Osmanlı devlet geleneğinde Nevruz'un ve Nevruz âdet ve törelerinin önemli ve devamlı bir yeri olmuştur. Nevruz'un bir bayram olarak kutlanmasıyla birlikte edebiyatta, musikide ve diğer sanat dallarında bazı türler gelişmiştir:
Edebiyatta → Nevruziye
Musikide → Nevruz makamı
Halk hekimliğinde → Nevruziye macunları
Saray âdetlerinde → Nevruziye pişkeşi
Halk arasında Nevruz için "Sultan Nevruz" tabirinin kullanılmasını bu saray geleneğine bağlayanlar mevcuttur: 21 Mart'ın, özellikle padişahın Nevruz tebriklerini kabul ettiği, Halkın Nevruz'unu kutladığı, Nevruz şenliklerinde bulunduğu gün olması sebebiyle bu güne Nevruz-ı Sultanî, yani sultana mahsus, sultan tarafından veya sultan katılımıyla kutlanan Nevruz günü denmiştir.
Osmanlı toplumunda Nevruz'un önemini göstermesi açısından bu konuda verilen fetvalar dikkate değerdir. Şeyhülislamın Nevruz'a dair sorulan sorulara verdiği cevaplar fetva kitaplarında kayıtlıdır. Bunlardan biri de Şeyhülislam Ebû Suud Efendi'nin fetvasıdır. ("Nevruz günü bir erkek güzel elbiseler giyip, arkadaşlarıyla kırlara gitse, günah olur mu? diye fetva makamına sorulur. Verilen cevap ilginçtir: "Günah olmaz. Çünkü Nevruz, İslamiyet'e aykırı değildir, örfte var olan bir âdettir.")
Musikide Nevruziye
Çoğu şiirde Nevruz tevriyeli (çiftanlamlı) olarak kullanılmıştır:
"Sen şarâb iç karşuna bülbül ser-âgâz eylesün
Gâh nevrûz u hicâz u gâh şehnâz eylesün"
Necatî Bey
{Sen (sevgili) şarap içerken, bülbül (âşık) karşında biraz nevruz, biraz hicaz, biraz da şehnaz makamlarında şarkılar söylesin.}
"Bir sadâ eyledi nevrûz hevâsında sabâ
Goncalar şevke gelüp gül yakasın çâk itdi"
Cevher-i Sânî (Kara Feryeli)/Kanunî Devri
(Sabâ Nevruz havasında (Nevruz'da/Nevruz makamında) bir nağme söyleyince, goncalar şevke geldi, güller yakalarını parçaladılar.) Burada sabâ ve Nevruz-sabâ musiki makamlarına denk düşer.
Bakî'nin Nevruz'daki terennümler sebebiyle musiki terimlerini peşpeşe kullandığı bir beytin üzerinde durmaya değer:
"Başladı gülşende mürg-i hoş-nevâ Nevrûz'dan
Şah-ı gül bezminde taksîm itdi bir garrâ gazel"
Bakî
{Güzel sesli kuş (bülbül) gülşende (gül bahçesinde) Nevruz'dan dem vurmaya başladı; gül padişahının meclisinde bir güzel gazelin taksimini yaptı, bir güzel gazel terennüm etti.}
Bu konuda yazılmış beyitlerin çoğunda, âşıkların Nevruz'dan Nevruz'a, yani her an eğlendiklerinden bahsedilir.
Nevruz'un bir makam ismi olarak beyitlerde geçmesinin yanı sıra, nevrûz-ı Acem, nevrûz-ı Arab, nevrûz-ı büzürg, nevrûz-ı hicâz, nevrûz-ı hüseynî, nevrûz-ı ırâk, nevrûz-ı ısfahân, nevrûz-ı ‘uşşâk, nevrûz-kûçek, nevrûz-pûselik, nevrûz-râst makamları da vardır.
Nevruz Pişkeşi Karşılığındaki Nevruziye
Osmanlı sarayında uğurlu günleri tespit eden görevliler müneccimbaşılardı. En önemli görevleri her yıl takvim tertip edip Nevruz sabahı padişaha, sadrâzama ve diğer devlet büyüklerine düzenledikleri bu takvimi "Nevruz pişkeşi" olarak sunmaktı. Bunu karşılığında Nevruziye adı verilen birtakım hediyeler almışlardır.
Aşağıdaki rakamlar nevruziyelerin miktarı hakkında fikir verebilir:
17. yy. → 1000 akçe
18. yy. → 6000 sağ akçe (gümüş para)
20. yy. → bir samur kürk + 500 kuruş atıyye (hediye)
Padişahlara da "Nevruz Pişkeşi" adı verilen hediyeler verilmiştir.
Bu takvimleri müneccimbaşıları, kendi elleriyle değil, bir tebrik mektubu ekinde göndermişlerdir. Bunlara da nevruziye denebilir.
Bir tebrik mektubunun bölümleri
1. Yazılan kişiye övgü cümleleri
2. Yazılan kişinin hal ve hatırını sorma
3. Nevruz'un kutlanması
4. Takvimin sunuluşu
5. Dua
(Bu bölümler nevruziye adı verilen şiirlerin aşamalarıyla paralellikler göstermektedir)
Nevruziye Macunu
Nevruzlarda müneccimbaşılar takvim sunarken hekimbaşılar da macun sunardı. Nevruziye adı verilen ve şifa kaynağı kabul edilen bu macun, kadın-efendilere, sultanlara vb. ileri gelen kişilere verilirdi. Nevruz'un girdiği saatte içinde misk, amber gibi kokulu baharat ve maddelerin bulunduğu bir macunu yemek de âdetti. Saray hekimbaşısı hazırladığı macunu porselen kapaklı kâselere koyar, akşamdan da padişaha sunardı. Padişah tarafından da ona hilat giydirilirdi.
Ayrıca, Nevruz'un girdiği saatte yenen yedi nesne şunlardır: Sumak, sebze, sümbül, semek "balık", sîr, sarımsak, senced "iğde". Bunlar sîn harfi ile başladığı için, heft-sîn "yedi-sîn" denmiştir. Bu gıdaların nevruz dolayısıyla yazılan nevruziyelerde de adı geçer.
Şairler nevruziyeden kâh Nevruz tatlısı, kâh Nevruz konusunda yazılan şiir olarak dem vurmuşlardır:
"Nevrûz için tabîb-i bahar itdi tehniyyet
Mâcûn-ı kırmızı yerine verd-i ahmeri"
Seyyid Vehbî
"Yapıp düzineyle mâcûn u murabbâ
Virür etrâfa Nevrûziye-âsâ"
Sünbül-zâde Vehbî
Sünbül-zâde Vehbî düzineyle macun ve murabba yapıp, Nevruziye gibi etrafa dağıtır, diyerek, murabba ve Nevruziye kelimeleriyle hem tatlıya, hem de bu konudaki şiirlere işaret etmektedir.
Şiirde Nevruziye
Nevruz'un gelişini vesile ederek, şiirin sunulduğu kişiyi övmek amacıyla kaleme alınan şiirlere de nevruziye denir.
Gazel, kaside, murabba gibi nazım şekilleriyle yazılan nevruziyelerin ilk örneklerine 14. yy.da rastlıyoruz. Türe özellikle 17. yy.da çok örnek verilmiştir. Şairler yanında kılıç ve kalem sahibi padişahlar, vezirler, hatta şeyhülislam ve kazasker efendiler gibi üst düzeydeki din ve devlet adamları da Nevruz için şiir yazmaktan, şiirlerinde Nevruz motifini türlü şekillerde kullanarak hünerlerini göstermekten geri kalmamışlardır.
Bu nevruziyelerde baharın gelişi, bütün dünyanın tazelenip yeşilliklerle süslenişi, çiçeklerle bezenişi, adeta yeniden dirilişi, bahar eğlenceleri anlatılmış ve eğer bu şiir bir kaside ise sunulacak kişinin övgüsü yapılmıştır.
Nevruziyelerin beyit ve mısralarında eski hayatın izlerine de rastlanmaktadır. Bu izler birtakım sembollerin arkasında kalmakla birlikte oldukça canlı ve renklidir ve o çağ insanının yalnız maddi hayatına değil, birtakım tabii, hatta manevi olaylara da ışık tutmaktadır. Nevruziyeler, iklim şartlarına göre, havanın kapalı ve açık, hatta yağışlı oluşuna göre birtakım özellikler gösterdiği gibi, şairin yetiştiği çevreye, bilgisinin genişliğine, kutsal bildiği, değer verdiği şeylere göre de birtakım farklılıklar sergilemektedir. Özellikle her yılın Nevruz'u eski takvime göre başka başka aylara rastladığından, ayların özelliklerine, o aydaki önemli olaylara göre yazılan nevruziyelerde de bazı değişiklikler göze çarpmaktadır.
Şairler Nevruz bayramlarını yalnız bahçelerin çiçeklendiği, dünyanın taze hayat bulduğu, geceyle gündüzün bir olduğu, soğukların sona erip havaların ılıdığı, insanların şenlik yapıp eğlendiği bir gün olarak değerlendirmemiş, aynı zamanda mübarek günlere rastlayan Nevruzlarda farklı konulara da değinmişlerdir.
Çankırılı, Bektaşi-meşrep halk şairlerinden Ali Kadri Baba (1867-1895), bahar tasviri yaptığı bir destanında Nevruz'un Muharrem ayına rastlamış olmasını hatırlamış olmalıdır ki, Kerbela olayını anmadan geçmez:
"Yakdı ciğergâhım âh-ı Kerbelâ
Kaybetti on iki şâhı Kerbelâ
Hûn-i Haydar gâhi çâh-ı Kerbelâ
Yetim âşıkların oldu ezberi"
Aynı konuya bir Divan şairi, Mustafa Safvet Efendi (1794-1867) de temas etmiş, 1255 yılı Muharrem'inin beşinde Nevruz için yazdığı bir tazminde,
"İtdi tahvil-i hamel şems-i felek kar yağarak
oldu mağmûm hevânun meh-i mâtemde yüzi
Gözin aç ağla aman eski meseldir Safvet
Böyle eyyâm-ı gamun böyle olur Nevrûzı"
demiştir ki, Muharrem ayına rastlayan Nevruzlarda hava da karlı olunca şenlik yapılmadığının bir delilidir. Gene,
"Nevrûz ile geldi bu sene şehr-i muharrem
Yani meh-i mâtem"
beytiyle başlayan 1255/1839 bir müstezat mersiye, Muharrem'e rastlayan Nevruziyelerin mersiyeye dönüştüklerine kanıttır.
Benlizâde Mehmed İzzet Bey'in (öl. 1809) Hazret-i Muhammed'in doğum günü olan bir Mevlid Kandili için yazdığı naate,
"Bârekallah subh-ı Nevrûz-ı risâletdür bu şeb
Matla'-ı cihan-tâb-i nübüvvetdür bu şeb"
beytiyle başlamış ve Muhammed'in doğduğu geceyi peygamberliğin Nevruz sabahı diye tasvir etmiştir ki, bir yerde bu benzetme aydınlık bir Nevruz sabahı ile İslam peygamberinin doğduğu nurlu geceyi bir tezat sanatı yaparak eşdeğerde sayıştır.
Bu beyitler, şairlerin mübarek günlere rastlayan Nevruzlarda farklı konulara da değindiklerini gösteriyor.
Divan Edebiyatından Örnekler
"Her gün açar göñlümi zevk-i vis'alüñ yenleden
Gerçi güller açmağa her yılda bir nevrûz olur"
Fuzûlî bu beytinde Nevruz'un yılda bir gün olduğunu bildirmektedir. Güllerin açması için yılda bir defa Nevruz olduğu, oysa sevgiliye kavuşma zevkinin şairin gönlünü her an açtığı dile getirilmektedir.
Yine Nef'î de, her zaman Nevruz neşesinin olamayacağına şaşılmaması gerektiğini, çünkü uğur getiren sevinç ve neşe zamanının yılda bir defa olduğunu dile getirmektedir:
"Yılda bir olun bu dem-i ferhunde aceb mi
Olmazsa her eyyâmda ger âlem-i nevrûz"
Kutlu, uğurlu Nevruz anlamına gelen Nevruz-ı hümâyûn terkibini ise, Fatih devri vezirlerinden Ahmet Paşa kullanıyor:
"Bir mutrîb-i hoş-nağme havâsındaki uşşâk
Nevrûz-ı hümâyûnda ola ana hem-âvâz"
(Hoş sesli çalgıcı olma isteğini içinde taşıyan âşıklar, uğurlu Nevruz gününde de hep birlikte neşelensinler.)
On sekizinci yüzyıl şairi Nedim'in şu beyti de Nevruz'u padişaha benzetmesi açısından ilginçtir:
"Bu rûz odur ki sezâdır olursa bir demine
Fedâ zamâne-i sâd Baykara ve müddet-i Cem"
(Bu gün öyle bir gündür ki, bir anına Sultan Hüseyin Baykara'nın ve Cemşit'in saltanat zamanlarının yüzlercesinin feda edilmesi layıktır.)
Ayrıca Nevruz motifi, Divan edebiyatında çoğunlukla teşbih (benzetme) ve mecaz unsuru olarak kullanılmıştır. 15. yy. şairi Ahmed Paşa, sevgilinin yanaklarını Nevruz bayramına, saçlarını da uzun geceye benzetmektedir:
"Ey müneccim rûh u zülfün göricek dilberümün
Iyd-ı nevrûza bulaşmış şeb-i yeldâ göresin"
(Ey falcı! Sevgilimin yanağını ve saçını gördüğünde, Nevruz bayramına bulaşmış bitmeyecek bir gece görmüş olacaksın.)
Bundan başka, Nevruz bir sultan gibi algılanır. Adalet sahibi, özellikle de Cem'le bir tutulan bir sultana benzetilir. Mitolojide Cem, güneşin Koç (Hamel) burcuna girdiği 21 Mart günü Azerbaycan'a gelmiş, doğu yönünde yüksekçe bir yere tahtını kurdurarak oturmuş; güneş doğunca Cem'in taht ve tacında bulunan mücevherlerin parlaması sonucu bu güne nevruz denmiştir. Nevruz'u bayram ilan eden Cem'e halk, Pehlevicede ışık ve nur anlamına gelen "şîd" unvanını vermiştir.
Cem, İslam mitolojisinde Bazen Hz. Süleyman'la bir tutulur. Çünkü klasik Fars ve Türk edebiyatlarında kuş, dev, peri ve yüzük vs. kullanıldığında Hz. Süleyman kastedilir. İslam mitolojisindeki efsaneye göre bir gün havada ayaklarına yılan sarılmış bir kuş gören Cem, okçularına kuşu yaralamadan yılanı öldürmelerini emreder. Okçular kuşu kurtarırlar; kuş da bu iyiliğe karşılık Cem'e birkaç tohum getirir. Cem, bu tohumlardan yetişen asmalardan üzüm, üzümden de şarap elde eder, yedi köşeli bir kadeh yaptırarak kabiliyetlerine göre çevresindekilere bu kadehin birer köşesinden şarap sunar. Câm-ı Cem, câm-ı Cemşîd, câm-ı cihannüma gibi adlar verilen Cem'in bu kadehinin özelliği sadece onunla içki sunulmasıdır. Kâinatta olup biten her şeyin görüldüğü, aynı adlarla anılan kadeh şeklindeki aynayı ise yine Pişdâdiyân sülalesinden Keyhusrev yapmıştır.
Câm-ı Cem tabiri İslami dönem Türk edebiyatında tasavvufi muhteva kazanmıştır: Gönül, Hızır, âb-ı hayat, gönül gözü, gönül aynası, nefs-i dânâ (insan-ı kâmil), câm-ı cihân-bîn…
"Hâk-i Cem üzre çıkıp lâle tutup câmını der
Ki kimin vâr ise câmı bugün oldur Cem"
Fuzuli
Divan edebiyatında Cem, kadehle birlikte ve şarabın mucidi olarak anılır genelde. Divan edebiyatı şairleri, yazdıkları bahar şiirlerinde sık sık söz ederler Cemşit'ten. Nef'i'nin,
"Esti nesimi nevbahar, açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz, saki, medet, sun câm-ı Cem"
beyti, "Esti ilk yaz rüzgârı, güller açıldı sabahla / Açsın gönlüm saki, Cem kadehini sun bana" demektedir.
Rahmi Çelebi'nin Nevruziyesinin İncelemesi
Örnek alınan nevruziye, 16. yy.'dandır. Bu yüzyılın önemli şairlerinden Rahmî Çelebi'ye (öl. 1567) aittir. Şairin son devirlerinde istinsah edilen Divan'ından alınan Nevruziye'si Osmanlı hükümdarlarından II. Selim'e sunulmuştur. Nevruziye, birtakım eski inançlara yer veren sanatların kullanıldığı beyitlerle başlıyor.
"Sahn-ı garrâyı gelüp eyledi zîver Nevrûz
Oldı hadrâda meger Hıdr ile hem-ser Nevrûz"
Bu ilk beyitte, Nevruz geldi, güzel, parlak avluyu süsleyip bezedi deniliyor; sahn iç avlu anlamındadır. Kaside padişaha sunulduğuna göre saraydaki iç avlu bahis konusu edilmiş olmalıdır. Şair sonra da Hızır'ın yürüdüğü yerlerin yeşillenmesi inancına dayanarak, yeşillikte meğer Nevruz Hızır'la arkadaş oldu, diye bu benzeyişin ve benzetişin açıklamasını yapıyor.
"Lâle sanma ki dür-i jâle ile zeyn oldı
Cem gibi aldı ele câm-ı mücevher Nevrûz"
Lalenin kırağıdan incilerle süslendiğini sanmayın. Nevruz, İran hükümdarı Cem gibi eline mücevher bir kadeh aldı denirken, hem lale rengi ve şekli bakımından kadehe benzetiliyor, hem de Cem'in elinde altın bir kadehle ortaya çıkıp Nevruz bayramını başlatmasına gönderme yapılıyor.
"Bir nefesle çemene mürde iken verdi hayât
Oldı Îsâ gibi bir rûh-ı musavver Nevrûz"
Bir nefeste yeşilliğe ölmüş iken hayat verdi. Sanki Nevruz İsa gibi bir cisimlenmiş ruh oldu, manasına gelen beyitte, baharda tabiatın canlanışı anlatılırken, İsa'nın ölüleri diriltişi inancına da değinilmiş oluyor.
"Makdeminden nola açılsa benefşeyle semen
Gelse olur gece gündüzle berâber Nevrûz"
Onun gelmesiyle menekşe ve yasemin açılsa ne olur, çünkü Nevruz'un gelişiyle gece ve gündüz eşit olur derken, şair, mor menekşeyi geceye, beyaz yasemini gündüze benzetir, bu arada Nevruz'da geceyle gündüzün eşit oluşuna işaret eder. Bu beyitle kasidenin nesib (giriş) kısmını tamamlayan şair,
"Sâye sultânî çemen seyrini eyler tenhâ
Câme-i sebz giyer nite ki dilber Nevrûz"
beytiyle padişahın methine başlar. Sultanlık gölgesinin tenhaca yeşillikleri gezindiğini, Nevruz'un yeşiller giyinmişi bir güzel olduğunu ve Nevruz'un gül bahçesine geliş sebebinin, şanı büyük padişahın kudretinin bağını seyretmek olduğunu söyler. Diğer beyitlerde de padişahın yücelik, cömertlik, kahramanlık özellikleri övülür. Doğa olaylarına onun bu özelliklerinin sonucuymuş gibi bahaneler bulunur (hüsn-i talil sanatı).
Daha sonra padişahın Nevruz'dan da daha yüce olduğuna değinen beyitlere geçilir:
"Gülbahâr âdi kenizek sana şâhâ gülşen
Zeyn ider bâğını bir çâker-i ahker Nevrûz"
Gülbahar padişah için bir adi kenizek, bir cariye; Nevruz da bağ ve bahçeleri süsleyen çok hakir bir köledir.
"Bu kasd ile nola kapuna ger geç gelsem
Yılda bir kere gelür gülşene ekser Nevrûz"
Çoğunlukla Nevruz gül bahçesine yılda bir kere geldiğine göre, ben de kapına geç gelsem ne olur, diye padişaha soran şair,
"Aks-i güllerle çemen sahnı gülistânî kumaş
Gûlşene gelse idün pâyüne düşer Nevrûz"
beytinde, güllerin yansımasıyla çimenliği gülistânî yani gül bahçesi gibi çiçekli kumaşa benzetir. Eğer padişah gül bahçesine gelseydi, Nevruz onun ayağına düşerdi der.
"Cûd u ihsânuna Rahmî olsa mazhar
Hâr u hâşake bahâriyle virür fer Nevrûz"
Nevruz'un baharla dikene, çöpe güç vermesi gibi, Rahmî de padişahın lütuf ve ihsanına mahzar olsa, erişse ne olurdu?
"Gözlerüm gözlese nola tenâsur-ı ihsânun
Nergisün dîdesini etdi münevver Nevrûz"
Nevruz'un nergisin gözünü nurlandırdığı gibi gözlerim, ihsanının yardımlaşmasını gözlese ne olurdu? Bu son iki beyitte şairin hediye istemeye geçiş aşamasına tanık oluyoruz.
"Çeşm-i nergisde değüldür görünen jâle-i ter
Rûzgârumı görüp cânile ağlar Nevrûz"
Nergisin gözünde görünen taze kırağı değildir, benim zamanımı görüp, Nevruz'un candan ağlamasıdır → Kendine acındırma.
Şair, Nevruz vesilesiyle açıkça caize istemektedir. Örnek de verir:
"Bâğ-ı cudunda yükin tutdı olup hoca misâl
Goncenün kîsesini eyledi pür zer Nevrûz"
Padişahın eli açıklığının bağında hoca yükünü tuttu, Nevruz da goncanın kesesini altınla doldurdu.
"Gülbün-i ömrüni Hak eylese ser-sebz müdâm
Sahn-ı garrâyı nite kim ide du'âlar Nevrûz"
Şiir, Nevruz'un ortalığı yeşerttiği gibi Tanrı da ömrünün gül ağacını daima yeşertsin duasıyla biter.
KAYNAKLAR
1. Cunbur, Müjgân, "Nevruz'da Çiçeklenen Şiir Bahçelerinden Bir Demet", Türk Dünyasında Nevruz, 3. Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri 18-20 Mart 1999, Ankara, AKM Başkanlığı Yayınları, s. 81-91.
2. Cunbur, Müjgân. Bir Osmanlı Müneccimbaşısının Nevruz Tebrikleri". Nevruz ve Renkler (yay. haz. Sadık Tural, Elmas Kılıç). Ankara: AKM Yayınları, 1996.
3. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "Cem" maddesi, s. 279.
4. Doğan, Erkan, "Kibele'den Nevruz'a Bahar Mitolojisi", Varlık, s. 1063, Nisan 1996, s. 3-6.
5. Halaçoğlu, Yusuf, "Osmanlılarda Nevruz Kutlamaları", Nevruz ve Renkler (yay. haz. Sadık Tural, Elmas Kılıç), Ankara: AKM Yayınları, 1996, s. 183-188.
6. Kılıç, Filiz, "Osmanlı Devletinde ve Klâsik Edebiyatımızda Nevruz". Türk Dünyasında Nevruz, 3. Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri 18-20 Mart 1999, Ankara, AKM Başkanlığı Yayınları, s. 203-214.
7. Nalbandoğlu, A., "Nevruz ve Nevruziyye", Tarih Hazinesi, Yıl:1 Sayı: 8 (Mart 1951), s. 367-368, 414.
8. Özçelik, Bedri, "Türk Edebiyatında Nevruz", Bilge, Sayı: 24 (Bahar 2000), s. 17-19.
9. Pekolcay, Neclâ, "Türk İnanç Sistematiğinde Bir ‘İnanç Kodu' Olarak Nevruz". Türk Dünyasında Nevruz, 3. Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri 18-20 Mart 1999, Ankara, AKM Başkanlığı Yayınları, s. 253-257.