Toplumsal Cinsiyet, Yaratıcılık ve Güç


American Theatre dergisinin 1 Eylül 1998 tarihli sayısından alınmıştır

(Rebecca Daniels’in “Women Stage Directors Speak: Exploring the Influence of Gender on Their Work” isimli kitabından alınmıştır.)

Sharon Ott, Timothy Near, Roberta Levitow, Zelda Fichandler, Liz Diamond, Tisa Chang ve JoAnne Akalaitis isimli yedi kadın sahne yönetmeni, toplumsal cinsiyetin sanatsal yönlerinin gelişimi üzerindeki etkisini tartışıyorlar. Fichandler, tiyatro camiasında kadınların erkeklere göre çok daha avantajlı bir pozisyonda olduğuna inanıyor, çünkü ona göre kadınlar doğal yapıları gereği daha özenli ve yardımseverler. Benzer bir şekilde Levitow da, kadınsı bir bakış açısı ortaya koymanın sanatı geliştirdiğini ve yaptığı işin en zor yanının zaman zaman eril bir mizaç üstlenmeyi gerektirmesi olduğunu düşünüyor.

Yedi başarılı yönetmenle hassas bir konu üzerine görüşüldü: Sahne önü kadınlar ve erkekler için farklı mı?
Rebecca Daniels’in kitabı “Kadın Sahne Yönetmenleri Konuşuyor”da Amerikan tiyatrosunun tanınmış 35 kadın yönetmeniyle, toplumsal cinsiyetin sanatsal süreçleri ve profesyonel hayatlarındaki etkisi üzerine görüşüldü. Daniels, söyleşilere dair yorumunda, yönetmenlere sanatsal çalışmalarında toplumsal cinsiyetin etkileri üzerine sorular yönelttiğinde çoğu yönetmenin “çok etkiliyor” ya da “hiç etkilemiyor” şeklinde yanıtlama eğiliminde olduğunu belirtiyor: “Hatta toplumsal cinsiyetin sanatsal seçimleriyle kesinlikle bir ilişkisi olmadığına inanan bazı yönetmenler, çalışmalarındaki her şeyle ilişkili olduğunu varsayanlar tarafından sıklıkla cinsiyetçi muamele görüyorlar.”

Daniels’in kitabından yapılan bu kısa alıntılarda yönetmenlerden yedisi, JoAnne Akalaitis, Tisa Chang, Liz Diamond, Zelda Fichandler, Roberta Levitow, Timothy Near ve Sharon Ott, toplumsal cinsiyetten, sanatçı kimlikleri ve kişisel gelişimleri üzerinde önemli etkileri olan diğer faktörlerden bahsediyorlar. 

ZELDA FICHANDLER
New York Üniversitesi, Oyunculuk Lisans Programı Bölüm Başkanı, Washington D.C.’deki Arena Sahnesi’nin kurucusu ve eski genel sanat yönetmeni.

Genetik ve çevre karşılaştırması üzerine: Evrimin büyük ustalığı sonucunda iki cinsiyetin var olduğunu düşünüyorum. Kendi rasyonalitesinde değerlendirirsek evrim, bu tarz farklılıkların faydalı, yaratıcı, tamamlayıcı olduğunu düşünmüş olmalı. Bununla bir ilgisi var gibi görünen Y kromozomu ve belli bir şekilde davranmaya yönelten kültürel emirler var. Şüphesiz ben de buna maruz kaldım. Annem “İnsanlarla tartışmana gerek yok” derdi. “Özellikle erkeklerle. Her zaman karşıt görüşte olman gerekmiyor, düşüncelerini kendine saklayabilirsin”. Ancak, bence yönetmenlik işinde, neyin eril ve neyin dişil olduğunun çok geniş sınırları var. Bazı erkek yönetmenler, etrafındakilere karşı teşvik edici ve sahneye koyduklarına karşı psikolojik olarak aşırı duyarlılar. Bazı kadın yönetmenler ise oyuncularına karşı oldukça katılar, başka bir deyişle empati kuramıyorlar.

Birlikte çalışma itkisi üzerine: Tiyatro sanatı, dikkat, duyma ve dinlemeye dayanır. Erkekler rol dağılımı sırasında rol alandan ziyade dağıtan, sorgulamaktan ziyade bildiren, meraklanmaktan ziyade bilen gibi etkin davranış biçimlerine kadınların alışık olduğundan daha eğilimlidirler. Kadınların erkeklerden daha rahat yapabilecekleri şeyler olabilir. Eğer bu hipotez doğruysa, kadınlar en derindeki doğruyu keşfetmek adına ortak çalışma çabalarına liderlik etmek istiyor olabilirler.

LIZ DIAMOND
New Haven, Yale Repertuar Tiyatrosu’nun yönetmeni.

Kapsayıcı güç üzerine: Yönetmenliğin getirdiği liderliği seviyorum. Bence yönetmenler tanım itibarıyla kontrol düşkünüdürler, güç taciridirler. Birini yönetmeye sevk eden şey bir çeşit Wagner’ci itkidir. Ben sahne üzerinde kendi düşüncelerimi, kendi imgelemimi görmek isterim. Bir metni meslektaşlarımdan farklı okumayı denemek isterim. Estetik ve entelektüel yarışa dönen bu ateşli tartışmayı gerçekten istiyorum. Birlikte çalışmaya yatkın tarzımın toplumsal cinsiyete bağlı olduğunu ileri sürme taraftarı değilim. Bunun için hazır değilim, çünkü bunun deneyimlere göre değiştiğini ve tarihsel açıdan bütünüyle tesadüfî olduğunu düşünüyorum. Bunlardan dolayı, bir grup oyuncuyla aynı odada olmayı ve prodüksiyona dair ortak bir sorumluluk hissettikleri süreçlerde onlarla ilgilenmeyi seviyorum. Bence iyi yönetmek budur. Erkek yönetmenlerin de aynı şeyi yapamayacaklarına inanamam.

Fiziksel görünüş üzerine: Zaman zaman liderliğin boyutla olan ilişkisi beni güldürür. Küçük olduğum gerçeği aslında komik. Oyuncuların önünde çok sevdiğim Ben Halley gibi durmak, sadece onların bel hizasına geliyor olmak ve onlara ne yapacaklarını söylemek çok komik. Ancak sonra Napolyon’un bunu yaptığını düşündüm, bundan böyle o kadar üzülmeyecektim. İlginç bir şekilde bir sanatçı olarak güven kazanırken, bir lider olarak güven kazanırken ve bu güveni kuşanarak çalışmakta olduğumuz projeyle ilgili berrak ve fazlasıyla net fikirlerle provaya giderken, dişiliğim, toplumsal cinsiyetim, cinsiyetim daha az önem kazanıyor. Bunların bir engel oluşturduğu algısı da azalıyor.

JOANNE AKALAITIS
New York, Yönetmen

Keşfetme süreci üzerine: Yönetmenlik uzun süre bir erkek işi oldu ve erkeklerin ne yaptıklarını bildikleri zannedildi. Bir bakıma kadınlar daha şanslıydı çünkü çok eskiden beri var olan güven sahibi olma zorunluluğunun yükünü taşımıyorlardı. Bir kadın yönetmen olarak, bunun aynı zamanda bir nimet olduğunu düşünüyorum, çünkü “bilmiyorum” diyebiliyorsunuz. Her zaman “bilmiyorum” diyorum. “Bilmiyorum, sen ne düşünüyorsun?” Ne zaman birisi “bu bir şey ifade etmiyor” dese ben de, “o zaman ne yapmalı?” diyorum. Bilmemek gerçekten güzel, çünkü en heyecanlı zamanlar bilmediğiniz zamanlardır. Bana göre tiyatro yapmak daha çok süreçle alakalı. Provaları seviyorum, çünkü provalarda kayboluyorsunuz. Provalarda büyük bir kara deliğe düşüyorsunuz. Deliğin içine düşersiniz, çamura ve balçığa bulanırsınız, sonra nefes almak için burnunuzu kaldırırsınız ve biri kafanıza basar… Sonra bir parça parlak fikre sahip olduğunuzu düşünürsünüz, dibe vurursunuz ve hafıza kaybına uğrarsınız. Bu daha çok mücadele etmekle, sorgulamakla, bir kapı açmak ve başka bir kapı ile karşılaşmakla, sonra o kapıyı da açmakla ve tuğladan bir duvarla karşılaşmakla alakalı. Ancak eğer kaybolmaya istekliyseniz, bir çıkış yolu da bulabilmelisiniz. Bana göre bu, yaşamı geliştiren ruhani bir faaliyet; toplumun ne olduğuna dair algıyı derinleştiren bir faaliyet. Çünkü kuşkusuz tiyatronun en güçlü yanlarından biri toplumsal bir etkinlik olmasıdır. Tiyatrodaysanız hiçbir zaman yalnız değilsinizdir.

ROBERTA LEVITOW
Santa Monica, Calif, Yönetmen

Yönetmenliğin dişil ve eril yönleri (yin-yang) üzerine: Benim teorime göre, hepimiz iyiliğin ve kötülüğün birer bileşimiyiz. Büyük erkek sanatçıların çalışmalarında güçlü bir dişil taraf, büyük kadın sanatçıların çalışmalarında da güçlü bir eril taraf var. Yaptığınız işte eril bir yön olması gerekir; kesinlikle tamamen kadınsı olamaz, olursa insanlığın tüm anlatımlarını kapsayamaz. Başarılı erkek sanatçılarda açıkça kadınsılaştırılmış bir çeşit ifade bütünlüğü var, peki bu neden diğer yönde olmasın? Bazı durumlarda en zor şeyin eril olanı benimsemek, bir kadın sanatçı olarak kadın terminolojisiyle konuşmak kadar eril terminolojiyle de konuşma hakkına sahip olduğunu hissetmek olduğunu düşünüyorum. İnsanlar için bunu ifade etmek ürkütücü.

Çalışmak ve toplumsal engeller üzerine: Kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal sürecin herkesin yaptığına, kadınların işyerinde etkileşim halinde olduğu her şeye gerçekten derin etkisi var. Bu, sanat yönetmenleri için de kesinlikle geçerli. Kadın yönetmenler için çalıştığımda, sosyalleşme eğilimi gösterdiğimizi daha çok düşünüyorum.

Erkek bir sanat yönetmeniyle çalıştığım zaman, provadan sonra dışarıya yemeğe veya bir şeyler içmeye gitmek bile bir kadın meslektaşımla olduğundan çok daha farklı. Bu talihsiz bir durum, çünkü sanatsal süreç çalışmaktan keyif aldığınız sanatçılardan oluşan bir kadro oluşturmak için anlaşabildiğiniz birilerini bulmakla alakalı.

Yönetmenlik üzerine: Yönetmenler her çeşit baştan çıkarıcı ve büyüleyici şeye ortak olur. Bu bazen gereklidir. Sonunda kendinizi iyi bir performans göstermesi için birini ayartmaya, bir şekilde sevmeye, kandırmaya, birine yalvarmaya veya çok sık olmasa da bazen oyuncularla dobra dobra konuşmaya çalışırken bulursunuz. Harekete geçirilmesi gereken bu hissiyatı, fikri veya sezgiyi sağladığımdan emin olup olamayacağıma dair neredeyse hiçbir şey yapamayacağım. Bu, kiminle ilişkiye geçtiğinize ve karşıdakinin söylediklerinizi bir erkek ya da bir kadından duyduğunda vereceği tepkinin farklılığına bağlı olduğundan toplumsal cinsiyet meselelerini açığa çıkarır.

TISA CHANG
New York Pan Asya Repertuar Tiyatrosu’nun kurucusu, genel sanat ve sahne yönetmeni

Kültürel etkiler üzerine: Asya tiyatrosunda hiçbir şey düz bir çizgide gerçekleşmez. Hareket daireseldir. Gezinirsiniz ve hiçbir zaman düz bir çizgide ilerleyen bir şeyle karşılaşmazsınız. Eğer enerji dalgalanırsa bu çok daha başarılıdır. Mekânı kullanırken bunu hep aklımda tuttum. Eğer bir noktanın veya anın karşıtlığını vurgulamak üzere kullanılmamışlarsa, elipsler ve daireler düz çizgilerden veya keskin aksiyonlardan çok daha fazladır. Bence bu kadınsı bir özellik. Yin-yang teorisinde, kısa, doğrudan, vurucu hareketler veya darbeler eril olarak farz edilirken; gevşek çizgiler ve daireler dişil bir sembol olarak ele alınır.

Rolü karşı cinse oynatma üzerine: Çin edebiyatından roller seçerken çoğu kez, yumuşak ve güçlü bir kadın kahramanı oynayan oyuncuya, aynı zamanda savaşçı bir rol de veririm. Dengeyi yaratmak için kendi yolumu izliyorum. Bu benim politik taraflılığımın, birazcık da militanlığımın bir parçası mı, yoksa bir karakterin doğal döngüsünü görme şeklim mi merak ediyorum. Gerçekte kadınları, Çin fabllarında tasvir edildikleri gibi sadece ev kadını veya münasip gelin rollerinde görmüyorum. Eninde sonunda, onlar aynı zamanda ruh çağırıcılar, büyücüler, cadılar, güçleri olan varlıklar. Bu ikilikler her zaman bana çekici gelmiştir, bu yüzden bunlara sahne çalışmalarımda yer vermeye gayret ediyorum.

TIMOTHY NEAR
Kaliforniya San Jose Repertuar Tiyatrosu’nun genel sanat yönetmeni

Toplumsal cinsiyet bilinci üzerine: “Feminist ‘70’ler” sırasında otuzlu yaşlarımda ve feminist hareketin tam ortasındaydım. Kız kardeşim (Holly Near) o zamanlarda olduğu gibi şimdi de feminist bir lider. Kitapları okudum, müzikleri dinledim, etkilendim. Ama 80’lere geldiğimizde çoğundan vazgeçtim. Günlük hayatımda, iş yerimde toplumsal cinsiyet farklılıkları üzerine çok az düşünüyorum. Belki de toplumsal cinsiyet farklılıklarının olduğunu unutmayı tercih ettim, öylece kendimden uzaklaştırdım ve işimi yaptım. Eğer böyle yaşamaya devam edersem, ne yaptığıma dair şüphe etmeye veya kendimi negatif yönde sorgulamaya başlayacağımdan korkuyorum.
Karakter yorumlama üzerine: Ben dünyayı bir kadının gözlerinden görüyorum. Sadece oyundakilerin kim olduğunu değil, mesela neden o yolda olduklarını anlamak istemekle ilgili bazı farkların olduğunu düşünüyorum. Genel olarak erkek yönetmenlerle olan deneyimlerime bakınca, bir şeyin nedenini açıklamaya, bir duygunun detaylarına ve özelliklerine dair onlardan daha ilgili olduğumu biliyorum. Yalnızca, “bu kadın bir fahişe” veya “bu adam bir ahlaksız” demek istemiyorum. Geriye dönmek ve bu eylemlerin gerçekte nasıl oluştuğunu, neden bu kötü görünen karakterlerin yaratıldığını bulup çıkarmak istiyorum. Oyuncular, her iyi zamanlara dönüp o karakterlerin neden kötü birer insana dönüştüğünü aşamalandırmak isteyişimde şaşırıyorlar. Bence bu toplumsal cinsiyetle ilişkili bir durum.

SHARON OTT
Seattle Repertuar Tiyatrosu’nun genel sanat yönetmeni

Liderliğin şekli üzerine: Kadınlar sorumluluğun yatay paylaşımı konusunda oldukça rahatlar ve kendilerinin tepede olduğu hiyerarşik bir düzendense, eğer liderlerse, merkezde oldukları yatay bir düzeni isterler. Bu aşağıdan yukarıya giden bir çizginin tersine bir merkezden başlayarak oluşan bir daire gibidir. Bu bir sütunun tepesinde olmanın aksine bir çarkın ortasında durarak kendinizi bir lider gibi görmektir. Toplum hala hiyerarşik davranış modelini veya düzenleme ilkesini temel aldığı için bu bazen sorun yaratabiliyor.