Hali hazırda İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu (İATP) geleneğine bağlı kalmayı sürdüren tiyatroculara dönük, Atölye topluluğunun mail yoluyla bir çağrısı oldu: Sosyal bilimci Richard Sennett’in “Beraber” adlı kitabını beraber okumak. Aynı dönemde, Stanislavski’nin kaynaklık ettiği Fiziksel Aksiyon araştırmasına yoğunlaşan bir grup çalışmasında sorumluluk almama ve okumalarımı bu eksene kaydırmama rağmen, Atölye çevresinden Burak Üzümkesici’nin sunum sorumluluğu aldığı bu öneriyi değerlendirmek istedim.
Richard Sennett eskiden beri ilgi duyduğum ve bazı kitaplarını okuduğum bir sosyal bilimci. Eserleri, tiyatro adına da önemli tespitleri olan ve kışkırtıcı sorular devşirebileceğiniz bir kaynak işlevi görebiliyor. Nitekim “Beraber”de, yazarın oda müziği yaptığı dönemde yaşadığı prova deneyimi, 17. yüzyılda XIV. Louis’nin baş dansçısı olduğu, alacakaranlıktan gün doğumuna 13 saat süren bir bale gösterisi ya da kilise ritüellerinin katılımcı biçimden teatral sunum biçimine geçmesi ve meydana gelen Protestan tepki okunurken, tiyatrocuların özel bir dikkat yoğunlaşması yaşaması kaçınılmaz.
Ayrıntı Yayınları tarafından basılan “Beraber” aslında bir üçlemenin ikinci kitabı; fakat tek başına da okunabilir. Yazar bu üçlemeyle, doğrudan güncel ve pratik meselelere ilişkin sonuçlar çıkarılabilecek bir araştırma yapma hedefini şöyle dile getiriyor: “Birkaç yıl önce, insanların gündelik yaşamlarını sürdürmeleri için ihtiyaç duydukları beceriler hakkında bir üçleme yazmaya karar verdim. Bütün hayatımı teorilere harcadım ama artık teorilerden, bu pratikten bağımsız çalışan uğraşlardan usandım.” Kapitalizmin yarattığı ve güncel olarak kriz biçimi alan tahribat karşısında Sennett’in sosyal bilimleri güncelle daha dinamik ve dolaysız bir ilişkiye sokma girişimi ertelenmiş olmakla eleştirilebilir belki, ama nihayetinde sorumluluk içeren bir entelektüel tavır olduğuna kuşku yok.
“Beraber”in niçin tiyatrocuların gündemine girdiği sorusunu yanıtlamak zor değil. Tiyatrolar zorunlu olarak bir zanaat çalışması gerçekleştirme perspektifine sahiptir. Yine, kendi içlerinde olsun, birbirleriyle kurdukları ilişkilerde olsun, tiyatrocuların nasıl verimli bir iletişim kuracakları, örgütsel olarak beraberliklerini nasıl inşa edebilecekleri düzenli olarak gündeme gelir. Sennett, her iki düzeyde geç kapitalizmin aşındırıcı ve giderek yıkıcı etkiler üretmesini ciddi bir kaygı konusu haline getirmekte, tarihsel olarak beraberliklerin biçimlerini ve nasıl inşa edildiğini açıklamakta, bu deneyimlerden hareketle günümüze dönük yapıcı sonuçlar çıkarılmasını savunmaktadır.
“Bir okuma atölyesi nasıl düzenlenebilir?” sorusuna da yanıt arayan bu çalışmaya katılımım, asgari bir ön hazırlığın sınırları içinde oldu. “Beraber”i sözgelimi çapraz okumalarla destekleyecek şekilde okuyup notlar almadım. Bu sorumluluğu daha çok Atölye’deki tiyatrocular üzerine aldı. “Beraber” okumasını desteklemek üzere, üçlemenin birinci kitabına (“Zanaatkâr”) ilişkin bazı bilgiler de Burak Üzümkesici tarafından verildi.
İlk toplantımızda, on beşe yakın kişinin katılım gösterdiği rahat ve katılıma açık bir düşünsel alışveriş ortamı şekillendi. Fazla kalabalık olmamanın avantajıyla, söz alma güçlüğü gibi problemler yaşanmadı. Katılanların sayısı arttıkça, okumanın atölye biçimine evrilmesi imkânsız. Bu durumda tutulacak yol, ya seminer formatına geçilmesi ya da daha iyisi ve yapılabiliyorsa birden fazla grubun atölyeler düzenlemesi ve sonrasında, ulaştıkları sonuçları ayrıca ele almaları.
Bu türden atölye çalışmalarının içine düşebileceği bir tuzak, bireysel faydanın esas alınmasıdır. Bu eğilim, Sennett’in araştırmasını kötüye kullanmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Çünkü Sennett “Beraber”i yazarken, zahmet ve yaratıcılık isteyen beraberliklerin inşasını dert edinmektedir. İnsanlar işbirliği geliştirme ve bu işbirliğini yaratıcı kılma yeteneğine sahiptir, fakat bu yetenek kapitalizm tarafından düzenli olarak köreltilmektedir. Kitapta bu sorunun üstesinden gelmenin yolları araştırılmaktadır. Dolayısıyla, “Bu çalışma bana ne verdi ya da ne verdim?” sorusundan ziyade, “Bu çalışmadan ne gibi yaratıcı sonuçlar çıkarmayı başarabildik?” sorusu önem kazanmaktadır. On beşe yakın insanın bir okuma atölyesi düzenlemek üzere toplanması, yaratıcı ve sosyal bir beraberliği inşa etme garantisi vermez. Bireysel faydanın güdülediği bir iletişim ve bilgi alışverişi, zahmet ve yaratıcılık isteyen, sosyal hayatta kökleşecek bir beraberlik arayışının altını oyacak, kapitalizmin kışkırttığı özne tasavvuru yeniden üretilecektir.
Çözüm basitçe bireysel fayda eğilimini dışarıda tutarak beraberliğe dâhil olmak değildir. Atölye sürecinin bu eğilimi işlevsizleştirme tekniklerine sahip olabilmesi, bu tekniklerin öğrenilmesi ve yeniden üretilebilmesi ve yaratıcı sonuçların alınabilmesi gerekir. Mesela bir tartışma yaşanırken empati yeteneğinin (sempati, yani duygu birliği ile karıştırılmaması gerekir) devrede olması gerekir. Ne kadar karşı konumda olursak olalım, birisini dinlerken “Seni anlama çabası içindeyim” mesajı verilebilmelidir. Yine, bir tez ne kadar ateşli bir savununun konusu olursa olsun, sorgulamaya açık bırakıldığının ima edilebilmesi gerekir. Bu anlamda, dinlemek de, konuşmak da incelikli bir zanaattır. Sempati de, karşı tarafı bitirme amaçlı yıkıcı yaklaşım da, Sennett’in sözünü ettiği diyalojik iletişimi kilitleyen unsurlar olarak devreye girer.
Tiyatrocular olarak Sennett’in diyalojik iletişim üzerine söyledikleri, sözgelimi Brecht’in “özdeşleşmeci” dediği tiyatro anlayışına eleştirileri ya da Stanislavski’nin oyunculukta yapmacıklıktan uzaklık savunusu aklınıza gelebiliyor. Brecht seyirci nezdinde sempati yaratımını yanlış buluyor ve diyalojik iletişim kaygısıyla hareket ediyordu. Ya da Stanislavski, insani iletişimin yapmacık ve basmakalıp biçimler almasına itiraz ediyor ve oyunculuk sanatı bağlamında duygu ve düşüncelerimizin yaratıcı bir gerçeklik düzeyinde ifade edilmesinin olanaklarını araştırıyordu.
Kendi adıma, “Stanislavski’ye karşı Brecht” başlığı altında ve bizzat Brecht’in bazı yazılarının neden olduğu aceleci çıkarımlara pek yüz vermediğimi söyleyebilirim. Sennett’in sempatiyi empatiden ayırma vurgusu, pekâlâ Stanislavski ve Brecht’in kaygılarının hangi noktada ortaklaştığına işaret etmektedir. Brecht sempatinin düzenli olarak ertelenmesini ya da yerinden edilmesini savunurken, tabii ki empati unsurunu devreden çıkarmak gibi bir işin savunusunu yapmıyordu. Öte yandan Stanislavski, insani iletişimin yapmacık ve basmakalıp unsurlardan kurtarılmasını savunurken, her ne kadar bazı yazılarında sempati niteliğinde doruk noktalarına hayranlığını belirtse de, oyuncunun mimesis etkinliği içinde empatinin işlevsel kılınmasını, empati yeteneğinin harekete geçirilmesini / geliştirilmesini özel bir kaygı haline getiriyordu ve tabii ki bu “Brecht oyuncusunun” da bir problemiydi.
“Beraber”i beraber okuma toplantımızda belirttiğim gibi, benim bu yaptığım aynı zamanda bir tür entelektüel diplomasi faaliyeti oluyor. Stanislavski ile Brecht’i kutuplaştırmaya değil, diyalojik bir iletişime sokmaya çalışıyorum. Elbette bunu laf olsun diye yapamam; fakat ortak kaygı unsurları keşfedilebiliyorsa, pekâlâ yapılabilir. Nitekim Sennett de kitabında diplomasi zanaatının diyalojik niteliğine dikkat çekmektedir. Taraflar savaş halinde olsa bile, diplomasi masasında ilişkiler ve iletişim dili barış olasılığı göz önüne alınarak kurulmalıdır.
Daha fazla uzatmadan, toplantımızın tabii ki çok daha zengin ve çeşitlilik içeren tartışmalara sahne olduğunu belirtmek isterim. Umarım yazdıklarım kabaca da olsa bir fikir vermiştir. Bakalım ikinci toplantımız nasıl geçecek…