Vandana Shiva’nın, BGST Yayınları tarafından yayımlanacak olan son kitabı Yeryüzü Demokrasisi [[dipnot1]] hem kadim, hem de modern toplulukların yarın için esin verici pratiklerinden hareketle, rehber bir dünya görüşü ileri sürüyor. Yeryüzü Demokrasisi (YD) hem geçmiş, hem yaşayan hem de gelecekte var olacak yaşayan ekonomiler, demokrasiler ve kültürler üzerinde yükselen bir gezegen vizyonu özelliği taşıyor. Bu vizyona göre, gıda ve su gibi, yaşamak için elzem olan en temel kaynakların dahi geniş insan topluluklarından koparıldığı, çalındığı ve devletler eliyle büyük şirketlere devredildiği günümüzde, yarınımızı geri kazanacak hak ve demokrasi mücadelesinin de bu en temel kaynakların savunusu üzerinden şekillenmesi gerekiyor. Bir tür olarak, diğer türlerle birlikte devamımızı savunan, tüm çeşitliliğiyle birlikte yerelden başlayıp, ortak insanlığımızın bilinciyle evrensele ulaşan YD, bir program değil, fakat gezegen kardeşliğini temel alan bir gelecek perspektifi sunuyor.

YD’yi anlayabilmek için, onu cisimleştiren üç sacayağına, yaşayan ekonomi, demokrasi ve kültürlere değinmemiz gerekiyor.

Yaşayan ekonomiler, yeryüzü kaynaklarının, yeterli rızk yaratmak üzere hakkaniyetle, diğer türlerin haklarını ve ekosistemin sınırlarını ihlal etmeden paylaşıldığı süreçlerdir. Günümüzde, dünya nüfusunun üçte ikisini oluşturan, rızkını doğanın sağladığı kaynaklardan dolaysız bir şekilde temin eden küçük köylülerin ve kırsal toplulukların ekonomisi, yaşayan ekonomilerdir. Yaşayan ekonomiler sadece kırsal olanla, doğrudan doğanın sunduğu kaynaklara dayalı faaliyetlerle sınırlı değildir. Ekonomik demokrasiyi, öz-yönetimi, demokratik katılımı temel alan, insanların rızk kazanmalarına ve hakkaniyetle paylaşmalarına hizmet eden tüm ekonomik evreni içermektedir. Buna göre, sadece geleneksel bilgiye dayalı tarımsal üretim yapan, tohumun, suyun ve bakım onarım işlerinin paylaşımında pazarın ve bürokratik kontrolün dışındaki mekanizmalara başvuran köylüler değil; rızkını temin etmek üzere evinde üretim yapan, ürünlerini pazara sunarken dayanışma ve hakkaniyet gözeten, şirketlere ve hiyerarşik denetim mekanizmalarına teslim olmayan kentli kadınlar da bu yaşayan ekonomik evrenin bir parçasıdır.

Yaşayan ekonomiler yaşayan demokrasilerden ayrı düşünülemez. Yaşayan demokrasiler, yeryüzünde yaşamı korumak, barışı ve adaleti güçlendirmek üzere temel özgürlüklerin iadesini talep edeceğimiz, temel haklarımızı savunacağımız, ortak sorumluluklarımızı ve görevlerimizi yerine getireceğimiz tüm evrendir. Şirket ve devlet partilerinin seçkinlerini belirli aralıklarla meclise yolladığımız, onları geri çağıramadığımız, aleyhimize pişkinlikle alınan kararları yalnızca seyretmek durumunda kaldığımız temsili demokrasiden farklı olarak, tüm halkın yaratıcı fikir ve enerjisini temel alan, adem-i merkeziyetçi, katılımcı karar ve yönetim mekanizmaları hakkındadır. Buna göre, örneğin geleneksel bilginin, tohum ve su kaynaklarının paylaşımında meclis yapılarını, bu meclislerin tesis ettiği kural ve uygulamaları temel alan kültürler, yaşayan demokratik evrenin bir parçasıdır. Keza, su hizmetlerinin özelleştirilmesine, su, orman, gen kaynakları üzerinde şirket kontrolüne karşı demokratik direniş örgütleyen, bu kaynakların kontrolünü öz-yönetimci mekanizmalara devreden hareketler de bu yaşayan demokratik evrenin içinde yer almaktadır.

Peki, yaşayan demokrasiler üzerinde yükselmeyen bir yaşayan demokrasi olabilir mi? İnsan topluluklarının ve türlerin çeşitliliğine saygı göstermeyen, dilsel, dinsel, cinsel, etnik çeşitlilikleri, farklı ritüel ve inanışları, bilgiye ulaşmanın farklı biçimlerini dikkate almayan bir yaşayan demokrasi olabilir mi? Bu soruların yanıtı hayırdır ve yaşayan demokrasiler ve yaşayan kültürler arasındaki zorunlu bağa işaret etmektedir. Yaşayan demokrasileri inşa eden topluluklar, rızk ve erk sahibi olmanın verdiği özgüvenle, kendi yerel çeşitliliklerini yansıtan pozitif kimlikler inşa ederler. Bu çeşitli kimlikler bir diğerini yadsımadığı için, ortak insani değerlerimiz altında buluşarak, gezegen bireyleri olarak hem karşılıklı hem de diğer türlerle bağlılığımızı temel alan evrensel bir kimlik inşa ederler. Yaşayan kültürler, çeşitliliği, yerel olanı, rızk ve erk sahibi birey ve toplulukların ürettiği pozitif kimlikleri temel alır ve asla parçalanmışlık, kopukluk ve gettolaşma anlamına gelmez. Aksine, çeşitliliklerin ortak insanlığımız ve diğer türlerle kardeşliğimiz altında buluşmasıdır.

Yaşayan ekonomiler, demokrasiler ve kültürler birbirini besler ve birlikte YD’yi kurarlar.

YD, klasik liberal, özgürlükçü sol ve anarşizan geleneğin kadim meselelerini, Hindistani kültürlerin şiddetten kaçınma felsefesini, Gandici antiemperyalizmi ve aşağıdan küreselleşme hareketlerinin son on ila yirmi yıllık birikimini bir gezegen bilinci altında bir araya getiriyor. Sürdürülebilir bir gezegen, adil bir yaşam ve kalıcı bir barış perspektifi sunan YD, bizleri ekonomik demokrasiyi inşa etmek, bunun için demokratik öz-yönetim kapasitemizi geliştirmek, diğer birey, topluluk ve türlerle barışık olmak, insanın ve doğanın çeşitliliğine karşı saygı göstermek gibi pek çok ödevle baş başa bırakıyor.

Yeryüzü Demokrasisi’ni okuyanlar, benim yukarıdaki değinmelerime ilaveten pek çok bilgi ve olguyla karşılaşacak, ve YD’ye dair kendi görüşlerini oluşturacaklar. YD’nin bakış açısıyla ekonomi, demokrasi ve kültür gibi konulara bir iki yazı ile değinmeye devam edeceğim. Fakat bu yazıyı bitirirken, YD’nin probleminin yalnızca şirketlerle değil, genel anlamda iktidarla ilgili olduğunun altını çizmek istiyorum. YD’nin insanları davet ettiği mücadele yalnızca şirketlere karşı değil, aynı zamanda içimizdeki, yerelimizdeki ve topluluğumuzdaki hiyerarşilere de karşıdır. YD bizleri, yaşamın her alanında, her türlü üretim faaliyetinde –mal, bilgi, kültür, sanat üretiminde– ve haklar mücadelesinin içerisinde, alternatif mülkiyet modelleri, geri besleme ilişkilerine dayalı katılımcı karar mekanizmaları, bireysel-grupsal farklılıkları tehdit değil zenginlik olarak gören ilişki kalıpları kurmaya davet ediyor.