Barış İçin Sanat (BİS) Girişimi, Türkiye’de süregiden ve elli bini aşkın insanın ölümüne neden olan savaşa dönük bir sanatçı inisiyatifi olarak şekillendi. Aynı dönemde tiyatrocular, örgütlenme ve örgütler arası bir platform kurma arayışındaydı. Tiyatroculara örgütlü olma, var olan örgütlere katılma ya da farklı bir perspektife sahipseler örgütlerini kurma çağrısı yapılıyordu.

Ben tiyatrocu kimliğimden dolayı pratik tercihimi ikincisinden yana kullandım. Elbette benim gibi BİS Girişimi ile ilişkilerin geliştirilmesinin önemini vurgulayan tiyatrocular vardı aramızda. Fakat BİS Girişimi hiçbir zaman tiyatrocuların gündemine ciddi bir şekilde girmedi, hatta bu “liboş” bir girişimdir türünden açık itirazlar bile yapıldı. Şu tespiti yapmak mümkündü: Genel eğilim BİS Girişimi’ni acil bir ihtiyaç olarak barışı gündeme almamak yönünde oldu.

Bu sonucun genel bir barış karşıtlığından kaynaklandığı sonucu çıkmasın. Nerede bir örgütsel oluşum varsa orada siyasetçi kesilmek, meydana gelen bir kaynaşmayı manipüle etmek ve tabii sonrasında likide etmek gibi eğilimler olacaktır. Fakat asıl sorun şuydu: Örgütlü bir hareket inşa etme, elini taşın altına koyma noktasında genel bir atalet vardı. Dolayısıyla niçin bu hareket büyümeyip sönüp gitti diye ah vah etmenin âlemi yok. Şahsen bu süreçten çıkardığım ders, avangard anlayışın canlandırılmasının görünenden çok daha acil olduğuydu. Hâlâ da bu düşüncede ısrarlıyım.

Tiyatro çevrelerinde toplumsalmış izlenimi veren özgürlükçü ve demokrat söylemlere kanmamak gerekir. Bunlar toplumsallaşma kaygısını göz ardı eden, yaşam tarzı ve narsistik söylemlerdir. Haklarını nasıl dillendireceğini bilmeyen bir yığılma ve günü kurtarma kaygısının öne çıktığı bir gündelik politika yaygındır. Bu tabloyu çizerken şaşırtıcı gelebilecek bir nokta, son derece politize olması beklenen Kürt tiyatro çevrelerinin de benzer eğilimleri örgütlemesidir. Bu çevreler ister istemez daha fazla politika ile yatıp kalkmakta, bu durum sanat çalışmalarına yön vermekte, ama kamusal sahnede ve tiyatro camiası içinde oldukça ters durumlar cereyan etmektedir. Kürt tiyatrolarının örgütlü tiyatro çıkışının etkisiyle dönemsel olarak kurmuş oldukları tiyatro platformu, önce kendi içine kapanmış ve sonrasında likide olmuş, Türkiye tiyatro ortamına dönük kalıcı bir etki üretme perspektifine sahip olamamıştır.

Bu durumdaki bir tiyatro camiasının BİS gibi bir inisiyatife enerji taşıması tabii ki olanaksızdı. Dönemsel olarak ve genel eğilim itibariyle tiyatrocuların barış için ne yapabilecekleri sorusunun yanıtı baştan belli olmuştu. Yapabilecekleri pek bir şey yoktu. Sadece bazı bireylerin ve toplulukların verdiği ciddi sayılabilecek dönemsel bir destek vardı.

Tiyatroların, tiyatrocuların ve tiyatro örgütlerinin dayanışma platformunu oluşturma projesinin ortada bırakılmasının üzerinden uzunca bir süre geçti. Gelinen noktada BİS gibi bir girişimin önemi azalmayıp, arttı. Genel seçim sonrasında Kandil’i düşürme amaçlı sahnelenen hava harekâtı ile birlikte Kürt bölgeleri yangın yerine döndü. Ölümler dramatik bir şekilde artmaya başladığı gibi şehirlerde sivilleri de içine alan trajik olaylar yaşanmaya başladı. Ankara’da patlatılan terör bombası savaşın bölgesel sınırlarının kolaylıkla aşabileceğini gösterdiğinde, savaş hukukunun bile geçerli olmadığı bir içsavaşın sinyalleri verilmiş oldu. Allahtan BDP meclise döndü de, topluma kanıksanması tavsiye edilen rutin ya da görece düşük yoğunluklu savaşa dönme olasılığı yeniden arttı. On yıl önce savaştan ölenlerin sayısı otuz bin olarak açıklanmıştı, bugün elli bin olduğu söyleniyor ve sayı artmaya devam ediyor.

Dram sanatı rutini bozma üzerine kuruludur. Tiyatromuz her gün sahnelerde rutini bozmak ve çeşit çeşit vukuatı sahnelemekle meşgul. Türkiye’deki canlı kanlı savaş vukuatını ise rutinleştirmekle meşgul –elbette genel eğilime bakarak yapıyorum bu tespiti. Biraz da BİS Girişimi’nin durumuna bakarak, bu tavrın sadece tiyatroya değil, genel olarak sanat çevrelerine de hükmettiği söylenebilir diye düşünüyorum.

BİS Girişimi ilk olarak ortaya çıktığında, aktivistleri arasında yer almasam da canlı bir kaynaşma için zemin yarattığını ve çok güzel sloganlarla ortaya çıktığını görebiliyordum. Bizim aynı döneme denk gelen ve BİS Girişimi ile de buluşturmak istediğimiz örgütlü tiyatro çalışmalarıyla karşılaştırdığımda, belli bir kıskançlığa kapıldığımı da itiraf etmeliyim. Bugüne gelindiğinde ise, en azından üyesi olduğum BİS Girişimi forumunun canlılığını yitirdiğini, sanki birkaç kişiye ihale edilmiş bir varlık mücadelesi verildiğini görüyorum.

Bu durumu çok şaşırtıcı bulmuyorum. Son birkaç yıl değil, 2000’li yılların tamamı entelektüellerin ipe fazlasıyla un serdikleri dönemdir. Bir ara AKP-TSK çekişmesi nedeniyle saf tutmalar filan oldu. Fakat bu çekişme out olup AKP 2007 ve 2011’de art arda seçim zaferlerine imza atınca, saf tutmalar da anlamını yitirmeye başladı. Ordudan beklenen hareket gelmemiş, bayrak mitinglerine Ergenekon soruşturmalarıyla yanıt verilmiş, işin kolayına kaçıp orduya bel bağlayanlar büyük hayal kırıklığına uğramışlardı. Bu arada, birkaç yıllık (2000-2004) sorumsuz bekleyişin ardından, 2004-2011 arasında şiddetlenen savaşın neden olduğu insani kayıplar dramatik bir şekilde artmaya devam etti.

Şu sıralar jakoben (tepeden inmeci) entelektüel kolaycılığın başlıca temsilcileri Atatürkçü ve sol değil, “liberal” bazı aydınlarımız. Bunlar için barışın inşası dünyanın en kolay işi. Sadece giderilmesi gereken bir PKK defosu var, onu da inşallah hükümetimiz, ordumuz ve PKK’nin yüreğine inecek Kürt sivil sillesi (deyim Ahmet Altan’a ait) el ele verip giderecek. Sonuç olarak siyaseten yükseklerde olan bitenleri seyredip, hatta bunu da ihmal edip yan gelip yatabiliriz.

PKK ikna edilmeden barış olmaz diyenler de aynı şeyi yapmıyorlar mı? Müzakereler tekrar başlar, barışa giden yol bir güzel açılır. Dolayısıyla yan gelip yatmak serbest. Elbette simetri pratikte kurulamıyor: Devlet barışa giden yolu döşemek için, binlerce insanı tutuklayıp hapishaneleri siyasi toplama kamplarına çeviriyor. Bu Kürtler bir tuhaf, nereye elini atsan PKK ile bir bağlantı çıkıyor. Sanal âlemde ve televizyon ekranlarında kurgulanan yüzde yüz Kürtlükle yoğrulmuş sivil sille bir türlü PKK’nin yüreğine inemiyor.

Barış İçin Sanat Girişimi’nin atalete sürüklenmesinde, entelektüellerin çeşitli biçimlerde yüksek siyasete endeksli tutumları belirleyicidir diye düşünüyorum. Başta BDP olmak üzere barış vurgusunu koruyan siyasi yapıların kaderi BİS Girişimi’nin de kaderi haline gelmiştir. Belki bir sanatçının da BDP kontenjanından meclise milletvekili seçilmesi ataletin bu kadar büyümesinin önüne geçebilirdi. Fakat bu tip bir hareketlenmenin Barış İçin Sanat Girişimi’nin asli fonksiyonuna ne kadar hizmet edeceği hayli kuşkuludur. Nihayetinde, bu tip girişimlerin kaderini tayin eden sanatçıların örgütlenme, yüksek siyasetten önce ve onunla birlikte toplumu etkileme ve barışı gündemlerinde tutma başarısıdır. Bu gerçekleşmediğinde, yüksek siyasete dönük bir yakarışın, sitemin ya da hayal kırıklığının ötesine geçilmesi mümkün değildir.

Bana göre bir yerde hava hoş; çeşitli tecrübelere dayanarak entelektüeller arasında kararlı bir barış fırtınasının esebileceği varsayımına inanmıyor, olası bir fırtınayı önceleyen güçlü avangard esintilere, inanca ve sabra olan ihtiyacı vurguluyorum. Bu anlamda, örneğin sanatçı Ferhat Tunç’un Tunceli’den milletvekili seçilememiş olmasına üzülmüyor, bunun tarihi bir uyarı olarak algılanmasını umut ediyorum.