Geleneksel Osmanlı Tiyatrosu konusunda tartışmasız bir otorite olan Metin And, Sefarad Yahudileri'nin Osmanlı gösteri sanatları üzerindeki etkilerine bir çok eserinde dikkat çekmiştir. Sefarad Yahudileri 1492 sonrasında kovuldukları Endülüs'ten dünyanın bir çok noktasına dağıldılar; içlerinden bir kısmı Konstaninopolis'e (ya da Osmanlılar'ın deyimiyle Konstantiniye'ye) geldiklerinde II. Bayezid'in, Yahudilerin ülkeden zorunlu göçünü emreden İspanya kralı Ferdinand'a ilişkin olarak "bu nasıl bir yöneticidir ki kendi ülkesini fakirleştirirken benim ülkemi zenginleştirmektedir" dediği rivayet edilmektedir -göç eden Yahudilerin İspanya'daki mal varlıklarına devlet tarafından el konduğu için Osmanlı Sultanı'nın bahsettiği zenginliğin, Yahudi toplumunun, yüzlerce yıllık kültürel ve düşünsel birikimi olduğu kabul edilir. Konuya tiyatro bağlamında yaklaşmak gerekirse yukarıda da söz ettiğimiz gibi gerek Geleneksel Osmanlı Tiyatrosu'nun, gerekse modernleşme döneminin Modern Osmanlı Tiyatrosu'nun kuruluşunda diğer gayrımüslim halklarla birlikte Osmanlı Sefarad toplumunun da çok büyük katkıları olmuştur.
26 Aralık akşamı Terakki Kültür Merkezi salonunda izlediğimiz Yıldırım Spor Kulübü'nün (YSK) tiyatro ekibi tarafından sergilenen "Şeytana Uyma" adlı oyun, Sefarad Yahudileri Cemaati'nin tiyatro alanında sahip olduğu geleneğin günümüz Türkiye'sinde aldığı son şekli anlamamız açısından önemli bir deneyim elde etmemizi sağladı. YSK kamuoyunda daha çok Türkiye Basketbol İkinci Ligi'nde yer alan basketbol takımının başarılarıyla gündeme gelse de, aslında spor ve sanatı bir araya getiren özgün bir kültür kurumu olma özelliğini taşıyor. Türkiyeli Yahudi Cemaati'nin değişik yaş gruplarından üyelerinin bir araya geldiği ve kuşakların buluşmasının sağlandığı bu kurumda, tiyatro faaliyetinin 44 yıllık bir geleneği var. YSK'da kurulan "cemaat tiyatrosu" modelinin son oyun bağlamında ön plana çıkan kimi özelliklerinden bahsetmek gerekirse:
- Öncelikle YSK'da tiyatro, bir okullaşma faaliyetinin sonucu olarak ortaya çıkmış durumda –ya da daha doğru bir şekilde ifade etmek gerekirse, tiyatro faaliyeti yıllar içerisinde bir okullaşma yaratmış durumda. Grubun üyelerinden Teri Ovadya'nın Şalom Gazetesi'nin 27 Aralık tarihli sayısında yer alan haberde alıntılanan sözleri bu değerlendirmeyi destekler nitelikte: "Yıldırım artık bir tiyatro okulu oldu. İnsanlar tiyatro öğrenmek istiyorlarsa buraya gelmeliler. Çok değişik özelliklerle donanıyoruz."
- İzlediğimiz oyunda gözlemlediğimiz ikinci bir özellik yaş ortalaması oldukça genç ve bir seyirci kitlesinin ilgisinin varlığı oldu. Günümüzde pek çok tiyatro grubunun seyirci bulmakta yaşadığı sorunlar düşünülürse bunun önemli bir başarı olduğu kabul edilmelidir. Elbette bunun sadece bir organizasyon başarısı olduğunu düşünmek doğru olmaz; bu daha çok üretilen ürünlerin niteliğiyle ilgili bir başarıya işaret ediyor. Bir ekip çalışmasıyla oluşturulan senaryoyu oyunlaştıran ve yönetmen yardımcılığını üstlenen Rozi Almaleh şunları söylüyor "...özellikle Türkçe oyun izlemek isteyen genç kitleye ulaşmaya çalışıyoruz. Onları, bir türlü derneklerimize yakınlaştırmamız gerek diye düşünüyoruz. Geçen sene çok genç izleyicimiz oldu ve hem beğendiler, hem de öğrendiler." YSK'lı tiyatrocular amatör olmanın "amatörizme mahkum olmak" anlamına gelmediği görüşündeler ve amatör bir ruhla profesyonelce işler çıkarılabileceğini savunuyorlar. Yönetmen Eti Zavaro şunları söylüyor: "Oyuncularımızın hepsi amatör. Ancak müthiş bir istekleri var. Bazen senaryoyu farklılaştırmak zorunda kalabiliyoruz. Belki biraz iddialı da oluyoruz. Fakat biraz daha ciddi, daha teatral, daha profesyonel işler yapma arzusundayız. Bu sene farklı tekniklerle görselliği ön plana çıkartıyoruz. Biraz şaşırtmak istiyoruz. Zoru başarmak, çıtayı yükseltmek bizim için çok önemli. Profesyonel olmadığımızın bilincindeyiz. Tabii ki eksiklerimiz olacak. Ancak bir amatörün ulaşabileceği maksimum noktaya varmak amacındayız."
- YSK'nın sergilediği oyun, aynı zamanda kotarılan ürünün, bir kumpanya anlayışı içerisinde tümüyle grubun kendi dinamikleriyle ortaya çıkmasının bir cemaat tiyatrosu için ne kadar önem taşıdığını da ortaya koymuş oldu. Grup üyelerinin belirttiğine göre çalışmaları dokuz aylık bir sürece yayılan "Şeytana Uyma " adlı oyun tümüyle grubun üyelerince ortak bir çalışmayla ortaya çıkarılmış. Belki de bunun doğal bir sonucu olarak oyun, Cemaat içerisindeki güncel bazı tartışmaları da sahneye taşımak gibi bir misyona sahip –yukarıda sözünü ettiğimiz seyirci başarısında, Türkiyeli Yahudi Cemaati'nin konjönktürel sorunsallarına dair sahne üzerinden söz söylemeyi amaçlayan bu güncelliğin de bir etkisinin olduğu düşünülebilir.
Oyuna gelirsek, "Şeytana Uyma" iki perdeden, daha doğrusu kurgusal bir bağlantıyla içe içe geçirilmiş iki farklı oyuncuktan oluşan bir oyun. Bu iki oyuncuk gerçekte üslupsal olarak birbirlerinden oldukça farklı nitelikler gösteriyorlar: İlk bakışta gerek edebi anlamda, gerek oyunculuk yönelimleri açısından, gerekse seyirci üzerinde yarattıkları etki dikkate alınırsa bu iki oyuncuğun iki farklı oyun olarak değerlendirilmesinde hiç sakınca yok. Şunu da ilave edebiliriz ki bu iki oyuncuk nerdeyse tamamen farklı iki oyuncu grubu tarafından sahnelendi –bu tüm amatör gruplarda yaşanan kalabalık bir grupta üyelerin her birine rol yaratabilme sıkıntısına ve oyunun iki yarısını eş zamanlı olarak çalışabilme kolaylığı sağlaması bağlamında zaman kısıtlılığına çözüm oluşturabilecek bir fırsat sunuyor olsa gerek. Ancak iki perde arasındaki bu farklılığa rağmen ortaya çıkan ürünün "postmodern bir eklektiklik" taşıyıp taşımadığı sorulursa yanıtımız olumsuz olacaktır: Oyun içerisinde özellikle iki perde arasında kurulan üslup geçişkenliği, nihayetinde oyunun temel dramaturjisine hizmet ettiği için, kendi içinde bir tutarlılık taşımaktaydı.
Oyun üst orta sınıf bir ailenin evindeki curcunalı bir akşam sahnesiyle açılır. Hepsi kendi bireysel dünyalarına gömülmüş, birbirleriyle olan iletişimlerini tamamen yitirmiş, çağımızın hastalığı "tüketim batağı"na saplanmış olan aile üyeleri ve onların çevresindeki çeşitli karakterler arasında geçen bu ilk perde Moliere'in "Kibarlık Budalası"nı hatırlatan bir fars şeklinde kurulmuştu. Ailenin "reisi" Hayim Hayati, bu curcuna içerisinde karısına ve kızlarına aslında işlerinin çok kötü durumda olduğunu ve iflasın eşiğinde olduğunu açıklamaya bir türlü fırsat bulamaz. Tüm ümitlerini Amerika'dan gelecek zengin teyzesine bağlamıştır. Ancak perde sonunda, yaptığı zengin evliliklerle ciddi bir servete sahip olduğu düşünülen teyzenin, yaşadığı serserice hayat neticesinde beş kuruşsuz kaldığı ortaya çıkar ve bunun üzerine Hayim Hayati acı gerçeği ailesine açıklar. Aile üyeleri eşyalarını hacizden kurtarmak için apar topar toplanırken ellerine kaza eseri çok eski bir kitap geçer ve kitabı antikacılara satarak borçlarını ödeyebileceklerini düşünürler. Perde kitabın içerisinden düşen bazı mektupların bulunmasıyla kapanır.
Bu eğlenceli, yüksek tempolu ve komik perdenin ardından ikinci perde, ağır ilerleyen, hüzünlü ve dramatik bir sahneyle açılır. Önemli bir dekor değişimi olmamasına rağmen kostümlerden, evin kadınları arasında geçen diyaloglardan ve Lorca oyunlarındakine benzer hüzünlü atmosferden sahnenin 15. yüzyılda, Endülüs'te yaşayan bir Yahudi ailesi etrafında dönen tarihsel bir pasaj olduğunu anlarız. Hıristiyan devletinin baskıcı uygulamalarından duyulan rahatsızlığa rağmen atalarının yaşadıkları toprakları terk etmek istemeyen aile üyeleri kendi içlerinde bir tartışma yürütmektedirler. Az sonra erkekler eve dönerler, yüzler asıktır. Kral ve Kraliçe'nin fermanı konusunda bilgilendirme yaparlar. Yahudiler için üç seçenek vardır: Ya din değiştirecekler ve Hıristiyan olacaklar, ya ülkeyi terk edecekler ya da engizisyon tarafından ölüm cezasına çarptırılacaklardır. Aile çok zor da olsa zorunlu göç seçeneğini kabullenmek zorunda kalır. Eşyalar toplanmaya başlar. Sanki ilk perdede yaşananların beş yüz yıl öncesine ait bir izdüşümü yaşanmaktadır. Abraham kütüphaneden bir kitap alır ve oğluna verir; ondan bu kitabı canı gibi korumasını ister. Oğul babasına bu konuda söz verir ve kitabın içerisine doğmamış torunlarına yönelik bir mektup da koyacağını bildirir. Böylece ilk perdeyle olan bağlantı da kurulmuş olur: Bu kitap ilk perdede bulunuşuna şahit olduğumuz antika kitaptır, içerisinden dökülen mektuplarsa, Endülüs'ten başlayarak değişik yer ve zamanlarda tüm ataların kuşaklar boyunca kendi "doğmamış torunlarına" yazdıkları mektuplardır. Zincirin son halkası olduğunu anlayan Hayim Hayati için karar anı gelmiştir: Ya küçük kızı dışında kalan aile üyelerinin isteklerine boyun eğecek ve bugünün "mutlulukları" için geçmişinden vazgeçecek, ya da Endülüs'ten İstanbul'a ulaşan emanete sahip çıkacaktır. Genelde mülayim bir insan olarak çizilen Hayim bu konuda ilk defa net bir karar verir ve kitabın satışına izin vermez.
Gerçek final Hayim'in kararı olsa da oyun küçük bir son oyunla noktalanır: Mütevazi şartlarda yaşamaya alışan aile, ilk perdedeki abartılı havasından çıkmış, daha makul bir görüntü sergilemektedir. Hayim Hayati'nin atalarının tarihi üzerine yazdığı kitap başarılı olmuştur, işler geçen yıllarla birlikte biraz yola koyulmuştur vs... Sahne ilerledikçe oyunun açılışındaki Molieresk hava yavaş geri dönmeye başlar ve oyun bir deus ex machina[*] ile son bulur: Amerika'ya dönen teyze yeni bir koca bulmuştur ve bu koca Hayim'in kitabını film yapmak istemektedir. Yeni kocanın adı Steven Spielberg'dir.
Bu yönüyle oyun, çoğunluğu Cemaat'e mensup gençlerden oluşan seyirciye, tüm diğer yerel kültürler gibi modernleşmenin ve kültürel küreselleşmenin baskısı altında olumsuz süreçler yaşayan Sefarad kültürüne sahip çıkmaları mesajını veren bir mesel olarak da ele alınabilir. Cemaat dışından bakan bir seyirci için ise Türkiyeli Sefarad Yahudileri için kültürel kimliğin korunmasının taşıdığı hayati önemi anlamak açısından bir değer taşıyor. Tarih bilincine sahip olmamanın, kimliksizleşmenin/ kimliksizleştirilmenin normal sayıldığı bu topraklarda yüzlerce yıl öncesinden gelen bir emaneti koruma yolunda bu denli çaba sarf edilmesi, toplumumuzda çok sık sergilenen bir davranış biçimi değil. Sefarad kültürünün beş yüz yıldır bu toprakların bir parçası olduğu düşünülürse bu korumacı çaba aynı zamanda tüm topluma ait ortak kültürel zenginliği korumaya yönelik bir girişimdir. Daha yüz yıl öncesinde bu ülkenin kültürel atmosferi içerisinde belirgin biçimde söz hakkına sahip olan gayrimüslim halklar gün geçtikçe daha içe kapalı hale geliyorsa, sessizleşiyor, kamusal alanın gerisine çekiliyorsa sonuçta kaybolan ortak kültürel birikimimiz olmakta. Bu yüzden, YSK başkanı Avi Karako'nun program dergisindeki yazısında belirttiği gibi "kendinden olmayanı yok saymanın dünyada tırmanışa geçtiği bu dönemde", akıntıya karşı ters kürek çekerek "Şeytana Uyma" adlı bu gösteriyi izlemek çok daha keyif verici oldu.
29.12.2006
* Deus ex machina: Eski Yunan tragedyalarında oyunun tıkandığı noktada Olimpos'tan inen tanrılar olaylara müdahale ederlerdi. Bu mucizevi müdahaleler sahnelenirken genelde sahne arkasına yerleştirilen bir makine yardımıyla tanrı rolünü oynayan oyuncu uçarak sahneye gelirdi. Bu sahneleme tekniğinde hareketle tiyatro literatüründe çıkmaza girmiş oyunların beklenmedik biçimlerde çözülmesi yöntemine deus ex machina (makineden çıkan tanrı) denilmiştir". Özellikle Moliere'in farslarında bu etkiyi yaratmak amacıyla oyun finallerinde çıkıp gelen "bir kraliyet habercisi" türünden figürlere sıkça rastlanır.