Yoksul çocukluğunun üstüne dev bir inşaat şirketi dikmeyi başarmış, tipik bir cumhuriyet zengini; Rauf Bey. Onun, cumhuriyetin faziletlerine de sunduğu ‘fırsatlara’ da açık arkadaşı; emekli Yarbay Şerafettin. Rauf Bey’in ‘evlatlık’ oğlu; ‘Beyaz Türk’ deyişine yakışan Doktor Mehmet. Ve Mehmet’in yıllar sonra bulacağı ‘anne bir’ kardeşleri: Küçük bir bakkalken, ‘zamana ayak uydurması sayesinde’ yapı marketler zinciri sahibi olmayı başarmış kocası ve üç çocuğuyla; iktidara yakın, İslami burjuvazinin kalbinden bir kadın; Sümeyra. Dişini tırnağına takıp çalışan sosyalist bir ustabaşı; (Talihsiz) Salih.
Bu beş karakterin yolları, BGST’nin (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) prömiyerini İstanbul Tiyatro Festivali’nde yapan oyunu ‘Karşılaşmalar’da kesişiyor. 110 dakikalık oyun Türkiye’nin son döneminin bir portresini çekiyor. Hikâyeyi yıllar önce ayrı düşmüş üç kardeşin birbirinden ayrı yaşam tarzları, çıkarları, politik görüşleri ve yakın çevreleri üzerinde temellendirip; teatral anlatıma da dansı ve canlı müziği ekleyerek oluşturulmuş bir portre… Lakin; metni BGST’nin bileşenlerinden Tiyatro Boğaziçi’nin kolektif çalışmasıyla doğan ‘Karşılaşmalar’, ne yazık ki seyirciyi avcuna alan politik mesajlarına rağmen, derli toplu bir oyun havasından çok uzakta.
Tiyatro Boğaziçi’nin ve BGST’nin işlerine aşina olanların şaşırmayacağı, sarkastik ve açık göndermelerle dolu bir oyun. ‘Gidişata’ muhalif herkesi kalbinden vuracak göndermelerle... Şu tür bir mesaj dozajıyla: Hem ‘kör kör parmağım gözüne’ değil, hem de “Her şeyden de biraz var!” bıkkınlığını yaratacak cinste. Fotoğrafçılıkta misal; makbul değildir ‘karışık kompozisyon’. Diyaframı açıp, alan derinliğini azaltır, bir noktaya odaklanırsanız derdinizi daha ince ifade etmiş olursunuz. Sanki ‘Karşılaşmalar’da bazı şeyler ‘fluya’ düşürülseydi de oyun politik söyleminden bir şey kaybetmez, aksine teatral gücünü arttırırdı. Her episodunda ‘yeni Türkiye’ye dair bir başka araza parmak basan oyundan sayalım: Kürt-Karadenizli işçi gerilimi, ‘sol’dan tek anladığı CHP olan apolitik gençlik, antikapitalist Müslümanlar, Başbakan’ın ‘üç çocuk’ talimatı, polis baskınları, cemaat yapılanması, İslami burjuvazi, iş kazaları, başörtülü öğrenciler… Sadece iş kazası ya da ‘İslami defile’ sahnesini oyundan koparıp bağımsız skeç olarak izlemek mümkün. Hal böyle olunca, başarılı performanslar eşliğinde izlediğimiz, bölümlere eşlik eden dans sahneleri de eklektik kalmış.
Muhalefetin her türlüsüne ihtiyaç duyan kitlenin sayısı günbe-gün artarken, estetik dilin peşinde olmak lüks görünebilir belki. Ama insan ‘Galip Sokaklara Talip’ gibi unutulmaz bir işe imza atmış bir gruptan, çok daha iyisini beklemeyi de kendinde hak görüyor.
9 Haziran 19.00’da Boğaziçi Üniversitesi Ayhan Şahenk Salonu’nda.


Erkeklere borçluyuz bu teşekkürü!

Tecavüzün ‘olağan’ karşılandığı bir ülkede yaşadığımızı, biz kadınlara her saat başı yeniden hatırlatan, başta siyasiler olmak üzere erkek köşe yazarı, yorumcu ve sosyal medya kullanıcılarına teşekkürlerimi sunmak istedim. Hükümetin ‘kürtaj’ temalı atılımlarına karşı yahut destekçi olan erkeklere; ‘kutsal analık’, “Hangi kadın kürtaj yaptıracak kadar cani, kalpsiz olabilir!” türü söylemleri için de ayrıca bir teşekkür! Bir kere daha hatırlattılar zira; bu ülkede ‘kadın’ olmanın aslında ‘anneliğe’ giden bir ilk adım olduğunu. Kürtaja mecbur kalmış kadının da ancak ve ancak tecavüzcüleri ya da sağlık koşulları yüzünden bu yola başvurabileceğini…