Hemen umutlanmayın ama gelecekte tarihçiler 2015 yılına baktıklarında yenilenebilir enerjinin üstünlük kazanmaya başladığı, dünyanın fosil yakıtlara olan bağımlılığından uzaklaşmaya başladığı anı görebilirler. Gelecek yıllarda doğalgaz, petrol ve kömür hüküm süremeye, atmosfere iklim değişikliği yaratan milyarlarca ton karbon salmaya elbette devam edecek. Fakat, ilk defa yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş bir ivme kazanmış görünüyor. Eğer bu şekilde devam ederse, dünya ekonomisi için çok önemli sonuçlar doğuracak —daha önceki yüzyıllarda odundan kömüre veya kömürden petrole geçiş kadar derin ve etkili biçimde.

Küresel ekonomik büyüme elbette uzun bir süredir artan fosil yakıt arzıyla, özellikle petrol ile güçlenmiştir. Birleşik Devletler başta olmak üzere, petrol çıkarma ve kullanma konusunda üstünlüğe erişen ülkeler muazzam ekonomik ve siyasi güç kazanırken, Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi büyük petrol rezervlerine sahip olan ülkeler inanılmaz derecede zenginleşmiştir. Petrolün yükselişini planlayıp düzenleyen dev petrol şirketleri dillere destan kârlar elde ettiler, uçsuz bucaksız sermaye biriktirdiler, ve aşırı güçlendiler. Beklendiği üzere, petrol devletleri ve enerji şirketleri egemen bir rol alacakları bir geleceğin hayalini kurmaya devam ediyor.

2013 yılının Nisan ayında, Suudi Arabistan petrol ve maden bakanı Ali Al-Naimi, “fosil kaynaklar bizim en kalıcı kaynaklarımızdır,” dedi. “Bunlar ABD, Suudi Arabistan ve çoğu gelişmiş ve gelişmekte olan dünya için ekonomik kalkınmanın itici gücüdür [ve] gelecekte bizi ayakta tutacak kapasiteye sahiptir.”

Fakat rüzgar ve güneş kurulumlarındaki sürpriz yükselişi içerene yeni gelişmeler petrolün hakimiyetinin hayal edildiği kadar “kalıcı” olmayabileceğini ortaya koyuyor. Enerji analisti Nick Butler yakın zamanlarda Financial Times’da “hızlı bir biçimde yayılan güneş teknolojisi her şeyi değiştirebilir,” diye yazdı. “Zaman içinde eski enerji sistemleri yatırımları üzerinde bir soru işareti uyandıracak bazı temel değişikliklerin geliştiğine dair artan kanıtlar mevcut.”

Normalde, bir enerji sisteminden diğerine geçiş uzun yıllar alır. Manitoba Üniversitesi’nden Vaclav Smil’e göre, odundan kömüre ve kömürden petrole geçişin her biri 50 yıl sürdü. Yenilenebilirlere geçişin tamamlanması için de aynı zamana ihtiyaç olacağını savunuyor ve bunun yeşil enerji dönemini uzak bir geleceğe erteleyebileceğini belirtiyor. Smil, Scientific American’da “bu enerji geçişinin yavaş seyretmesinin şaşırtıcı olmadığını,” ve bunun “aslında beklenen bir şey” olduğunu yazdı.

Oysa ki, Smil’in analizi iki şeyi varsayıyor: İlk olarak, enerji yatırımları ile ilgili çoğu kararların geçmişteki ile benzer kâr arayışı çerçevesinde alınacağını ve eski tas eski hamam (business as-usual) durumun hakimiyetinin devam edeceğini; ve ikinci olarak, yenilenebilirlerin fosil yakıtların yerine geçmesinin maliyet ve uygulanabilirlik açısından uzun yıllar alacağını. Fakat bu her iki varsayım da fazlasıyla sorunlu. Rüzgar ve güneşteki gelişmeler sıra dışı seyrediyor. Bu teknolojiler hızla fosil yakıtların fiyat avantajını bertaraf ederken, iklim değişikliği ile ilgili kaygılar çoktan beri siyasi ve düzenleyici manzarayı değiştiriyor. Butler, “değişimin yönü belli,” diyor. Yenilenebilir kurulumlarının fiyatlarının düşüşü ile, güneş enerjisi “niş üretici olmaktan çıkıp [fosil yakıtlara] bölgesel, esaslı bir rakip haline geliyor.”

Uzmanlar yenilenebilirlerin gelecek yıllarda küresel enerji bütçesinden daha fazla pay talep edeceği konusunda büyük ölçüde hemfikir. Yine de, çoğu ana akım analistl fosil yakıtların gelecek yıllar içinde egemen enerji biçimi olacağına inanmaya devam ediyor. ABD Enerji Bakanlığı (DoE) yenilenebilir kaynaklar, nükleer ve hidronun beraberce dünya enerjisindeki payının 2015’deki yüzde 17’lik orandan 2040’da sadece yüzde 22’ye çıkacağını —az bir olasılıkla fosil yakıtların üstünlüğünü sarsacak bir ölçekte değişimi— tipik olarak öngörüyor. Yine de, dört temel eğilim yenilenebilir kaynaklara geçişi çarpıcı bir biçimde hızlandırabilir: iklim değişikliğinin ilerlemesine dur demek namına dünyadaki artan kararlılık; Çin’in büyüme ve çevre konularındaki tutumundaki büyük değişim; gelişmekte olan dünyada yeşil enerjinin artan oranda benimsenmesi; ve yenilenebilir enerjinin finansal olarak karşılanabilmesinin mümkün hale gelmesi.

İklim Değişikliğini Ciddiye Almak

İklim değişikliğinin ilerlemesine karşı çıkış yaygın olmakla birlikte iyice kemikleşmiş durumda. Naomi Klein’in en son kitabında --This Changes Everything-- ortaya koyduğu üzere, başlıca fosil yakıt şirketleri iklim değişikliği gerçekliğine dair şüphe tohumları serpmek için yıllarca iyi finanse edilmiş kampanyalar yürütürken, politikacılar, çoğu zaman bir ücret karşılığında, karbon salımlarına sınır getiren çabaları engellemiştir. Eş zamanlı olarak, birçok sıradan insan ne olduğunu anlama ve böylece bunu kontrol altına alacak adımları düşünmek konusunda isteksiz olmuştur (George Marshall, Don’t Even Think About It adlı kitabında bu durumu inceler). Buna rağmen, kuraklık, seller ve öncekilere göre daha şiddetli fırtınaları içeren aşırı hava olayları günlük hayatta daha çok önem kazanmaya başladıkça bunların hepsi açık ki değişmekte.

Bu değerlendirmeyi desteklemek adına yakın zamandaki kamuoyu yoklamalarını içeren kayda değer kanıtlar bir araya getirilebilir. Belki de bu değişimin en etkili göstergesi başlıca ulusların Aralık ayında Paris’te düzenlenecek olan küresel iklim zirvesine hazırlık için BM yetkililerine sundukları karbon-azaltma planlarında bulunabilir. Geçen Aralık ayında Peru’nun Lima kentinde düzenlenen zirvede delegeler tarafından benimsenen önlem gereğince, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin (UNFCCC) tüm tarafları küresel iklim çabalarına “ulusal olarak belirlenmiş planlı katkılar” (INDCs) olarak bilinen detaylı eylem planlarını sunmakla yükümlüler. Birçok açıdan bu planların şaşırtıcı derecede çetin ve iddialı olduğu kanıtlanmıştır. Daha önemlisi, konu karbon azaltmaya geldiğinde teklif edilen rakamlar sadece birkaç yıl önce hayal dahi edilememekteydi.

Örneğin, ABD planı 2025 itibari ile ulusal karbon salımlarını 2005 seviyesinden yüzde 26-28 oranında azaltacağının sözünü vermiyor ve bu da kayda değer bir azaltmayı temsil ediyor. Tabii ki, bu hedefe ulaşmada birçok engel mevcut, en önemlisi de fosil yakıt endüstrisi ile sıkı bağları olan Cumhuriyetçi parlamenterlerin ölesiye karşı çıkışlarıdır. Yine de, Beyaz Saray INDC’de yer alan birçok tedbiri yürütme organının alabileceği konusunda diretiyor. Bu tedbirler termik santrallerden kaynaklanan karbon salımlarının kontrolünü ve araba ve kamyonlarda yakıt verimliliğinde gelişmelere dair baskı yapılmasını içeriyor.

Diğer ülkeler de benzer iddialı INDCler sunuyor. Örneğin, Meksika 2026 itibari ile karbon salımlarını sınırlamayı ve 2030 itibari ile sera gazı salımlarını yüzde 22 oranında azaltmayı taahhüt ediyor. Bu taahhüt özellikle önemli çünkü gelişmekte olan başlıca bir ulusun böylesi bir vaatte bulunması ilk kez gerçekleşiyor. Obama’nın Beyaz Saray’dan ilettiği tebrik mesajında, “Meksika’nın INDC’yi zamanında, açıkça, ve iddialı bir biçimde sunarak tüm dünya için bir örnek oluşturduğunu ve bunun güçlü, koşulsuz siyasi kararlılık ile desteklendiğini” ifade etti.

Hiç kimse Aralık iklim zirvesinin sonucunu tahmin edemez, fakat birkaç gözlemci onaylanacak tedbirlerin gelecekteki küresel sıcaklık artışlarını 2 santigrat derecenin — birçok bilim insanına göre, bugüne kadar gördüğümüzün ötesinde iklim felaketlerine yol açmamak adına gezegenin soğurabileceği en yüksek miktar— altında tutmak adına zorlu olacağını bekliyor. Yine de INDC’lerin veya önemli bir kısmının hayata geçirilmesi en azından fosil yakıt tüketiminde önemli azalmalar doğurabilir ve farklı bir geleceği işaret edebilir.

Çin’in Enerji Konusundaki Tutumunda Büyük Değişim

Aynı derecede önemli olan Çin’in fosil yakıtlara olan bağlılığını azaltma konusunda açık bir kararlılık göstermesi –Çin’in gelecek yıllardaki enerji ihtiyacı öngörüleri düşünüldüğünde– bu, tutumunda kritik bir değişiklik anlamına geliyor. DoE’ye göre, Çin’in küresel enerji tüketiminde 2010’yılındaki yüzde 19’luk çarpıcı payı 2040’da yüzde 27’ye yükselecek, ve bu artan pay da fosil yakıtlar ile karşılanacak. Eğer bu gerçekleşirse, Çin gelecek 30 yıl boyunca 88 katrilyon BTU (British Termal Unit) tüketebilir veya dünya ölçeğindeki ilave fosil yakıt tüketiminin yüzde 43’ünü yaratabilir. Bu nedenle, Çin’in, üst düzey hükümet yetkilileri tarafından daha yeni verilen söze göre bu enerji kaynaklarının kullanımını azaltmak yönünde aldığı herhangi bir karar, küresel enerji dengesinde büyük çaplı sonuçlar doğurabilir.

Çin henüz kendi INDC’sini sunmadı, fakat geçen Kasım ayında Başkan Xi Jinping’in Başkan Obama ile Pekin’de yaptığı toplantıda verdiği taahhütleri bu plana dahil etmesi bekleniyor. Xi, Çin’in karbon salımlarını 2030 yılı itibariyle sınırlandırma ve öncelikli enerji tüketiminde fosil yakıta alternatiflerin payını yaklaşık yüzde 20 oranında arttırma sözü verdi. Ayrıca, “2015 Paris konferansında uluslararası iklim değişikliği müzakerelerinin bir uzlaşma ile sonuçlanması için” ABD ile birlikte çalışmayı kabul etti.

Çin’in planları gelecek 15 yıl içinde karbon salımlarında devamlı bir artışa izin verse de, fosil yakıtlardan elde edilen enerjinin oranını zaman içinde azaltıyor. Beyaz Saray’ın yaptığı bir açıklamaya göre, “bu Çin’in 2030 itibariyle ilave 800-1000 GW nükleer, rüzgar, güneş, ve diğer sıfır-salım üretim kapasitesine geçişini gerektirecek. Bu da bugün Çin’de mevcut olan kömür termik santrallerinin hepsinden daha yüksek bir kurulu güce tekabül ediyor.”

Dahası, görünen o ki, Çinli liderler fosil yakıtlardan uzaklaşılan bir geçiş için verdikleri sözlerin ötesinde daha hızlı hareket etmeye hazırlanıyorlar. Kentte yaşayanların kirli havanın aşırılığını azaltamaya dair yaptıkları baskı altında, yetkililer elektrik üretimi için kömüre daha az bağımlı ve daha çok hidroelektrik, nükleer, rüzgar, ve güneş enerjisi ile doğal gaza bel bağlayan iddialı planlar açıklıyorlar. Bu Mayıs ayında, Başbakan Li Keqiang Ulusal Halk Kongresi Çin Yasama Meclisi’nde, “ülkenin önemli alanlarında kömür tüketiminde sıfır büyüme için mücadele edeceğiz,” dedi.

Birleşik Devletler’de olduğu gibi, Çin liderleri fosil yakıt çıkar gruplarının ve yerel hükümet yapılarının direnişi ile karşılaşacaklar. Yine de, petrol ve kömüre bağlılığı azaltma yönündeki açık kararlılıkları, düşünce ve mizaçta gerçek bir değişimi temsil ediyor. Bu durumun yakın zamanda diğer uzmanlar ve DoE tarafından ortaya konulan enerji görünümünden daha farklı bir biçimde sonuçlanması pek olası değil. Örneğin, sürekli artan kömür tüketime dair tekrarlanan tahminlere rağmen, Çin aslında 2014 yılında daha önceki yıllara nazaran daha az kömür yaktı ve böylesi bir düşüş yıllar içinde ilk kez gerçekleşti. Aynı zamanda, toplamda 83.3 milyar dolarlık yatırımla yenilebilir enerji türlerine yaptığı harcamayı yüzde 33 oranında arttırdı. Bu, bir ülkenin yenilenebilir enerji geleceğine doğru yaptığı bu güne kadarki en yüksek harcamadır. Eğer bu eğilimler devam eder ve Çin küresel olarak yolu belirlemede öncü rol oynarsa, fosil yakıtlardan yenilenebilirlere geçiş beklendiğinden daha yakın zamanda gerçekleşecektir.

Yeşil Küreselleşiyor

Büyük petrol şirketleri uzun zamandır ABD, Japonya ve Avrupa’nın başı çektiği gelişmiş ülkelerin zamanla fosil yakıtlardan yenilenebilirlere geçebileceğini kabul ediyor, fakat gelişmekte olan –ekonomilerini genişletmek isteyen fakat alternatif enerjiye yatırım yapacak kaynakları olmayan– ulusların fosil yakıtlara olan bağımlılığının devam edeceği konusunda ısrarlılar. ExxonMobil ve diğer petrol şirketlerinin yönlendirdiği bu bakış açısı ile küresel Güney’den beklenen talebin karşılanması için yeni rafinerilere, boru hatlarına ve diğer altyapılara büyük yatırımlar yapılıyor. Fakat sürpriz, sürpriz: bu ülkeler de enerji çıktısını genişletme yolunda yenilenebilirlere yöneldiklerinin sinyallerini veriyor.

Küresel Güney’in şaşırtıcı şekilde yenilenebilirleri sahiplenmesi yakın zamanda Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve Frankfurt Finans ve İşletme Okulu arasındaki işbirliği ile kaleme alınmış Yenilenebilir Enerji Yatırımındaki Küresel Eğilimler 2014 raporunda belgelenmekte. Rapora göre, Çin dışındaki gelişmekte olan ülkeler önceki yıllara göre aşırı bir artış ile 2014 yılında yenilenebilirler için 30 milyar dolar harcama yaptı. Çin ile birlikte gelişmekte olan ülkelerdeki yenilenebilir yatırımları hemen hemen  gelişmiş ülkelerin o yıl yaptığı toplam harcamaya karşılık geldi. Brezilya (toplamda 7.6 milyar dolar), Hindistan (7.4. milyar dolar), ve Güney Afrika (5.5 milyar dolar) ile yenilenebilirlere yapılan yatırımda önemli ölçüde artışlar geçekleştirdi; yatırımların 1 milyar dolar veya daha fazlası da Şili, Endonezya, Kenya, Meksika ve Türkiye tarafından gerçekleştirildi. Bu ülkelerin birkaç yıl önce yenilenebilir geleceğe ne kadar az yatırım yaptığını düşününce, bu değişen zamanların bir işareti olarak görülmeli.

Petrol üreten ülkelerin yeşil enerjiyi benimsemeye başlaması ise daha az dikkat çekici değil. Örneğin, Ocak ayında, Dubai Elektrik ve Su İşleri Müdürlüğü Suudi Arabistan’ın ACWA Power International şirketi ile 200 megavat gücünde, 330 milyon dolarlık güneş panelleriyle elektrik üretimi için sözleşme imzaladı. ACWA’nın bu anlaşma çerçevesinde panellerden üretilen enerjiyi megavat başına 58.50 dolardan satacak olması çok büyük ilgi çekti. Çünkü bu miktar doğal gaz jenerasyon maliyetinin üçte birinden daha az.

Avrupa finans hizmetleri şirketlerinden biri olan Kepler Cheuvreux’dan Mark Lewis, “bunun petrol yakan Emirlikler için önemli bir dönüm noktası ve süregiden küresel enerji dönüşümünün açık bir göstergesi olduğunu,” belirtti. “Projenin fazlasıyla rekabetçi bir maliyetle enerji üretmesi ve bugüne kadar yenilenebilirleri benimseme konusunda yavaş hareket eden ülkeleri harekete geçirme potansiyeli açısından bir dönüm noktası olarak anlaşılması gerektiğini düşünüyoruz.”

Yenilenebilir Enerjinin Düşen Fiyatları

Dubai anlaşmasının gösterdiği gibi, fosil yakıtlardan yenilenebilirlere geçişte fiyat önemli bir rol oynuyor. Kömür ve petrol havarilerini dinlediğinizde fakir ülkelerin belirli bir enerji biçimini diğer yakıtlara kıyasla düşük maliyetlerden dolayı tercih etmekten başka şansı olmadığını düşünebilirsiniz. ‘ExxonMobil’in Başkanı ve CEO’su Rex Tillerson, “dünyada hala fakr-u zaruret içinde yaşayan yüz milyonlarca, milyarlarca insan var” dedi. “Fiyatını karşılayabilecekleri ve güvenebilecekleri elektriğe ihtiyaçları var... Fosil yakıtları yakmayı isteyeceklerdir çünkü bu şekilde hayat kaliteleri epeyce yükselebilir, ve sağlık kaliteleri, ve çocuklarının sağlıkları ve gelecekleri epeyce iyileşebilir.”

Bu, yakın zamana kadar, ana akım enerji uzmanları arasında bir hakikat olarak algılanmakta olabilir. Fakat, yenilenebilirlerin, özellikle güneş enerjisinin maliyetleri hızlı bir biçimde düşüyor. Hatta petrolün fiyatının yarıya indiği bir dönemde, geleceğe dair haberler daha açık olamazdı: Fosil yakıtlar gelişmekte olan ülkelere enerji sağlama konusunda artık fiyat avantajına sahip değiller. Bu değişimin müjdelerinden biri şudur: Fotovoltaik güneş hücrelerinin (PVs) maliyetleri 2009’dan beri yüzde 75’lik bir düşüş yaşamıştır ve bunlardan elde edilen elektriğin maliyeti 2010’dan beri küresel ölçekte yüzde 50 oranında düşmüştür. Diğer bir değişle, güneş şu an petrol ve doğal gaz ile, bugünkü durgun fiyatlarda bile rekabet edebilir duruma gelmiştir. Abu Dabi Ulusal Bankası tarafından Mart ayında açıklanan rapor, “artık maliyetin yenilenebilirlere geçişi engelleyen bir sebep olmadığı,” sonucuna varmıştır. Kepler Cheuvreux’dan Lewis şöyle söylüyor: “Zaman içinde, yenilenebilir-teknoloji maliyetleri düşmeye devam ettikçe ve ölçek ekonomileri yükselişini sürdürdükçe, küresel enerji karışımı içinde yenilenebilirlerin rekabet edebilirliği daha fazla artacak.”

Aynı zamanda gelişmekte olan ulusların yenilenebilirleri fosil enerjiye tercih etmelerinin güçlü bir sebebi olduğunu ve bunun fiyatlar ve diğer maliyetler ile hiçbir ilgisinin olmadığını akılda tutmalıyız. Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından sunulan yakın zamanlı bir raporun açıkça belirttiği gibi, küresel Güney’deki fakir ülkeler iklim değişikliğinin zararlarından Küresel Kuzey’dekilerden daha çok (ve daha yakın zamanda) mağdur olacaklar. Çünkü bu ülkelerin yağış miktarındaki azalmaları ve böylece yüz milyonlarca insanın gıda arzını tehlikeye atacak kuraklıkların büyük bir kısmını yaşayacağı beklenmekte. Bu tür kaygıları düşen yenilenebilir enerji fiyatları ile birlikte düşündüğümüzde, fosil yakıtlardan uzaklaşma petrol şirketlerinin gelecekteki kârları için cepte saydıkları her bir bölgede tahmin edildiğinden daha hızlı gerçekleşecek gibi görünüyor.

Yeni Bir Dünya Geliyor

Mümkün gözükmeyen tüm bu faktörleri hesaba kattığımızda, apaçık bir sonuç doğuyor: politik, ekonomik ve çevresel tahminleri alt üst edecek bir küresel enerji geçişinin başlangıcına tanık oluyoruz. Bu geçiş bir gecede olmayacak ve güçlü ve köklü fosil yakıt çıkarlarının sert direnci ile karşılaşacak. Öyle dahi olsa, hızlanmakta olduğuna dair her türlü işaret mevcut: Biz on yıllık süreçlerden bahsederken, Vaclav Smil gibi uzmanlar tarafından önceden ortaya atılan yarım yüzyıllık geçiş beklentisi artık olası değil.  Fosil yakıtlar –ve uzun zamandır zenginleşmiş şirketler, politikacılar, ve petrol ülkeleri–  egemen konumlarını kaybedecek ve bunların yerini yenilenebilir enerji tedarikçileri hızlı bir şekilde alacak. 

Hatta yeşil teknoloji alanındaki yatırımların hızlanması ile, küresel sıcaklığın 2 santigrat derecede tutulması olasılığı artacak. Felaketle sonuçlanacak tahribat için bu çok önemli eşik ne yazık ki çok küçük. Bu da çocuklarımızın ve torunlarımızın daha az çekici bir dünyada yaşayacağı anlamına geliyor. Fakat iklim değişikliğinin yıkıcı etkileri daha çok dile getirildiğinde ve her yerde günlük hayatımızın bir parçası haline geldiğinde, ısınmayı yavaşlatacak uyarılar yoğunlaşacaktır. Bu da şu anlama geliyor: fosil yakıt tüketimine ve bunu teşvik eden şirketlere uygulanan katı kontroller için gerekli ikazlar da artacaktır.

Diğer bir deyişle, enerji geçişi için sahici bir anın inşasından bahsediyoruz. O halde, bu da bugün gezegende yaşayan insanların büyük bir kısmının yenilenebilirlerin egemenliğini deneyimleyeceği anlamına geliyor. Daha önceki enerji geçişlerinde olduğu gibi, bu geçiş hem kazananlar hem de kaybedenler yaratacaktır. Fosil enerjiyi sürekli kılmaya kendini adayanlar refah ve güçlerinde bir azalma veya yok oluş yaşarken, ileri yeşil teknoloji geliştirilmesi ve kurulumu alanında liderlik rolünü erken üstlenen ülkeler ve şirketler önümüzdeki yıllarda daha iyiye gidecekler. Gezegen bütünü için, böylesi bir geçiş daha erken gelemezdi.

---

Michale T. Klare Hampshire College’da barış ve dünya güvenliği profesörüdür. The Race for What’s Left adlı kitabın yazarıdır. Blood and Oil adlı kitabının belgesel filmi Media Education Foundation’dan elde edilebilir. Klare, TomDispatch.com’a düzenli olarak yazmaktadır.