Bu yazı, G. D’alisa, F. Demaria ve G. Kallis tarafından derlenen çok yazarlı, katılımlı yeni bir kitap, Degrowth: A Vocabulary for a New Era (Routledge, 2015) hakkındadır [1]. Bu yazının (ve kitabın) başlığındaki “degrowth” kavramını, büyümenin aksi anlamında, küçülme olarak çevirdim. Fransa, İtalya ve Katalonya’da doğup büyüyen, İngilizce’ye büyük ölçüde akademik literatür üzerinden taşınan “décroissance” (Fr.) , “decrescita” (İt.), “decreixement” (Kat.), ilk kullanımı 1970’lerin başına uzanan (A. Gorz), 2000’lerde Lyon merkezli bir tartışma ortamında canlanan, 2000’lerin sonlarında aktivist entelektüel bir hareketi ifade etmeye başlayan bir kavram. Kitabı derleyen ve giriş bölümünü yazan D’alisa, Demaria ve Kallis’in hatırlattığı bir uyarıyı burada en başa almakta yarar var. Kendi sözcüklerimle özetliyorum: Küçülme, yalnızca Küresel Kuzey’deki aşırı kalkınmış ülkelere uygulanabilir olduğu için eleştiriliyor; kuzeyin küçülmesinin güney ülkelerinin büyüyebilmesi için ekolojik alan yaratacağına şüphe yok. Fakat kuzeyde küçülme, güneyin bilinen büyüme yörüngesini takip edebilmesi için değil, farklı toplumların “iyi yaşam” olarak tanımladıkları şeye ulaşmak üzere kendi kavramlarını oluşturabilmeleri, kendi yörüngelerini takip edebilmeleri için savunuluyor. Örneğin, Latin Amerika’da “Buen Vivir” (iyi/güzel yaşam), Güney Afrika’da “Ubuntu” (insanlık/insan olmak), veya Hindistan’da Gandici Devamlılık Ekonomisi benzer bir şekilde, büyüme ve kalkınmaya alternatif sosyo-ekonomik yörüngeleri ifade eden kavramlar.
Benzer antikapitalist vizyonun Türkiye’de nasıl ifade bulacağına ayıca karar verilmeli. Örneğin Kürt hareketi tarafından yaygın bir şekilde kullanılan civaka ekolojîk demokratîk (ekolojik demokratik toplum) veya modernîteya ekolojîk (kapitalist moderniteye alternatif olarak ekolojik modernite) kavramları Kürdistan ve Türkiye şartlarına özgü bir antikapitalist vizyon çabasının ürünü. Bu kavramların Kürdistan’da ne kadar karşılık bulduğu ve içinin nasıl doldurulduğu mutlaka incelenmeli. Türkiye’nin batısına döndüğümüzde ise 2008 küresel krizinin ardından maden-enerji-inşaat üçgeninde yükselen ekstraktivist (talan) ekonomisinin yarattığı yaygın hoşnutsuzluk ve doğa koruma arzusunun Türkiye’ye özgü antikapitalist bir vizyon tanımladığını söylemek zor. Muhafazakâr toplumu da kucaklayacak bir iyi yaşam projesini nasıl kurup adlandıracağımız önemli bir konu; fakat şimdi küçülme hareketinin ne istediğine bakalım.
Küçülme hareketi yeryüzünün ekonomik, toplumsal ve ekolojik, iç içe geçmiş çoklu bir kriz içerisinde olduğu tespitinden yola çıkıyor. “Kullandığımız dil söylenmesi gerekeni ifade etmekte yetersiz kaldığında, yeni bir söz dağarcığına ihtiyaç duyarız”. Kitaba katkıda bulunan elli kadar araştırmacı ve aktivist tarafından kısa ve kolay okunur makalelerle açıklanan bazısı tanıdık, bazısı yepyeni olan bu söz dağarcığı, “kökleri radikal gelenekte yatan çeşitli fikirlerin birbiriyle diyalog içinde gelişmesine hizmet ediyor”. Bu anlamda küçülme, bir vizyon veya stratejiden önce, çok boyutlu sistem kriziyle yüzleşmeye hazır devrimci fikirler için bir çerçeve olarak tarif ediliyor. Nedir bu söz dağarcığı? Entropi, emerji, metabolizma gibi biyoekonomik kavramlar; müşterekler, şenlik, basitlik, bakım gibi toplumsal vizyonla alakalı; çevre adaleti, politik ekoloji, meta sınırları gibi çevre mücadelesiyle; kararlı denge ekonomisi, Jevons paradoksu, yeni-Malthusçuluk, petrol tepe noktası gibi ekolojik iktisatla ilgili kavramlar. Bunun yanında topluluk para birimleri, kooperatifler, iş paylaşımı gibi eylemsel fikirler ve Buen Vivir, Ubuntu gibi ittifaklar.
Küçülmenin bu çerçeve için dar ve yetersiz bulunan, ekolojik-iktisadi tanımı “üretim ve tüketimin toplumun madde ve enerji kullanımını azaltacak şekilde hakkaniyetli bir şekilde küçültülmesi.” Halbuki bir hareket olarak küçülme sadece daha küçük bir toplumsal metabolizma değil, aynı zamanda daha farklı işleyen, farklı işlevler gören bir toplumsal metabolizma arayışında. Tüketimin ya büyüdüğü ya da çöküşe sürüklendiği kapitalist sistemin temellerini sorguluyor.
Küçülme hareketinin, kitabın G. D’alisa, F. Demaria ve G. Kallis tarafından yazılan giriş makalesinde özetlenen ana temalarından birincisi büyümenin sınırları. Büyüme (gayrı safi yurtiçi hasılanın büyümesi olarak okunmalı) ekonomik değil, çünkü GSYH yalnızca yararlı değil, zararlı ekonomik faaliyetleri de hesaba ekliyor. Gelişmiş ülkelerde GSYH artmaya devam ederken Hakiki Gelişme Göstergesi (GPI) gibi indisler durağan veya azalıyor. Büyüme adaletli değil çünkü emek sömürüsüne, görünmez emeğe ve doğal kaynakların eşitsiz mübadelesine dayanıyor. Belirli kişi başına gelir seviyesinin üzerine çıkıldığında büyümenin mutluluk getirmediği görülüyor, çünkü fazla gelir doymak bilmeyen “statü mallarına” yatırılıyor. Büyüme ekolojik olarak sürdürülebilir değil (madde enerji kullanımının büyümesi şeklinde okunmalı), çünkü gezegenin taşıma kapasitesini aşıyor. Ve gelişmiş ekonomilerde büyüme belki de şu anda zaten sistemik olarak, uzun vadede sona eriyor.
İkinci tema özerklik olarak küçülme: Belki de büyümenin sona ermesi o kadar kötü değil. Ivan Illich’in önerdiği anlamda büyük ölçekli teknik altyapılardan, merkezi bürokratik kurumlardan özgürleşme imkânı sunabilir. Andre Gorz’un söz ettiği anlamda ücretli emekten özgürleşmek, Castoriadis’in söz ettiği anlamda demokratik, katılımcı karar mekanizmalarını harekete geçirmek için bir fırsat olabilir. Örneğin petrolsüz bir dünya kullanıcıları tarafından anlaşılır, yönetilir convivial (şenlikli) araçların, özerkliğin önünü açabilir. Küçülme hareketi, GDO’lara, yüksek-hızlı trenlere, enerji verimli akıllı high-tech binalara yalnızca sürdürülemez olası yan etkileri nedeniyle değil, özerkliğin altını oyduğu için de şüpheyle yaklaşıyor. Büyümenin (zorunlu) sınırlarından ziyade kolektif (gönüllü) öz-sınırlamaya vurgu yapıyor.
Üçüncü tema, sürdürülebilir kalkınma gündemi altında salt teknik bir soruna indirgenen bilim ve teknoloji alanının politikleştirilmesini savunuyor. Dördüncü tema büyüme ve kapitalizmin ilişkisini sorgularken, kapitalist bir toplumun gönüllü olarak küçülmeyi tercih etmesinin imkânsızlığını vurguluyor. Son tema küçülme ve geçiş hakkında: Büyüme mecburiyetine dayanmayan hakkaniyetli bir topluma geçişte yerel ekonomiler, müşterekler, kooperatifler gibi ekonomik pratiklerin; iş garantisi, temel yurttaşlık geliri, iş paylaşımı gibi alternatif refah kurumlarının; topluluk para birimleri, yurttaşların borç denetimi gibi alternatif para ve kredi kurumlarının; sivil itaatsizlik gibi siyasi pratiklerin önemine değiniyor.
Bir kavram olarak “büyümeyi” bir çırpıda tanımlamak ve anlatmak oldukça zorken, küçülmeyi anlatmak ve savunmak daha da zor. Küçülme aktivistleri tüm eleştirilere karşın, “küçülme araştırmacıları”, “küçülme aktivistleri”, “küçülme toplumu” gibi kavramlara ısrarlı bağlılar. Çünkü “ister beğenin ister beğenmeyin, küçülmenin önceden kapalı olan pek çok gündemi araladığını inkâr edemezsiniz. Uyandırdığı duygular küçülmenin hiçbir zaman ikincil önemde bir mesele olamayacağını gösteriyor.” Küçülme kışkırtıcı olduğu için, genel sürdürülebilirlik hareketi tarafından kolaylıkla aşırılamayacağı, kazan-kazan çözümler için malzeme olamayacağı, sulandırılamayacağı için de tercih ediliyor. Ve kitabın editörlerine göre “toplumsal değişim önceden tahmin edilmesi mümkün olmayan bir yaratım. Küçülme hakkındaki akademik çalışmaların yapabileceği, geçiş siyasetini canlandıracak argüman ve anlatılar kurmak”.
Yazıyı kendi değerlendirmelerimle bitireyim. Elli yıldır dünyanın gözü önünde çığ gibi büyüyen, az sayıda istisna dışında herkesin yüzleşmekten kaçındığı büyüme sorunuyla her cepheden çarpışmaya karar vermek, her türlü entelektüel kaynağı seferber etmek, bunu bir harekete dönüştürmek gerçekten çok etkileyici. Esin verici bulduğum yeni söz dağarcığını okumaya ve öğrenmeye devam edeceğim. Şimdilik küçülme denince aklımda kalan: Kapitalizmin ötesinde, doğaya saygılı, hakkaniyetli, şefkatli bir toplum imkânı hakkında her şey.
[1] Degrowth: A Vocabulary for a New Era, Giacomo D’Alisa, Federico Demaria ve Giorgos Kallis (ed.), Routledge, 2015.