TBMM genel kurul gündemine gelmek üzere olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı, doğayı korumak için değil, korunması gereken doğal alanları enerji, madencilik ve sanayi yatırımlarına açmak için hazırlanan, ismi yanıltıcı, içeriği tuzaklarla dolu bir yasa tasarısı.

Hükümetin Avrupa Birliği müzakere sürecinde AB müktesebatına uyum için yaptığını iddia ettiği yasa tasarısı bütün AB direktiflerine aykırı ve bu nedenle Avrupa Komisyonu Çevre Direktörlüğü tarafından da reddediliyor.

Doğa koruma alanlarının tamamen ortadan kaldırılmasını ve doğaya yönelik saldırıları durdurmak için yasa tasarısının Meclis genel kurulunda kabul edilmesini mutlaka önlemek zorundayız.

Tasarının kabul edilmez olmasının çok sayıda nedeni var. Bunlardan en önemli üçü şöyle özetlenebilir:

1. KAMU YARARI, KİMİN KARARI?

Yasa tasarısıyla “üstün kamu yararı” için korunan doğa alanlarının her türlü yatırıma açılmasına olanak sağlanıyor. Ancak üstün kamu yararından kastedilen şey “ekonomik kalkınma”. Doğayı tahrip eden ve bu nedenle yerel halkların, çevrecilerin ve doğa korumacıların karşı çıktığı HES, altın madeni, termik santral gibi projeler de tek bir gerekçeye dayandırılıyor: Ekonomik kalkınmaya.

Üstelik yasa tasarısına göre hangi durumda “üstün kamu yararı” olduğuna dair karar yetkisi tek başına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ile Bakanlar Kurulu’na bırakılıyor. Yani siyasi iktidar, siyasi ve ekonomik gerekçelerle istediği ormanı, vadiyi, sulak alanı ve benzeri, korunması gereken doğa alanlarını, istediği milli parkı, sit alanını ya da tabiat parkını kimseye sormadan yatırıma açabilecek. Yani “üstün kamu yararı”, halkın değil şirketlerin yararı anlamına gelecek.

Tasarı yasalaşırsa idari yargının kamu yararıyla ilgili karar verme yetkisi de ortadan kaldırılacak ve doğayı tahrip eden pek çok proje için idari yargıdan iptal ve yürütmeyi durdurma kararları alınması zorlaşacak. Tasarı yasalaşırsa hiçbir amaçla kullanılmaması gereken mutlak koruma alanları, Bakanlık tarafından 49 yıllığına şirketlere peşkeş çekilebilecek.

Doğanın kaderi siyasi otoritenin insafına bırakılamaz!

2. DOĞANIN SINIRLARINI SİYASETÇİLER ÇİZEMEZ!

Yasa tasarısı korunan doğal alanların sınırlarını, statüsünü, yani nerenin koruma alanı, nerenin milli park ilan edileceğini, nerenin koruma statüsünün iptal edileceğini belirleme yetkisini tek başına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu’na, yani siyasi iktidara bırakıyor.

Bu tasarının hazırlık aşamasında doğa korumacı örgütler, çevreciler ve yeşiller, tasarının bu yönünü de sert bir şekilde eleştirmişlerdi. Hükümet bunun üzerine 2011 yılında 1003 doğal sit alanının kaderini bir Kanun Hükmünde Kararname’yle bir günde hükümetin ellerine bıraktı. Yasa tasarısı bu durumu kanun hükmü haline getiriyor.

Doğa koruma alanları ancak bilimsel kriterlerle, doğa korumacı sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla ve bağımsız uzman kurullar tarafından belirlenebilir. Oysa yasa tasarısı halkın ve sivil toplumun katılımını sadece “bilgilendirme” düzeyine indiriyor, söz ve karar süreçlerine katılım hakkını halkın ve uzman kuruluşların elinde tamamen alıyor. Üstelik sivil toplumun sesini kısarken, şirketlerin taraf olarak söz söylemesine zemin hazırlıyor.

Korunan alanların geleceği ve doğanın sınırları siyasetçilere bırakılamaz.

3. “SÜRDÜRÜLEBİLİR KULLANIM” SÜREKLİ YIKIM!

Tasarı, giriş bölümünden itibaren doğanın “sürdürülebilir kullanımını” hedeflediğini açıkça belirtiyor. Oysa böyle bir yasa kullanımı değil, korumayı hedeflemelidir. Korunan alanların kullanımının sınırlanması, hatta bazı durumlarda hiçbir surette kullanılmaması esas olmalıdır.

Bu haliyle yasa doğal varlıkların korunmasını değil, sömürülmesini kolaylaştıracak, koruma alanlarını talana açacak, canlı yaşamının sürekliliğini tehlikeye atacaktır. Tasarıdaki "tabii durumuna uygun hale getirilemeyen alanlar buna en yakın yaşama alanına dönüştürülür" ifadesi de açık bir biçimde doğal alanlardaki yapılaşmayı ve sanayi yatırımlarınımeşrulaştırmayı amaçlıyor.

Üstelik tasarı korunan alanlardaki “hayvan ve bitkilerin endüstriyel kullanımına” izin veriyor ve bunun nasıl yapılacağını düzenliyor.

Korumayı değil kullanmayı amaçlayan bir doğa koruma mevzuatı biyolojik soykırıma yol açar!

Sonuç olarak;

Mevcut tasarı Meclisin gündeminden geri çekilmelidir.

Yeni tasarı,

* “kamu yararı ilkesi” gerçek anlamı ile gelecek kuşakların haklarını da gözeterek;

* konuyla ilgili meslek örgütlerinin, üniversitelerin ilgili bölümlerinin, ekoloji ve siyasi hareketlerinin, yerel halkın temsilcilerinin de katılımı ile doğal alanları ve varlıkları korumayı ve gelecek kuşaklara aktarmayı amaçlayarak ve doğanın haklarını güvence altına alarak;

* doğa koruma alanlarının siyasi iradeden bağımsız olarak, doğanın sürdürülebilirliği ilkesi doğrultusunda sistematik ve sürdürülebilir bir yönetim planlama, uygulama ve izleme süreçlerini geliştirilerek düzenlenmelidir.

Bu yönetim planlarında akademi, sivil toplum ve yerel halkın uygulama ve kararlara katılımının ve şeffaflığının garanti altına alınması zorunludur.

Mevcut doğa koruma alanlarının daha iyi korunması ve geliştirilmesi için ayrılan kamu kaynakları artırılmalı, bakanlıklar arasındaki işbirlikleri güçlendirilmeli, bu konuda yetkin insan kaynağı yetiştirilmeli ve atanmalıdır.

Doğa koruma alanlarının, uluslararası standartlarda izleme ve değerlendirme çalışmaları yapılmalı ve tüm süreçler kamuoyu ile şeffaf olarak paylaşılmalıdır.Çok önemli, lütfen hepimiz katılalım! Bütün koruma alanlarımızı talana açacak olan bu yasaya dur diyelim!