Büo’da, Kilyos Proje grubu bu sene Kilyos’ta eğitim çalışmalarını örgütlemeyi ve onun sonucunda bir eğitim prodüksiyonu çıkarmayı taahüt eden kulüp üyelerinden oluşuyordu. Bu kadro, oyunlaştırma çalışmasına girilmesine kadar olan süreçte; yaz ve eylül dönemi olarak iki farklı çalışma başlığı açmıştı.

Bunlardan ilki; temel hedefi, yeni üyelerle yapılacak olan eğitim çalışmaları sonrasında Büfk’le beraber ortak bir eğitim prodüksiyonu çıkarmak olan yaz çalışmalarıydı. Bu dönem, projede yer alan çoğu deneyimli üye açısından deneysel açılımları olan bir eğitim-araştırma olarak örgütlenmişti. Ancak bu proje; tiyatroyla ya da dansla yeni tanışacak üyelerin merkezde olduğu bir eğitim prodüksiyonu çerçevesine bir türlü kavuşturulamamıştı. Zaten sonrasında çalışmanın araştırma yönü ön planda olan deneysel bir çalışma olarak sürdürülmesi kararı alınmıştı.

İkinci başlık ise; eylül ayında girişilen Dario Fo - Franca Rame çalışmasıydı. Yaz döneminin, kış eğitim prodüksiyonu hazırlığı konusunda verimsiz geçmesinin ardından eylül ayı kritik görünüyordu. Yaz başında da bir seçenek olarak varolan Dario Fo – Franca Rame oyunları yeniden gündeme alındı. Bir aylık çalışma dönemi içerisinde iki yazarın yaşamları, büyük oyunları, tarihsel arka plan ve tiyatro anlayışları üzerine giriş düzeyinde çeşitli araştırmalar yapıldı, kısa oyunlarından “Japon Kuklası”nın final bölümü haricindeki tüm sahneleri çalışıldı. Kısa bir çalışma dönemine göre görece yoğun bir tiyatral birikim oluşmuştu. Ancak eylül sonuna gelindiğinde, yeni üyelerin bu oyunda nasıl ikame edileceği ve oyunun temasının öğrencilerle ne kadar ilişkili olacağı soru işareti olarak durmaya devam ediyordu. Eğitim-araştırma yönü kuvvetli olan bu birikimin kamuoyuna açılması hedef olarak konmasına rağmen sonrasında bir türlü gerçekleşmedi.    
 
Birbirini takip eden bu iki çalışma başlığının ardından ekim ayında; skeç çalışmasından yola çıkılarak bir eğitim prodüksiyonu olarak oyunlaştırmanın yapılıp yapılamayacağı sorusu ortaya atıldı. O dönem bu fikre, önceki iki çalışma başlığının handikaplarını taşımaması ve ortaya kısa sürede umut vaat  eden bir ürünün çıkması nedeniyle daha sıcak bakılmıştı.

Özellikle son yıllarda Büo’da; ya Shakespeare, Moliere, Brecht gibi büyük yazarların metinlerini ele alınıp onlarla bir hesaplaşma içine girişiliyor, ya da ülke konjonktüründe sıcaklığını koruyan meseleleri ele alan büo oyunlarının reprodüksiyonları yapılıyordu. Büo’da 90’lı yıllarda  oluşan bireysel ve kolektif oyun yazımı geleneği -benimde içinde yer aldığım- 2000’li yıllarda kaybolmuştu. 2000’de “Deprem” ve 2001’de “Deli Aklı” oyunları bu geleneğin son örnekleri sayılabilir. “Deli Aklı” sürecinin ardından bu pratiğe ara verilmesinin temel nedeni ise; yaşanabileceği var sayılan kurgu krizlerinin eğitim prodüksiyonlarına ve kadrolaşmaya ciddi zararlar verebilecek olmasıydı. Yine geçtiğimiz yaz da benzer bir nedenden dolayı bir kurgu-oyun önerisi reddedilmişti. Ancak ekim ayında kendiliğinden politik bir aktivizasyonun öncülük ettiği kısa bir  dönemin sonunda “Bir Kilyoszede’nin Güncesi” adlı bir gösterinin çıkması, yıllardan beri  var olan güvensizliğin aşılmasına noktasında olumlu bir gelişme sayılmıştı. Sanatsal-politik olarak ayakları yere sağlam basan bir projelendirme yapıldığı takdirde eğitim prodüksiyonu çerçevesinde bir oyunlaştırma çalışmasına girmek mümkün gözüküyordu.
O dönem Tiyatro Boğaziçi içinde -sonrasında yapılacak olan- “Fiziksel Aksiyondan Olay Örgüsüne” atölyesine temel olabilecek belli metinler gündemdeydi. Özellikle de Aristotales’in “Poetika”sı ve yan okumaları. Uzun bir dönem fiziksel aksiyon atölyesi çerçevesinde olay kesitine odaklanılmasının ardından birlik, bütünlük ve nedensellik gibi kavramlar atölye çerçevesinin oyunlaştırmaya doğru gittiğini gösteriyordu. Her ne kadar oyunlaştırma sözcüğünden kaçınılmış da olsa; tartışmalarda Aristotales’in ve Brecht’in ısrarla vurguladığı olay örgüsü (plot) artık yer bulmaya başlamıştı. Dolayısıyla Tiyatro Boğaziçi’nin görevlendirdiği bir danışman olarak bu kavramların işaret ettiği bir oyunlaştırma süreci kulüple girişilen eğitim sürecinde de söz konusu olabilirdi.  

Eğer eğitim prodüksiyonu çerçevesinde kolektif/bireysel oyun yazımı işine girişiliyorsa, kulübe, sürecin daha en başında riskleri zaman içinde kolay bertaraf edilebilecek bir projelendirme sunmak gerekiyordu. Bu projelendirme mütevazi kodlanacak; mümkün olduğunca skeçte yapılmış çalışmalara sırtını dayayacak ve skeçten yola çıkarak bir oyunlaştırma çalışması ön görecekti. Bunun için temel eğitim çalışmaları döneminde haftalık toplantılar aracılığıyla projelendirme çalışmaları başladı.

Aktif bir şekilde katıldığım bu çalışmalarda, öncelikle skeç gösterisinde sahne üstünde sezgisel olarak uygulanmış dramaturginin proje grubunda yeniden ele alınması ve tartışılması yapıldı. Bunun nedeni, çok kısa zamanda çıkarılmış olan gösteride, dramaturgi tartışmalarının sahne üstünde yapılmış olması ve katılımcılığın tam anlamıyla hayata geçirilememiş olmasıydı. 

Skeç metni gözden geçirirken fark edilen, skeçte pek çok tartışmaya zemin olmuş olan iki tema vardı: Eğitim sistemi ve gençlik kültürü. Genç bir üniversitelinin başından geçen olayların merkeze alındığı bir kurguda bu kavramların çakışmaması imkansızdı zaten. Dolayısıyla  oyunlaştırma çalışmasında dramaturjik derinlik yakalayabilmek amacıyla genel olarak belirlenmiş olan bu temalar üzerinden araştırma çalışmaları başlatıldı.

Dramaturgi çalışması ilerlerken ele alınan temalara dair kadroda entelektüel bir bakış açısının yetersiz olduğu ortaya çıktı. Eğitim sistemi hakkında aşağı yukarı herkes birer çift bir şeyler söyleyebiliyordu elbette, ama eğitimin toplumsal sistem içinde nerede durduğu ve birey-toplum-devlet ilişkisinin nasıl kurulduğu dair söylem oluşturmakta güçlük çekiliyordu. Aynı şekilde yaşanan kültürel iklim içinde gençlik kültürünü nasıl yorumlanacaktı? Tüm bu soru işaretleri skeçten yola çıkarak yapılan oyunlaştırma çalışması içinde bilinçli ya da bilinçsiz tartışılan noktalardı. Tespit edilen politik bakış eksikliğini gidermek için süreç içinde birbirini tamamlayan iki başlık açıldı: Teorik okumalar ve alan araştırması.

Teorik okumalar başlığında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, Sosyoloji ve Eğitim bölümlerindeki akademisyenlerle yapılan görüşmeler doğrultusunda kütüphane ve İnternet taramaları yapıldı. Tarama sürecinde tüm kadronun okumasını yapacağı, sade ve anlaşılır metinler bulmakta güçlük çekildiği söylenebilir. Ya akademik çevrenin yaptığı ayrıntılı “akademik” araştırmalar çıkıyordu ya da birkaç yan temayla iliştirilmiş tartışma başlıkları. En nihayetinde eğitim konusunun tüm kadro olarak ele alınabileceği Michael Albert’in “Bugün ve Gelecekte Eğitim/ İki Ekonomi Masalı” adlı makalesinin tüm kadro tarafından okunması kararlaştırıldı. Gençlik kültürüyle ilgili olarak da; Büo üyelerinden Samet Kurtuluş belli dergi makalelerinden yola çıkarak literatür aktarımı yapma sorumluğu aldı.

Alan araştırması ise Büo açısından yeni bir kavramdı. Uzun yıllar birlikte çalışma geleneği oluşmuş olan Büfk’ün çalışma pratikleri arasında yer alan bu başlık, Kilyos’ta çıkarılacak ve ağırlıklı olarak da Kilyos’u anlatacak bir oyun çalışması için pekala yapılabilirdi. Daha da ötesi çalışmayı örgütleyen proje grubu için de zaten pratik bir ihtiyaç olarak duruyordu. Skeç için böyle bir ihtiyaçtan bahsedemiyorduk, zira skeci çıkaran kadro -ben dahil- ağırlıklı olarak daha önce kilyos’ta kalmış ya da kilyos’a tiyatro çalışması götürmüş tiyatroculardan oluşuyordu. Dolayısıyla eldeki kadro, öğrencilerin yaşadığı sıkıntılara ve özellikle de kilyos kampuste yaşamanın ne demek olduğuna dair gözlemi olan bir kadroydu. Bu durum skece de yansımıştı. Ama bu sene kulüp içinde yapılan iş bölümü gereği bu sene çalışma götürenler arasında böyle isimler azınlıktaydı. Bununla beraber böyle bir araştırma yapmanın oyunlaştırma çalışmasına dolaylı da olsa kampus bileşenlerini dahil edebileceği ön görülüyordu.

Önceki iki sene Kilyos’ta çıkarılmış “Kilyos’ta Berber Hikayeleri-2005” ve “Çingene’nin Şarkısı-2006” oyunlarında kampusle kurulan ilişki sadece kulüp üyeleriyle sınırlı kalmıştı. Sene başlarında tüm kampuse yaymaya çalıştığımız ilişki ağı prodüksiyon sürecine girildikçe daralıyor, oyun çıktıktan sonra da kopuyordu. Bu sene önceki senelerden farklı olarak kampusle daha yakın bir ilişki kurulması ve kampusün oyun sürecine seyircili provalar aracılığıyla dahil edilmesi hedeflenmişti. Buradan hareketle, Kilyos’ta kalan öğrenciler, öğretmenler, idari birim çalışanlarıyla görüşmeler yapılmasına ve bu görüşmelerin basılmasına karar verildi. Görüşmeler sırasında kurulacak ilişkilere rehberlik etmesi açısından da BGST’den Ozan Say’ın Sözlü Tarih ve Görüşme Teknikleri adlı yazısı okundu. Çok geniş bir kesimle görüşme yapılması hedeflenmesine rağmen süreç içinde bir kaç öğrenciyle ve uzun yıllar burada görev yapmış bir idareciyle söyleşi yapılabilmiştir. Dolayısıyla bu başlığın bu seneki çalışmada bir girişim olarak kaldığı söylenebilir.
İlk haftalarda projenin -yukarda bahsi  geçen- entelektüel altyapısının oluşturulması hedefini gerçekleştirmeye odaklanan proje grubu; ilerleyen haftalarda önerilen temalarla birlikte bir kurgu önerisi hazırlayıp sahne üstü denemeleri yapacaktı. Ancak konulan bu hedefin -bir yandan da temel eğitim çalışmalarının da sürmesi nedeniyle- ilk kısmı gerçekleştirilebildi. Sahne üstü denemeleri kısmen doğaçlama çalışması içinde yapılırken, kurgu önerisi oluşturmak aşaması tatil dönemine bırakıldı. 

Toparlarsak, temel eğitim çalışmalarının yapıldığı ekim-aralık döneminde, proje grubu yoğun bir şekilde eğitim-araştırma çalışması yürütmüş ve eğitim prodüksiyonunun altyapısını kurmaya çalışmıştır. Aralık dönemine gelindiğinde temel eğitim ve proje çalışmaları sahne üstünde çakıştırılmış ve çalışılan parçalar dönem sonunda Büo’ya ve Kilyos’ta yaşayan öğrencilere sergilenmiştir.


Tatile girerken -her ne kadar da proje grubu yoğun bir şekilde arka plan çalışması yapmış olsa da elde bir kurgunun hali hazırda var olmaması ciddi bir sorun olarak görülebilirdi. Ancak zaten oyunlaştırma çalışması için yepyeni bir kurgu oluşturmak gibi bir niyetin aksine var olan skeç sahnelerinin geliştirilmesi ve üzerine eklenebilecek sahnelerle bir bütün oluşturabilmesi hedeflenmişti. Dolayısıyla mütevazi olduğu unutulmadan üzerine konulacak sahnelerin ne olacağı sorusu belirleyici oluyordu. Tam da bu noktada üyesi olduğum Tiyatro Boğaziçi’nin çalışmalarıyla kulüp çalışmalarının çakıştırılması prensibi devreye girdi. Skeçte yapılana benzer bir çalışmayı Tiyaro Boğazi üyeleriyle beraber kurgu önerisi içinde yer alabilecek anlatılar üzerinden yapmaya çalıştım. Tek çalışmada -sonrasında oyun içinde de yer alacak- iki sahnenin eskizinin çıktığı söylenebilir. Dolayısıyla kurgu içine monte edilebilecek iki sahnenin daha tatil döneminde belirginleşmesi (bknz: ek1) söz konusu olabilmişti. Geriye kurgunun bir bütünlük içinde kapatılması aşaması kalmıştı.

Şubat başında çalışmalar başladığında hazırladığım kurgu önerisini (bknz: ek2) proje grubuna sundum. Oyunun akacağı konsept aşağı yukarı şöyleydi:

Kilyos yurduna yerleştirilmiş bir öğrenci; üniversiteyi kazandığı haberini almasıyla başlayan yeni hayatını, özellikle de sorunlarını bir tiyatro oyunuyla herkese duyurmak ister. Öğrenci, oyunda üniversiteyi yeni kazanan herkesin yaşayabileceği benzerlikte olayları ve özellikle de Kilyos kampuste yaşanan/yaşanabilecek olayları anlatacaktır. Anlattığı her olay bir sahne parçasında canlandırılacak ve bu sahneler anlatıcı-öğrenci tarafından yorumlanacaktır. Anlatının sonunda ise; bahsi geçen olayların onun hayatında da bir takım değişikliklere yol açtığı görülecektir. Ardı ardına sergilenecek sahnelerin bir oyun kurgusu oluşturmasındaki temel nedensellikler; benzer bir temanın, kronolojik bir akışın ve belli bir karakterin (anlatıcının) var olmasıdır.

Bu öneri üzerinden çalışmalar şubat başında başlamıştı. Bu dönem; ilk etapta skeçte var olan sahnelerin derinleştirilmesi, ardından yeni diyebileceğimiz sahnelere geçilmesi ve yeni üyelerin de tüm bu sahnelere eklenmesi hedeflenmişti. Yapılan iş bölümü gereği benim sorumluluğum da aktif seyirci gözüyle çalışmaları dışardan takip etmek şeklindeydi.

Süreç içinde, hedeflendiği gibi yeni sahnelere geçmek bir yana, var olan sahnelerin derinleştirilmesi konusunda bir takım problemler belirmeye başladı. Her çalışmada sahnelerin akışı değişiyor, yeni yeni tiplemeler ekleniyor ve bir türlü sahnenin eskizi oluşamıyordu. Canlı ve eğlenceli doğaçlamalar yapılmasına rağmen tiplemeler bir türlü olaysal bağlam içine oturtulamıyordu. Dolayısıyla elde olduğu söylenen sahneler bile gerilemeye başlamıştı. Bir anlamda bu dönem suya yazı yazılmaya çalışılıyordu. Doğaçlamalar, grup içi eğlence aracına dönüştüğü andan itibaren oyun kurma çalışmasından uzaklaşıyor ve TV’de de artık örneğini gördüğümüz doğaçlama sporuna dönüşüyordu. Bu noktada yapılması gereken belliydi: Öncelikle doğaçlamanın kağıda dökülmesi ve metin düzenlemesi yapılması. Bu noktada yeni iş bölümüyle aktif seyirci konumuna ilaveten metin düzenleme sorumluluğunu aldım. Bundan sonra sahne çalışmaları metin düzenlemesiyle paralel yürütülecek ve skeçte çıkarılmış sahneler temel alınacaktı. Bu şekilde çalışmaların az çok rayına oturduğu söylenebilir. Ortaya çıkan zaman kaybı nedeniyle girilemeyen yeni sahnelere de eski üyelerin yapacağı ek çalışmalarla girmek mantıklı görünüyordu. 

Kurgu önerisinde adı geçen çoğu sahne bu dönem çalışılırken, kulüpteki kadın üyeler “Kilyos’ta Kadın Olmak” konulu bir çalışma inisiyatifi örgütlediler. Bu inisiyatif hem 8 mart kadın şenliğinde sergilenmek üzere hem de oyunlaştırma çalışması için bir sahne önerisi sunmak üzere bir araya gelmişlerdi.  Prodüksiyon programı içinde yer alan kadın çalışmasının sonuçları 8 Mart’ta skeç formatında kadın seyircilere sergilendi. Sonrasında da aynı çalışma, genel seyirciye yönelik yapılan değişikliklerle kurgu içine yedirilmeye çalışıldı.

Oyuna iki hafta kala yapılan kulüp içi sergilemeleriyle birlikte oyunun nerdeyse tümünü sahnede görme imkanımız olmuştu. Seyircilerden gelen eleştiriler, en temelde eğitim oyununun boyunu aşan belli denemelerin var olduğu ve öyküleme konusunda tutumlu davranılmadığı şeklindeydi. Bu noktada kalan süre içinde yapılacak iş; mümkün olduğunca - az bir zaman kaldığının da farkında olunarak- eğitim oyunu konsepti dışına çıkmamak  ve kısaltmalara gitmek olacaktı. Ancak bu işin sadece sanatsal boyutuydu.


Aynı dönem, politik arka planda da şöyle bir problem patlak verdi: Yeni üyeler, ek çalışmalarla çıkarılan yeni sahneleri, sergileme esnasında görme fırsatı buldukları için, bu durum onlar açısından rahatsızlık nedeni olmuştu. Her ne kadar çalışılan sahneler ilk kurgu önerildiğinde reji grubu tarafından oyun kadrosu ile paylaşılmış, sahneler çıktıkça metinleri dolaşıma sokulmuş ve çalışmaları izlemeye yönelik çağrılar yapılmış olsa da; kadronun sahipleneceği ortak bir dramaturjik yorum oluşturma kaygısı bu noktada belirleyici olamamıştı.  Şunu da belirtmek de fayda var: Rahatsızlığa sebep olan temel bir nokta da; adı konmasa da oyunun yeni üyeler tarafından ‘politik’ bulunmasıydı. Yeni eklenen sahnelerde Kürt bir karakterin ön plana çıkması ve Kürtçe şarkı söylemesi, toplumsal olarak sıkça tanık olduğumuz alerjik tepkilere neden olabilmekteydi.

Kalan zamanda kadroyla birlikte yapılacak dramaturgi tartışmalarına ağırlık vermek ve seyirci yorumlarına dönük olarak oyunu yeniden ele almak gerekiyordu. Bir danışman olarak prodüksiyon sürecinin son iki haftasına kadar sürdüğüm aktif seyirci pozisyonunu terk edip bundan sonra reji faaliyetine aktif bir şekilde katıldım.  İki hafta süre içinde yapılan ciddi budamalarla birlikte oyunun son hali verildi ve oyun 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde Kilyos’ta premier (ek3) yaptı.

Ek 1

Bu iki sahnenin metni Tiyatro Boğaziçi’nde yapılan doğaçlama çalışması ardından metin düzenlenerek oluşturuldu.

Part 1

(Kilyos Kampus yakınlarında denize nazır bir meyhane... Meyhaneci müzik eşliğinde tek başına içmektedir)
Barış:               Biliyor musun Nihal; kaç zamandır dışarı çıkmadım. Hep yurttayım, elim ayağım bağlandı resmen burada.
Nihal:               İnanır mısın ben de aynen öyleyim. 
Barış:                Nasıl?   Nasıl yani?
Nihal:                Yani diyorum ki…
Barış:                Elin ayağın bağlanıyor böyle, ne diyeceğini şaşırıyorsun değil mi?
Nihal:                Yok ya… Kaç zamandır dışarı çıkmadım sadece, onu diyorum. Hatta bugün bile…
Barış:                Ha evet…
Erdal Abi:         O… Gençler… Hoş geldiniz, buyurun, buyurun.
Barış:                Merhaba Erdal Abi. Her zamanki yerimize geçiyoruz. Şu manzaraya bak be.
Nihal:                Hakikaten güzelmiş ya. Çok otantik. Eski Türk filmlerindeki gibi.
Barış:                Evet, evet. Çok romantik. Değil mi ya? Bak Nihal, sana söylemem gereken bir şey, yani birkaç şey var. Ama nasıl desem, bilmiyorum.
(Ozan girer, önce Nihal’i, sonra Barış’ı görür.)
Ozan:               Merhaba Nihal, nasılsın-ız? (Kendi kendine) Allah kahretsin ya, bunun burada ne işi var? Tam gününü de buldu.
Erdal Abi:         Merhaba Ozancım.
Ozan:               Abi sen ne yaptın ya. Şu herifi almışsın içeri. Allah kahretsin. Tam açılacaktım bugün kıza. Abi çağırsana şu çocuğu ya. Hadi abi, gözünü seveyim.
Erdal Abi:         Barışcığım, kardeşim. Erdal Abi’sinin müdavimi. Gel abisi gel, sana bir şey söyleyeceğim. (Barış Erdal Abi’nin yanına gelir)
Ozan:               Merhaba Nihal… Nasılsın? İnşallah iyisindir?
Nihal:               Merhaba Ozan… Ne haber ya… Barış nereye gitti?
Ozan:               Boş ver Barış’ı. İngilizce ne âlemde?
Nihal:               Zorlanıyorum biraz, beginner olunca tabi.
Ozan:               Aa. Ben advenced’im. Yani İngilizcem bayağı iyi. İstersen sana yardımcı olabilirim. Hafta sonu İngilizce çalışır, sonra sinemaya Taksim’e gideriz. Ne dersin?
Nihal:               Bilmem.
Barış:               Erdal abi sen bana ne yaptın böyle. Almışsın herifi içeri. Tam açılacaktım bugün kıza. Abi çağırsana şu çocuğu ya.
Ozan:               Aslında sana söylemek istediğim bir şey var. Kaç zamandır söyleyeyim diyorum, bir türlü fırsat olmuyor. Şimdi söylüyorum…
(Mertcan ve Mehtap girer)
Barış:               Merhaba Mertcan, merhaba Mehtap. Hoş geldiniz arkadaşlar, bakın biz de şu masaya oturmuştuk.
Mertcan:          Biz de bu gece romantik olsun diye…
Barış:               Bak Nihal, Mertcan ve Mehtap gelmiş. Sizlere imreniyoruz arkadaşlar, sürekli birliktesiniz yani.
Ozan:               Evet imreniyoruz değil mi Nihal. Bir elmanın iki yarısı gibi… Nah böyle. Gece de böyle misiniz siz? (Güler, ortam buz kesilir)
Erdal Abi:         Evet gençler, ekip toplandı herhalde. Eksik yok. Güzel. Ne içersiniz söyleyin bakalım.
Mertcan:          Kırmızı şarap.
Mehtap:            Kırmızı şarap.
Barış:               Rakı.
Nihal:               Kırmızı şarap.
Ozan:               Kırmızı şarap.
Barış:               Kırmızı şarap.
(Nihal’in telefonu çalar)
Nihal:               Merhaba Yılmaz, nasılsın?
Yılmaz:             İyiyim Nihal, neredesin, görüşebilir miyiz?
Nihal:               Tabi, mutlaka. Biz şimdi sahilde meyhanedeyiz, arkadaşlarla.
Yılmaz:             Doğum günü kutlaması mı? Kaçırdım mı yoksa?
Nihal:               Yok hayır. Burada daha böyle bir kutlama yok. Ama bu özel günü hatırladığın için çok sevindim.
Barış, Ozan:      Doğum günü müymüş? Allah kahretsin.
(Beraber meyhaneyi terk ederler, o sırada Yılmaz elinde telefon, Nihal’le konuşarak içeri girer)
Yılmaz:             Önemli değil Nihal. Sen de benimkini hatırlarsın olur biter. Haha.
Nihal:               A sen burada mıydın?
Yılmaz:             Burada olduğunu tahmin etmiştim. Tüm yurda baktım, yoktun, tek ihtimal kalmıştı, o da burası.
Nihal:               Ne iyi ettin de geldin. Otursana.
Erdal Abi:         O Yılmaz de gelmiş. Hoş geldin Yılmaz. Hangi rüzgâr seni buralara attı.
Yılmaz:             Gün doğusu… Oturalım mı? Merhaba arkadaşlar, ben Yılmaz. Nihal’in sınıf arkadaşıyım.
Mertcan:          Ben Mertcan, kız arkadaşım Mehtap.
Mehtap:            Merhaba. Elindeki nedir öyle?
Yılmaz:             Şey. Hani doğum günlerinde kesilir ve yenir.
Mehtap:            Pasta yani… Kimin doğum günü? Nihal. Ay şekerim neden hiç söylemedin, hediye falan alırdık.
Nihal:               Sormadın ki hiç. Yani fırsat olmadı.
Mertcan:          İyi ki doğdun Nihal. İyi ki doğdun. Keselim mi pastayı.
Nihal:               Ay çok teşekkür ederim, ne diyeceğimi bilmiyorum. Hepinizi çok seviyorum ya.
Yılmaz:             İyi ki doğdun Nihal.
Mehtap:            Bir fotoğraf çekebilir miyim? Mumları üflerken. Bir tane daha, bir tane daha…
(Çeşitli pozlar verilir, Barış ve Ozan ellerinde hediyelerle girerler, o sırada Yılmaz o güzel sesiyle güzel bir jest yapmak üzeredir)
Yılmaz:             Doğum günün kutlu olsun mutlu ol senelerce, sana boncuktan kuş yaptım konacak pencerene, karakollar beni alır sorgular gecelerce, hiç bekleme belki gelmem gelemem senelerce.
Erdal Abi:         Karakollar seni alır sorgular gecelerce. Yılmaz, Yılmaz, yine yaptın yapacağını. Bakın beyler, özellikle Yılmaz sen, burada Ahmet Kaya söylemeyin. Söylemeyin. Ahmet Kaya söylemeyin. Geçen gün bir grubu az kaldı dışarı atıyordum, sırf bu yüzden. Alimallah jandarma gelir, alır götürür sonra. Ben bile kurtaramam sizi.
Ozan:               Evet abi ya, neden Ahmet Kaya. Yılmaz, başka bir şarkı yok muydu yani.
Barış:               Ama adamın şarkıları güzel be ağabeycim.
Ozan:               Nasıl yani, adam bölücünün teki. Nasıl böyle konuşabilirsin, öyle değil mi Nihal?
Barış:               Kesinlikle politik kişiliğine karşıyım ben. Ya sen Yılmaz? Sen ne diyorsun?
Yılmaz:             Ben ortama, doğum günü ya, çok uygun diye, Nihal’e hediye etmiştim.
Nihal:               Çok sağ ol. Güzel söyledin, sesin de bayağı güzelmiş.
Barış, Ozan:      Happy birthday to you,  happy birthday to you, happy birthday to you.
(Pasta kesilir. Barış ve Ozan yurttan getirdikleri hediyeleri sunarlar. Erdal Abi’nin çaldığı müzikler -önce Cakkıdı, sonra romantik bir dans parçası- eşliğinde dans edilir. Yılmaz ve Nihal yakınlaşırlar. Zaman akıp geçmektedir ve alkol etkisini yavaş yavaş göstermektedir. Çakırkeyif olan Yılmaz aşka gelir ve…)
Yılmaz:             Acımasız olma şimdi bu kadar, dün gibi dün gibi çekip gitme, bırak da dolanayım ayaklarına, kum gibi kum gibi ezip geçme…
Barış:               Erdal Abi, yuh ya. Adam vazgeçmiyor, inadı inat. Bir şeyler yapman lazım abi. 
Ozan:               Ayıralım Abi şunları, bu nedir ya. Adam bölücü ya, bizi de böldü baksana.
Erdal Abi:         Durun hele bir gençler. Ben bir konuşayım, jandarmayla. Tanıdığımızdır kendileri.
Barış-Ozan:      Jandarma mı? Biz en iyisi gidelim…(Çıkarlar)
(Erdal Abi jandarmaya telefon eder)
Mehtap:            Sesin hakikaten güzelmiş. Nerelisin sen?
Yılmaz:             Dersim, yok, Tunceliliyim.
Mehtap:            Oralıların sesi hep böyle güzel mi olur?
Mertcan:          Aşkım, doğulular hep acılı yedikleri için böyle oluyormuş. İsot diye biber var… Yedikçe sesin güzelleşiyormuş.
Mehtap:            Atma aşkım ya…
Mertcan:          Yılmazcığım, doğu gırtlağını çok iyi kullanıyorsun. Peki ya batı? Batı armonisi…
Mehtap:            Ya da kuzey, ya da güney… Ne bileyim…
Nihal:               Elbette söyler, öyle değil mi Yılmaz. Mesela Barış Manço’dan Kol Düğmeleri ne güzel gider şimdi.
Yılmaz:             Pekala. Söyleyeceğim. Ama beraber söyleyeceğiz.
Nihal:               Ama sen önce bir başla. Biz ardından geliriz. 
Yılmaz:             İki küçük kol düğmesi, bütün bir aşk hikâyesi…
(Gençler alkolün etkisiyle kafayı bulurlar. Şarkının ortasında iki tane jandarma içeri girmiş ve şarkıya eşlik etmektedir. Şarkıyı söyleyen grup jandarmaları görmez)
Hep beraber:    İki düğme, iki ayrı kolda. Bizim gibi ayrı yolda. Akşam olunca sustururum herkesi… Her her şeyi, gelir kol düğmelerimin birleşme saati, usul usul çıkarır koyarım kutuya yan yana, bitsin bu işkence kalsınlar yan yana. 
Jandarma1:       Evet gençler. Ne güzel şarkılar söylüyorsunuz siz böyle. Söyleyin, hadi söyleyin. 
Jandarma2:       Ne oldu. Niye sustunuz. Hadi ama… Az önce sesiniz ta Kilyos’tan duyuluyordu.
Nihal:               Nasıl yani…
Jandarma1:       Kilyos’ta görev başındayken, (Erdal abi’yle göz göze gelir)birden bu taraflardan bir takım sesler duyduk, duymasına da; kulaklarımıza inanamadık. Sizin gibi güzide öğrenciler bile…
Jandarma1:       Sonra da gözlerimize inanmak için atladık ve geldik. Geldik ki bir dene görelim. Kol düğmeleri. Söz ve müzik Ahmet Kaya.
Nihal:               Ne Ahmet Kaya’sı ya… Basbayağı Barış Manço. (Diğerleri de bu duruma gülerler).
Jandarma1:       Kesin lan. Çıkarın kimlikleri.
(Kimliklere bakarlar)
Jandarma2:       Sen Tuncelili, Yılmaz, sen mi söyledin şarkıyı.
Yılmaz:             Evet, ben söyledim.
Nihal:               Evet, birlikte söyledik. Ne var?
Jandarma2:       Ama Yılmazciğim, burada böyle şarkılar söylenmez ki. Dağdan gelmişsin bağcıyı üzüyorsun.
Yılmaz:             Ne demek istiyorsunuz?
Jandarma1:       Senin gibi bir Boğaziçili… Bölücü müsün lan sen?
Nihal:               Ne bölücüsü ya, onun söylediği aşk şarkısıydı. Doğum günüm için. Doğum günün kutlu olsun, mutlu ol…     
Jandarma1:       Yeter be. Sus kız. Sana soran mı oldu.
Nihal:               Hayır yanlış anladınız. O bölücü değil.
Jandarma1:       Bak hala konuşuyor. Hasan şunu bir çek kenara.
Nihal:               Çekiştirmesene ya… Bizim bir suçumuz yok.
Yılmaz:             Durun ya, çekiştirmeyin, onun kafası iyi biraz.
Jandarma1:       Sana ne oluyor be. (İtekler) Otur. Ya da kalk. Geç şu tarafa. Bak, bak nasıl dikleniyor görüyor musun? Bunlarda ne inat olur ha.
Nihal:               Bir şarkı yüzünden bizi götüremezsiniz, burası özgür bir üniversite…
Jandarma1:       Burası üniversite değil bir kere. Burası Türkiye Cumhuriyeti toprakları… Yoksa daha demin slogan mı attın sen.
Yılmaz:             Yo hayır atmadı.
Jandarma1:       Duyduk ya, slogan attı. Üniversiteler özgürdür dedi. Sanki ben özgür değil dedim. Bugün TV izlemediniz galiba. İzleseydiniz görürdünüz özgürlüğü.
Nihal:               (Kafa bayağı iyi)Avukatımı çağırmak istiyorum. En kısa zamanda…
Jandarma1:       Siz ikiniz yürüyün bakayım, gidelim avukatı gösterelim ikinize. İyi geceler Erdalcım, kendine iyi bakar mısın?    


Part 2:

(Bir nezarethane… Oturanlar… Volta atanlar… Sessizlik…)
Onur:                Ya oğlum başımızda dönüp durmasana… Adama bak, hemen tribe girdi. Volta atmalar, cigara sarmalar… Sanırsın ki müebbet ceza aldı.    
Eylem:              Düşünüyorum oğlum. Ne yapmalı, ne yapmalı…
Onur:                Oğlum abartmasana, altı üstü bir protesto eylemiydi sadece. Dayağımızı yedik, paşa paşa geldik buraya.
Eylem:              Nasılsın Meltem? Aman iyi ol, bir de seni düşünmeyelim…
Meltem:            Aman ne komik.
Eylem:              Elin nasıl?
Meltem:            Daha iyi. Hayvan herif nasıl da vurdu? Ama bir süre kalem tutabilir miyim bilmiyorum.
Onur:               Tutsan ne olacak ki kızım. Alacaklar mı bakalım seni okula.
Eylem:              Hele de bugünkü olanlardan sonra.
Meltem:            Hakikaten ya… Atacaklar bizi. Şu hale bak ya, okuldan atılmaları protesto ediyoruz, sonra da ödül olarak okuldan atılacağız.
Onur:               Böyle giderse çok yakında okulda kimse kalmayacak.
Eylem:              Yalnız bugünkü eylem bayağı kalabalıktı hani…
Meltem:            Kalabalıktı, kalabalıktı. Diğer okullardan da bir sürü insan gelmişti. Aydınlar sonunda ortaya çıktılar...
(Yılmaz ve Nihal polis memuru Memoli eşliğinde nezarete alınırlar.)
Eylem:              Merhaba hoş geldiniz.
Onur:               Merhaba.
Meltem:            Merhaba.
Özgür:              Merhaba.
Yılmaz-Nihal:    Merhabalar.
Eylem:              Dışarıda durumlar nasıl?
Onur:               Çok insan aldılar mı?
Yılmaz:             İyi, iyi. Her şey yolunda.
Eylem:              Siz nasılsınız. Çok vurdular mı?
Nihal:               Yo. Eline ne oldu?
Meltem:            Ayının biri vurdu. İncindi biraz… Siz yine iyi yırtmışsınız.
Nihal:               Neden?
Meltem:            Dayaktan.
Onur:               Evet ya dayaktan (Dayak izlerini gösterirler)
Eylem:              Siz ne taraftaydınız? Platforma ne kadar uzaktınız?
Yılmaz:             Ne platformu ya, biz Kilyos’taydık. Kilyos’tan geliyoruz biz.
Nihal:               Kilyos kampus...
Meltem:            Nasıl yani? Hangi üniversite?
Nihal:               Boğaziçi.
Meltem:            Ha siz Boğaziçilisiniz.
Onur:               Olabilir abi. Son zamanlarda orası da hareketlendi biraz. Demek siz, ta kilyos kampuste eylem yaptınız ha? Vay be mevzu bayağı sahiplenilmiş.
Nihal:               Yok ya, biz eylem meylem yapmadık. Biz meyhanedeyken yaptılarsa, onu bilmiyorum. Biz sadece hep beraber şarkı söylüyorduk, meyhanede, kafalar iyiydi...
Yılmaz:             Şarkı söylemek eylem değildir, değil mi? Bizim eylemlerle hiçbir alakamız olamaz zaten, yeniyiz zaten.
(Sessizlik)
Yılmaz:             Yalnız, bak şimdi hatırlıyorum: Servislere zam yapıldıydı bir ara, onun için yürüdüydük.
Nihal:               Siz niye buradasınız?
Eylem              Bizim okulda –istanbul üniversitesi’nde ve diğer okullarda komik sebeplerle öğrenciler okuldan atılıyor.
Meltem:            Bu durumu protesto eden kitlesel bir eylem vardı bugün. Son yılların en kalabalık eylemi.
Onur:               Biraz vurdulu kırdılı… E siz eylemde değilseniz, ne diye buradasınız?
Yılmaz:             Biz sadece şarkı söylüyorduk arkadaşlarla
Nihal:               Doğum günü şarkısını bana ithafen söylüyordu. Benim doğum günümdü de bugün. Sonra jandarma geldi. Doğum günümün içine etti. 
Eylem:              Yuh ya… Şarkı söylediler diye de alınır mı be kardeşim, iyice bokunu çıkardı bunlar ya. Ne şarkısı?
Yılmaz:             Doğum günün kutlu olsun, mutlu ol senelerce... vs. vs.
Onur:               Tamam ya, olay anlaşıldı.
Yılmaz:             Bu da bir şey mi? Bizim amcaoğlunu sırf Kürtçe türküyü ıslıkla çalıyor diye içeri almışlardı.
Nihal:               Senin amca oğlunu mu?
Eylem:              Sırf dilekçe verdiler diye bizim arkadaşları okuldan attılar geçen sene. O zaman sesimizi çıkarsaydık; şimdi şu saçma sapan soruşturmalarla uğraşmazdık. 
Nihal:               Pardon, ne dilekçesi?
Eylem:              Anadilde eğitim dilekçesi.
Nihal:               İyi de sizin okulda anadilde eğitim yok mu? Niye dilekçe yazıyorlar ki. Yani bizim okuldaki gibi İngilizce eğitim olsaydı belki, ama sizde her şey Türkçe değil miydi? Yanlış mıyım?
Onur:               Ooo.
Yılmaz:             Nihalcığım, yanlış anladın. Anadili Türkçe olmayanlar, yani benim gibiler, geçen senelerde anadilde eğitim hakları için dilekçe verdiler. Sonra da çoğu okuldan atıldı. Benim Abim de ilk atılanlardan. Aihm’e başvurdu, cevap bekliyor...
Eylem:              Şimdi iyice abarttılar. İdeolojik halay çekmekten, okul içine yiyebileceğinden fazla yemek sokmaya kadar her türlü şeyden soruşturma açıyorlar. Geçen seneden beri 800 tane soruşturma açılmış durumda. 12 kişi okuldan atıldı, 30 yakın kişi de uzaklaştırma aldı.
Memoli:            Evet gençler, hepinize tekrar merhaba. Şu son yaptığınız eylemle artık gönül rahatlığıyla okuldan atıldınız diyebiliriz, herhalde. Haha. Ama merak etmeyin, sizleri ortada bırakmıyoruz, teşkilatımız sizlere kol kanat geriyor.
Meltem:            Aman ne komik…
Memoli:            (Yılmaz ve Nihal’e) Siz niye bu taraftasınız? İnsan arkadaşlarını yalnız bırakır mı hiç? Geçin şu tarafa.
Yılmaz:             Yok amirim, bizim onlarla bir alakamız yok. İstanbul’a daha yeni geldik.
Nihal:               Boğaziçi Üniversitesi’ne demek istiyor.
Memoli:            Öğrenci değil misiniz siz? Eee, hepiniz aynısınız.  
Nihal:               Valla komiserim, benim eylemle bir alakam yok. Şunları da tanımıyorum. Biz sadece şarkı söylüyorduk. 
Memoli:            Tamam hanımefendi, İfadenize yazarsınız onları... Kimlikleri alalım.
(Onur kimliğini vermemiştir)
Memoli:            Siz beyefendi?
Onur:               Ben yanıma almamışım kimliğimi.
Eylem:              (Sessizce)Abi ne yapıyorsun ya. Çıkarsana kimliği.
Meltem:            (Sessizce)Nasıl çıkacaksın kimliksiz, alo?
Memoli:            Çok çok ilginç. Kimliğini göstermiyor. Okul girişinde turnike sanki burası. Özel güvenlik mi var lan karşında. Ver kimliği!
(Utana sıkıla askeri kimliği vermek zorunda kalır, diğerlerinde ufak bir hayal kırıklığı)
Memoli:            Vay vay vay. Onurcuğum, sen bu askeri kimlikte ne fotojonik çıkmışsın böyle. Pes yani.    
Eylem:              Adama bak ya, babası askermiş.
Meltem:            Tahmin etmeliydim ya.
Onur:               Ya arkadaşlar, diğer kimliğimi almamışım, ne yapayım.
Nihal:               Ne oldu orada?
Yılmaz:             Çocuğun babası albay, ama çocuk solcu. Çelişkili bir durum yani.
Memoli:            Senin baban neci peki? Sen esmer kurt, sana diyorum. Neci lan...
Yılmaz:             Benim babam panjurcu.
Memoli:            (Şivesini taklit eder) Panjırcı. Ne kadar yanık bir sesin var senin. Ver kimliğini. Tunceli...hmm...
Nihal:               Yılmaz, ben de kimliğimi bulamıyorum, ne yapacağım şimdi?
Yılmaz:             Kimliksiz dışarı çıkılır mı Nihal?
Nihal:               Ya ne derim ben babama...
Memoli:            Tunceliii. Yerebatan. Yılmaz Yerebatan…Anlaşıldı, şimdi resim daha bir netleşti. ‘Doğum günün kutlu olsun’ha. Baştan deseydin ya sen.
Nihal:               Ben İzmir. Valla İzmir. Ama kimliğim yok, yurtta unutmuşum. Bir gidip alabilir miyim?
Memoli:            Git al... (Güler)
Nihal:               Vallahi babam çok kızar. Avukat benim babam, annem de hakim. İşte adalet bakanlığı kartları. Benim hiç eylemle falan alakam olmadı. Bir şarkı söylüyorduk, yanlışlıkla, vallahi bırakın beni, ne olur, bir daha öyle şarkı falan da söylemeyiz.
Memoli:            Konuşmama hakkına sahipsin, söyleyeceğin her şey aleyhine delil olarak kullanılabilir. Haha. Filmlerdeki gibi oldu. Haha. AB’ye girdik mi, bence girdik... Haha.(Elinde kimlikler, çıkar)
Eylem:              Adam oligarşi karşıtı slogan attı bugün ya...
Onur:               Ne demek istiyorsunuz arkadaşlar. Asker olan babam, ben değilim. Oligarşinin çocuğu muhalif olamaz mı?
Meltem:            Eylem, Onur haklı ya, bariz saçmalıyoruz.
Eylem:              Bence bunu ilk toplantıda konuşalım.
Nihal:               Ne işim vardı benim meyhanede. Allah kahretsin, sicilime işleyecekler.
Yılmaz:             Baban avukatsa, hemen çıkarsın. Merak etme. 
Memoli:            (Tekrar girer) Demek gene bölündünüz. Beceremezsiniz kardeşim siz, böyle zırt pırt kavga edip bölünüyorsunuz. Neyse ya, ben tiyo vermeyeyim size. Haha... Nihal ve Onur siz gelin benle. Onur, evladım, yapmışsın bir hata. Bir daha görmeyeyim seni bu itin kopuğun arasında. Sen okumuş, iyi aile çocuğusun evladım, yakışıyor mu sana? Neyse bir daha olmasın. (Kimliği verir ve kapıyı işaret eder)
Onur:               Ben burada kalacağım... (Arkadaşlarına) Dönünce bu jesti de tartışacağız.
Meltem:            Adam şimdi de kahramanlığa soyundu ya, of,of...
Memoli:            İyi iyi, sen bilirsin. Nihal, sen de delil yetersizliğinden serbestsin. Haha. Suçun kanıtlanana kadar herkes kadar sen de masumdun. Şimdi de masumsun. Haha. Anasını satayım, tam şunları ezberledik diyordum, bu sefer de yasa değişti. Eskisi gibi oldu... Sen bilirsin eskileri Yılmaz... Neyse; kusura bakmazsınız artık. Haha. 
Yılmaz:             Ne bakacağız efendim, gayet iyi ağırlandık.
Memoli:            (Yılmaz’n de gittiğini görünce) Sen nereye lan, sen geç şunların yanına, almadık daha senin ifadeni. Yılmaz Yerebatan… Abisi kılıklı. Soyadından anlamadım mı zannettin, kıro... Göreceksiniz insan haklarını...

Ek2

Kurgu Önerisi

Nihal;  yoğun geçen bir ÖSS sürecinin ardından hayallerinin üniversitesi Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanmıştır. Nihal için artık lise yılları, ailesi ve arkadaşları geride kalmış, genç bir üniversiteli olarak yeni bir yaşam başlamıştır. Bundan sonra ‘özgür’ bir birey olarak kendi ayakları üstünde durabilecek ve güçlüklere tek başına göğüs gerebilecektir... Bunlar, üniversiteye gelirken Nihal’in aklından geçen şeylerdir.
Okula ilk geldiği günden itibaren yaşadıkları ise kurduğu hayallere bir türlü uymaz. Kozmopolit bir üniversitenin uzak bir kampusunde başlayan üniversite hayatı; sosyalleşme çabalarına karşılık okul idaresi tarafından izolasyonun dayatıldığı ve yetişkinliğe geçişte bile aile gözetiminin sürdüğü bir dönem olarak başlar ve yaşanan her sorunun üst üste binmesiyle git gide bir eziyet halini alır. Sene sonuna doğru artık Nihal’in başından pek çok olay geçmiş, pek çok olaya dolaylı ya da dolaysız tanık olmuş ve bir anlamda burasına kadar gelmiştir. Tüm bunları anlatmak ister. Ama kime ve nasıl anlatacaktır?

Ön Oyun- Sahil
Nihal, arkadaşı Gamze’yle Kilyos sahilinde sıkıntı içinde zaman geçirirken aklına parlak bir fikir gelir. Sene içinde yaşadığı tüm sorunları belki tiyatro aracılığıyla anlatabilecektir. Zaten tiyatroya dair hep bir ilgisi olduğu halde sonu gelmeyen sınav telaşı içinde hevesini bir türlü gerçekleştirememiştir. Sene başında girmeye çalıştığı tiyatro kulübünün çalışmalarını da benzer nedenlerden dahil olamamıştır. Tiyatroyu kafasına koymuştur artık. Üniversiteyi kazandığı haberini ilk almasından bu yana, yaşadığı ve/veya tanık olduğu pek çok anekdot vardır, anlatmaya değer. Bunları -edineceği oyunculuk bilgisiyle birlikte- bir tiyatro oyununa koyacak ve böylece sesini pek çok insana, özellikle de seneye aynı sorunu yaşayacaklara- duyurabilecektir. Nihal, tam da yapacağı tiyatro oyununun hayallerini kurarken, tiyatronun o ‘büyülü’ havasına kaptırıverir kendini. Hayal ettikçe; hayalindeki sahne, kulis, salon, ışıklar ve en sonunda da seyirci gerçeğe dönüşür. İnanılmaz bir şekilde kendini bir oyunda anlatıcı-oyuncu olarak bulmuştur. Gamze; hemen yanında oluşan bu hayale ortak olamamış ve saf dışı kalmıştır. Nihal ise; şimdiki zamandaki gerçeklikten büyülü bir gerçekliğe(!) geçiş yapmıştır.

“Oyun içinde oyun”

Sınav sonuçları

Nihal, ÖSS sonuçları açıklandıktan sonra lise arkadaşlarıyla beraber üniversiteyi kazanma sevincini paylaşmaktadır. Nihal’in bu mutlu gününde yanında başka kentlerde üniversiteyi kazanmış ya da kazanamamış arkadaşları vardır. Her biri hayatlarının yeni döneminde farklı planlar içinde olan bu arkadaş grubu için ayrılık vakti gelmiş çatmıştır. Öss kimi için hayalleri gerçeğe dönüştürmüş, kimi için de hayatı çekilmez yapmıştır. Nihal ise; Türkiye’nin en seçkin üniversitesini kazanmanın mutluluğu içinde öyle ya da böyle yeni bir hayata başlamıştır.

Ön kayıt

Temel olarak bu sahnede Nihal’in ön kayıt sırasında başından geçenler ele alınır. Nihal artık yetişkinliğe geçtiğini ve özgür bir üniversiteli olduğunu düşünürken, annesi kayıt gününde onu yalnız bırakmamış ve onunla birlikte kayıt işlerine girişmiştir. Anne-kız ilk önce yüksek kayıt ve harç paralarından haberdar olurlar. Daha sonra yurt problemi ortaya çıkar.  Kilyos Kampusü hakkında pek fazla bilgisi olmadığı halde orada kalacağını öğrenirler. Masraf üstüne masraf çıkmaktadır. Nihal’in kurduğu hayaller bir anlamda ekonomik dar boğaz içine girmiştir. Bu sahnede, bir üniversite hocasının sene başında sarf ettiği  “Boğaziçi’yi hep fakir öğrenciler mi kazanıyor” söylemi ciddi bir şekilde eleştiriye tutulmaktadır.
Annesinin uzaklaşmasını fırsat bilen Nihal; fırsattan istifade üniversite ortamındaki kulüp faaliyetlerine yönelir ve tiyatro kulübüyle tanışır. Önceden beri tiyatroya ilgisi olan Nihal; annesinin kültür-sanat çalışmalarına dair önyargılarıyla beraber geri dönmesiyle birlikte tiyatroyu bir defa daha rafa kaldırır. Üniversitenin kültürel ortamıyla tanışamadan derslerin ve yurdun yolunu tutacaktır.

Otobüs

Bu sahnede; temel olarak Kilyos’a öğrenci taşıyan yolcu otobüsünün içinde yaşanan öğrencilik halleri ele alınmaktadır. Zaman sıçramalı bir şekilde ilerler. Okulun ilk günleri ve tanışma faslı, sosyalleşme çabaları, okulla ilgili olarak artan şikayetler peşi sıra sahnelenir. En son olarak da idarenin yeni getirdiği bir uygulama ve onun çevresinde gelişen tartışmalar ele alınır. Kilyos servileri artık ücretlidir, ama parayı vermek istemeyen öğrenciler vardır. Bu konuda bir şeylerin yapılması gerekliliği üzerinden öğrenciler arasında bir hareketlilik başlar.

Meyhane: Part 1

Kilyos’ta, yeni tanışmış dört kişilik bir öğrenci grubu sahildeki meyhaneye gitmişlerdir. Uzun süredir can sıkıntısı yaşayan bu grup felekten bir gece yaşayacaklardır. Muhabbet, şarkı, fasıl… Söyledikleri bir Ahmet kaya parçasının (“Doğum Günü”) ardından meyhanecinin uyarısı gelir: “Burada Ahmet Kaya söylemeyin. Geçen gün, bir grubu az kaldı dışarı atıyordum. Alimallah jandarma gelir vs.” İçkinin etkisiyle muhabbet ilerler. Es kaza yine bir Ahmet Kaya şarkısı söylenir. Hemen akabinde jandarma gelir. Umarsızca, itiraz eden öğrencilerin ikisini (Nihal ve Yılmaz) alır götürürler.

Nezaret: Part 2

Esas kız ve oğlan nezarethaneye götürülmüştür. Ortamda başka öğrenciler de vardır. Aynı gün İstanbul Üniversite’nde okuldan atılmaları kınayan bir eylem olmuş, ortalık karışmış ve pek çok öğrenci dayak yedikten sonra gözaltına alınmıştır. Sudan çıkmış bir çift balık gibi bu ortama düşen iki Kilyoslu öğrenci ne yapacaklarını bilemezler. İlk akla gelen bir şekilde diğerlerinden ayrışmaktır.  Lakin bunu diğerlerinin gözü önünde yapmak da pek tekin görünmez. Süren gerilimli bekleyişin ardından avukatların devreye girmesiyle birlikte gerçek açığa çıkar; sorgu yapan polisler yapılan yanlışı fark ederler ve Nihal’i serbest bırakırlar. Ama farklı nedenlerden ötürü Yılmaz serbest kalmayacaktır. 
Adı geçen iki sahnenin önerilmesindeki temel neden; gençlik kültürü ve eğitim temalarının sadece b.ü.cemaatine dönük ele alınmasından ziyade diğer bölgelerdeki yansımalarıyla beraber ele alabilmek. Zaten Kilyos Kampus’un varoluşu da izolasyondan üzerine kurulu değildir midir? Öğrencilerin de bu izolasyonu kanıksadıkları düşünüldüğünde, Nihal’in kafasını bir kere dışarı uzatması bile pek çok vukuata gebe olabiliyor. Böylece; B.ü.’ye dair var olan yanılsamaları da tartıştırmış oluyoruz böylece.
Bu sahneler bu sırayla sergilendikten sonra yeni bir sahneye geçiyoruz.

Arkadaşlık

Yaşanan polisiye olaylar Nihal’i bayağı şaşalatmıştır. Bir yandan başına gelenlere anlam vermeye çalışmakta, öbür yandan da o gece olanlar yüzünden Yılmaz’ın kendini affetmeyeceğini düşünmektedir. Çünkü o gece olanlardan kendini sorumlu tutmaktadır. Üstüne üstlük değer verdiği bir arkadaşını da nezarette bırakıp çıkmıştır. Nihal birkaç gün önce yaşanmış olayların üstüne Yılmaz’la konuşmak ister. Sahildeki buluşmaya Yılmaz biraz kırgın gelmiştir. Kısa bir süre devam eden kırgınlığın ardından birbirlerini affetmişler; olan bitenle dalga geçmeye başlamışlardır bile. Muhabbetin ilerlemesiyle hafif duygusal bir yakınlaşma ihtimali doğar. Sesin güzel olduğuna zaten tanık olduğumuz Yılmaz güzel bir şarkıyla geceyi süsler süslemesine de; ninni gibi gelen ezginin eşliğinde Nihal, Yılmaz’ın omzunda uyuyakalır.
Adı geçen sahnenin kurgulanmasındaki en temel neden, yapılan doğaçlamalarda kadın-erkek ilişkisinin çoğu kez yozlaşmaya açık uçlarda ele alınmasının, önyargı barındırma ihtimali taşımasıdır. Bu noktada samimi ilişkilerin de var olacağı bir gerçektir. Ayrıca, diğer sahnelerde kullanılan mizahi üslup ve ritimden biraz da olsa ayrışabilecek bir sahne tasarlanması seyircinin bir nebze olsun soluklanmasını sağlayabilecektir.


Rüya
Nihal gözlerini kapadığında çok tuhaf bir rüya görmeye başlar. Oyunun başından itibaren oynanan sahnelerden belli kesitler, ya da karakterler en çarpık halleriyle rüyasına teşrif etmişlerdir. Nihal sahnenin merkezinde, diğer karakterler onun çevresinde devinmektedirler. Yılmaz de rüyada kendine yer bulur. Nihal’in üstüne gelenleri savuşturmaya çalışırken, kendisi de savrulmaktan alıkoyulamaz. Nihal’in kabusu uyanmasıyla son bulur. Karakterlerden hiçbiri ortada yoktur. Yılmaz bile… (Rüya mı gerçek mi?) Yanında şaşkın bir halde Gamze vardır.
Oyun içinde oyun bitmiştir. -Final


Oyunun başında Nihal’i sahilde bırakan Gamze yurtta yalnız başına uyuyamamış; kalkmış Nihal’i götürmek için tekrar sahile gelmiştir. Geldiğinde bir bakmıştır ki; Nihal yalnız başına uyumaktadır. Nihal, uyanır uyanmaz tiyatronun büyülü havasının kaybolduğunu fark eder ve gördüğü kabusu heyecanlı bir şekilde Gamze’ye bir bir anlatır. Rüyanın sonuna doğru ise; bir dervişle karşılaşmıştır. Üstada; yaşadıklarından yola çıkarak insan gibi bir varlığın başına neden hep felaketlerin geldiğini sorar. Derviş: “İyilik veya kötülük olmasının ne önemi var? Padişahımız Efendimiz Mısır’a bir gemi gönderdiğinde; gemide olan farelerin rahat olup olmadığını düşünüyor mu?” ve ardından “Bunları düşünmek elbette mümkün ama kendi bahçemize de bakmamız gerek! Öyle değil mi?” der. Düşünür Nihal:
"...ama kendi bahçemizi de bakmamız gerek...".