Fırat Güllü'nün 07.09.2007 tarihli "Tiyatrocular ve Alternatif Cinsel Politika" altbaşlığı taşıyan yazısı, cinsel özgürlük adına inşa edilen kültürün aslında kendi içinde önemli sorunlar taşıdığını ortaya koyarken, Brecht vakası ile Esatoğlu vakasının ortak çerçeveye sahip olduğu gibi bir imaya sahip mi? Tam emin olamasam da, böyle bir izlenime kapıldığımı söyleyebilirim.

Bana göre bu iki vaka birbirinden oldukça farklı değerlendirilmelidir. Biri erkek egemen anlayışın cinsel özgürlükçü çevrelerde de işbaşında olabileceğini ve özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde tahrip edici etkiler üretebileceğini gösterirken, diğeri eğitimci etiği ve hukuku bağlamında ele alınması gereken bir suçun işlendiğini göstermektedir. Daha somut ifade edecek olursam: Brecht'in kurumsal eğitim vermek üzere bir araya geldiği genç kadın öğrencileri eğitici otoritesine yaslanarak ne yapıp edip ayartmak ve taciz etmek gibi bir alışkanlığa sahip olduğunu en azından ben bilmiyorum. Bertolt Brecht hiçbir zaman bir tiyatro eğitimcisi olmamıştır. Genelde seçkin ve profesyonel diyebileceğimiz sanat çevrelerinde oyun yazıp sahnelemiş ve hayatında en verimli olabileceği yılları sürgünde geçmiştir. II. Dünya Savaşı'nın ertesinde, ikiye bölünen Almanya'nın doğusunda kurdukları Berliner Ensemble ise, adından da anlaşılacağı gibi, bir okul değil, düzenli olarak Brecht imzalı oyunlar sahneleyen özel bir topluluk yapılanmasıdır. Dolayısıyla, Brecht'in içine dahil olduğu cinsel kültürün eleştirisinin "eğitimde cinsel taciz" gibi bir vaka ile bağlantısı ancak dolaylı yollardan ve kültür bağlamında kurulabilir. Olgusal olarak ortak bir çerçeveye sahip olduğu gibi bir imadan kaçınmak gerekir. Fırat Güllü'nün yazısı açıkça bunu yapıyor demiyorum, ama bir kafa karışıklığına yol açtığını ve iki vakayı ortak bir çerçeve içine alırken, bu çerçeve içinde birbirinden ayırt edilmesi gereken alt çerçevelerin ihmal edildiğini düşünüyorum. 

Esatoğlu vakası, sol, sosyalist, muhalif, özgürlükçü, devrimci sıfatlarına sahip tiyatro bölgesini bağlaması bakımından tabii ki Brecht vakası ile ortak bir çerçeve içine alınabilir. Hatta Esatoğlu'nun Türkiye'de bir çeşit Brecht temsiliyetine soyunması, bu ilişkiyi daha da yakınlaştırabilir. Fakat, eğitimde cinsel taciz gibi bir vakayı Brecht'in erkek egemen çizgiler taşıdığı belli ve aslında oyunlarında da izi sürülebilecek yaşam tarzı ile aynı kefeye koymamak önemlidir. 

Özellikle tiyatro alanının cinsel sömürüye açık bir alan olduğunu tüm tiyatrocular bilir. Sanatsal pratik yoluyla özgürleşme ve haz politikalarının geliştirilmesi, canlı performansa dayalı olduğu için bedensel özgürleşmenin özel bir önem kazanması, tiyatro eğitimini cinsel istismara alabildiğine açık hale getirir. Esatoğlu vakasında asıl tartışma konusu içinde yer aldığı topluluğun ya da çevrenin yaşadığı cinsel kültürün niteliği değildir. Resmi ya da muhalif çeşitli eğitim kurumlarında, onunla tiyatro eğitimi almak için ilişki kuran genç kadınları istismar ve taciz etmesidir. 

Meseleyi netleştirmek için bir seri tecavüzcü ve katil olan Ted Bundy vakasına değinmek faydalı olabilir. Bu vakayı ele alan filmi seyredenler bilirler: Ted Bundy sıradan ve hatta örnek gösterilebilecek orta sınıftan bir Amerikan vatandaşı olarak, 1970'lerde, bir dizi tecavüz ve cinayetin faili haline gelir. Suç işleme tekniğini başarılı kılan çok ince planlar yapması değildir; aksine, göz göre göre ve sıradan bir işmiş gibi suç işlemekte ve yakın çevresini de kolaylıkla manipüle edebilmektedir. Belli ki bu vaka da erkek egemen kültür kapsamına alınabilir. Ted Bundy'nin "Brecht de böyle yapmıştı" dediğini sanmıyorum, ama Esatoğlu böyle dedi ve mesleği tiyatrocu diye, seçkin ve profesyonel sanat çevrelerindeki erkek egemen cinsel kültürün eleştirisi sınırları içine hapsedilebileceği söylenemez. 

Eğer erkek egemen kültüre ve bu çerçeve içindeki alt çerçevelere odaklanarak vakalar arasında bir yakınlık ya da benzerlik kurulacaksa, ben Esatoğlu vakası için Brecht vakasından ziyade Ted Bundy vakasının daha açıklayıcı olabileceğine inanıyorum. Neden mi? İşlenen suçların nitelikleri özdeş olmasa da, suç işleme ve manipülasyon teknikleri birbirine çok benziyor da ondan. Bunu laf olsun diye söylemiyorum; mağdurların ve tanıkların ifadelerine bakıldığında, benzerliğin kolayca farkedilebileceğini düşünüyorum. 

Umarım bu yazı, özgürlükçü ve devrimci iddialara sahip cinsel kültür içindeki erkek egemen sonuçlara dikkat çeken, bu konuda oldukça bilgilendirici ve uyarıcı olan Fırat Güllü'nün yazısında eksikliğini hissettiğim bir vurguyu yeterli açıklıkta yapabilmiştir. 

09.09.2007