Naomi Klein son kitabında iklim değişikliğinin toplumsal hareketler için birleştirici gücüne vurgu yapıyor. “Sorunlar arasındaki bağlantılar daha iyi anlaşıldığında, iklim krizinin güçlü bir kitle hareketinin temelini oluşturacağına inanıyorum”.
İlk çıktığı günden beri Naomi Klein’in iklim değişikliği hakkındaki yeni kitabını okuyorum. İklim bilimi, politikası ve aktivizm üzerine inanılmaz sayıda veri içeren, titizlikle hazırlanmış ve ustalıkla yazılmış bir kitap. Belki de daha doğru bir adlandırmayla, bir kitaptan ziyade, başında Naomi Klein’in bulunduğu bir proje.
İklim değişikliği problemine aşina olmama karşın, kitabı okurken bir hayli zorlandığımı söylemeliyim. Bu, benim akademik yazın alışkanlığımla ilgili olabilir. Edebi değer taşıyan ustalıklı gazeteci dili ve peşi sıra aktarılan yüzlerce olgu işimi son derece zorlaştırdı. Kitap, içinden bir şeyleri çekip almaya çalışmadığınızda su gibi akıyor; bazı fikirleri not etmeye kalktığınızda ise bu akış kesiliyor, okuma son derece yorucu bir hal alıyor.
Kitabın temel organizasyonunu çözebilmek için defalarca içindekiler bölümüne ve baş kısımlara döndüğümü itiraf etmeliyim. Araştırma inceleme çevirisinde az buçuk deneyim sahibi olmama karşın defalarca durup, “bu başlık, bu ifade Türkçe’ye nasıl çevrilebilir?” diye düşündüğümü de...
Söylediklerimin kitabın içeriği hakkında fikir vermediğini biliyorum. Onun için, şimdi notlarımdan yararlanarak kitabın argümanlarını tanıtmaya, kendimce düzenlemeye çalışacağım. Kitabın içerdiği kaynak ve veri zenginliğinden yararlanmak isteyenlerin, kitaba ve projenin web sayfasına başvurmaları gerekiyor: thischangeseverything.org.
Klein, son otuz beş yıla hakim olan neoliberal politikanın üç temel ayak üzerinde kurulduğunu söylüyor: Kamusal alanın özelleştirilmesi, anonim şirket sektörünün deregülasyonu ve düşük vergiler (gelir ve şirket vergileri) –ki bunun yarattığı açık düşük kamu harcamaları ve kemer sıkma politikalarıyla telafi ediliyor. Bunların tümü birden, iklim değişikliğiyle mücadele için on yıllardır yapılması gerekenlerle temelden uyumsuz; ayrıca, yapılması gerekenler karşısında ideolojik bir duvar. Felaketlere yol açabilecek iklim değişikliğini önlemek için yapmamız gereken şeyler, ekonomik modelimizin temelinde yatan “büyü veya öl” mecburiyetiyle çelişki içerisinde. “Ya iklim değişikliğinin neden olduğu hasarlar yeryüzündeki her şeyi değiştirecek, veya bu kaderi önlemek için, ekonomiyle ilgili hemen her şeyi değiştireceğiz.”
Klein’in alıntı yaptığı pek çok analiz, sera gazı salım azaltma hedefleriyle ekonomik büyüme arasındaki çelişkiye işaret ediyor. ABD, AB ve diğer gelişmiş ekonomiler için planlı küçülme stratejileri vurgulayan çalışmalara referans veriliyor. Yeşil teknolojilerin, ekonomik büyümeyle çevresel etki arasındaki korelasyonu kırmaya dönük teknik çabaların soruna köklü bir çözüm getirmeyeceği ifade ediliyor. Klein’in ifadesiyle “Yeşil tüketmeyin, az tüketin!”
İnsanları kemer sıkma /doğa talanı, yoksulluk /toksik kirlilik gibi ikilemlere mahkum eden büyüme odaklı ekonomileri zayıflatabilmek için, “kâr” güdüsüyle hareket etmeyen sektörlerin, kamu sektörünün, kooperatiflerin (emek ve sermaye katılımlı kuruluşların), yerel işletmelerin ve kâr amacı gütmeyen yapıların (non-profits) tüm ekonomik aktivite içindeki paylarının artacağı, yeni bir ekonomi öneriliyor.
Klein, iklim değişikliğinin günümüzde, pozitif toplumsal değişim için birleştirici ve kolaylaştırıcı bir kuvvet olacağını söylüyor. Çünkü iklim değişikliğiyle mücadele aslında kapitalizmle bir mücadele ve şu sorunların tümüne eğilmek durumunda: Yerel ekonomilerin inşası ve canlandırılması, demokrasinin anonim şirketlerin yıkıcı etkilerinden arındırılması, yıkıcı serbest ticaret anlaşmalarının iptal edilmesi, kamu altyapısı için yatırım yapılması, enerji ve su gibi temel hizmetlerin mülkiyetinin geri alınması, hastalıklı tarım sisteminin ıslah edilmesi, iklim mültecilerinin sorunlarına çözüm bulunması ve yerlilerin arazi haklarının tanınması...
“Bunun gibi çeşitli sorunlar arasındaki bağlantılar daha iyi anlaşıldığında, iklim krizinin güçlü bir kitle hareketinin temelini oluşturacağına işaret eden yeni koalisyonlar, taze argümanlar görmeye başladım. İklim mücadelesinin bunu başarabilecek tek hareket olduğu sonucuna vardığım için bu kitabı yazdım.”
Aşağıda bu mücadele alanlarından bir kısmına, kitaba başvurarak değineceğim. Klein’in önerdiği şekilde, aralarındaki bağlantıların araştırılması, yerelleştirilmesi ve daha iyi kurgulanması, ayrıca yaratıcı tartışma ve çalışma gerektiriyor.
Demokrasilerin yok edici anonim şirket etkisinden arındırılması: Fosil yakıt ekonomisinin temelleri birkaç rötuş yapılarak düzeltilemez. Bunun için ciddi müdahaleler gerekiyor. Örneğin, kirletici faaliyetlerin tümüyle yasaklanması, yeşil alternatifler için çok güçlü teşvikler verilmesi, ihlaller karşısında parasal yaptırım uygulanması, yeni vergiler, yeni kamu istihdam programları tesis edilmesi, özelleştirmelerin tersine çevrilmesi gerekiyor. Anonim şirketler, acil ihtiyaç duyulan bu politikaların önünde birer engel.
Anonim şirketler iklim koalisyonunun içindeymiş gibi görünmekle birlikte, dünyanın en büyük beş petrol şirketi (ExxonMobil, Chevron, BP, Shell ve Total) yılda 100 milyar dolar kar elde etmelerine karşın bunun sadece %4’ünü alternatif enerji kaynaklarına yatırıyorlar. Demek ki, mecbur olmadıkları müddetçe, iklim mücadelesine katılmayacaklar.
BM’ye göre iklim değişikliğiyle mücadele için önümüzdeki 40 yıl boyunca yer yıl 1.9 trilyon dolar kaynak gerekiyor. Bu kaynak pekala “kirleten öder” prensibiyle tesis edilebilir. Gerekli para mali işlem vergileri, vergi cennetlerinin kapatılması, askeri harcamaların kesilmesi, karbon vergileri, fosil yakıt teşviklerinin kaldırılması gibi yollardan toplanabilir. Acaba şirketler buna razı olacaklar mı?
Yıkıcı serbest ticaret anlaşmalarının iptal edilmesi: Aslında üzerinde pek durulmayan fakat iklim değişikliği politikaları açısından olumsuz sonuçları olan bir talihsizlik, 1990’lardan itibaren iklim değişikliğiyle ilgili adımlarla (IPCC’nin kuruluşu, UNFCCC’nin imzalanması gibi), WTO ve NAFTA gibi anlaşmaların (neo-liberal düzenin kalelerinin) zamansal olarak çakışması. İkisi arasındaki ilişkinin görülmesi, serbest ticaretin iklim mücadelesinin altını nasıl oyduğunun iyi anlaşılması gerekiyor.
Yeşil iş yaratacağı argümanıyla yenilenebilir enerji programlarına verilen kamu teşvikleri, WTO kurallarına takılabiliyor. Benzer şekilde, kirletici teknolojilere karşı getirilen hükümet regülasyonları da. Örneğin Avrupa, Alberta (Kanada) katranlı kumundan elde edilen petrol benzeri yüksek karbon içerikli yakıtlara karşı standartlar getirmeye hazırlanıyor. Bir petrol şirketi Quebec (Kanada) eyaletini, uyguladığı kaya gazı moratoryumu nedeniyle NAFTA anlaşmaları uyarınca dava etti. Joseph Stiglitz’in ifadesiyle, “gezegeni ne dediğini bilmeyen birkaç budala avukatın insafına mı bırakacağız?”
Uluslararası gıda ticareti son 20 yılda, her yıl yaklaşık yüzde 7 büyüdü ve dört misline yükseldi. 2014-2050 yılları arasında bir kez daha ikiye veya üçe katlanması bekleniyor. 2002-2008 yılları arasında Çin’in salımlarının yüzde 48’i ithal ürünlerin üretimiyle ilgiliydi. İthal mallar için sera gazı salımları üretici ülkelere yazılıyor fakat nakliyeden kaynaklanan salımlar hiç kimsenin hesabına girmiyor. Gelişmiş ülke ekonomilerinin ithal tüketiminin neden olduğu salımlar, bu ülkelerin tasarruf ettikleri salımların 6 katı büyüklüğünde.
Kamu altyapısına yatırım yapılması: Bunaltıcı “kemer sıkma” mantığı, hükümetlerin düşük-karbonlu altyapıya yeterli yatırım yapmalarını engelliyor. Oysa, örneğin Danimarka bugün elektriğinin @’ını yenilenebilir kaynaklardan üretiyor ve bunlar serbest piyasada değil, hükümet desteği altında gelişiyor. Kemer sıkma, iklim değişikliğine uyum için yapılması gereken yatırımları da engelliyor. 2013 New York Sandy fırtınası, ve 2014’te İngiltere’de yaşanan taşkınlar, gelişmiş ekonomilerin dahi uyum için gerekli altyapıya yeterli yatırım yapmadığını, aşırı iklim olaylarına karşı hazırlıksız olduklarını ortaya koydu.
Kamu kaynaklarıyla erken uyarı, su depolama, yangınla ve taşkınla mücadele sistemleri kurulabilir; bunun yanı ısıra akıllı şebekeler, hafif raylı taşımacılık, bina yalıtımı, kompostlama tesisleri gibi altyapılar kurulabilir. Bunlar kamu tarafından yerine getirilmediğinde özel iklim sigortaları, sağlık sigortaları gibi hastalıklı bir hal alacaktır.
Yerel ekonomilerin yeniden inşası ve canlandırılması: Toplulukların iklim değişikliğinin etkilerine karşı dirençli olabilmeleri için ekonomik olarak güçlendirilmeleri gerekiyor. Kentsel gecekondu alanlarına sıkıştırılmış işsiz ve yarı işsizlerin sıcak, sel ve fırtına gibi aşırı iklim olaylarına karşı dayanıklı olabilmeleri çok zor. Tarım sistemlerinin yerel ve ademi merkezi bir yapıya kavuşturulmaları gerekiyor.
Enerji ve su gibi temel hizmetlerin mülkiyetinin geri alınması: Hamburg’da elektrik hizmetleri kamu tarafından tekrar devralındı. Almanya’nın üzerinde çokça konuşulan enerji dönüşümünde (2035 yılında enerjisinin yüzde 55 ila 60’ını yenilenebilir kaynaklardan karşılamayı planlıyor) kilit rol oynayan bir faktörden yeterince bahsedilmiyor: Almanya’nın yüzlerce kentinde yurttaşlar enerji şebekelerinin özel şirketlerden geri alınması için oy kullandılar. Kamu hizmet sektörü üzerinde yurttaş baskısı kurmak, kâr amacı güden şirketler üzerinde baskı kurmaktan çok daha kolay. ABD’nin Austin, TX ve Sacramento, CA kentlerinde yüksek indirim hedeflerinin ilan edilmesi de (2050 yılına kadar salımlarını yüzde 90 azaltmayı planlıyorlar) aynı faktöre bağlı.
Neoliberal düzene karşı küresel hoşnutsuzluk çok yüksek düzeyde. Picetty’nin “Kapital”i ve İngiliz komedyen Russell Brand’in “Devrim”i bu nedenle milyonların ilgisini çekiyor. Fakat iklim değişikliği sol için hala bir dipnot olarak kalmaya devam ediyor. Yaşayan, yaşayabilir, halkçı bir iklim hareketi henüz ortaya çıkmadı. Sosyal medya ve iletişim olanaklarının çokluğuna karşın, geçmişte hareketleri yaşatan ve bir arada tutan araçların pek çoğundan yoksunuz. Oysa iklim için sesimizi yükseltebilmek –özellikle ekonomik büyümeye karşı koyabilmek için– geçmişimizi daha iyi araştırmamız, yepyeni bir politik mecraya girmemiz gerekiyor.
Latin Amerika’daki ilerici yönetimler bile bunu yapamadılar. Ekvador, Bolivya, Arjantin, Brezilya, Venezüella, bunların tümü yoksullukla mücadelede önemli başarılar elde etmiş olmalarına karşın, hiçbirisi “ekstraktif” ekonomilere alternatif yeni modeller ortaya koyamadı. Yunanistan’da Sryza dahi, iklim değişikliğinden bahsetmeyi bir kenara bıraktı.
Sonuç olarak şimdilik, iklim reddiyecileri birinci muharebeyi kazandılar. Değerler üzerindeki savaşı onlar, yani piyasa köktenciliği kazandı. TINA (başka bir alternatif yok) neoliberalizmin en kötü mirası olarak varlığını koruyor. Sol hiçbir zaman iklim meselesini esastan gündemine almadı, çevre hareketi ise iklim sağı da solu da bir araya getirir diye beklemekle fena yanıldı.
Yukarıdaki özet, kitabın ilk üçte birlik bölümüne ait. İklim mücadelesinin neden aslında kapitalizmle bir mücadele olduğunu, fakat solun ve çevre hareketinin bunu anlamakta zorlandığını, neoliberal ideolojiye yenik düştüğünü anlatıyor. İlerleyen bölümler, “sahte çözümler” ve “yapısal, gerçek çözümlerle” alakalı. Biraz yavaş seyretmekle birlikte okudukça paylaşmayı düşünüyorum.