Fırat GÜLLÜ (BGST Üyesi ve İATP-G-İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu-Girişim Temsilcisi)
Orçun MASATÇI (Yenikapı Tiyatrosu Emekçisi ve Balçova Belediye Tiyatrosu Yönetmeni)
Zafer GECEGÖRÜR (Türkiye Tiyatrolar Birliği 2009 Dönem Sözcüsü) Metni Yayına Hazırlayan: Fırat Güllü Tarih: 23.11.2008
Şenol Tiryaki: Merhaba. Burada "Tiyatroların Örgütlenmesi" başlıklı panelimizin ikincisi için toplandık. İlk tur için konuşmacılarımıza söz vermeden önce bir konuda bilgi vermek istiyorum. Normalde programda konuşmacılarımız arasında görünen Özgür Başkaya son anda panele katılmayacağını açıklamıştır. Şimdi kendisinin neden panele katılmadığını açıklayan ve burada okunmasını talep ettiği bir metni okuyacağım:
"Bilindiği üzere TAKSAV danışma kurulu ve festival komitesine bir yazı yazmış ve Sayın Talat S. Halman'a verilen emek ödülünü izana davet ederek kınamıştım. (Taksav danışma kurulu ve festival komitesini anlayamamak! www.ozgurtiyatro.org)
Ayrıca;
Sayın Hilmi Bulunmaz bu konuyu yoğunlukla irdelemiş, protesto etmiş, kınamış ve Talat S. Halman skandalını her yönüyle tartışmaya açmıştır. Bununla birlikte Sayın Orhan Aydın yine Hilmi Bulunmaz'ın sitesinde ve Sol haber merkezinde görüşlerini açıklamıştır.www.tiyatroyun.blogspot.com
Sayın Coşkun Büktel sitesinde konuya farklı bir boyut getirmiştir.www.coskunbuktel.com
Ve Sanat Tiyatrosu, Tiyatro 8, Kızıltepe Belediye Tiyatrosu ve Sinop Sanat Tiyatrosu isimli tiyatrolar Atılım Gazetesinde bu konuyla ilgili görüşlerini bildirmişler ve süreci protesto etmişlerdir. http://www.atilim.org
SOL Haber merkezi konuyu duyurmuş, durumu tiye alan bir yazı yayınlamıştır. www.haber.sol.org.tr
Bunların dışında bu konuda tepki gösteren kişi veya kuruluşlarda olabilir.
14 Kasım 2008 tarihinde tüm bu uyarı ve itirazlara rağmen TAKSAV, emek ödülünü Sayın Talat S. Halman'a festival açılışında vermiştir.
12 Mart faşizminin Kültür Bakanına ödül veren Taksav'ı, Amatör Tiyatrolar Birliği adına bir kere daha kınıyoruz!
Bu güne dek bekledik. Bekledik ki TAKSAV çalışanları belki bu tarihi gafı görür ve bu kararı yeniden gözden geçirir. Bekledik ki bu aymazlıktan cayılabilir. Ancak olmadı.
23 Kasım 2008 tarihinde geçen yılın devamı olarak ikincisi yapılacak olan ve geçen yıl katıldığım "Tiyatroların Örgütlenmesi–2" paneline Amatör Tiyatrolar Birliği adına katılacağımı festival ekibi direktörü Sayın Yener Aksu'ya daha önce telefonda bildirmiştim.
Amatör Tiyatrolar Birliği adına konuşacağımı şifahen bildirdiğim "Tiyatroların Örgütlenmesi–2" paneline, birliğin de kınama tavrını göstermek için katılmayacağımı ve 12 Mart faşizminin Kültür Bakanına ödül veren Taksav'ı Amatör Tiyatrolar Birliği adına da protesto ettiğimizi tiyatro camiasına duyuruyorum.
Saygılarımla… 15 Kasım 2008
Amatör Tiyatrolar Birliği adına Özgür Başkaya"
Konumuz örgütlenme olduğuna göre, az önce okuduğum görüşün de konumuzla doğrudan bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden ben konuşmacılarımızdan "tiyatroların örgütlenmesi" adına konuşurken bu konuya ilişkin görüşlerini de belirtmelerini isteyeceğim. Ve zamanımız yeterse daha sonra ben de kendi görüşlerimi belirteceğim.
İlk tur için her konuşmacıya on dakika verelim. Sözü ilk olarak Zafer Gecegörür’e bırakıyorum.
Zafer Gecegörür: Geçtiğimiz panelde Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin kurulma aşamasında olduğundan söz etmiştik. Şu anda tam bir yıl geçmiş durumda. Türkiye Tiyatrolar Birliği kuruluşu burada deklare edildikten hemen sonra, 14. Bartın Tiyatro Festivali düzenlendi. Festivalde birlik dışından da topluluklar vardı ama ağırlıklı olarak birlik üyeleri katılımıyla gerçekleştirildi. Hemen ardından 1. ve 2. Bademler Köyü Tiyatro Şenliği düzenlendi. Orçun Masatçı bu şenliğin organizasyon komitesinde olduğundan daha ayrıntılı bir aktarım yapabilir. Hemen ardından Balıklıova Tiyatro Şenliği birlik üyelerinin katılımıyla gerçekleşti. Yaz aylarında Güzelbahçe’de 2. Tiyatrolar Buluşması yapıldı. Peşinden Sinop’ta Nükleer Karşıtı Platform, Sinop Sanat Tiyatrosu ve Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin ortaklaşa olarak organize ettikleri 1. Sinop Tiyatro Festivali gerçekleştirildi. Ve yakın zamanda Türkiye Tiyatrolar Birliği, Ankara’daki bu festivalin hemen öncesinde tüm üyeleriyle bir araya gelerek 1. Genel Kurultayı’nı topladı. Zafer Gecegörür kurultayda dönem sözcülüğünü Orçun Masatçı’dan devraldı. Bu örgütlenme yerelden bölgesele doğru gittiği için bölge temsilcileri seçildi. Daha önce pek çok tiyatro örgütlenmesinde yer almış birisi olarak bir yılda bu kadar çok sayıda etkinliğin gerçekleştirilebildiği bir döneme daha tanıklık ettiğimi hatırlamıyorum. Bir yılda sekiz ya da dokuz etkinlik gerçekleştirilmiş oldu. Bazı örgütlenmeler böyle bir şeyi on ya da on beş yılda bile gerçekleştirememiştir. Burada tüm katılımcıların ciddi emekleri olmuştur. Birlik bir tiyatro sitesi kurdu. Bu site üzerinden haberleşme sağlanmakta. Üye gruplar bu site üzerinden kendilerini kamuoyuna tanıtmaktalar. Eksiklerimiz yok mu? Tabii ki var. Bunların tamamlanması da konuşmaktan, tartışmaktan geçiyor. Ancak son yıllarda tiyatro alanındaki eleştiri kültürü çok değişti. Ben, insanların içinde olmak istemedikleri bir birlikteliği işleyişine müdahale edecek biçimde eleştirmelerini hiç anlayamam. Bu durum bir tiyatro grubunun, diğerini, tiyatro yaptığı için bile eleştirmesini mümkün kılacak hale geldi. Eleştiri yapma hakkının öncelikle üretmek geçtiği düşüncesindeyim. Sonuçta geride bıraktığımız yıl bizim açımızdan oldukça verimli geçmiştir. Bunu bilginize sunmak istedim.
Orçun Masatçı: Buraya gelirken kafamda çeşitli soru işaretleri vardı ama buraya geldiğimde etkinliğe katılmaktan memnuniyet duydum. Bunun nedeni Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu temsilcisinin de burada olmasıdır. Hayata geçirmeye çalıştığım, yoğun emek harcadığım ve olmasını çok istediğim şeylerden birisini gerçekleştirmiş bir topluluk oldukları için onları bir kez daha tebrik ediyorum: Mimesis Dergisi’nin 14. sayısının yayınlanmasını büyük bir başarı olarak görüyorum. Önceki panelin metni bu sayıda yayınlanmıştı, sanıyorum bu toplantıda konuşulanlar da yine yayınlanacak.
Biz, Yenikapı Tiyatrosu olarak geçtiğimiz yıllarda şöyle bir şey önermiştik: Tiyatro, TV, opera, gösteri sanatları alanında çalışan bütün işçilerin bir birlik altında toplanması. Bu birlikte yer alan tüm bireylerin birliğin ilerleyişinde söz sahibi olması gerektiğini savunmuştuk. Bunun adını da "Tiyatro İşçileri Sendikası" olarak koyalım demiştik. Bu 1999 yılında ortaya çıkan bir girişimdi. Ama çeşitli tartışmalar sonrasında bu girişim kendini gerçekleştiremedi ve bugün sonuç olarak Türkiye Tiyatrolar Birliği’ni kurduk. Bu birlikte tiyatrolar kurumlar olarak temsil edilmekteler. Türkiye Tiyatrolar Birliği olarak "eylemli birlikteliği" önemsiyoruz. Bu tabirden kastımız şu: Ortak atölye çalışmaları düzenlemek, birbirimizle tiyatro anlayışlarımız üzerine tartışmalar yapabilmek, tiyatro faaliyetleri yapan ama şenlikler düzenlemekte zorlanan bölgelere giderek oralarda tiyatro festivalleri düzenlemek. Örneğin sevgili Atilla Oğultekin’in yaşadığı Balıklıova Köyü’nde onun da katkılarıyla beş topluluk bir araya gelerek bir şenlik düzenledik. Bunun hemen öncesinde 1. Bademler Köyü Tiyatro Şenliği’ni gerçekleştirdik.
Bu arada az önce okunan metinle ilgili de bir şeyler söylemek istiyorum. Yenikapı Tiyatrosu olarak "Palto" adlı oyunumuzla 3. Aydın Tiyatro Festivali’ne katılmak üzere başvuru yaptık. Bu oyun 12. Ankara Tiyatro Festivali’nde, Ege Üniversitesi’nde, ODTÜ’de ve diğer birçok yerde sergilendi. Bu oyunun finalinde "Enternasyonel" marşını söylüyoruz. Festival Komitesi’nde Mehmet Esatoğlu, Özgür Başkaya ve AYKARYAY’ın temsilcisi Hüsnü Erkung yer almaktaydı. Biz sahnede işlenecek hiçbir suçun olmadığına inanan bir tiyatro grubuyuz. Buna rağmen ARKARYAY ve Özgür Tiyatro temsilcileri marşın Aydınlıları rahatsız edebileceğini, istenmeyen durumlar yaşanabileceğini ifade ettiler. Biz de Yenikapı Tiyatrosu olarak oyunumuzu oynayacağımızı ve kendilerinden de özel bir talebimiz olmadığını, kendi güvenliğimizi sağlayabilecek güce sahip olduğumuzu belirttik. Bizim bu açıklamamızın ardından festivali düzenleyen komitenin, Özgür Başkaya tarafından iletilen bir mail aracılığıyla bize verdiği yanıt şöyle oldu: "Bu festival organizasyon komitesinin sorumluluğundadır ve komite istediği grubu festivale dâhil etme ya da etmeme hakkına sahiptir." Böylece festivalin dışında kalmış olduk. Biz de "Sahnede işlenebilecek hiçbir suç yoktur, sansüre rağmen Bademlerdeyiz!" sloganıyla 1. Bademler Tiyatro Şenliği’ni organize ettik. Şimdi burada "Aydın’da Enternasyonel söylenmez ama Ankara’da Talat Halman’a ödül verilince protesto edilir." gibi bir mantıkla kaşı karşıyayız. Bana göre bu pragmatizmden de öte bir anlayışın göstergesi. Sonuçta farklı nedenlerle de olsa Bademler Tiyatro Şenliği’ni organize etmemiz bizim açımızdan çok iyi oldu. Burası Cumhuriyet öncesinden beri tiyatro yapılan bir köy. Orada bir şenlik yapmak gerçekten önemliydi. İlk şenlikte seyirciyle buluşmada sorun yaşasak da, ikinci şenlik daha renkliydi. Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Eylül Ateşi Tiyatro Topluluğu da bizimleydi. Köylülerle buluşmanın yaşanabildiği bir şenlik oldu. Şimdi köylüler bize üçüncü şenliğin ne zaman olacağını hala sormaktalar. Elbette bunları yaparken hatalar da yaptığımız da oldu. Sonuçta sürekli pratik işler içerisinde olduğunuzda tökezleyip düşmeniz de söz konusu olabiliyor. Ama dostlarımız el verdikten sonra kalkabileceğimizi de biliyoruz. Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin en önemli ilkelerinden birisi şuydu: Egemen güçlerin inanılmaz baskılar uygulamakta olduğu çeşitli köylerde ya da muhalif duruş sergilenebilecek yerlerde tiyatro festivalleri düzenlemek ve tiyatro yoluyla kendini ifade etmek. Bu anlamda farklı biçimlerde sergilenen sekterleşmeci, marjinalleşmeci tutumların ciddi biçimde sorgulanması gerekir. Bu anlamda tüm tiyatro örgütlenmelerinin açılımcı biçimde yan yana durmanın yollarını yaratmaları gerekmektedir. Burada şu anda üç tiyatro örgütlenmesinin temsilcileri var. Bir dördüncüsü de aramızda olmamayı tercih etmiş durumda. Tüm bu örgütlenmeler sonuçta ayrı ayrı ya da birlikte yaptıkları işlerlerle tanımlanacaklar. Bu birlikte yapılan işler gelecekte belki de kalıcı birlikteliklerin genişlemesini sağlayacak. Bu birliktelikleri artırmanın yollarını aramalıyız. Bugün biraz da bu konularda tartışabilirsek çok iyi olacaktır. Şimdilik sözlerimi bitirmek istiyorum.
Atilla Oğultekin: Sözlerime kısaca TÜTİYAP’ın iki sene önce başlayan örgütlenme serüveninden bahsederek başlamak istiyorum. İki yıl önce Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz, belediye başkanlığına başladığı ilk yıl, Ankara’da faaliyet gösteren yirmiye yakın değişik tiyatro grubuna bir yemek verdi. Bu tiyatro gruplarının sıkıntılarını öğrenmek istediğini söyledi. Bu güzel bir başlangıçtı ama –bunu kendisine de söyledim- daha sonra Ankaralı tiyatro toplulukları için hiçbir şey yapmadı. Ama o toplantının bizi harekete geçirmek gibi bir faydası oldu. O yemekten sonra söz konusu tiyatro grupları bir araya gelerek Ankara Tiyatro Platformu’nu oluşturduk. Ben geçici başkan olarak seçilmiştim. Platformda çeşitli komiteler yer alıyordu. Çankaya Belediyesi bize tanıtım ve bilet satışı desteği vereceğini söyledi. Ama her Sosyal Demokrat yönetimin yaptığı gibi sonuçta hiçbir önemli adım atılmadı. Biz bunu öngörmüştük ama yine de şansımızı denemek istemiştik. Ama sonuçta, dediğim gibi, bu bizi harekete geçirdi ve biz Türkiye’deki tiyatro yapımcılarının meslek birliğini kurmak için araştırmalarımıza başladık. 5248 sayılı meslek birliği kurma yasasından hareketle bir girişim başlattık. En az yirmi yedi üyesi olması gereken bu birlik için Türkiye’nin her yerindeki profesyonel tiyatroculara haber verdik. Gerekli sayıda katılımı sağladıktan sonra Kültür Bakanlığı’na başvurduk. Sonuçta başvurumuzu reddeden bir yanıt geldi. Nedenini anlayamadık. Sağa sola başvurduk. Hatta ben o dönemin bakanı Atilla Koç’a bile gittim. Ama bize meslek birliği kuramayacağımız söylendi. Gerekçe komikti: Bu yasada müzisyenlerden, sinemacılardan, edebiyatçılardan bahsediliyordu ama tiyatro yapımcılarının meslek birliği kurabileceğine dair bir ibare yer almıyordu. Meclise dilekçe vermemiz gerekiyordu. Konu alt komisyonda tartışılacak ve mecliste yasa değişikliği yapılacaktı. İki yıldır bu konudaki girişimimiz sürüyor ama ne yazık ki yasada ilgili değişiklik hala gerçekleşmedi. Şu anda TÜTİYAP askıda duran bir örgütlenmedir. Geçtiğimiz yıllarda Ankara’da bir birlik oluşturmaya dönük çeşitli faaliyetler gerçekleştirdik. Ama gördük ki çabalarımız Ankara dışına çıkmaya yetmedi. Bunun üzerine farklı illerden arkadaşlarla ilişki kurduk. Örneğin İstanbul’da Mahir Günşiray bu konuda çalışmalar yaptı. Tüm bu çabalar sayesinde sayımızı yüze çıkardık. Bir web sitemiz var, birbirimizle sürekli ilişki içerisindeyiz. Ancak benim gördüğüm kadarıyla en önemli eksiklik bizim bir türlü bir araya gelmeyi beceremememiz. Mesela şu anda burada çok az bir dinleyici grubuna hitap ediyoruz. Aslında bizim yüzlerce kişinin katıldığı kongreler organize edebilmemiz lazım. Tüm tiyatro gruplarının çok büyük sorunları var. Kültür Bakanlığı’na başvuruda bulunan yaklaşık 250 grup var. Bunlar nerede? Elbette bunların yarıya yakını devletten para almak için tiyatro grubu adı altında kurulmuş paravan topluluklar. Geriye kalan yüz ya da yüz elli topluluk nerede? Bunların hepsi bir araya gelse Türkiye’de tiyatro nereden nereye gelir. O zaman tiyatro grupları ciddi bir güç haline gelir. Devlet yardım dağıtıyor deniyor. Kim kime nasıl dağıtıyor? Bakanlığın belirlediği, tiyatroların durumundan haberdar olmayan yedi sekiz kişi ahbap çavuş ilişkileri içerisinde bu dağılımı belirliyorlar. Zaten iki yıldır bu miktar da oldukça azalmış durumda. Üstelik devlet 4–5 YTL’ye bilet satarak özel tiyatrolarla haksız rekabet yapıyor. Bu da ayrı bir sorun. Bizler de dilenci gibi projelerimizi sunup devletten yardım bekliyoruz. Ben bundan çok utanç duyuyorum. Ben yardım falan istemiyorum. Bunu söylediğimde bazı tiyatrocu dostlarım bana kızıyorlar. Ben diyorum ki devlet gerçekten sosyal devletse bizim vergi oranlarımızı indirsin, biz kendi gişemizle ayakta durmayı beceririz. Ya da eğer illa yardım yapacağız diyorlarsa, haksız rekabeti ortadan kaldırmak için devlet ve belediye tiyatrolarının biletleriyle bizim biletleri aynı fiyata satalım, aradaki farkı devlet bize yardım olarak versin. Gördüğünüz gibi özel tiyatroların pek çok sorunu var. Sözümü burada bitireyim. Bir dahaki turda devam ederim.
Fırat Güllü: Geçtiğimiz yılki toplantıda İATP deneyiminden ve İATP-Girişim’e geçiş sürecinden zaten bahsetmiştim. Bu söyleşinin metni Mimesis 14’te ve BGST’nin internet sitesinde yer alıyor, arzu edenler ve bilmeyenler oradan okuyabilirler. Ben de Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin temsilcileri gibi geçtiğimiz yıl neler olduğundan bahsedeceğim. Geçen yıl da söylediğimiz gibi İATP-G’yi kendi içerisinde yeterli enerjiyi oluşturduğuna ikna olduğumuzda yeniden İATP’ye dönüştürme konusunda hedefimiz bakidir. Ancak geçen yıl bunu sağlayabildiğimiz bir yıl olmadı. Baktığımızda geçen seneki grupların üyeliğinin sürdüğünü görüyoruz. Ancak bu grupların birlikteliği tiyatro camiası içerisinde öne çıkacak bir atılımı gerçekleştirmek için yeterli olmadığından İATP-G sistem karşıtı bir direniş odağı olarak hareket etmek zorunda kaldı. Bu tavır kemikleşirse sonuçta sekterleşmeye yol açabilir ve içe kapanmayla sonuçlanacak bir süreç devreye girebilir. Şu anki gruplardan bazıları kendi iç örgütlenmelerini belirli bir düzeye taşımaya çalışıyorlar. Bu durum dışa dönük açılımların cılızlaşmasına yol açıyor. Bu cılızlaşmayı en çok platform içerisindeki aktivist unsurların sayısının azalmasında gözlemleyebilirisiniz. Bir platform yeterince aktivist bir enerji üretemiyorsa kendi sınırlarını aşıp tiyatro camiası içerisinde etkin bir odak olmakta elbette ki zorlanacaktır. Bu anlamda da platform alternatif duruşların korunabilmesi ve grupların tamamen akıntıya kapılmasının önüne geçilmesi için bir direniş odağı olarak işlev görmek durumunda kalıyor. Geçtiğimiz yılın faaliyetlerini ana hatlarıyla değerlendirebilirsek şunları önplana çıkarabiliriz: Geçtiğimiz yıl platform içerisinde "Kolektif Oyunlaştırma "başlıklı bir atölye çalışmasını gerçekleştirdik ve bu çalışmanın sonuçları gelecek hafta bu festivalde düzenlenecek bir atölye çalışmasıyla Ankaralı katılımcılarla da paylaşılacaktır. Bu akşam Tiyatro Boğaziçi tarafından yine bu yaklaşımdan yararlanılarak oluşturulmuş "Biz, Siz, Onlar" adlı oyunu da bu bağlamda izlemenizi öneririm. Bunun dışında bildiğiniz gibi bir internet sitemiz var. Asıl amacımız ortak bir dergi yayınlayabilmekti ama bu amacımızı gerçekleştirmeyi başaramadık. Şu an için kamuoyu ile iletişimimizi site aracılığıyla gerçekleştiriyoruz. Bu arada Orçun’un da konuşmasında bahsettiği gibi Boğaziçi Üniversitesi tarafından Mimesis Dergisi’nin 14. sayısı yayınladı. Her ne kadar BGST’li kişiler yayın sorumluluğunu üstlense de aslında Mimesis Dergisi bir platform dergi olma hüviyetini taşımaktadır ve dışarıdan gelecek yazılara da açıktır. Bunu da belirtmek istedim. Ancak İATP’nin olası yayın organı Mimesis’ten farklı bir çizgide olmalı ve platformun tiyatro camiasındaki tartışmalara aktif katılımını sağlayabilmelidir. Bu proje şu ana kadar gerçekleşememiş bir durumdadır. Geçtiğimiz yıl içerisinde gerçekleştirdiğimiz ve bize göre İATP-G’nin başarılı biçimde tamamladığı asıl etkinlik İATG 2008’di. Etkinlik tıpkı önceki yıl olduğu gibi bu yıl da üç başlık halinde organize edildi: İlki Üniversite Tiyatroları Buluşması, ikincisi Kültürel Çoğulcu Tiyatro Günleri, üçüncüsü ise Çocuklar ve Gençlerle Tiyatro etkinlikleriydi. İlk etkinlik Ege ve Eskişehir Anadolu üniversitelerinden gelen toplulukların da katılımıyla gerçekleştirildi ve değişik üniversite toplulukları birbirlerinin oyunlarını izleme ve tartışma olanağı buldular. Kültürel Çoğulcu Tiyatro Günleri’nde Ardeşenliler Derneği’nde faaliyet gösteren tiyatrocular kendi geleneklerinin modern hayat içerisindeki değişimini konu alan Lazca-Türkçe bir oyun sergilediler. Varoşlarda kurulan ve Kürtçe oyunlar sergileyen Lotus ve Hevi toplulukları son dönem çalışmalarından bazılarını seyircilere sundular ve onlarla amatör Kürt tiyatrosunun durumu üzerine konuşma fırsatı elde ettik. Bu sabah burada tekrarlamış olduğumuz "Osmanlı Tiyatrosu Tarihçiliğine Eleştirel Bir Bakış Denemesi" adlı seminer ilk kez İATG 2008 kapsamında sunuldu ve aynı gün Ermenice’den Türkçe’ye çevrilerek sahneye taşınana "Todori’de Günbatımı" adlı tek kişilik gösteri sahnelendi. İATG’nin son bölümünü Çocuklar ve Gençlerle Tiyatro etkinlikleri oluşturuyordu. Bu etkinlikler kapsamında hem değişik lise ve ilköğretim okulları öğrencileri kendi oyunlarını arkadaşlarına sergilediler; hem de Zehra İpşiroğlu ve Nihal Kuyumcu gibi konuyla ilgili çalışmalar yapan iki akademisyen, İATP-G’de faaliyet gösteren Eğitmenler Komisyonu’ndan iki arkadaşımızın, Şişli Terakki Lisesi’nin tiyatro eğitmeni Cüneyt Yalaz ve Zeytinburnu Halk Sahnesi kapsamında çocuklar ve gençlerle tiyatro faaliyetleri yürüten Fadime Yılmaz’ın katılımıyla bir panel organize edildi. Söz konusu akademisyenler kendi yazdıkları kitaplarda yer alan teorilerin uygulamalı olarak kullanılışına şahitlik ettiler. Hatta bu durumdan etkilenerek sonraki günlerde düzenlenen etkinliklere de katılma ihtiyacı hissettiler. Böylece İATP-G üyesi uygulamacılarla akademisyenlerin, verimli bir buluşması gerçekleşti diyebiliriz. Bu türden etkinlikleri organize etmekte zorlanmamakla beraber bizim kendimize yaptığımız en önemli eleştiri tiyatro ortamında dönen çeşitli tartışmalara yeterince hızlı yanıt oluşturamadığımız yolundadır. Örneğin bu toplantının açılışında gündem olan "onur ödülü" konusunda da İATP-G içerisinde yeterli oranda tartışılamadı. Ama yine de, özellikle bu toplantıda konuyla ilgili tavrımızı dile getirmek istediğimiz için, geç de olsa tartışma ve fikir oluşturma fırsatını elde ettik. Bunları sizinle paylaşmak isteriz: Öncelikle Ankara Tiyatro Festivali amatör ve alternatif sanat kurumlarının önem verdiği bir organizasyondur. Çeşitlilik üzerine yapılmış bir vurgusu vardır ve katılımcılarını çok geniş bir yelpaze içerisinden seçmeye çalışır. Bu yönüyle değer verdiğimiz bir yapılanma olduğunu ve organizasyon komitesini kutlamak istediğimizi söylemek istiyorum. Yine ilk kez geçen sene organize edilen ve Türkiye’deki belli başlı tiyatro örgütlenmelerini bir araya getirmeyi amaçlayan ve şu anda ikincisi düzenlenmekte olan "Tiyatroların Örgütlenmesi" başlıklı bu etkinliği de önemli bulduğumuzu, taşıdığı belgesel değer açısından geçen yılki etkinliğin metinini Mimesis Tiyatro Çeviri Araştırma Dergisi’nde yayınladığımızı ve bu toplantıların periyodik olarak sürecek olmasını da olumlu bir gelişme olarak gördüğümüzü de belirtmek istiyorum.
Ancak hepinizin bildiği gibi geçen sene aramızda olan konuşmacılardan birisi şu anda toplantıda yer almamakta ve bu durumun gerekçelerini haftalar öncesinden bizimle paylaşmış bulunmakta. Özgür Başkaya’nın etkinliğe katılmama kararının, Özgür Tiyatro ve Amatör Tiyatrolar Birliği’nin sanatsal yaklaşımı ve dünya görüşüyle tutarlılık arz ettiği kabul edilebilir –gerçi Orçun Masatçı kendi konuşmasında öyle olmadığını ifade etti. Ancak diğer yandan belli bir sanatsal örgütlenme modelinin savunucusu olarak söz konusu yapının herhangi bir temsilcisinin burada olmaması yapılacak toplantının eksikli olmasına yol açacaktır. Bu noktada İATP grupları olarak bizim konuya yaklaşımımız kısaca şöyledir: İATP grupları her zaman bu ülkedeki darbeci, faşizan, anti demokratik uygulamaların ve geleneklerin eleştiricisi olmuşlardır. Verilen ödül nedeniyle ortaya çıkan tartışmalarda alınan farklı tavırlara saygılıyız. Ancak çeşitli festivallerde verilen ödüllerin kimlere, hangi koşullarda ve kimler tarafından verildiğinin, hatta ödül mantığının kendisinin de ayrıca tartışılabileceğini kabul etmekle beraber biz, tartışmanın bu konuyla sınırlandırılmadan daha geniş bir perspektifte, genel anlamda tiyatro dünyasından insanların devlet ve iktidarla kurduğu ilişki biçimleri üzerinden yürütülmesinin daha anlamlı olacağını düşünüyoruz. Ayrıca bunu yaparken Ankara Tiyatro Festivali tarafından, sıkça görmezden gelinen amatör ve alternatif tiyatrolara sağlanan açılımcı desteğin kaybedilmemesine de özen gösterilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Kendi açımızdan Ankara Tiyatro Festivali’nin sunduğu bu tartışma platformunu terk etmeyi tercih etmediğimizi ve festivalin daha iyi şartlarda organize edilmesi için gerekli düşünsel katkıyı yapmaya hazır olduğumuzu vurgulamak istiyoruz.
İATP-G olarak önümüzdeki günlerde bir genel kurul düzenleyeceğiz. Biz buna önem veriyoruz. Bu genel kurulda tüm gruplardan üyeler bir arada olma ve birbiri hakkında birinci elden bilgi sahibi olma fırsatını yakalıyor. Bunun sonrasında da herhalde birlikte yapılabilecek eğitim çalışmaları arayışları başlayacaktır. Bu tür gelişmeleri internet sitemizden izleyebilirsiniz.
Şenol Tiryaki: İlk tur konuşmalar tamamlandığına göre genel bir toparlama iyi olur diye düşünüyorum. Görüldüğü gibi hiç kimse tiyatronun bireysel bir sanat olduğunu düşünmüyor. Bir tiyatro topluluğunun kendisi bile bir örgütlenmedir. Bir tiyatro eseri tüm grup üyelerinin, kapıda bilet satan görevliden teknik ekibe kadar herkesin ortak üretimini zorunlu kılar. Bir örgütlenme içerisinde farklı seslerin varlığı üretim alanının zenginleşmesine neden olacaktır. Muhalefetin olmadığı bir ortamda tek sesliliğin yarattığı bir megolamani oluşabilir. Bunu örnek olsun diye söylüyorum, buradaki yapılara dönük bir eleştiri olarak değil. Bu anlamda biz Özgür Başkaya’nın tartışmanın başında okuduğumuz yazısını da örgütlülüğümüz içindeki farklı bir ses olarak görüyoruz. Bu örgütlenmelerin kan dolaşımını sağlayacak bir yenilenme olarak görüyoruz. Festival bitiminde festival komitesini oluşturan arkadaşlarla yeniden değerlendirilebilir. Önemli olan birlikte, aynı yolda yürüyebilmektir. Farklı düşünen insanları dışlamakla bir kazanım elde edemeyiz. Önemli olan onları kazanabilmek, her zaman onlar için bir açık kapı bırakabilmektir. Ben bu tartışmalara bu pencereden bakıyorum.
Yener Aksu: İlk tur bittiyse ben festival komitesi adına konuyla ilişkili bir açıklama yapmak istiyorum.
Şenol Tiryaki: Elbette. Her sese kendini ifade etme şansı tanınmalıdır, buna festival komitesi de dâhildir. Buyurun.
Yener Aksu: Yanılmıyorsam 1997 yılında bir araya geldik ve ilk kez tiyatro örgütlenmeleri üzerine konuştuk. Toplam 83 tiyatro grubu bu toplantıya katılmıştı. Biraz da bu deneyimi hatırlayarak geçen yıl bu konuyu yeniden gündeme getirmeye karar verdik. Çünkü örgütlülüğün getirdiği güce inanan bir yapıyız. Dolayısıyla aslında geçen sene düzenlenen toplantı ikinci toplantıydı ve bu sene de üçüncü toplantıyı düzenliyoruz. Umuyorum bu toplantılar amacına ulaşır ve bu konuda ilerleme olmasına hizmet eder.
Az önceki konu hakkında bir şeyler söylemek gerekirse... "Emek Ödülü" ve "Onur Ödülü"... Öncelikle şu konuyu vurgulamak istiyorum: TAKSAV 1993 yılında Türkiye’de daha önce hiçbir vakfın yaşamadığı bir kuruluş süreci yaşadı. İçinde birçok bilim adamı, sanatçı, düşünür bulunan –ki bir kısmını bugün kaybettik- 153 kişilik bir kurucu listesi vardır. Vakfın kurulduğu tarihte bugün gündemde bulunan siyasi partilerin bir kısmı henüz kurulmamıştı bile. 12 Eylül’ün ortaya çıkardığı karabasan hala devam ediyordu ve biz bu süreçte neler yapılabilir diye düşünmekteydik. Adından da anlaşıldığı gibi bu vakıf, toplumsal araştırmalar, kültür, sanat alanlarının tümünü kucaklayan, farklı sesleri sahiplenmeye çalışan bir misyonla kuruldu. 1996 yılında yine benzer bir düşüncenin ürünü olarak az önce sözünü ettiğimiz toplantıyı düzenlemeye karar verdik ve bu toplantı sonrasında bu tür bir festival düzenleme kararını aldık. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki vakıf yönetimi ne 1996 yılında, ne de bugün asla bize, yani Festival Komitesi’ne doğrudan müdahale etmemiştir. Dolayısıyla o gün için de, bugün de ortaya çıkanlar Festival Komitesi’nin özgür iradesiyle gerçekleştirilmiştir. Tabii ki yapılanların tümünden vakfın haberi vardır ama hiçbir koşulda vakıf yönetimi bize "şunu yapmayın, şunu yapın" gibi bir direktifte bulunmamıştır. Son iki yıldır adı "Danışma Kurulu" içerisinde geçen kişilerle biz aslında ilk yıllardan itibaren fiilen hep ilişki halinde olmuşuzdur. Onlardan çeşitli konularda fikir almaya önem vermişizdir. Ama son iki yıldır bu ilişki kurumsallaştırıldı ve Festival Komitesi dışında bir de Danışma Kurulu oluşturuldu. Geçtiğimiz yıl "Onur Ödülü" için önümüze iki isim gelmişti: Birisi Haluk Bilginer’di, diğeri de Genco Erkal’dı. Biz bu ödülü geçtiğimiz yıl Genco Erkal’a vermiştik. "Emek Ödülü" ise bizim geleneksel bir ödülümüz değildir. 2004 yılında başladı. Bundan önce de Ankara Sanat Tiyatrosu’na 40. sanat yılı nedeniyle 2002 yılında bir ödül vermiştik. Geçen yıl Küçük Tiyatro’nun 60. kuruluş yılı nedeniyle Devlet Tiyatroları’na da benzeri bir ödül verdik. "Emek Ödülü"nü yalnızca tiyatro alanına değil, genel anlamda kültür sanat alanına hizmetlerde bulunan kişilere vermeyi uygun gördük. İlk ödül 2004 yılında Sevda Şener’e, ikincisi ise geçen yıl Ayşegül Yüksel’e verildi. Ancak geçen yıl Ayşegül Yüksel’le beraber ismi geçen bir kişi daha vardı: Talat Halman. Bu sene hiç yeni bir isim arayışına girmeden, geçen sene adı geçen ama ödül alamayan iki kişiye Haluk Bilginer’e ve Talat Halman’a sırasıyla "Onur" ve "Emek" ödüllerinin verilmesine karar verildi. Bu iki isme ne Festival Komitesi’nden, ne de Danışma Kurulu’ndan olumsuz hiçbir eleştiri gelmedi ve ödüllerin verilmesi konusunda hiç tartışma yaşanmadı. Bu isimlerin, geçen sene gündeme geldikleri ve ödül alamadıkları için tartışma konusu olmalarına açıkçası gönlümüz el vermedi ve geçen sene veremediğimiz ödülleri bu sene vermeyi tercih ettik. Tüm bu değerlendirme süreci tamamlandıktan ve isimler açıklandıktan sonra beni bir akşam Özgür Başkaya aradı ve Talat Halman’a verilen ödülle ilgili eleştirilerini söyledi. Öncelikle şunu söyleyeyim: Biz dostların eleştirilerine her zaman açık olmuşuzdur, Özgür bizim arkadaşımızdır, düşüncelerini önemseriz ama bu Festival Komitesi ve Danışma Kurulu’nun aldığı bir karardır ve saygı duyulmasını bekleriz. Özgür’ün vakıftan talep ettiği alınan karara müdahale etme davranışı bugüne kadar hiç gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmesini de beklememeliyiz. Biz yıllardır festivalin içeriği ve örgütlenişiyle ilgili pek çok eleştiri ile karşı karşıya kaldık. Bu eleştirilere saygı duyduk. Ama biz çeşitliliklere ve farklılıklara saygı duyma ilkesine dayalı kendi anlayışımızdan taviz vermeden bu festivali bugünlere getirdik. Bu ilkemizden de taviz vermeyi düşünmüyoruz. Tabii ki bu düşüncemizi Özgür’e iletince Özgür’de söz konusu yazıyı yazarak tepkisini dile getirdi. Bu yazıdan sonra pek çok kişi, hatta bazı basın kuruluşları bizi arayarak bir açıklama yapmamızı istediler. Ancak bizim tavrımız bugüne kadar festival bitene kadar herhangi bir açıklama yapmamak yolunda olmuştu. Ama şimdi burada oluşan ortam gereği bu açıklamaları yapma ihtiyacı hissettik. Özgür’ün tüm eleştirilerinin ötesinde bizi üzen, çeşitli grupları arayarak festivale katılmamaları yolunda bir kamuoyu oluşturmaya çalışmasıdır. Açıkçası bu davranışı etik bulmadığımızı belirtmek istiyorum. Eleştirilerini tüm içtenliğimizle anlamaya çalışırız ve tartışırız. Ama bu ikinci davranışı kabul edilebilir gibi değildir. Talat Halman konusuna gelince... Talat Halman 1951 yılından itibaren Türkiye’yi Shakespeare ile tanıştıran, beş binin üzerinde çevirisi yayınlanan, 1971’de henüz partilerin, sendikaların, parlamentonun kapatılmadığı bir dönemde, bazı milletvekilleri ve bakanların, dışarıdan bazı teknokratlarla beraber kimi reformlar için bir araya geldiği bir dönemde bakanlık yapmış bir kişi. Görevi kabul ederek doğru mu yanlış mı yaptığı tartışılır. 12 Eylül öncesinde bu reformların yapılmasının doğru mu yanlış mı olduğu da tartışılır. Ama bir insanı, 77 yıllık yaşamında yaptığı bir eylemden yola çıkarak, Denizlerin, İbrahimlerin asılmasıyla ilişkilendirmek açıkçası bana çok doğru gelmiyor. O dönemde Türkan Saylan, Atilla Sav, Ercan Karakaş, Atilla Karaosmanoğulları gibi isimler de bu hükümette görev almıştı. Şimdi bu mantıkla yola çıkacaksak Danışma Kurulu’nda adı geçen Atilla Sav da aynı hükümette görev almıştı. O diyor ki, "Bizi reform yapın diye getirdiler ama yapmaya çalıştığımız reformların önüne geçtiler. Biz de bu sürece alet olmak istemediğimiz için istifa ettik." Talat Halman da istifa edenler arasında yer alıyordu. Bu tavrın artılarını eksilerini sonra da tartışabiliriz. Festival Komitesi’nin verdiği ödülün gerekçesi Talat Bey’in kültür ve sanata verdiği desteklerdir. Türkiye’de Kültür Bakanlığı’nın kuruluşunda aktif sorumluluk almıştır ama onun istifasın ardından yeni bir bakan atanmamış, bakanlık toptan kapatılmıştır. En son olarak 16 Türkçe tiyatro eserini İngilizceye çevirmiş, ABD’de yayınlanmasını sağlamıştır. Bizim ona ödül vermemizin gerekçesi bu türden çalışmalarıdır. Sözü daha fazla uzatmak istemiyorum. Söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Şenol Tiryaki: Biz de teşekkür ediyoruz. Öyle gözüküyor ki festival sonrası süreçte bu tür sorunlar tartışılacak ve uygun bir sonuca bağlanacaktır. Önemli olan belli dayanışma ve ittifak ilişkilerini korumayı becerebilmektir. Şimdi bu bağlamda örgütlenme sorunu ile ilgili söyleyeceklerini dinlemek için sözü yeniden konuşmacı arkadaşlarıma bırakıyorum.
Zafer Gecegörür: Öncelikle bir şeyi baştan kabul etmeliyiz ki bizim birbirimize ihtiyacımız var. Bizim ortak olarak düzenleyeceğimiz tiyatro festivallerine ihtiyacımız var. Bu festivallere kimler karşı çıkıyor? Şu anda ülkeyi yöneten erk karşı çıkıyor. Salonları açmamaktadır. Bu yetmiyormuş gibi biz ne yapmaktayız? Kendi içimizde gereksiz ve önemsiz tartışmalar yaparak bu tür fırsatları yok etmekteyiz. Biz kendimiz bir konuşmaya ya da festivale katılmayabiliriz ama bir başka topluluğun katılıp katılmasına karışamayız. Aydın’da yerlere çöp atıp Ankara’da "lütfen çevremizi temiz tutalım" diyemezsiniz. Söylediğin ve yaptığın birbirine uymalı. Ankara Festivali örneğine çok sık rastladığımız bir etkinlik değil. On üç yıldır düzenleniyor, uluslararası bir boyutu var ve birçok alternatif kurumu yan yana getirmeye özen gösterilerek düzenleniyor. Bence ödül konusundaki eleştiride bir üslup sorunu söz konusu. Eğer herhangi bir yapıya bu türden eleştiriler yönelteceksem öncelikle yüz yüze konuşmayı isterim. Böyle yazılar yazmadan önce karşı tarafla diyalog yolları ararım. Aksi takdirde yapılan eleştirinin bana da yararı olmaz, diğerine de. Türkiye Tiyatrolar Birliği geçtiğimiz yıl kurulduğunu bu platformdan deklare etti. Bu yıl yine bu platformda başka bir örgütlenme ile yan yana gelmeyi başardı. Bu türden açılımlara devam etmenin, diğer örgütlenmelerle buluşmanın yollarını aramalıyız. Bunun tersi ne olabilir? Oturup diğer tiyatro örgütlenmelerinin açıklarını aramak olabilir. Eğer art niyetli bakarsak yapılan tüm organizasyonların bir açığını bulabiliriz. Şu anda özellikle internet dünyasında hâkim olmaya başlayan eleştiri kültürünü sorgulamamız lazım. Bu alanda ciddi bir nitelik sorunu var bence. Sözlerimi şu şekilde sonlandırmak istiyorum: Bizim birbirimize, Türkiye’nin her yerinde düzenlenen festival ve organizasyonlara ihtiyacımız vardır. Bunlara sahip çıkalım ve sorunları varsa oturup konuşarak çözelim. Teşekkür ediyorum.
Orçun Masatçı: Öncelikle Sevgili Şenol Tiryaki’nin bazı görüşlerine canı gönülden katılırken, bazı görüşlerine ise maalesef katılmadığımı belirtmek istiyorum. Geçtiğimiz yılki panelde bu sıralarda çok daha fazla insan yer alıyordu. Bu yıl çok fazla insan yok. Ama bu önemli değil. Bu paneli şu anda burada on kişi izliyor olabilir ama buradaki izleyici ve konuşmacılar bu panelde konuşulanları kendi çevrelerindeki kişilere taşıdıklarında üç yüz, dört yüz kişilik bir kesime ulaşacaktır. Ayrıca şu anda bunlar kayda alınan sözlerdir ve yayınlandıklarında pek çok kişi bu konuşmalardan haberdar olacaktır. Toplumun ilerici kesimini oluşturan aydınlar kendi hedeflerini nasıl belirlerler? Toplumu değiştirme isteğiyle belirlerler. Bunun için de toplumla buluşmak birinci koşuldur. Bu birinci koşulu yerine getirmezseniz sorun var demektir. Derler ki, "İstikrar hayattaki her şeydir." Kendi iradenizi istikrar üzerinden gösterirsiniz. Eğer üç ya da dört yıl önce söylediğiniz şey bugün söylediğiniz şeyle taban tabana zıtsa bu kabul edilemez. Ama şimdi siz bir festivalde sansür uygulayıp, "Bu söz konusu festivalin doğası gereğidir." deyip, bir başka festivali verdiği ödülden dolayı eleştirirseniz, bu bana ahlaki açıdan sorunlu görünür. Geçen sene şu anda düzenlediğimiz panelin yarattığı sonuçlara bir bakalım: Mimesis Dergisi çok önemli bir iş gerçekleştirdi ve geçen seneki panel metnini yayınladı. Biz Türkiye Tiyatrolar Birliği olarak İstanbul’dan bir üyeye sahip değiliz. Bir tek üyemiz var İstanbul’dan: Gazi Mahallesi’nde tiyatro yapan Tiyatro Kaktüs adlı bir topluluk. O topluluk da henüz yolun başında. Dolayısıyla Mimesis, Orçun Masatçı ve Zafer Gecegörür’ün sözlerini kendi okuyucu kitlesine ulaştırdı. Bunun dışında BGST’nin web sayfası da aynı işi yaptı. Her topluluk kendi web sayfası aracılığıyla bu panel metnini farklı kesimlerin gündemine soktu. Biz Türkiye Tiyatrolar Birliği’ni buradaki tartışmaların ardından kurduk. Atilla Oğultekin’in söylediği gibi kalabalık bir kongre yapalım. Biz Türkiye Tiyatrolar Birliği olarak geliriz. Her türlü buluşmaya açığız. Burada sergilenen tavırda bir problem var. Siz herhangi bir konuya tek bir boyuttan bakamazsınız. Bir örnek vereyim: "Araf" diye bir oyun var. Biliyorsunuz bu oyun İzmir’de yasaklandı. İstanbul’da yasaklandı. Ama bu oyun Kültür Bakanı’nın açılışını yaptığı bir festivalde kapanış oyunu olarak programda yer alıyor. Bu festivale "gerici" demek mümkün değildir. Devam edeyim: Nusaybin Belediye Tiyatrosu geliyor Kürtçe bir oyun oynuyor. İki gün önce, çok önemli bir topluluk olan ve 10 yıldır Kürtçe gösteriler yapan Teatra Jiyana Nü, Devlet Tiyatroları’na ait Şinasi Sahnesi’nde Kürtçe bir oyun oynadı. Bugünkü koşullarda en önemli ayrım Kürt meselesi üzerinden çıkmıyor mu bu ülkede? Toplumda bir Kürt-Türk çatışması yaratılmaya çalışılmıyor mu? Bu festival bu plana "Hayır! Ben kardeşlikten yanayım!" diye yanıt veriyor. Bu durumda o festivalde Alparslan Türkeş’e de ödül verseniz fark etmez. Siz asıl sözünüzü başka bir biçimde söylemiş oldunuz zaten. Kendi açımızdan değerlendireyim: Biz sokak tiyatrosu yapıyoruz. Sokak tiyatrosunun tanıtım açısından bu festivale kattığı bir şey yok. Hatta masraflı olduğu için festivalden bir şeyler götürüyor. Normalde festivalin muhalif bir duruşu olmasa bizi davet etmek istemezler. Ticari bir mantıkla düşünseniz böyle bir topluluğu çağırmayabilirsiniz. Bu türden toplulukları çağırmak ve onlara söz hakkı vermek festivalin alternatif bir nitelik taşıdığını gösteriyor. Diğer bir boyut belki de şu: Biz BGST ile "Barışarock"ta yaşanan bazı tartışmalar vesilesiyle ilk kez tanıştık. Biz normalde o olaylardan sonra BGST ile hiçbir platformda karşılaşmayabilirdik. Aramızda önyargılardan kaynaklanan bir husumet olabilirdi. Bu önyargıların yıkılmasına ve bir diyalog başlamasına sebep olan platform bu platformdur. Dolayısıyla bu platformun birleştirici bir misyonu olduğunu kabul etmeliyiz. Eğer biz sanat piyasasına has rekabetçi mantığa teslim olursak bu bizim kazanımlarımıza zarar verir. Kendimizde katılmadığımız bir festival hakkında eleştiri yapma hakkını görmemizde bu da etkili olabilir. Bu algıyı tümüyle değiştirmek zorundayız. Eleştirilerimizi öncelikle muhatabına yöneltmeli, yanlış bulduğumuz bir şey varsa bunu düzeltmeye çalışmalıyız. İlk önemli anlaşmazlıkta köprüleri atmayı doğru bulmuyorum. Bu örgütlenme ile ilgili bir tartışmadır ve şu anda konuşmakta olduğumuz konunun bununla alakası olmadığını düşünenler de olabilir. Ama bence bu tam da örgütlenme ile ilgili bir tartışmadır. Biz kendi olanaklarıyla tiyatro yapan ama özel bir biçimde, sokak tiyatrosu türünde tiyatro yapan bir topluluğuz. Bu ülkede bu çok kolay değildir. Devlet hesap sorar, sokağa çıkmak o kadar kolay değildir. Örneğin geçen seneki oyundan sonra kaldığım otelden gözaltına alındım. Bu ilk kez yaşadığımız bir durum değildi. O anlamda bu türden festivallerin ev sahipliği bizim için çok önemidir. Örneğin bizim artık Ankara’da bir seyirci kitlemiz var. Batıkent’e gittiğimizde orada bizi bekleyen 70–80 kişilik bir grupla karşılaşma fırsatı bulduk. Bu çok önemli bir gelişme bizim için. Şimdilik söyleyeceklerim bunlar.
Atilla Oğultekin: Arkadaşlarımın söylediklerine tümüyle katılıyorum Umarım bu toplantı sonunda tüm tiyatro topluluklarının katılacağı ve kurumsal tartışmaların yapılabileceği bir toplantı organize edebiliriz. Bu toplantıda oluşacak birlik hem yöneticilere karşı sesimizi daha gür çıkaracaktır, hem de aramızdaki çürük yumurtaları temizlememize yardımcı olacaktır. 1974 yılından beri tiyatro dünyasındayım, AST içerisinde çalışıyorum. Bizim gücümüz tümüyle kolektif örgütlenmeden ve topluluğun taşıdığı ilerici, devrimci düşünce yapısından gelmektedir. AST kendi oyuncusunu genç yaşta alır ve kendi olanaklarıyla eğitir. İkincisi, AST yıllardır yürüttüğü çocuk tiyatrosu faaliyeti ile kendi seyircisini erken bir yaştan itibaren kendisi oluşturur. Bunun için örgütlü bir yapı bu iki sorunu, tiyatro oyuncusunun eğitimi ve tiyatro seyircisini oluşturacak doğru çocuk tiyatrosunun nasıl yapılması gerektiği konularına el atmalıdır. Tiyatro sevgisi olmayan ve farklı amaçlar için tiyatro yapanları tiyatro dünyasının dışına itmeliyiz. Bazı soyguncular okulları ziyaret edip bir sınıfta, sıraların üzerinde sırf para kazanmak için tiyatro yapıyorlar. Bunun engellemesi için gerekli mücadeleyi Milli Eğitim nezdinde de veriyorum. Bunun önüne geçmek için örgütlü yapı şart. Tabii ki amatör tiyatro yapılacak, tabii ki deneysel çalışmalar yapılacak. Ama kötü örneklere tahammül etmemeliyiz. Bence bugünün sonunda bir araya gelelim ve bu kongre sorununu çözelim. Bakın şimdi ne anlatacağım: 5225 sayılı bir yasamız var. 2004 yılında gazetede bu yasanın çıktığını öğrenince çok heyecanlandım. Bu yasa "kültürel teşvik yasası" diye de biliniyor. Bu sefer tiyatrocular unutulmamış. Dönemin kültür bakanına çıktım, Atilla Koç’a ve dedim ki bundan yararlanmak istiyoruz. O da dedi ki, "Bundan yararlanmanız için turizm işletmelerine verilen Turizm Teşvik Belgesi gibi bir Kültürel Teşvik Belgesi almanız lazım. Başvuru yapın." Bu yasa size ne sağlıyor? Eğer kültür merkezi açıyorsanız 7 yıl boyunca sizi her türlü vergi, elektrik, doğalgaz vs.den yüzde 25 muafiyet sağlıyor. O kadar örgütsüzüz ki bu konularda bilgi sahibi değiliz. Hemen dilekçeyi yazdım ve benim için "Yaşar ne Yaşar ne Yaşamaz" süreci başladı. Ona git, buna git. Bugün git yarın gel. Tam üç ay sonra benden belgeleri istediler. Verdim hala bekliyorum. Şimdi biz örgütlü bir yapı olsak bastırır, turizmci nasıl bu teşviki alıyorsa biz de alırız. Şimdi burada bazı konular yüzünden bu örgütlülüğü zedelememek lazım. Örneğin Talat Halman’a verilen ödülü ele alalım. Bu ödül bence fazla incelenmeden karara bağlanmış, biraz aceleye getirilmiş. Meseleye Özgür gibi yaklaşmıyorum ama içimi de sindiremedim. O yüzden açılış gecesine giderken de ayaklarım geriye gidiyordu. Bence vakıf festival sonrasında bir araya gelip artı ve eksileri konuşmalı. Oyun ve grup seçimlerinde bana göre hatalar var. Bu tür ayrıntılara dikkat edilirse festivalin niteliği yükselecektir diye düşünüyorum.
Fırat Güllü: Atilla Bey’in konuşmasında da geçen bir konu üzerine fikirlerimi belirteyim: Yıllardır tiyatroların tek bir merkezde mi, yoksa yerel olarak mı örgütlenmesinin daha doğru olacağı üzerine tartışmalar yapılmakta. İATP-G olarak bizim bu konudaki tavrımız yıllardır bellidir: Bize göre öncelik yerel örgütlenmelerde olmalıdır. Bunlar belli bir güce ulaştıktan sonra kendi aralarında da bir dayanışma ağı kurabilirler. Benim gözlemlediğim kadarıyla son yıllarda merkeziyetçi tez ciddi bir zayıflama gösterdi. Güçlenen eğilim yerel örgütlenmeler gibi görünüyor. Geçen sene kurulan Ege Tiyatrolar Birliği ve Karadeniz Tiyatrolar Birliği bunun birer örneği gibi görünüyor. Bunlar şu anda Türkiye Tiyatrolar Birliği’ne dönüşmüş durumda, ama yerel bağlantılarını koruyarak. Başta da söylediğim gibi bu örgütlenmelerin yerel alanın dışına taşarak birbirleriyle iletişime ve dayanışmaya geçme yeteneğini gösterebilmeleri taşıyabildikleri artı enerji miktarıyla mümkün olabilecektir. Bu anlamda işe merkezi bir örgütlenme kurarak başlama girişimi çok gerçekçi olmayabilir, geçmiş deneyimlerde olduğu gibi altı çok kolay boşalabilir.
Atilla Oğultekin: Kısa bir şey söylemek için sözünü kesmek istiyorum. Benim TÜTİYAP deneyiminde gözlemlediğim bir nokta şuydu: Bu hareket sırf Ankara’dan başladığı için başta hiç ilgi görmedi. İstanbul’da bu işin öncülüğünü Ankara’nın almasından doğan bir isteksizlik var gibiydi. İstanbul’da düzenlenen toplantıda Rutkay Aziz açıkça bizim liderliği ele geçirme gibi bir hedefimiz olmadığını belirten bir konuşma yapma ihtiyacı hissetti.
Fırat Güllü: Ben merkeziyetçilik derken Ankara özelinde konuşmuyorum aslında. Örneğin bir zamanlar da Denizli amatör tiyatroların başkenti ilan edilmişti. Bunun hangi şehri merkez seçtiğimizle bir ilgisi yok. Benim kastettiğim şey farklı: Buradaki konuşmalardan ve farklı ortamlarda yürüyen tartışmalardan elde ettiğim izlenim insanların birbirlerini değerlendirirken karşısındaki yapılanmanın şartlarını ve varoluş koşullarını fazla gözetmeden hareket edebildikleri yolunda. Elbette mümkün olduğu oranda somut alanlarda bir araya gelmekte fayda vardır. Ancak her yapılanmanın da üretebileceği enerjinin belli sınırları var. Değerlendirme yaparken bunu da göz önünde tutmak gerekir. Herkesin yazılı ya da internet ortamından yayınlanan yayın organları var. Herkes elindekileri kamuoyunun dikkatine sunmaya özen gösteriyor. Dolayısıyla bu somut gerçeklikler üzerinden bir araya gelmenin yolları aranabilir. Ben bu anlamda İATP-G’nin iletişime açık bir yapı olduğunu söyleyebilirim. Ama öncelikler konusunda zaman zaman farklı tercihlerde bulunmak zorunda kalınabilir. Bunu da anlayışla karşılamak gerekir. Biz yıllardır değişik yerel örgütlenmeler çıksın ve biz bunlarla iletişim kuralım diye bekleriz. Şimdi bu yapılar şekillenmeye başladı. Elbette ki biz de enerjimiz oranında bu yapılanmalarla ilişki içerisinde olmak isteriz.
Şenol Tiryaki: Paneli kapatmadan önce seyircilerden bir soru var sanırım. Onu da alalım.
İzleyici: Ben Özgür Tiyatro adına bu soruyu Orçun Masatçı’ya iletmek istiyorum. Bildiğim kadarıyla Özgür Başkaya da oyunlarında "Enternasyonel" marşını kullanmıştır. Böyle bir kişinin bu oyunu yasaklaması nasıl mümkün olur? Bunun olabileceğini sanmıyorum. Ek olarak her ne kadar kültür ve sanat alanına katkıda bulunursa bulunsun Talat Halman’ın 12 Mart hükümetinde görev almış olması görmezden gelinemez. Bunu eleştirmemek nasıl mümkün olur? Ayrıca Özgür Hoca’nın da bu festivale tümüyle olumsuz yaklaştığını düşünmüyorum. Festivalle ilgili eski yazılarını okumanız bile yeterli olacaktır. Ama "Alparslan Türkeş’e bile ödül verilse umursamam." demek ne kadar doğru? Az önce Özgür Hoca’nın tavrının ahlak anlayışına uymadığını söylediniz. Bu söylediğiniz ahlak anlayışına ne kadar uyuyor?
Orçun Masatçı: Özgür’ü iyi tanırım. Ne yapıp ne yapmadığını senden daha iyi bildiğimi düşünüyorum. Ben Aydın festivaline alınmadım. Sen "sanmıyorum" diyorsun, ben ise biliyorum. Bu festivale alınmamamızın sebebi de Hüsnü Ertung’un, "Bu arkadaşlar Enternasyonel’i söylüyorlar. Biz festival olarak bu marşı Aydın’da söyletmeyiz" demesidir. Biz o festivali düzenleyen kuruma bunun bir sansür olduğunu hatırlattığımızda Özgür Başkaya, Mehmet Esatoğlu, Selim Kalıç ve Hüsnü Ertung demişlerdir ki, "Evet, bu bir sansürdür. Olabilir. Ama bu festivalin karar verebileceği bir karardır. Biz bu oyunun festival kapsamında sergilenmesine izin vermeyeceğiz." Bunu açıkça deklare etmişlerdir. O yüzden tarihsel bir olgunun gerçekleştiğini "sanmamak" gibi bir lüksümüz yoktur. Bu kişiler bu eylemi gerçekleştirmişlerdir. Keşke burada olsaydı da bu eylemin gerekçelerini kendisine sorabilseydik. Bunun ahlaki olarak sorunlu bir davranış olduğunu söylerken Özgür’e kişisel olarak "ahlaksızdır" demedik. Burada devrimci ve kurumsal ahlaktan bahsediyoruz. Biz devrimciler sorun yaşadığımız kurumla doğrudan ilişkiye geçeriz. Yoksa Türkiye’de devrimci kurum kalmazdı. Herkes birbirine çamur atarak yok olur giderdi. Az önceki söylemim de yanlış anlaşıldı. Biz elbette ki Talat Halman’a da ödül verilmesine sıcak bakmayız, Alparslan Türkeş’e de. Ama bu bizim festivalden çekilmemiz için bir sebep olamaz. Toplantının başında okunan metinde imzası bulunan Amatör Tiyatrolar Birliği'nde Türkiye Tiyatrolar Birliği'nden 3 tiyatro var. Ben bu yazı yazıldığı dönemde Türkiye Tiyatrolar Birliği'nin dönem sözcüsüydüm. Bunu aramızda tartıştığımızda isteyenin festivale katılamamakta özgür olduğunu açıkça koyduk ortaya. Biz Yenikapı Tiyatrosu olarak devrimci olanaklara bakarız. Bu organizasyon bana kendi politik görüşlerimi topluma anlatma olanağı veriyorsa benim için sorun yoktur. Ayrıca benim Kürt sorunu gibi bir konudaki politikalarımla uyumlu bir festival politikası var mıdır? Vardır. Ben bunlara bakarım. Elbette Alparslan Türkeş’e ödül verilse biz o gün gider ve ödülü alanlarla şiddetle çatışırız. Ama festivalden de çekilmeyiz. Genç bir tiyatrocu olarak sana bir yargıya varmadan önce Yenikapı Tiyatrosu’nun tavrını ve eylemlerini araştırmanı salık veririm.
Şenol Tiryaki: Evet toplantının sonunda bir toparlama yapmak gerekirse şunu söyleyebiliriz ki bir örgütlenmeye ihtiyaç duyduğumuz ortada. Elbette bu yapılırken öncelikle herkes kendi işlerinin yolunda gitmesini sağlamalı. Yapılan ortak işlerde bazı gruplar yer alır, bazıları yer almaz. Bunlar süreç içerisinde ortaya çıkacak durumlara bağlı. Ama bu esnada birbirimize karşı suçlayıcı ve dışlayıcı olmamaya özen göstermeliyiz. Bizimle birlikte olmak isteyen kişilere her zaman açık kapı bırakmalıyız. İnsanların algı ve görüşleri zamanla değişebilir. Ama tüm kapılar kapanırsa bu değişimin sonuçlarını kazanım hanemize yazmamız zorlaşacaktır. Bu toplantıyı fırsat bilerek umuyorum iletişim ve koordinasyonu kurumsallaştırma yolunda neler yapabileceğimizi de düşünebiliriz. Bu konuda yazılı hazırlık yapmayı tercih eden arkadaşlarımız da olabilir. Belki herkesin böyle bir fırsatı olmaz ama bazı arkadaşlar böyle bir hazırlık yapabilirler. Festival bize aradan geçen bir yıl içerisinde nereye geldiğimizi gösteren bir buluşma olarak hizmet ediyor. Ama kurumsallaşmayı bunun ötesine götürebilmek gerekir. Tüzel kişilikler bize kanuni kazanımlar getiriyor. Bunlardan yararlanmak lazım. ATÜK örneğinde biz kooperatif şeklinde yapılandık. Ama bu işin başlangıç noktasıdır. Önemli olan bundan sonra bu yapının katılımcı olarak nasıl sürdürülebileceğini bilmektir. Bu tamamlanmış bir süreç değildir. Belki de bazı arkadaşlar bunu sürdürürler. Diyelim ki yerel örgütlenmelerin hepsi birer kooperatif kurdu, bunlar birleşti federasyon oldu ve nihayet konfederasyon oldu. İşte o zaman sen Türkiye’de etkili bir örgüt olabilirsin. Ama tabii ki bu adımlar çok hızlı olmaz. Zamana ihtiyaç vardır. Önemli olan iletişimi sürekli kılabilmek. Katılan herkese teşekkür ediyoruz ve panelimizi burada noktalıyoruz.
EK : 4 tiyatronun sonradan yayınladığı açıklama Taksav'ın festivalini protesto edenlerden açıklama "Taksav'ın yanındayız!"Taksav'ın , bu sene 13.sünü düzenlediği Ankara Tiyatro Festivali kapsamın da Talat Sait Halman'a verilen Emek Ödülünü dört tiyatro ekibi olarak (Ve Sanat,Tiyatro 8,Kızıltepe Belediye Tiyatrosu,Sinop Sanat Tiyatro'su)ortak bir dille karşı olduğumuzu belirtmiş ve bunu kamuoyuna duyurmuştuk.Ancak,son süreçte internet üzerin de Taksava karşı neredeyse art niyetli bir kampanya düzenlenmesi ve Taksav'ın düzenlediği Tiyatro Festivalini hedef alması yaptığımız eylemi bir kez daha düşünmemize neden olmuştur.
Taksavın bu güne kadar Tiyatro adına çok şey yaptığı ortadır.Gerek Profesyonel gerekse Amatör Tiyatro yapan bir çok ekibi aynı sahnede buluşturan bu festival,özellikle yasakçı zihniyelere inat , Kürtçe Tiyatro yapan ekipler başta olmak üzere, farklı dillerden ve kültürden bir çok tiyatro ekibini ve bu ekiplerin oyunlarını ,en ücra yerde ki seyirciye kadar ulaştırma gayesi taşımıştır.
İnternet üzerinde yapılan haberlere ve yorumlara inat Taksavın ,Tiyatro sanatına çok büyük katkılar sunduğuna ve aydın bir kurum olduğuna inancımızı sürdürür ve Taksavın yanında olduğumuzu kamuoyuna bildiririz.
Ve Sanat(Ankara) TEL:05067843200
Tiyatro 8(İzmir) TEL:05542149009
Kızıltepe Belediyi Tiyatrosu(Mardin) TEL:05055612329
Sinop Sanat Tiyatrosu (Sinop) TEL:05362128056