Yaşam alanı mücadelesi veren kentte mahalle, kırda köy, kasaba ve vadilerin farklı direniş hikayelerini birbirine benzeştiren en önemli öğe bir gün beklenmedik şekilde yüzleşmek zorunda kaldıkları devlet şiddetidir. Kastamonu Loç Vadisi’nden, Sarıyer Derbent’e; Sinop Gerze’den, Trabzon Solaklı’ya, Tokat Zile’den, Manisa Yırca’ya “Anlat bakalım teyze/dayı, burada ne oldu?” denilince aktarılan tüm mücadele hikayelerinin ağırlık merkezinde polisin veya jandarmanın direnişi dağıtmak için geldiği o gün yer alır. Kolluk itiraz cılızken onu ezmeye niyetlenir, devlet şiddetinin günün birinde kendisine (de) layık görülebileceğini hayal dahi etmeyen yerel halkın abluka altına alınan mahallesi/ köyü/ kasabası, tartaklanan hemşerileri karşısında tüm bildikleri alt üst olur. Enerji santrali, maden ya da kentsel dönüşüme karşı dağınık bir biçimde yükseltilen itiraz kolluk gücünün devreye girmesi ile hızla şekil değiştirir. Yerel mücadelenin hikayesi, dili ve önderleri o gün ortaya çıkar; şikayet o gün harekete dönüşür ve siyasi bir özne olur.
Bu hikayelerin bir ortak özelliği de terörizm kavramı ile girilen adı konulmamış muhasebedir. Bu güne kadar Karadeniz’in doğusundan batısına, Ege’den İstanbul’un gecekondu semtlerine kadar yerel mücadele hikayecilerinden hep aynı cümleyi duydum: “Bize terörist muamelesi yaptılar!” Bu cümle istisnasız her seferinde mahcup bir sakinlik içinde ifade edilen başka bir cümle ile devam etti: “Benzer muameleyi görenlerin de kim bilir ne hikayeleri, ne dertleri vardır?”
Mekanda Yaşamı Savunmak ve Kürt Sorunu
Mekanda yaşamı savunmak ortak paydasının yanı sıra kent ve ekoloji mücadeleleri Kürt sorunu ile bu beklenmedik vesile ile tanıştı; bu yakıcı mağduriyete merak ve empati faili yine devlet olan başka mağduriyetler üzerinden gelişti. Çatışmalı döneme geri dönülmesi bu empati kılcal damarlarını tıkama riskini de beraberinde getiriyor. Ama bundan belki de daha kesin olan şiddet politikalarına geri dönüşün doğrudan etkileyeceği sivil alanların en başında kent ve ekoloji hareketlerinin geliyor oluşudur. Mülki erkan tarafından zaten sık sık çapulculukla, eşkıyalıkla ve teröristlikle suçlanan yaşam alanı savunucuları çatışmaların devam etmesi durumunda bu yaftalarla daha sık karşılaşacaklarından ve maalesef bu yaftaların ağırlıklarının artacağından emin olabilirler. Savaş ekonomisi maalesef sadece silah imalatçı ve tüccarlarından ibaret değil. Şimdiden içine hızla düştüğümüz ‘olağanüstü hal’in, projeleri toplumsal direnç sebebiyle yarıda kalmış şirketlerin iştahını açmadığını, bir oldu-bitti zemini olarak kullanılmayacağını kim iddia edebilir? Keza Kürt sorununa yeniden şiddet sarmalının hakim olmasının vadi nöbeti, yayla kampı, mahalle savunması gibi kimi temel sivil itaatsizlik taktiklerini imkansız hale getirebileceğini iddia etmemiz çok mu abartılı bir yorum olacaktır?
Bu tarz gelişmelerin tatsız örnekleri ile şimdiden karşılaşıyoruz. İlk işaret fişeği de – saadet zincirine sonradan tabi olduğundan olsa gerek – sesi pek bir üst perdeden çıkan Süleyman Soylu’dan geldi. Soylu, Kandil’e karşı başlatılan hava harekatının hemen ertesi günü, hiç zaman kaybetmeden, PKK ve KCK örgütlerinin “Türkiye’nin en huzurlu bölgesi” olan Karadeniz’e “sızmaya çalıştığını” ve bunu “Yeşil Yol ve HES’ler üzerinden” gerçekleştirmeyi amaçladığını söyleyiverdi. Dumanlı havayı seven kurt tüccar misali yapılan bu açıklamayı emir telaki edecek mülki amirler, durumdan vazife çıkaracak vatansever yurttaşlar olmayacağı konusunda içimiz ne kadar rahat olabilir?
Elbette yerel yaşam alanı mücadelelerinin içine düşebileceği durum çatışma ortamına son verme gerekçeleri arasında son sıralarda yer alıyor. Oluk oluk akmaya başlayan kanın durması için özel bir sebebe mi ihtiyaç var? Ancak bu mücadeleleri birazcık daha yakından okumak hem çatışmasız ortamda alınabilecek yolları hem de şiddet sarmalının hangi beklenmedik köşelerde toplumsal bir boğulmaya yol açabileceğini gösteriyor. Evet, Karadeniz’in her bir vadisinde kapılar başka bir direnişe, her direniş halklar arası dayanışma köprülerine açılıyor olabilir. Ancak o vadilere girilmeden önce yolunuz bölgeyi denizle tüm bağını koparan Karadeniz sahil otoyolundan ve her biri bir şehidin adı ile anılan yüzlerce üst geçidin altından geçmek zorundadır. Hem, hazır Karadeniz’deyken vadilerini terk edip, o çirkin sahil otoyola yeniden çıkmayalım...