İlk bakışta mantıklı gibi geliyor.
Eğer bir hayal dünyasında yaşamıyorsanız ya da enerji sektörü için çalışmıyorsanız, fosil yakıtların, dünyanın çeşitli yerlerine şimdiden büyük zararlar veren yıkıcı iklim değişikliğinin ve küresel ısınmanın başlıca sebebi olduğunu biliyorsunuzdur. Fosil yakıtların kısıtlı bir kaynak olduğundan, çıkarmanın ve rafine etmenin yüksek maliyetinden ve rekabet halindeki uluslar tarafından gitgide daha çok rağbet gördüğünden bahsetmiyorum bile.
Bu durumda, yenilenebilir bitkisel kaynaklardan daha çevre dostu bir yakıt elde edilebiliyorsa, böyle bir değişikliğe gitmek mantıklı olmaz mi?
ABD ve dünyada son zamanlarda yaşanan biyoyakıt patlamasının gerekçesi işte bu. Biyoyakıtlar (ki bunlar mısır, şeker kamışı, soya fasulyesi ve diğer organik kaynaklardan yapılmakta) “yenilenebilir kaynaklardan” üretilmekte olduğu için Amerika’yı günde 21 milyon varil benzin alışkanlığından kurtarıp fosil yakıtlara daha çevre dostu bir alternatif sunabilir diye iddia ediliyor.
Biyoyakıtlar –özellikle de, ABD’de, mısırdan üretilen etanol– hem gezegenimizin hem de insanlığın kurtarıcısı gibi lanse ediliyor.
Bunun bir abartı olduğunu mü düşünüyorsunuz? Ulusal Mısır Yetiştiricileri Birliği’nin online çizgi roman kahramanı, mısır süpergücünü “çevreyi korumak” için kullanan Kaptan Cornelius’un internet sayfasına bir bakın. Ya da birliğin online promosyon videosunda “etanol”un bilge Yoda benzeri bir karakter ve “benzin”in Darth Vader gibi gösterildiği Yıldız Savaşları parodisine de bakabilirsiniz.
Rolling Stone dergisi, “etanol çılgınlığının kralı” olduğunu iddia ettiği Iowa Senatörü Chuck Grassley’den şöyle bir alıntı yapıyor “Etanol ile ilgili her şey iyi, iyi, iyidir.” Ancak biraz kurcalamaya başladığınızda, etanol artık o kadar da “iyi, iyi, iyi” görünmemeye başlıyor.
Bir kere, her ne kadar biyoyakıtlar sağlığını yitirmekte olan bir çevre için her derde deva bir ilaçmış gibi gösterilse de, birçok biliminsanı biyoyakıtların geleneksel fosil yakıtlardan daha iyi olmadığını söylüyor. National Geographic’in Ekim (2007) sayısındaki rapor söyle diyor:
Şu anda ABD de üretilen biyoyakıtların çevreye pek de faydası olmamakla birlikte, bazı çiftçilere ve Archer Daniels Midland ve Cargill gibi ziraat devlerine büyük faydaları var. Mısır yüksek oranlarda herbisit (bitki öldürücü) ve azotlu gübre gerektirmekte ve diğer tüm tarım ürünlerinden daha fazla toprak erozyonuna neden olabilmektedir. Ve mısır etanolu üretmek neredeyse etanolun yerine koyduğu kadar fosil yakıtın tüketilmesi demektir. Soya fasulyesinden üretilen biyodizel ise yalnızca biraz daha iyi sonuç vermektedir. Çiftçiler ayrıca, artan mısır ve soya fiyatlarının, şu anda toprağı ve yaban hayatı korumak üzere tahsis edilmiş tarıma elverişsiz 140 milyon dönüm arazinin çiftçiler tarafından tarıma açılmasına neden olacağından endişe duyuyorlar. Çevrecilerin diğer bir endişesi de nadasa bırakılmış topraklarda tutulan karbonun atmosfere salımı.
Nobel ödüllü kimyacı Paul Crutzen tarafından yönetilen bir ekibin geçtiğimiz sene açıkladığı bir araştırma sonucuna göre mısırda (en çok gübre kullanılan tarla bitkilerinden birisidir) kullanılan azot gübre miktarındaki artış nedeniyle üretim sürecinde iki kat daha fazla azot oksit salınabilir ve mısırdan üretilen etanol, benzinden yaklaşık yüzde 50 kadar daha fazla sera gazı üretebilir.
Buna ek olarak, ABD’de ve dünyada ormanlar, otlaklar ve diğer hassas ekosistemler mısır, soya fasulyesi ve diğer biyoyakıt ürünlerinin üretilebilmesi için yok edilmekte ve daha fazla çevresel hasara neden olmaktadır.
Science dergisinde bu yılın başlarında yayınlanan bir çalışmada, araştırmacılar arazi kullanım değişimlerinden kaynaklanan salımları tahmin etmeye yarayan dünya çapında bir zirai model kullanarak mısırdan üretilen etanolun “sera gazı üretiminde yüzde 20’lık bir tasarruf sağlamak yerine, 30 yıl içerisinde sera gazı salımlarını ikiye katlayacağını ve bunun 167 yıl boyunca artırmaya devam edeceğini” gösterdiler.
Nature Conservancy’den araştırmacı Joe Fargione’nun Science Daily’e söylediği gibi “Eğer küresel ısınmayı azaltmak istiyorsanız arazileri biyoyakıt üretimine ayırmak mantıklı değil. Şu anda kullanmakta olduğumuz biyoyakıtların tamamı doğal yaşam alanlarına doğrudan veya dolaylı yollarla zarar vermektedir.”
Örneğin “Mısır Kuşağı” olan Amerika’nin Orta Batı’sında, etanol için artan mısır üretimi yaklaşık 80 milyon dönümlük soya fasulyesi üretimini sona erdirdi. Kısa süre öncesine kadar, soya fasulyesi düzenli olarak mısır ile dönüşümlü ekiliyordu, fakat şimdi pek çok çiftçi mısıra yapılan büyük devlet sübvansiyonlarından yararlanabilmek için soya fasulyesi üretimini azaltıyor.
Brezilyalı çiftçiler, sonuç olarak dünyanın soya fasulyesi ihtiyacını karşılamak üzere daha fazla üretim yapabilmek için (Brezilya’nin kendi biyoyakıt üretimi için ekilen şeker kamışından bahsetmiyorum bile) Brezilya’nın Amazon ve Cerrado bölgeleri gibi dünyanın biyoçeşitlilik açısından en zengin bazı bölgelerini tarım alanı ve sığır otlaklarına dönüştürme işlemine hız verdi. Tüm bunların sonucu olarak soya fasulyesi fiyatları artarken mısır için yoğun azot ve fosfor gübresi kullanımını teşvik edildi.
Gübre kullanımındaki bu artış halihazırda çevreye zarar vermekte. Ortabatı çiftliklerinden Meksika Körfezi’ne akan gübreler okyanusun dibindeki hayatı boğacak denli yoğun bir alg patlamasına neden oldu.
1970’lerde, bu alg patlaması yalnızca her iki-üç yılda bir gerçekleşiyordu. 1980’den beri ise yoğun çiftlik balıkçılığı nedeniyle bu yeşerme her yıl gerçekleşen bir olay haline geldi. Ve geçtiğimiz yıl, Ortabatılı çiftçiler neredeyse Kaliforniya büyüklüğünde bir arazi şeridini mısır üretimine ayırınca –ki bu önceki yıla göre yüzde 15’lik bir artış anlamına geliyor– “ölü bölge” şimdiye dek görülmüş en büyük üçüncü ebadına ulaştı. Raporlar bu ölü alanın bu yıl 26.000 kilometre kareden daha büyük hale geleceğini söylüyorlar, ki bu da şimdiye kadar kaydedilen en büyük ebattır ve kaydedilmiş bir önceki en büyük ebattan yüzde 20 daha büyüktür.
Ayrıca, etanol üretimi damıtma tesislerinin civarda yaşayan insanların sağlığı açısından tehdit oluşturduğunu da belirtmemiz gerekir. Yangın, zehirli kaçak ve hava kirliliği raporları oldukça yaygın. Çevre Koruma Teşkilatı (EPA, Environmental Protection Agency) bu sene “ozon seviyelerinin artan etanol kullanımı ile genellikle arttığı” sonucuna vardı.
Des Moines Register tarafından 2005 yılında –Iowa’da toplam 17 etanol tesisi varken– yayınlanan bir rapor bu tesislerin, havaya “ABD Çevre Koruma Kurumu’nun pek çok büyük şirketi yeni teçhizat kurmaya zorlamasına yol açacak kadar fazla [kansere neden yol açan] formaldehit ve toluen yaydığını”; birçok tesisin yapım izni olmadan inşa edildiğini; ve bazılarının akarsulara büyük miktarlarda etanol ve lağım akıtarak balıkları ve vahşi hayatı tehdit ettiğini ortaya koydu.
Yine de geçtiğimiz sene EPA etanol endüstrisi için kuralları gevşeterek yakıt üreten etanol tesislerinin karbon monoksit, azot oksit ve sülfür dioksit gibi kirletici madde salımlarını yılda 100 tondan 250 tona çıkarmalarına izin verdi.
Register incelemesini tamamladığından beri ABD’de etanol damıtma tesislerinin sayısı hızla artmaktadır. Özellikle de 2005 yılında ABD’de hükümet talimatıyla biyoyakıt üretimininin 2012 yılına kadar üçe katlanarak yılda 7.5 trilyon galona çıkmasını öngören Enerji Politikası Kanunu yürürlüğe girdiğinden beri.
2006’nın başlarında ABD de işlemekte olan yalnızca 95 etanol tesisi vardı. Yenilenebilir Yakıt Birliği’ne göre bugün ABD’de toplam 161 etanol damıtma tesisi var ve 42 tesis yapım aşamasında, yedi tanesi de genişletiliyor. Bugün yalnızca Iowa’da 41 etanol rafinerisi bulunmakta.
Peki etanol üretimindeki bu patlamanın ABD’nin petrol bağımlığına bir etkisi olacak mı? Pek mümkün görünmüyor. Energy Justice Network’un belirttiğine göre, ABD’de sadece bir yıl içinde doğan nüfusun (her bebeğin 70 yıl yaşadığını varsayarsak) yaşam boyu yakıt ihtiyacını sadece etanol ile karşılamanın maliyeti şöyledir: 52.000 ton böcek öldürücü, 735.000 ton bitki öldürücü, 93 milyon ton gübre, ve mısırın yetiştirileceği 50 milyar dönüm arazi üzerinde 5 santimetrelik bir toprak kaybı. Oysa ABD’de yalnızca 9.1 milyar dönüm arazi vardır ve toprağın tükenişi halihazırda kritik bir sorun haline gelmiştir. Mısır plantasyonlarında toprak oluştuğundan 12 kat daha hızlı kaybedilmektedir.
ABD Genel Muhasebe Ofisi’nin 1997 yılında vardığı sonuca göre, “etanolun petrolün yerine geçme potansiyeli o kadar küçük ki, genel enerji güvenliğini önemli ölçüde etkilemesi pek olası değil.”
Etanol patlamasının en olumsuz etkisi dünyadaki yoksullar için gerçekleşen insani maliyet oldu.
Mayıs ayında Foreign Affairs dergisinin bildirdiği gibi “Şu anda yaşanmakta olan biyoyakıt çılgınlığı… yiyecek ve meta pazarlarını olumsuz yönde etkiledi ve yoksul tüketiciler üzerinde ağır etkilete sebep oldu. Üstelik tüm bu gelişmeler 2007 yılındaki rekor seviyede küresel tahıl hasadına rağmen gerçekleşti.”
Geçtiğimiz birkaç yılda artan talep, dünyadaki yoksullar için en önemli temel ekinlerden birisi olan mısırın fiyatında ani bir küresel artışa yol açtı. Mayıs 2007’den bu yana, mısırın ortalama fiyatı yüzde 60 civarında yükseldi (yine biyoyakıt için kullanılan soya fasulyesinde ise yüzde 75’den fazla bir artış oldu).
USDA’nın yıllık Gıda Değerlendirme Raporu’na göre, fırlayan gıda maliyetleri 2007 yılında dünyadaki açların sayısını 122 milyondan 982 milyona yükseltti (ki yoksulluk ile mücadele eden gruplar bu sayının aslında çok daha yüksek olduğunu söylüyor). USDA 16 yıl önce bu raporları yayınlamaya başladığından beri aç insanların sayısı –ki bu sayı neredeyse Japonya’nın nüfusuna eşit– en büyük artışı gösterdi.
TIME dergisinin raporuna göre:
Bir SUV’nin benzin deposunu etanol ile doldurmak için gerekli olan tahıl bir insanın bir yıllık gıda ihtiyacını karşılar. Hasat, kendimizi doyurmak yerine arabalarımızı doyurmak için yapılıyor. BM’nin Dünya Gıda Programı 500 milyon dolar ek para ve tedarike ihtiyacı olduğunu söyleyerek, artan gıda fiyatlarını küresel bir acil durum şeklinde nitelemektedir. Artan mısır fiyatları Mexico City’de tortilla isyanlarının kıvılcımını çakmış, fırlayan un fiyatları da, unun daha ucuz olduğu zamanlarda bile sakin olmayan Pakistan’da istikrarsızlığa neden olmuştur.
Bu fiyat artışlarının bir bölümü kuraklık ve seller gibi doğal (ve insan kaynaklı) olaylara ve petrolün fiyatının hızla artmasına (bu artış petrole dayalı kimyasal gübrelerden nakliye maliyetlerine kadar tarımın hemen her aşamasında fiyatların artmasına neden olmuştur) ve düşen dolar nedeniyle piyasa spekülasyonuna atfedilebilse bile, biyoyakıtlar kritik bir rol oynamıştır.
Foreign Affairs dergisinin belirttiği gibi “2006’dan beri gıda fiyatlarındaki artışın ne kadarının biyoyakıtlara atfedilebileceği konusunda belirsizlik ortadan kalkmamış olsa bile, biyoyakıtların etkisi göz ardı edilemez. 2008’de ABD’de üretilen mısırın yüzde 30’u etanol üretimi için kullanılmaktadır.” Bu oran 2015’e doğru, özellikle de Kongre'nin 2020 yılı itibarıyla 136 milyon litre biyoyakıt kullanımını öngören bir yasayı geçen Aralık ayında kabul etmesinin ardından daha da artacaktır.
Ortabatıdaki etanol rafinerilerinin sayısı hızla arttıkça, bazı eyaletlerdeki mısır hasadının neredeyse yüzde 50’sinin etanole yönlendirildiğini, dolayısıyla daha önceden hayvan beslemeye yarayan toprak ve mısırın azaldığını ve bunun da et fiyatlarını yükselttiğini görüyoruz. Önümüzdeki sene, ABD’deki etanol endüstrisi beklenen üretimi sağlayabilmek için 100 milyon ton mısıra ihtiyaç duyacak, ki bu miktar, bu sene ihtiyaç duyulandan 25 milyon ton, 2007 deki seviyeden ise neredeyse iki kat fazla.
Ancak aynı dönemde, ABD mısır üretiminin yalnızca yüzde 11 artması bekleniyor. Purdue Üniversitesi tarım ekonomisti Chris Hurt “etanol endüstrisi 25 milyon ton daha fazla mısır alacak olursa, yerel büyükbaş hayvancılık endüstrisi beslenme için kullandığı mısırı yüzde 16 azaltmak zorunda kalacak” diyor ve ekliyor: “O zaman da yurt dışındaki alıcılarımız (örneğin ABD’den mısır ithal eden ülkeler) yüzde 18’lik bir kesintiye gitmek zorunda kalacaklar.”
Başta NAFTA olmak üzere ABD ticaret politikalarının, Meksika gibi ülkelerin kendi kendilerini besleme becerilerinin büyük bir kısmını yok ettiğini (piyasaları ABD den ithal edilmiş tahıla açıp çiftçileri işsiz bırakarak) göz önünde bulundurursak, mısır fiyatlarında görülecek yükselmenin sonuçlarının yalnızca ABD’li tüketiciler tarafından değil, daha da yoğun bir şekilde dünyadaki yoksullar tarafından da hissedileceği ortada. Le Monde Diplomatique’e göre, 1994’den bu yana, Meksika bütün hububat ithalatını üçe katlamaya mecbur bırakıldı ve şimdi de mısırının nereyse yüzde 25’ini ithal etmek zorunda. Ancak şimdi Meksika nüfusunun bir kısmının ABD mısırına bağımlı olduğu düşünülecek olursa, mısır fiyatlarındaki artış yoksul Meksikalılar için daha fazla acı anlamına gelmekte.
Bu arada ABD yetkilileri ve işadamları her türlü sorumluluğu reddediyor. Örneğin, Tarım Bakanı Edward Schafer kısa süre önce, biyoyakıt üretiminin küresel gıda fiyatlarını yalnızca yüzde 2 ya da 3 arttırdığını iddia etti. Ancak USDA bas ekonomisti Joseph Glauber bile Haziran ayındaki Kongre tanıklığında biyoyakıtların küresel gıda fiyatlarında en azından yüzde 10’luk bir artışa neden olduğunu itiraf etti.
Büyük Britanya’daki Guardian gazetesine sızdırılan ve yakın zamanda yayınlanmış bir Dünya Bankası raporuna göre biyoyakıtlar gıda fiyatlarındaki küresel artışın hemen hemen yüzde 75’inden sorumlu. Dünya Bankası yetkilileri raporun henüz tamamlanmadığını ve rakamların şişirildiğini söylüyor.
Ancak diğer çalışmalar da aynı yönde. Britanya’da yapılan ve geçen hafta yayınlanan bir çalışma olan Gallagher raporu “biyoyakıtlardan kaynaklanan olumsuz etkilerin gerçek ve kaydadeğer” olduğunu buldu. Çalışma, diğer bulguların yanında, halihazırdaki biyoyakıt politikalarının Hindistan’da 10.7 milyon insanı yoksulluğa itebileceğini ve Avrupa Birliği’nde tahıl fiyatlarını yüzde 15 kadar yukarı çekebileceğini belirtiyor.
Ancak yine de Japonya’da yakın zamanda gerçekleşen G8 zirvesinde, dünyanın en zengin uluslarının liderleri –önce özenle hazırlanmış altı çeşitten oluşan bir öğlen yemeği ve ardından sekiz çeşitten oluşan bir akşam yemeği ziyafeti esnasında– milyonları acıya sürükleyen enerji ve gıda krizlerinin çözümü için birşey yapmak bir yana dursun, bu sorunların oluşmasına sebep olan politikaların benzerlerinin devamını teşvik ettiler.
Küresel kadın organizasyonu MADRE’nin bir bildirisinde belirttiği gibi:
Gıda krizinin temel sebebi kıtlık değil, uzun süredir G8’in başını çektiği başarısız ekonomik politikalar, yani ticaretin liberalleştirilmesi ve endüstriyel tarımdır... Buna rağmen, çözüm arayışlarında, G8, tam da bu sorunlar ağına sebep olan önlemlere daha fazla destek vermeyi planlıyor. Japonya’daki tartışmalarda daha fazla vergi indirimi, biyoyakıt tesisleri, genetiği değiştirilmiş ürünler ve petrol tabanlı gübre ile kimyasal tarım ilaçlarının daha yaygın kullanımı ön plana çıkıyor.
Bu önlemler küresel gıda krizini çözemez. Ancak, bu önemler, tarım şirketlerinin bu seneki rekor kârını daha da arttırabilir. Gıda krizinin aşılması için geçerli çözümler vardır ancak bunlar çokuluslu şirketlerin mali dar çıkarlarının peşinde koşarak ortaya çıkabilecek çözümler değildir.
Fırlayan gıda fiyatları ve biyoyakıtlar nedeniyle çifte vurgun vuran ve kasasını dolduran tarım endüstrisi Washington’daki dostlarının –hem de yalnızca Cumhuriyetçilerin değil Demokratların da– yardımı olmadan bunu başaramazdı.
Örneğin, Barack Obama önde gelen etanol üreticilerinden Archer Daniels Midlands’ın önemli bir siyasi güç olduğu Illinois eyaletinin senatörüdür. Archer Daniels Midlands yıllar boyunca etanol lehine lobi faaliyeti yürütmüş ve bunun karşılığını Obama gibi politikacıları çıkartarak almıştır.
“Obama 2005 yılında Senato’ya girdiğinden beri” diyor Washington Post, “etanolun yılmaz bir destekçisi olmuştur. Bush yönetiminin 2005’te petrol endüstrisini kayıran enerji yasa taslağını, etanol ve diğer alternatif enerji biçimlerine de sübvansiyonlar sağladığı gerekçesi ile desteklemiş ve Iowa’dan sonra en büyük ikinci mısır üreticisi eyalet olan kendi eyaleti Illinois’de yürütülecek etanol ve biyoyakıtlarla ilgili araştırma projeleri için finansman peşinde koşmuştur.”
Her şeyden önemlisi, etanol düzmecesi, küresel ısınma ve petrol bağımlılığı için piyasa “çözümlerinin” aslında bir çözüm olmadığını göstermiştir.
Biyoyakıtların makul ve rasyonel bir şekilde –örneğin, araziyi akıllıca kullanarak gıda için kullanılmayan bitkilerden– üretilmesi çevre krizi için bulunmaya çalışılan çözümün bir bölümünü oluşturabilir.
Fakat bu diğer bazı önlemlerle birlikte başarıya ulaşabilir: otomobillerde yakıt verimliliğinin gerçekten arttırılması, hükümetin kitle ulaşımına ve güneş ve rüzgar enerjisi gibi alternatif enerji kaynaklarına muazzam kaynak ayırması, endüstriyel üretim ve tarımın petrol bağımlılığını azaltacak şekilde yeniden yapılandırılması, kentsel alanların insanların ekonomik zorunluluklar nedeniyle evi ile işi arasında uzun mesafelerde araba kullanmaya mecbur kalmayacak şekilde yeniden düzenlenmesi bu önlemlerden bazılarıdır.
Ancak Phil Gasper’in yakın zamanda International Socialist Review’de belirttiği gibi bu gibi önlemler “büyük ekonomik kaynakları şirketlerin denetiminden çıkarmak için mücadele edilmesini ve tüm siyasi sürecin radikal bir şekilde demokratikleştirilmesini gerektirir. Bu da sermayeyi önemli tavizler vermeye zorlayacak, ABD’de 1930’lardan beri eşi görülmemiş boyutlarda bir toplumsal hareketin ortaya çıkmasını gerektirir.”
“Fakat bu süreci nihayete erdirmek için kâr sisteminin mantığından tamamen kopmaya ihtiyaç vardır.”
*Nicole Colson Chicago’da yaşamaktadır ve Socialist Worker için gazetecilik yapmaktadır.