Çeşitli halkların yeni yılın, baharın gelişini kutladıkları bahar bayramları ile ilgili araştırma yapıldığında, farklı bölgelerde benzer ritüellerin tekrarlandığı, bunun da bu bayramlarla bağlantılı farklı mitoslarla/söylencelerle ilişkili olduğu görülür. Kutlamalarda ortak olan temalar "bereket, bolluk, canlanış ve yeniden doğuş"tur ve kutlama biçimleri bölgelerin coğrafi, tarihsel, toplumsal, ekonomik ve siyasal koşulları ve buralarda hakim olan mitoslarla bağlantılı olarak farklılıklar gösterir.

Toplumların kültürel ve manevi değerleri ve insani deneyimlerin birer simgesi olan mitosların amacı genellikle evrenin doğasını açıklamak ya da toplum üyelerine toplumsal yaşam için gerekli davranış ve tavırları öğretmektir. Bu yönüyle siyasi bir işlev de edinirler; insanları birleştiren ortak konularla ilişkili farklı inançları, yaşam biçimlerini, siyasal koşulları yansıtırlar.

Mitosların İşlevleri:

Mitoslar dış çevrenin simgeleri olarak yorumlanır. Bunları yaratanların doğayı gözlemledikleri ve insan davranışlarını buna göre yorumladıkları düşünülür."…Örneğin kahramanların güneşi temsil ettiği, güneş ışınlarının simgesi olan kılıçları kullanarak bulutlar ve gece karanlığı gibi güneşin düşmanlarını temsil eden canavarlarla savaştıkları kabul edilir. Böylece her kahramanlık hikâyesi gece ile gündüz, daha geniş anlamda iyi ile kötü arasındaki çatışmanın bir simgesi sayılır…"[[dipnot1]]

Mitosları insanın bilinçaltındaki istek, korku ve güdülerinin bir ifadesi olarak yorumlayanlar da vardır. "...Dünyanın her tarafından çeşitli mitosların pek çok benzer konu içermesinin ortak bir bilinçaltının varlığını gösterdiği savunulur. Bu temaların işlenişinin farklı olmasının ise, her kültürün özel fiziksel, toplumsal, ekonomik ve siyasal koşullarından kaynaklandığı iddia edilir..."[[dipnot2]]

Mitosları, doğanın bilinemezliği karşısında korkuya kapılan ilkel insan topluluklarının, evreni, dünyayı ve doğa olaylarını kişileştirerek açıklama çabaları olarak görenlere göre, doğaüstü güçler karşısında birlik olunarak onunla iletişime geçilir ve toplumsal yarar amaçlı sonuçlar almaya yönelik eylemlere girişilir. Doğaüstü ile iletişime geçme esnasında yapılan danslar ritüelleri, okunan dualar ve söylenen şarkılar da mitosları oluşturur. Dolayısıyla "... Mitosların ciddi dinsel deneyimlerden ortaya çıktıkları ve dinin özünü oluşturdukları savunulur."[[dipnot3]]

Mitoslara ekonomik bakış açısıyla yaklaşanlar ise, bir mitosun anlamını keşfetmek için simgesel anlamı ya da metnin içeriğinden çok, altyapıya odaklanmak gerektiğini savunurlar. Bu yapının, değişmez biçimde toplumsal ilişkilerdeki ve ekonomik sorunlardaki gerilimleri ortaya koyduğunu düşünürler.

Tarihte anaerkil bir dönemin yaşandığını savunanlar ise mitosların simgesel içeriğini anlayabilmek için, yeryüzü merkezli anaerkil dinlerle, daha aşina olunan gökyüzü merkezli erkek egemen dinler arasındaki temel farklılıkları bilmenin önemli olduğunu savunurlar.[[dipnot4]] Bu görüşe göre, "...anaerkil toplumun siyasal, ekonomik, toplumsal ve dini temeli tarımsal yıla dayanır. Tarıma verilen önem, bütün canlıların doğumdan olgunluğa, oradan ölüme ve oradan da yeniden doğuşa giden gelişimlerinin vurgulanmasına ve dairesel bir yaşam görüşünün ortaya çıkmasına yol açmıştır."

İddiaya göre, anaerkil toplumlarda Ana Tanrıça vasfına sahip kraliçe kendisine bir koca seçer ve bir yıl için onu kutsal kral ilan eder. Her bahar, yeni tohumlar ekildiğinde, çok büyük bir dini tören yapılacak ve bir önceki yılın kutsal kralı kurban edilecektir. Ana tanrıçanın rahibeleri onun bereket güçlerine sahip olabilmek için yine onun etini yiyecek ve aynı amaçla tarım alanları ve çiftlik hayvanları da onun kanıyla sulanacaktır. Sonra dini bir törenle kraliçe, gelecek yıl için yeni bir kutsal kral alacaktır.

Zamanla kutsal kral daha fazla güç kazanmaya başlar ve kendisiyle birlikte erkeklerin egemen oldukları yeni bir toplumsal ve siyasal düzen kurar.

Bu yeni sistemde gündelik yaşamı etkileyen doğa olayları üzerinde denetim kurmaya çalışmak, yağmur yağdırmak ya da avda başarılı olmak amacıyla belirli zamanlarda törensel danslar yapılır. Mevsimlerin dönüşü, kışın bahara dönüşmesi gibi yinelenen doğa olayları, eski yılı temsil eden kralın yeni yılın kralının karşısında yenik düşmesi kılık değiştirerek canlandırılır. Çoğu zaman yinelenen "bir tanrının ölümü ve yeniden dirilmesi" teması da insanlara verdiği kılık değiştirme ve kişileştirme olanaklarıyla tiyatronun çıkış noktalarından biri olarak gösterilir.[[dipnot5]]

YUNAN MİTOSLARI

Demeter ve Persephone :[[dipnot6]]

Demeter ve Persephone mitosu baharın gelişini, doğanın yeniden doğuşunu konu edinir. Mitostaki temel tanrı ve tanrıçalar olan Demeter, Persephone ve Hades doğadaki yaşam çemberini denetlerler. Persephone'nin annesiyle ya da kocasıyla yaşaması, mevsimleri belirler.

"...Atina'da her yıl Ekim ayında yalnız kadınların katıldıkları "thesmophoria" bayramı kutlanır ve Demeter ve Persephone'ye de "thesmophpriai" yani yasa getiren, insanlara doğal yasaları öğreten tanrıçalar denirdi. Aristophanes "Thesmophoria Bayramını Kutlayan Kadınlar" adıyla bir komedya yazarak, kadınların bu gizli bayramlar sırasında kadın düşmanı Euripides'i nasıl suçladıklarını sahneye koymuştur...".[[dipnot7]]

Bu mitosun en kapsamlı versiyonu Homeros İlahileri'nde yer alır.[[dipnot8]]

Yeraltı dünyasının, ölülerin tanrısı Hades aynı zamanda zenginlik tanrısı olarak da bilinir. "...(onun diğer adı olan Pluto, zenginlik anlamına gelen ploutos sözcüğünden türetilmiştir). Ölü toprak her bahar, bağrından yeni bitki yaşamını fışkırtmak için yeniden canlanır..."[[dipnot9]]

Toprak ve bereket tanrıçası Demeter, tarımsal toplumların taptığı Ana Tanrıça Gaia'nın torunu, Kronos'un ve Rhea'nın kızı, Zeus'un da kız kardeşi ve karısıdır. Ölümlülere darı, buğday, arpa ekmeyi, büyütmeyi, biçmeyi öğretir.

Demeter ve Zeus'un kızı Persephone güneş ışığını, yaban çiçeklerini sever ve genellikle zekâ ve savaş tanrıçası Athena ve atıcılık tanrıçası Artemis'le birlikte çayırlarda çiçek toplar.

Mitosa göre Aphrodite ve Eros, Zeus ve Demeter'in kardeşi, yeraltı dünyasının tanrısı Hades'i Persephone'ye aşık ederler. Hades Zeus'tan kızı Persephone'yi ister, Zeus da onay verir ancak iktidar arzusu olmayan karısı Demeter'in kızının özgürlüğünü kaybetme pahasına yeraltı kraliçesi olmasına razı olmayacağını söyler. Bununla birlikte, kızını gizlice kaçırması için ona yardım etme taahhüdünde bulunur.

Zeus güzel bir çiçek yaratarak kızına tuzak kurar. Birlikte gezdiği Artemis ve Athena'dan ayrılan Persephone çiçeği görüp ona uzandığında toprak yarılır ve Hades kızı kendi arabasına çeker. Güneş tanrısı Helios da çığlıklar atarak annesini çağıran Persephone'nin acısına tanık olur.

Kızının korkunç çığlığını duyan Demeter boşuna onu arar çünkü onun nerede olduğunu bilen ölümsüz tanrılar sessiz kalmayı tercih eder, ölümlüler de üzüntülü ve şaşkın anneye yardım edemezler.

En sonunda Demeter, Persephone'nin en son görüldüğü ve sonuçsuz arayışının başladığı Sicilya'ya geri döner. Önce Sicilya'yı cezalandırır; yaşam veren armağanlarını geri çeker. Bereketli topraklar çorak kalır, kuraklık başlar, korkunç şiddetli rüzgârlardan sonra yağmur tufanı başlar. Ana Tanrıça Sicilya'dan sonra tüm dünyayı kıtlık ve kuraklıkla cezalandırır.

Helios'a giden Demeter ondan gerçeği öğrenir ve Zeus ile öteki Olymposluları, bütün ölümlülerin açlıktan ölmelerine neden oldukları için cezalandırmaya karar verir. Bunu anlayan Zeus rüzgâr ayaklı İris'i Demeter'e yollayarak Olympos Dağı'na dönmesini emreder. Bunu bir süre reddeden Demeter sonunda Zeus'a geri döner ve kızını geri ister. Zeus, Persephone'nin bir şartla geri dönmesine izin vereceğini söyler: Hades'in karanlık krallığında hiçbir şey yememiş olmalıdır.

Demeter gittikten sonra Zeus Hades'i ikna etmesi için yol bulucu habercisi Hermes'i gönderir. Hades Persephone'yi geri göndereceğini söyler; Persephone'ye de onu sevdiğini, krallığının çok büyük olduğunu, ona tapmayanları cezalandıracağını bildirir ve karısı sonsuza dek yukarıdaki dünyada kalmasın diye ona aşk aşılayan büyülü ve bal kadar tatlı bir nar tanesi verir.

Demeter sonunda Persephone'ye kavuşur. Fakat kısa bir süre sonra Persephone'nin ölüler dünyasında nar yediğini duyar ve kederinden yıkılır. Tam bu sırada Demeter'in annesi Rhea Zeus'tan haber getirir: "Zeus, Persephone'nin Hades'in karanlık, kasvetli krallığında yılın sadece üçte birini geçireceğine söz verdi. Her yıl baharın güzel kokulu çiçeklerinin açma zamanı geldiğinde, karanlıklar krallığını bırakarak sana dönecek. Bütün ekinler hasat edilene, güneşi efendisi Helios'un günleri kısaltıp serinlemesine kadar beraber olacaksınız." Bunu duyan Demeter hemen toprağa yapraklar, çiçekler, yaşam veren meyveler açtırır. Böylece mevsimlerin düzeni yeniden kurulur.

Dionysos: [[dipnot10]]

"...Dionysos mitosu, ölümü ve yeniden doğuşu temsil etmesiyle Adonis-Attis-Osiris mitoslarıyla benzerlik gösterir. Mevsim değişimleri, doğanın ölümü ve yeniden doğuşu şarap tanrısı karakteriyle özdeşleştirilmiş ve mevsim dönümleri Dionysos adına yapılan üç ayrı dinsel törenle kutlanmıştır.

Ürünler olgunlaşırken, çiçekler açmaya başlarken ve asmalar budandıktan sonra şarap tanrısı Dionysos adına Antesteria adı verilen çiçek bayramı kutlanırdı. Bu tarihte şarap içilir duruma gelirdi. Şarap kapları açılır ve büyük bir şenlik düzenlenirdi. Şarap içilir, gençler şarap tulumları üzerinde tepinir ve kızlar salıncaklarda sallanırdı; bütün bunlar bolluk getirmek içindi. O tören için seçilen ve içki içme yarışmasını yargılayan Archon'un karısı Dionysos'la evlenirdi. Dionysos'un öküz biçimindeki heykeli bir araba üstünde getirilir ve Archon'un karısının düğünü yapılırdı. Şenliğin son gününde tahıl lapası yapılır ve ölü ruhlara yeraltına giderken eşlik eden Hermes'e sunulurdu. Düğün olurken ruhların sokaklarda uçuşup dolaştığına inanılırdı. Şenlik sonunda "Antesteria bitti, artık gidin ruhlar!" denilerek ruhlar kovulurdu. Böylece, Dionysos hem ölümü, hem yaşamı simgeleyen bir tanrı olarak anılırdı.

Bu tanrıyla ilgili başka bir şenlik de Ocak ayı içerisinde düzenlenirdi. Lenaia diye adlandırılan bu şenlikte heykel büyüklüğünde bir fallus bolluğun simgesi olarak geçit alayında geçirilir ve şarkılar okunurdu. Şenliğin sonunda lapa sunulurdu. Bu şenlikte Dionysos'un yeniden doğuşu oyunlarla canlandırılırdı.

Daha önemli bir şenlik ilkbaharda (9-13 Mart) düzenleniyordu. Bu şenlik Peisistratos'un etkisiyle M. Ö. VI. yüzyılda başlatılmıştı. Antik tiyatronun doğuşu bu Büyük Dionisia şenliği ile ortaya çıktı. Bu şenlikte söylenen ditrambos'u Midillili ozan Arion bulmuştu. Kısa bir süre sonra, bu şenlikte ozanlar arasında ödüllü bir yarışma düzenlenmiş ve tiyatro sanatı da bu yarışmadan doğmuştu.

Büyük Dionisia'da, Akropolis'in güney eteğine rastlayan yerdeki Dionysos tiyatrosuna önce tanrıyı simgeleyen bir heykel taşınırdı. Bu simge kutsal kişiler, rahipler tarafından getirilirdi. Geceleyin çıralar yakılır ve heykelin başında nöbet tutulurdu. Ertesi gün Dionysos adına düzenlenen danslar ve koroyla söylenen ezgiler başlardı. Bunlar yarışma içine sokulurdu. Bu yarışmada ayrı yerlerden seçilen beş erkek ile beş çocuk korosu vardı ve her koroda elli kişi bulunurdu. Yarışmalar, en önde din adamlarının oturduğu Dionysos tiyatrosunda olurdu. [[dipnot11]]

Dionysos dinsel törenlerinde amaç tanrı ile birleşerek tanrılaşmak ve doğa ile bütünleşerek onun tüm sırlarına ulaşmaktı. Coşku bu hedefe açılan kapı, şarap da bu kapının anahtarıydı.

Yunan panteonuna son katılan tanrılardan olan ve Anadolu ya da Trakya kökenli bir tanrı olduğu söylenen Dionysos'un isminin anlamı "Nyssa Dağı'nın Tanrısı"dır. Dionysos'un doğuş efsaneleri çok çeşitlidir ama genel kabul gören, Dionysos'un Zeus ile Thebia kralı Kadmos'un kızı Semele'nin oğlu olduğu ve iki kez doğduğudur.

Mitosa[[dipnot12]] göre, Hera, Zeus'u Semele'den kıskanır ve yaşlı bir kadın (bazı kaynaklarda Semele'nin annesi Beroe) kılığına girerek Dionysos'un annesine tavsiyelerde bulunur: "Mademki tanrılar tanrısı Zeus'un sevgilisisin; ondan, sana da tüm ihtişamı ile kendi karısına göründüğü gibi görünmesini istemelisin."

Semele'nin bu isteğine boyun eğen Zeus, sevgilisine göründüğü anda kadın rahmindeki yedi aylık çocuğu düşürür. Bu çocuk Zeus'un oğlu Dionysos'dur. Zeus Semele'nin düşürdüğü ve mucizevi olarak orada biten sık yapraklı bir sarmaşığın yanmaktan koruduğu Dionysos'u baldırına (kimi kaynakta kalçasına) kancalarla yerleştirir ve zamanı geldiğinde onu ikinci bir doğumla meydana getirir. Böylece Dionysos iki kez doğmuş olur.

Zeus oğlunu kıskanç karısının hışmından korumak için Hermes'le birlikte Nyssa Dağı'nda sarmaşıklarla kaplı bir mağaraya gönderir. Hermes, tanrıyı mağaradaki nemfalara bırakır. Bu periler, Dionysos'u büyütüp eğitirler.

Dionysos gençlik çağına geldiğinde mağaradaki üzümleri kullanarak şarap yapma sanatını bulur.

Tanrının doğumuna ilişkin diğer bir mitosa göre de, Zeus Olympos'tan her ayrılışında tahtını ve asasını çocuk Dionysos'a bırakır. Ancak Hera'nın çocuğa karşı kıskançlık dolu bir nefret beslediğini bildiğinden Dionysos'u bağlılıklarına güvenebileceğine inandığı Kuretaların bakımına emanet eder.

Hera Kuretalar'a rüşvet vererek çocuğa eğlenmesi için oyuncaklar verir. Ustaca yapılmış bir ayna çocuğu bir çalılığın içine çeker, orada onun emrindeki Titanlar çocuğun üzerine saldırır, bacaklarını kollarını koparır, bedenini çeşitli otlarla kaynatıp yerler. Ama bu olaya kendisi de karışmış olan kız kardeşi Athena onun kalbini saklar ve döndüğünde Zeus'a verir ve işlenen cinayetin tüm öyküsünü anlatır.

Zeus müthiş bir öfkeyle yıldırımlarını Titanlara gönderir ve onları öldürür. (Sonrasında Titanların küllerinden insan yaratılacaktır...) Söylencenin bundan sonrası çeşitlenir. Bir söylenceye göre Zeus, Dionysos'un kalbini yutar. Başka bir söylencede, kalp hap şekline getirilip Semele'ye yutturulur ve Semele ikinci bir doğum yapar.

Bu ölüm ve yeniden diriliş teması bütün mitoslarda ortaktır.

Attis, Agdistis ve Kybele:

Bu mitos bugün Eskişehir'in, Sivrihisar ilçesi Balhisar köyü adını alan Pessinus'taki Ana Tanrıça Kybele kültüyle ilişkilidir.

Farklı anlatımlara sahip efsanelerde Agdistis ile Ana Tanrıça Kybele birbirine karışır. Ancak tüm anlatılarda ana tema toprağın bereketi ve bitkinin öldükten sonra yeniden dirilmesidir

Efsaneye[[dipnot13]] göre, bir gece düş gören Zeus tohumunu yeryüzüne döker, bundan hem erkek hem de kadın olan Agdistis dünyaya gelir. Tanrılar bu varlığın erkeklik organını keserler, bu organdan da bir badem ağacı meydana gelir. Irmak tanrısı Sangarios'un (Sakarya) kızı Nana bu ağaçtan bir badem koparıp bağrına saklar ve bundan gebe kalarak Attis'i doğurur. Attis'i büyütemeyeceği için uzak bir dağa bırakır.

Attis büyüyünce çok yakışıklı bir delikanlı olur. Artık sadece kadın olan Agdistis de ona aşık olur ve onu elde etmeye çalışır. Attis Agdistis'ten kaçmak için Pessinus'a gider ve oranın kralının kızıyla evlenmeye kalkışır. Ancak evlenecekleri günün gecesi Agdistis'in düğüne geldiğini görünce çıldırır ve erkeklik organını keser. Attis ölür, buna çok üzülen Agdistis de onun bedeninin bozulmamasını sağlamak için çeşitli yöntemler dener.

Mitosun başka bir anlatımı da şöyledir:

Phrygia ilinin sınırlarında Agdos adlı ıssız bir kaya bulunur. Bu kaya tanrıça Kybele olarak kabul edilip ona tapınılır.

Kaya Tanrıça Kybele'ye aşık olan Zeus onunla birleşemeyince tohumunu üstüne bırakır. Bu tohumdan yine çift cinsiyetli Agdistis dünyaya gelir. Şarap tanrısı Dionysos Agdistis'i sarhoş eder ve bir süre sonra Agdistis erkekliğinden olur.

Agdistis'in erkeklik organından bir badem ağacı çıkar, bunun meyvesini bağrına alan Sangarios ırmağının kızı Nana, gebe kalır ve Attis'i doğurur. Sangarios kızı Nana'ya çocuğu dağa bırakmasını buyurur. Çocuk bir tekenin sütüyle beslenir, büyür ve çok güzel bir delikanlı olur.

Agdistis ve Kybele bu delikanlının güzelliğine tutulurlar. Phrygia kralı Midas da onu kızına almak ister. Derken Agdistis Attis'i çıldırtır, o da erkeklik organını keserek can verir.

Kybele Attis'i toprağa gömer; onun toprağa akan kanından da menekşeler biter. Midas'ın kızı üzüntüden canına kıyınca, Kybele onu da gömer ve onun mezarında da menekşeler ve bir de badem ağacı yetişir.

Yine farklı bir anlatıya göre de, Agdistis Attis'in bedeninin çürümemesi için Zeus'a yalvarır. Zeus bunu kabul eder: Attis'in saçları uzamaya, küçük parmağı da oynamaya devam edecektir. Agdistis bu sözü aldıktan sonra ölüyü Pessinus'a götürür, oraya gömer ve onun anısına bir bayram düzenleyerek bir de rahip heyeti kurar.

Adonis:

Güney Akdeniz kökenli bir Anadolu efsanesidir ve Kybele-Attis mitosunun başka bir anlatımıdır.[[dipnot14]]

"...Efsanenin Sümer ve Hitit kaynaklarından geldiğini savunanlar da bulunur. Adonis İbranice "efendi" anlamına gelen Tammuz (Temmuz) adının Yunancalaştırılmış karşılığıdır..."

"...Kışın yeraltında saklanan, baharla birlikte yeryüzüne dönen ve aşk cümbüşü içinde fışkırıp gelişen bitkisel varlığı simgeleyen Adonis'e Suriye'de özellikle kadınlar tapınırlardı. Yılda bir bahar bayramları yapar, saksılara, sepetlere tohum diker, onları sıcak sularla sularlardı; böylece hızla büyüyen bu bitkiler kısa zamanda solup ölürlerdi. Adonis bahçelerindeki bu çiçeklerin karşısında kadınlar yas tutar ve "O ton Odonin!" (Vah Adonis!) çığlıklarıyla dövünürlerdi..."[[dipnot15]]

Mitosun başka bir anlatımına göre, Suriye kralı Theias'ın (ya da Kıbrıs kralı Kinyras'ın) kızı Myrrha (ya da Smyrna) Tanrıça Aphrodite'nin lanetine uğrar ve babasına aşık olur. Babasıyla seviştiği on iki gecenin sonunda hamile kalır. Sonuncu gece baba gerçeğin farkına varır ve bu korkunç günahı temizlemek için kılıcıyla kızına saldırır. Kıza acıyan tanrılar onu kurtarır ve bir mersin ağacına çevirirler.

On ay sonra ağacın kabuğu çatlar ve içinden çok güzel bir bebek olan Adonis çıkar. Çocuğun güzelliğine vurulan Aphrodite onu büyütmesi için yeraltı tanrıçası Persephone'ye verir. Çocuğa tutulan Persephone bir süre sonra onu Aphrodite'ye geri vermek istememeye başlar. İki tanrıça arasındaki kavga çıkar, durum kızışınca Zeus bir çözüm bulur: Adonis yılın dört ayını Persephone'nin, dört ayını Aphrodite'nin yanında, geri kalan dört ayı da istediği yerde geçirecektir. Adonis de sekiz ay Aphrodite'nin yanında kalmak istediğini söyler.

Bu aşkı kıskanan tanrılar (Ares ya da Artemis) Adonis'in üstüne bir yaban domuzu salarlar. Kasığından yaralanan Adonis kanaya kanaya can verir. Adonis'in toprağı sulayan kanından manisa lalesi denen bahar çiçekleri biter. Sevgilisinin yardımına koşan Aphrodite'nin ise ayağına diken batar, sıyrığından akan bir damla kan tanrıçanın çiçeği olan beyaz gülü kırmızıya boyar.

ORTADOĞU MİTOSLARI

HİTİT

Telepinu:

Bu Hitit doğa söylencesi, Tammuz ve Baal mitoslarıyla aynı temayı işler: yeryüzünü verimsiz kılacak şekilde ortadan kaybolan tanrının geri dön(dürül)üşü. Tanrının varlığını tekrar sağlamak ve böylelikle bereketi geri getirmek için yapılan dinsel törenleri kapsar. Doğum, ölüm ve yeniden doğuş çevrimini vurgulayarak doğayı, mevsim değişimlerinin nedenlerini açıklar.[[dipnot16]]

İlk üç Telepinu tableti tahrip olmuş ve hiçbir zaman bulunamamıştır. Belki de bu yüzden, öyküde Telepinu'nun neden kızgın olduğu anlaşılamamaktadır.[[dipnot17]]

Mitosa göre, canlılara bereket veren Telepinu bir gün çılgın bir öfkeyle bağırır: "…Çok kızgınım! Kimse yanıma yaklaşmasın!" O kadar öfkelidir ki sağ ayakkabısını sol ayağına, sol ayakkabısını sağ ayağına giymeye çalışır. Bu onun öfkesini daha da arttırır."[[dipnot18]]

Sonunda ayakkabısını giyer ve hızla uzaklaşır. Yorulunca da bir çayırda uyuyakalır.

Telepinu'nun öfkesi tüm doğayı üzer, tarlalarda ürün yetişmemeye başlar. Kıtlık ve kuraklık baş gösterir. Bunun üzerine Telepinu'nun babası fırtınalar tanrısı Taru tanrılara bir göz gezdirir ve oğlunu aramaya başlar. Bulamayınca Telepinu'yu aramaya bütün tanrılar katılır.

Güneş tanrısı Telepinu'yu bulması için çok hızlı uçan kartalı gönderir ama kartal eli boş döner. Bunun üzerine kaygılanan Taru kendi babasına oğlunun öfkesinin sebebinin ne olabileceğini sorar. Babası Taru'ya şöyle cevap verir: "Bunun sorumlusu sensin ve eğer suçlu olduğunu öğrenirsem seni öldürürüm. Oğlunu bir an önce bulmalısın."

Taru, durumu Ana Tanrıça Nintu'ya da anlatır. Nintu sakin olup korkmamasını, hata onun olsa da olmasa da durumu düzelteceğini, oğlunu bulması gerektiğini söyler. Taru oğlunu bulamaz. Nintu bunun üzerine bir arı bulup eğiteceğini ve Telepinu'yu aramaya göndereceğini söyler.

Ninta arıyı bulur, ona Telepinu'yu bulduğunda ellerini ve ayağını sokmasını, gözleriyle ayaklarını balmumuyla sararak onu arındırmasını ve kendi huzuruna getirmesini söyler. Taru arının bu işi başarmayacağını düşünür ama gerçekten de arı Telepinu'yu bulur ve sokar.

Arının soktuğu Telepinu daha da fazla sinirlenir ve akan nehirleri taşırır; bir sürü insan ve hayvanın ölümüne neden olur. Telaşlanan ulu güneş tanrısı, şifa ve sihir tanrıçasının onu sakinleştirebileceğini söyler. Tanrıça Telepinu'ya şarkı söyler ve getirilen bir (erkek) insan onun kızgınlığının sebep olduğu kötülükleri anlatarak dua okur. Bunun üzerine Telepinu evine geri döner ve ülkesiyle ilgilenmeye başlar. Yaşam normale döner.

SÜMER

Tammuz (Sümercede Dumuzi) ve İştar (Sümercede İnanna):

Tammuz ilkbaharda yeniden doğan bitkilerle birlikte yeniden dirilen bitkiler dünyası tanrılarının ilk örneğidir. Bu mitos Tammuz ayinlerinin temelini oluşturur.

M.Ö. 3000'li yıllarda Mezopotamya-Ur Şehri'nde kışın sonunda Fırat ve Dicle'nin canlandırıcı gücünü temsil eden Tammuz (Dumuzi) adına ayinler yapılır. Bu tanrının baharın gelişiyle yeniden canlanışı ve etrafına bolluk ve bereket saçışı kutlanır.

Sümerlerin bu mitosu deltaya gelirken beraberlerinde getirdikleri düşünülmektedir. Tammuz kültünün İbraniler kanalıyla Suriye ve Mısır üzerinden eski Yunanistan ve Anadolu'ya da geçtiği de söylenir. Yunanistan ve Anadolu'da Tammuz adı Yunanca Adonis olarak geçer.[[dipnot19]]

Kuzey Mezopotamya takviminde aylardan birinin adı Dumuzi'dir. Standart Babil takviminin dördüncü ayı da Düzu'dur. Tammuz Irak Arapçası'nda hâlâ Temmuz ayı için kullanılır.

Mitosa göre, Sümerlerin gök kraliçesi İnanna bilinmeyen nedenlerle (belki de fethetmek için), kız kardeşi tanrıça Ereşkigal'in hüküm sürdüğü "dönüşü olmayan ülke"ye (ölüler dünyasına) inmeye karar verir.[[dipnot20]] Burada uğrayabileceği zararlara önlem olarak da veziri Ninşubur'a, üç gün içinde dönmezse üç büyük tanrıya (Nippur kentinin tanrısı Enlil, Ur'un tanrısı Nanna, Babilonya'nın Eridu kentindeki bilgelik tanrısı Enki) yardım için başvurmasını söyler.

Ölüler dünyasının yedi kapısından geçerken her birinde elbiselerinden bir parça bırakan İnanna sonunda (büyük tanrılar topluluğu) Annunaki'nin karşısına çıkar. Tanrılar ölümün gözlerini ona çevirince İnanna bir cesede döner. Üç gün sonra vezir yardım için tanrılara başvurur ama yalnızca Enki yardım etmeyi kabul eder. Enki tırnaklarının kirinden iki cin yaratır (Kurgarru ve Kalaturru). Bu cinler Enki'nin buyruklarıyla ölüler ülkesine gider, İnanna'nın üzerine 60 kez yaşam yiyeceği ve içeceğinden serper ve İnanna'yı canlandırır.

Ancak ölüler ülkesinin bir kuralı vardır: yerine birisini bulmak zorundadır. Cinler, vezir Ninşubur da dahil olmak üzere birkaç kişiyi ölüler ülkesine götürmek isteseler de, İnanna bunları kurtarır.

Yukarıda anlatılan bu mitosun en eski biçimidir ve zamanla değişmiştir.

Sümer dönemine ait olan Tammuz ritüellerinde mitosun bu değişmiş biçimi temel alınır. Ritüellerde, Tammuz'un ölüler dünyasına inmesi üzerine ülkenin içine düştüğü kargaşa, buna üzülen İştar'ın onu kurtarmak için yeraltına inme çabası ve en sonunda da Tammuz'un diriler dünyasına geri döndürülüşü işlenir.

Bu ritüel, mevsimlerle ilgili bir ritüeldir. Mitosun eski halinden uzaklaşmasının olası bir nedeni olarak Sümerlerin Dicle-Fırat deltasına gelmesi ve çobanlıktan tarım toplumuna geçmesi gösterilir.[[dipnot21]] Ritüellerde Tammuz ve İştar erkek ve dişi çam (köknar) ağacı altında canlandırılır. Söz konusu deltada bulunmayan bitki Sümerlilerin geldiği dağlık bölgeye özgü bir türdür. Ayrıca, göklere yükselen "zigurat" yapıları da tapınak mimarlığının bir özelliğidir ve bu da aynı dağlık yöreye özgü bir işaret olarak yorumlanır. Bu durumda, mitosun özgün halinin Sümerlerin deltaya yerleşmesi öncesindeki çok farklı yaşam koşullarından doğduğu iddia edilir.

Mitosun Babilonya versiyonunda[[dipnot22]] İnanna-İştar'ın yeraltına inişinin nedeni verilmemiştir. Tammuz'un neden yeraltı dünyasında bulunduğu da anlaşılamamaktadır. İştar'ın dönüşü olmayan ülkeye inişi sırasında yeryüzünde bulunmayışının etkileri, cinsel verimliliğin, üretkenliğin yok olmasıdır. Tammuz'un yokluğunun etkileri ise canlılar dünyasında yarattığı haraplık, bitkilerin ölüşüdür.

Ugarit[[dipnot23]] mitolojisindeki Hadad Mitosu da Tammuz'un yeraltı dünyasına inişiyle benzerlikler içerir:[[dipnot24]]

Denizlerin hanımefendisi olan Aşerah, Baal'i (Hadad'ı) El'e şikâyet eder ve onun ürettiği canavarların kendilerini yuttuklarını söyler. El Aşerah'a yaban öküzüne benzer yaratıklar üretmesini tavsiye eder. Baal bunları avlama arzusuna kapılınca bu hayvanlar tarafından avlanır ve bataklığa atılır. Baal yedi yıl boyunca bataklıkta kalır ve yeryüzünde kaos çıkar.

Tanrı kardeşleri onu aramaya çıkar ve bulunca da sevinirler. Düzen yeniden sağlanır.

BABIL

Enuma Elis :[[dipnot25]]

Babil yaradılış söylencesi, "gökyüzünde iken" anlamına gelen başlangıç sözcüklerinden Enuma Eliş olarak bilinen destandır. Bu destan, İngiliz arkeologların 1845'de, şimdiki Irak topraklarındaki Ninova'da başlattıkları kazılar sırasında buldukları yedi adet kil tablet üzerine çivi yazısıyla kaydedilmiştir. Bu tabletler, M.Ö 668 ile 627 yılları arasında hüküm süren Kral Asurbanipal'in kütüphanesine aittir.

Ninova'ya yakın olan Asur'daki 1902 tarihli Alman kazıların sonucunda Enuma Eliş'in bir başka versiyonu bulunur. Tahminen M.Ö.1000'li yıllara ait bu tabletlerin içerikleri ve biçimleri, hikâyenin M.Ö. 1900'ler kadar eski olabileceğini ortaya koyar. Babil'i M.Ö. 1728'den M.Ö. 1686 yılına kadar yöneten Ham-murabi'nin ünlü yasalar topluluğunun girişinde de hem Enuma Eliş hem de Marduk'tan söz edilir.

Enuma Eliş, Babil'de her yıl sonbaharın başlangıcını simgeleyen on günlük Yeni Yıl festivalinin bir parçası olarak, huşu içinde ezbere okunmuş ve dramatize edilmiştir. Tatil, evrendeki düzenin yeniden kurulması, hayatın yenilenmesini ve gelecek yıl için tüm insanların kaderlerinin belirlemesini vurgulayan ciddi bir olaydır.

Enuma Eliş'in bir yaradılış söylencesinden daha fazlasını ifade ettiği söylenebilir. Babilliler Sümerlerin geleneksel yaradılış söylencesini almışlar ve onu yeni ulusal, dinsel ve siyasal amaçlarla kullanmak üzere yeniden şekillendirmişlerdir. Evrenin yaradılışının açıklanması, yıldırımlar tanrısı Marduk'un yüce iktidara ulaşması ve onun yeryüzündeki kenti olan Babil'in methedilmesi hikâyesine dönüşmüştür:

Yeryüzü tanrısı Ea'nın oğlu olan Marduk olağanüstü yeteneklere ve doğuştan gelen haklara sahiptir. En üstün tanrı mertebesine ulaşır; dinsel bir devrim sonucunda da iktidara da sahip olur. Kurduğu yeni düzen, kadınların egemen olduğu söylenen anaerkil bir din yerine erkek egemenliğine dayanan bir din görüşüne dayanır. Yeni düzenle Büyük Tanrıça ya da Ana Tanrıça olan ve bütün temel tanrılara yaşam veren Tiamat artık tanrıların düşmanı haline gelmiştir.

Bu yaradılış efsanesine göre[[dipnot26]] başlangıçta yalnızca su ve sis vardır. Baba Apsu ortaya çıkıp tatlı suların, Ana Tiamat da tuzlu suların efendisi olurlar. Oğulları Mumu da sislerin içindedir. Daha sonra, ikisinin suları kaynaşır ve bundan Anşar ve Kişar çıkar. İkisinden göklerin tanrısı Anu, ondan da Ea doğar. Ea anne ve babasını da geçerek rakipsiz bir yeryüzü tanrısı olur.

Genç tanrıların bir araya geldiklerindeki taşkın davranışları Tiamat ve Apsu'yu endişelendirir ama buna bir çözüm de bulamazlar. Mummu'yla birlikte sorunu tartışır ve ayrı düşerler: Apsu ve Mumu onları yok etmeye karar verir ve bir komplo düzenler, Tiamat ise buna karşı çıkar.

Bir süre sonra genç tanrılar komployu öğrenir ve en akıllıları olan Ea sayesinde kurtulurlar. Ea genç tanrıları koruyacak büyülü bir daire oluşturur ve Apsu ve Mummu'yu güçsüz bırakacak bir büyü okur. Düşmanların üstesinden gelen Ea karısı Damkina ile birlikte Apsu'nun sularına yerleşir, bir süre sonra oğulları Marduk doğar.

Marduk doğumundan itibaren çok güçlü ve ürkütücü bir tanrıdır. Dört gözü, dört kulağı vardır, başında on tane tanrı halesi bulunur.

Bu sırada Anu'nun yarattığı şiddetli rüzgârlar tanrılara acı verir ve bir kısmında kötü duygular oluşur. Tanrılar Kingu'nun önderliğinde Tiamat'la konuşur ve onu Apsu ve Mummu'nun intikamını alma yönünde cesaretlendirirler. Tiamat da yenilmez silahlar olarak on bir canavar yaratır ve büyü yaptığı Kingu'yu isyankâr tanrıların ve canavarların kumandanı ilan eder.

Annesinin intikam planını haber alan Ea, büyükbabası Anşar'a gider ve Anşar ona Kingu'yu öldürmesini tembihler. Ea yeterli cesareti toplayamayınca, Anşar oğlu Anu'ya Tiamat'a karşı savaşma emri verir. Ama Anu da cesaretini toplayamaz ve geri döner. Anşar sonunda Marduk'u görevlendirir. Marduk da bunu kabul eder: "Kaygılanmayın, ben kalbinizin isteklerini yerine getirebilirim. Her şeyden önce, size karşı gelen bir erkek değil. Tiamat, tüm silahlarına rağmen bir kadın!..."

Tanrılar meclisinde çeşitli büyüler yaparak gücünü ispatlayan Marduk benzeri olmayan silahlarla kuşanır. Dehşetli bir zırha bürünür ve kafasına korkunç ışık haleleri yerleştirir. Dudaklarına şeytani güçlere karşı büyülü bir koruma sağlayan kırmızı bir macun sürer. En güçlü silahı olan tahrip edici yağmur fırtınasını çağırır. Marduk'un bu görüntüsü Kingu'nun kalbine dehşet salar. Marduk daha sonra silahlarını Tiamat'a doğru yöneltir ve onu teke tek savaşmaya çağırırı. Savaşın sonunda Marduk Tiamat'ı kalbini parçalayarak öldürür.

Marduk daha sonra isyancı tanrıları ve Kingu'yu tutsak eder. Tiamat'ın cesedini iki parçaya ayırır; bir yarısıyla gökyüzünü, diğer yarısıyla da yeryüzünü oluşturur. Onun tükürüğüyle bulutları yaratır. Başını yeryüzündeki dağları oluşturacak şekilde yerleştirir ve Dicle ve Fırat nehirlerinin Tiamat'ın gözlerinden akmasını sağlar.

Sonra Marduk, gökleri yönetmesi için Anu'ya, yeryüzünü yönetmesi için Ea'ya ve gök ile yeryüzü arasındaki havayı yönetmesi için Enlil'e emir verir. Yılı aylara ve günlere böler. Ay'ın yani Sin'in, geceleri değişik günleri işaret edecek şekilde parlamasını sağlar. Geceleri Sin'e verdiği gibi, güneşi yaratarak gündüzleri de Şamaş'a verir.

Marduk evrende düzeni sağladıktan sonra yarattığı emanetleri Ea'ya, Kingu'dan aldığı Kader Tableti'ni Anu'ya verir ve Tiamat'a yardım eden tanrıları babalarına iade eder. En sonunda Tiamat'ın on bir canavarını, tanrılara karşı ayaklanmanın boşuna olduğunu anımsatacak heykeller haline getirir.

Anu, Enlil ve Ea'ya dönerek şöyle der: "…Tapınağıma ‘Büyük Tanrıların Evi' anlamına gelen Babil adını vereceğim. Tapınağı yetenekli işçiler inşa edecek."

Tanrılar Anu'dan tapınağın ve tanrıların günlük ihtiyaçlarını karşılayacak birilerini görevlendirmesini isterler. Bundan sonra Marduk kan ve kemikten bir vahşi yaratıp ona ‘insan' adını vereceğini ve onun da görevinin tanrılara hizmet etmek olacağını söyler. Tanrılara kendilerini isyana teşvik edenin kim olduğunu sorar. ‘Kingu' yanıtını alınca Ea onu öldürür; onun kan damarlarını parçalara ayırır ve onun kanından ilk insanları yapar. Sonra onlara, görevlerinin sadece tanrılara hizmet etmek olduğunu anlatır.

Huzurlu bir hayat sürmek üzere özgür kalan tanrılar Marduk'u onurlandırmak ve kendilerini kurtarmasına teşekkür etmek için, yeryüzündeki evleri olan Babil'i kurmak üzere iki yıl boyunca çalışılar. Tapınak bitince kutlamalar yaparlar ve ulu tanrı Marduk'un sahip olduğu elli ad ve niteliği ilan ederler. 

MISIR

Osiris, Isis ve Horus :[[dipnot27]]

Uygarlığın M.Ö. 4000 ve M.Ö. 3000 yılları arasında geliştiği Mısır'da M.Ö. 3500-M.Ö. 2500 arasındaki yıllar, siyasal, ekonomik ve sanatsal açılardan olgunluk yılları olarak anılır. M.Ö 3000 yıllarında Yukarı ve Aşağı Mısır birleşmiş ve Batı'nın ilk büyük devletini oluşturmuştur. Yine bu dönemde Mısırlılar hiyeroglif adı verilen resim yazısını icat eder ve yazılı bir mirasa sahip olmaya başlarlar. M.Ö. 2500'lerde güneş tanrısı Re en önemli tanrıdır; yaşam, ölüm ve yeniden doğuş tanrısı olan Osiris'e olan inanç çok yaygındır ve diğer bütün inançlardan daha önemlidir. Büyük piramitler inşa edilmiş ve Piramit Belgeleri, dinsel fikirleri yazılı bir biçimde ortaya koymuştur. Siyasal, ekonomik ve dinsel ortam Batı'nın öteki antik büyük uygarlığı olan Mezopotamya'dan çok farklıdır. Eski Dünya'dan, geniş çöller ve Akdeniz ile ayrılmış olan Mısır, M.Ö. 1700'lere kadar dış etkilerden uzak bir kültür geliştirmiştir.

Nil nehri, eski Mısırlılara yaşam veren kan damarıyken, çöl de çevrelerini saran büyük bir düşmandır. Nil Nehri'nin yılda bir taşması büyük bir ferahlama getirir ve kutlamalarla karşılanır. Su, ölmekte olan toprakların yeniden doğmasını sağlar, insanları besler ve onlara yaşam verir.

İlk zamanlardan beri Osiris, Nil ve tahıl tanrısıdır ve tıpkı Nil gibi, bütün yaşamı beslemiştir. Nil Nehri'nin taşması, kuruması ve yeniden taşması; Osiris'in yaşaması, ölmesi ve yeniden hayata dönmesi demektir.

Osiris, hem tanrı hem de insandır. Yaşamış ve ölmüştür. Öldükten sonra, babası ve güneşin ulu tanrısı olan Re onu tanrıların ve öteki dünyanın kralı yapar. Osiris'in dirilişi, eski Mısırlılara onun kaderini paylaşma yönünde umut verir.

Osiris öteki dünyanın efendisi olduktan sonra, oğlu Horus onun dünyadaki görüntüsü haline gelir. Kaderlerinde bir gün ölecekleri yazılı olan Mısırlılarla, onlara ölümsüzlük bağışlayabilecek Osiris arasında bir aracı gibidir. Yeni ölmüş bir insanın ruhu Horus'un huzuruna çıkar ve yeniden doğuşu ne denli hak ettiğini göstermek için, hayatı boyunca yaptığı iyi işleri ona anlatır. Sonra Osiris o insanın vicdanını temsil eden kalbini alır, büyük bir terazinin kefesine yerleştirir, diğer kefeye de yasayı temsil eden bir kuş tüyü koyar. Terazinin dengesi bir jüri tarafından kontrol edilir ve yasa yapıcı yasa tanrısı Tot sonucu kaydeder. Eğer kalp tüyden hafifse, doğruluk tanrısı ve ölüm yargıcı olan Osiris onu yeniden hayata döndürecektir.

Osiris'in kız kardeşi ve karısı olan İsis, Mısır'daki en büyük tanrıçadır. Büyük Tanrıça, Ana Tanrıça, Yeşil Ürünlerin Hanımı ve Bereket Efendisi gibi adları vardır. Bir toprak tanrıçası olarak tüm yaşayan nesneleri yaratır ve yarattıklarını besleyip korur. Osiris gibi hem tanrı hem insandır.

M.Ö. 2500 ve M.Ö. 1500 yılları arasında Osiris yavaş yavaş güneş tanrısı Re kadar önem kazanmıştır. M.Ö. 1850'lerde İsis'in Osiris'in kafasını bulduğu Kuzey Mısır'daki Abdos'ta, Osiris her yıl düzenli olarak büyük bir dini festivalle anılmaktadır. Bu festivalin odak noktası, Osiris'in hikâyesinin dramatik anlatımıdır: ölümü ve parçalanması, cesedinin parçalarının bulunması ve yaşama geri dönüşü…

Bu hikâyeye dair birçok atfa eski Mısır kaynaklarında, Piramit Yazıları'nda ve Ölüler Kitabı'nda rastlanır. Hikâyenin bütününün var olan tek anlatısı M.Ö. 70'lerde Yunan Plutharkos'un yazdığı De Iside et Osiride adlı eseridir.

Mitos, bir doğa ve bereket efsanesi olma anlamında Adonis-Aphrodite, Attis-Kybele ve Demeter-Persephone efsaneleriyle benzerlik gösterir.

Güneş tanrısı Re, karısı Gökyüzü Tanrıçası Nut'un gizlice ağabeyi ve yeryüzü tanrısı Geb'le yattığını öğrenir ve karısını lanetler: karnındaki çocuğu hiçbir zaman doğuramayacaktır. Çok üzülen Nut, birlikte olduğu bir başka tanrı olan ilahi sözlerin efendisi Tot'a gider ve ondan yardım ister. Yardım etmeyi kabul eden Tot oyun oynamayı çok seven Ay'a gider ve onunla bir anlaşma yapar: birlikte Ay'ın istediği kadar oyun oynayacaklardır ve Ay, birlikte oynadıkları ve Tot'un kazandığı her oyununun karşılığında parlak ışıklarından bir parça verecektir.

Sonunda Tot o kadar çok ışık parçası toplar ki, bunlar bir araya geldiğinde beş gün eder. Tot bu beş günü üç yüz altmış günlük normal güneş yılına ekler ve böylece güneş yılı sona erdiğinde Nut, Tot'un yarattığı bu beş günün her birinde birer tane olmak üzere beş çocuk doğurur. Bu tarihten sonra da Tanrıların Anası sıfatını alır.

Re, bu beş günün ilkinde doğan Osiris'in ve ikinci gününde doğan Horus'un babasıdır. Geb, üçüncü gün doğan, saldırgan ruhlu Set'in ve onun karısı olacak olan ve beşinci gün doğan Nefitis'in babasıdır. Tanrıların en zekisi olan Tot ise, dördüncü gün doğan ve Yeşil Ürünlerin Efendisi olan Ulu tanrıça İsis'in babasıdır.

Osiris Aşağı ve Yukarı Mısır'ın kralı olur ve göçebe kabileleri birleştirir. Onun hükümdarlığında Mısır altın çağını yaşar. Ülkesini refaha ulaştırınca diğer memleketlere gitmeye başlar. Eve döndüğü günlerden birinde uyurken Set gizlice gövdesini ölçer ve işçilerine buna uygun bir tahta kutu yapmalarını söyler. Sonra da Osiris'in emrindeki yetmiş iki kişiyi isyan planlamak için ikna eder.

Suikastçilerle birlikte bir ziyafet hazırlayan Set Osiris'i çağırır. Uşaklarından tahta kutuyu masaya getirmelerini ister. İçine tam sığabilecek olan kişi bu güzel kutuya sahip olacaktır. Kutuya giren Osiris'in boğularak ölmesini sağlar ve onu kutuyla birlikte Nil'e atarlar.

Durumu öğrenen İsis acısının göstergesi olarak saçından bir tutam keser, yas kıyafetini giyer ve kocasını aramaya koyulur. Sonunda nehirde giden kutuyu gören çocuklarla konuşur ve onlardan kutunun gittiği yönün tarifini alır. Kutunun Biblos yakınlarındaki papirüs bataklıklarındaki bir ılgın çalısının dalları arasında olduğunu öğrenir.

Ülkenin kralı Melkartus'un bundan haberi yoktur; bu iri ağacı duyunca hizmetçilerini yollar ve iri ağacı kesip saraya getirmelerini ister.

İsis, sarayın yakınlarındaki kasabaya gider ve bir çeşme kenarında kadınlarla konuşur. Onların saçlarını örer ve onları kendi gövdesinin aromasıyla parfümler. Bunu duyan Kraliçe Astarte onun saraya getirilmesini emreder. Böylece saraya giren İsis zamanla kraliçenin oğullarından birinin bakıcısı olur. Bir süre sonra kraliçeye gerçeği anlatır ve saraydaki ağacı kesmek için izin ister. Kutuyu alır ve Mısır'a döner.

Çölde çok uzak bir yere ulaşınca kutuyu açar ve Osiris'e babasından öğrendiği geçici olarak yaşam veren büyülü sözlerden söyler. Bir süreliğine hayata dönen Osiris'ten hamile kalır. Bir süre sonra yeniden ölen kocasını tekrar kutuya yerleştirir ve güvenilir bir yere saklar.

Osiris'in oğlunu doğurur ve ona Horus adını verir. Onun babasının intikamını alacağını ve krallığın ona geçeceğini umut eder.

İlahi sözlerin efendisi olan Tot bir süre sonra kızını ziyaret eder ve ona çocuğunu Set'ten uzak tutmasını tembihler ve onu korumasına yarayacak sözcükleri öğreteceğini söyler. Her türlü tedbire rağmen Set Horus'a zarar verir ve İsis onu sihirli sözcüklerle iyıleştirir.

Bir gece ay ışığında çölde avlanan Set tesadüfen İsis'in sakladığı kutuyu bulur. Cesedi on dört parçaya ayırır ve farklı yerlere dağıtır.

Bu durumu öğrenen İsis Horus'la birlikte Osiris'in parçalarını aramaya koyulur. Bu yolculukta onlara Set'in karısı Nefitis de yardım eder. Parçaları yeniden bir araya getirdiklerinde gerekli dini hazırlıkları yapar ve onu gömerler. Horus babasını yeniden yaşama döndürmek için İsis ve Nefitis'i ölüler dünyasına götürür. Orada Osiris'i bulurlar. İki tanrıça ona sihirli sözcükleri söylerler ve onu canlandırırlar. Sonra Horus ölümsüz gözünü çıkarır ve babasından bunu yutmasını ister. (tek göz kalma durumunun, ayın görünmeyiş dönemini temsil ettiği söylenir). Böylece Osiris eski gücünü kazanır. Horus Re'nin yardımıyla Osiris'i öteki tanrıların yanına çıkarır ve Öteki Dünya'nın kralı yapar. Kendisi de Yukarı ve Aşağı Mısır'ın kralı olur.

Bundan sonra Osiris oğlunu intikam alması için yetiştirir. Üç gün üç gece Set'le dövüşen Horus sonunda onu tutsak eder. Ancak İsis birdenbire Set'e acır ve sihirli sözcükleri söyler. Hiddetlenen Horus annesinin kafasını koparır. Tot çabuk davranıp sihirli sözcüklerle kızının kafasını inek kafasına çevirir ve gövdesine yerleştirir.

Set ile Horus'un mücadelesi devam eder. Set Horus'un İsis'in gayrimeşru çocuğu olduğunu ve böylelikle tahtın yasal varisi olmadığını iddia eder. Tanrıların meclisindeki terazi Osiris'in haklı olduğunu gösterince Set kaybeder. Bunun sonrasında iki kez daha Horus'a yenilen Set sonunda Horus'un hükümranlığını kabul etmek zorunda kalır. Horus ülkesine düzen, adalet ve zenginliği geri getirir. İsis de Öteki Dünya'ya Osiris'in yanına gider. 

IBRANI MITOSLARI

Kain ile Habil :[[dipnot28]]

Son yıllarda yapılan araştırmalar İbranilerin çok erken bir dönemden başlamak üzere bir yeni yıl şenliği kutlamayı gelenek edindiklerini, bu şenliklerin ana çizgilerinin Mezopotamya kentlerinde kutlanmakta olan yeni yıl şenlikleri ile benzerlikler gösterdiğini ortaya koymuştur.[[dipnot29]] Bu şenliklerdeki ritüellerde kullanılan temel mitoslar, tanrının ejderi yenmesi ve yaradılış mitoslarıdır.

Kain ile Habil, Adem ile Havva'nın çocuklarıdır; onlar Aden'den kovulduktan sonra doğmuşlardır. Kain tarımcı, Habil çobandır. Yehova'ya adaklar getirirler. Yehova Habil'in adaklarını kabul eder, Kain'inkileri ise reddeder. Buna öfkelenen ve kardeşini kıskanan Kain, Habil'i öldürür.

Mitosun devamında Yehova'nın Kain'i lanetleyişi, Kain'in cinayet yerinden kaçışı ve Yehova'nın onun üzerine koruyucu bir işaret koyması anlatılır. Kain daha sonra Nod ülkesine yerleşir, bir kent kurar ve uygarlığın başlatıcısı bir soyun atası olur.


Bu mitosta Kain ile Habil kendi kurban törenlerini yerine getiren iki farklı topluluk türünü temsil ederler. Çiftçinin adaklarının kabul edilmemesi, ürünün iyi olmadığı bir yılı gösterir.

Çoban söz konusu verimsiz topraklarda öldürülmüştür ve öldürmenin ritüel bir niteliği vardır. Öldürme kıskançlık ürünü düşüncesizce yapılmış bir eylem olmayıp, toprağı kurban kanıyla ıslatarak verimli kılmayı amaçlayan komünal bir eylemdir. Bu yüzden Yehova Kain'i hem lanetler hem de onun üzerine başkalarının ona zarar vermemesini sağlayacak koruyucu bir işaret çizer. (Babil'deki yeni yıl şenliklerinde de kurban kesen rahip yaptığı eylem yüzünden kirlendiğine inanarak kaçar ve şenlik bitene kadar çölde kalırdı.)

……………………………………

Bereket ve yeniden doğuşla bağlantılı mitoslar genellikle yaradılış ve bereket mitoslarıdır."Yaradılış söylenceleri, köken sahibi olma duygusuna yanıt verir… Bereket söylenceleri, önceden sezinlenemeyen bir dünyada gereksinim duyulan ekonomik istikrar duygusunu tatmin eder… Her iki tür söylence de evrenin doğasını açıklama işlevi görür."[[dipnot30]]

Bu iki tür mitosta da düzenin yeniden sağlanması ve böylece evrenin doğasının açıklanma çabası esastır:

- Yunan mitosunda Persephone'nin annesi Demeter'le buluştuğu gün (genellikle 21 Mart olduğu söylenir) yeryüzüne bereket ve bolluk geldiğine inanılır. Bu tanrıçanın yeryüzünde ve yeraltında kaldığı süreler de mevsimleri, yani doğanın düzenini belirler.

- Hitit mitosunda, kızgın tanrı Telepinu yatıştırılır ve ülkesine geri döndürülür, ülkeye bereket yeniden gelir ve yaşam normale döner.

- Sümer mitosunda Dumuzi karısı İnanna tarafından kurtarılır ve diriler dünyasına geri döndürülür, bunun sonucunda yapılan ritüellerde de tanrının baharın gelişiyle yeniden canlanışı ve etrafına bolluk ve bereket saçışı kutlanır.

- Babil yaradılış söylencesi olan ve yeni yıl şenliklerinde ritüel olarak okunan Enuma Eliş'te kahraman Marduk savaşarak iktidarı ele geçirir ve yeni bir devlet düzeni kurar.

- Mısır mitosunda Horus 21 Mart'ta dirilen babası Osiris'in intikamını alır ve ülkesine düzen, adalet ve bolluk getirir.

- İbrani mitosunda toprağı kurban kanıyla sulayan Kain bir kent kurar ve uygarlığın başlatıcısı bir soyun atası olur.

Bereket temasıyla ilişkili mitosların merkezinde de toprağın bereketi ve tanrının öldükten sonra dirilmesi yer alır, bu yeniden doğuşun tarihi de genellikle bahar bayramlarının yapıldığı tarihlerdir:

- Şarap tanrısı Dionysos'un ölüm ve yeniden doğum hikâyesi, adına yapılan mevsim ritüellerinin merkezi temasıdır.
- Attis toprağa gömülür, toprağa akan kanından menekşeler biter. 
- Ölen Adonis'in toprağı sulayan kanından manisa lalesi denen bahar çiçekleri biter.
- Telepinu'nun öfkesi yatışıp ülkeye geri döndüğünde kıtlık ve kuraklık biter, tarlalar ürün vermeye başlar. (21 Mart'ta bereket tanrısı adına şenlikler düzenlenir.) 
- Dumuzi geri döndürüldüğünde (21 Mart tarihinde yeniden doğduğunda) ülkeye bolluk ve bereket gelir.

Mevsim döngüsündeki değişiklikler, yeni yılın gelişi, doğanın canlanışı, bolluğun ve bereketli günlerin tekrar başlamasını konu edinen tüm bu mitosları benimseyen halklar tarih boyunca çok çeşitli ritüeller gerçekleştirmişlerdir. Bu ritüellerin çoğunda uygulamalar ve inanışlar farklılık gösterse de temalar genelde ortaktır. Günümüze kadar taşınan ve bu ritüellerden beslendiği kabul edilen "bahar bayramları" ise farklı toplumsal, kültürel ve siyasal ortamlarda farklı işlevler edinirler.

KAYNAKLAR:

- Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, (Remzi Kitabevi,13. basım, Kasım 2004).
- Samuel Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, (Imge Kitabevi Yayınları, 1991, 4. baskı, Nisan 2002).
- Ahmet Yasar Ocak, Islâm-Türk Inançlarında Hızır yahut Hızır-Ilyas Kültü - 4. Bölüm, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Seri: 4, Sayi: A. 44, Ankara, 1999. 
- Jeremy Black, Anthony Green, Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü, Tanrılar, Ifritler, Semboller, (Aram Yayıncılık, Ekim 2003).
- Donna Rosenberg, Dünya Mitolojisi - Büyük Destan ve Söylenceler Antolojisi, (Imge Kitabevi, 3. baskı, Ağustos 2003). 
- Dergi@net, Mart-Nisan 2000, yıl:2, sayi:8/ 1401-Ali Çelik.
- http://www.tiyatro.balikesir.edu.tr/tiyatro_tarih.htm
- http://www.tiyatrokeyfi.com
- http://www.showtvnet.com/hobby/bilelim/mitoloji/dionysos/din/yeniden_dogus.shtml.