerinin havzalarını içeriyor. Bu kaynakların kirlenmesi ve yok olması, sadece doğanın değil toplumun da zararınadır.
Üçüncüsü, bu rasyonel değil, ideolojik bir projedir. "Dünyanın 9. büyük köprüsü olacak", "Londra ile Pekin'i birbirine bağlayacak" ve "adı Yavuz Sultan Selim olacak" gibi cümlelerle halka dayatılan bir proje, akıl projesinden çok bir böbürlenme projesidir. Niceliğin niteliğin önüne geçtiği her iş için bu geçerlidir. Bu projelerin hepsinin alt metnindeki cümle şudur: "yaptığımız proje kadar büyüğüz ve kudretliyiz". Halkın parasıyla halka hizmet götürmek bir görevdir; böbürlenme, ötekine meydan okuma ve yapılan her işi kendi iktidarına yontma aracı değil. Aklın ışında değil, kibrin gölgesinde yapılan merkezi ve büyük ölçekli projeler, küçük kazanımlar için büyük bedeller ödetir.
Dördüncüsü bu antidemokratik bir projedir. Projenin planlama ve başlangıç aşamalarında, ne de projeden doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenecek insanların bilgisi ve fikri, ne de Alevi vatandaşların köprünün ismine yönelik haklı itirazları dikkate alınmıştır. Bu aynı zamanda keyfi bir hukukla yapılan bir hukuksuzluk projesidir. Bu topraklarda yaşayan herkesi, her canlıyı ve gelecek nesilleri etkileyecek dev ölçekli bir proje Çevre Etkileşim Değerlendirmesi'nden (ÇED) kanunlarla muaf tutulmuş, böylece halkın katılımı olmadan planlanmış ve uygulamaya geçilmiştir.
Ne yapmalı?
Geçtiğimiz günlerde Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi adına Avukat Sennur Baybuğa projeyle ilgili suç duyurusunda bulundu. Üçüncü Köprü'nün çevreye ve kamuya zarar verme, ve görevi ihmalden dava edilmesi gerektiğini belirten Baybuğa, hizmet kusurundan kaynaklı eylemden dolayı tazminat davaları açacaklarını da sözlerine ekliyor. Elbette ki hukuksal mücadele gerekli ve bu projeyi daha çok açıdan ele alan daha çok sayıda dava açılmalı. Ancak Türkiye Alakır'da, Dicle'de, Loç Vadisi'nde ve Munzur'da olduğu gibi hukuken durdurulması kararı alınan ama buna rağmen inşası tam gaz devam eden yüzlerce doğa ve toplum düşmanı projeyle dolu. Toplumsal bir mücadelenin bunu izlemesi gerek. Biz Gezi'de bunu öğrendik ve şimdi öğrendiklerimizi İstanbul'un ve Türkiye'nin geriye kalanını korumak için kullanma zamanıdır.