Esatoğlu'nun tacizci olup olmadığı konusunda vicdani bir yargıya varmamanın arkasında neler olabilir?
- Esatoğlu'nun çok yakın dostusunuzdur. Böyle bir olayı ona yakıştıramadığınız için kabul etmezsiniz.
- Erkeklerin doğaları gereği böyle şeylere yatkın olduğunu düşünürsünüz. Kısacası potansiyel bir tacizcisinizdir.
- Esatoğlu'nun imza kampanyasını başlatan yüz eğitmen ile arasında kişisel bir husumet olduğunu düşünür ve Esatoğlu'nu mağdur ilan edersiniz.
- Olayın abartıldığını düşünür, Esatoğlu'nun taciz jestlerinin yanlış anlamadan, gösterilen tepkinin ise "ahlakçı tavır"dan başka bir şey olmadığına kanaat getirirsiniz.
Bunlardan birinci eğilime sahip insanlar ile tartışmanın mümkün olabileceğini düşünüyorum. Hiç değilse dostuna böyle bir jesti yakıştıramamış, bunun düşüncesine bile tahammül edememiş ve bir olguyu reddederek en basit savunma mekanizmalardan birini çalıştırmıştır: Bir gerçekten kaçmak için onu reddetmek. Neticede gerçeğin ortaya çıkarılmasıyla bu aymazlık düzeltilebilir bir durumdur.
İkinci eğilime sahip olanlarla, tartışmak bile mümkün değildir. Ancak bu insanları bir olgu olarak ele alabilir ve bilimsel meşruiyet, evrim, ahlak gibi temaları değerlendirirsiniz. Böylece vatana millete faydanız olur.
Üçüncü eğilime sahip insanların temel hatası da orada imzası bulunanları yek vücut olarak görebilmeleridir. Bu insanlara göre olay şu basitliktedir: Listenin bir ucundaki Hülya Topaloğlu ile diğer ucundaki Ali Kerem Saysel, diğer doksansekiz kişi ile birlikte "şu Esatoğlu'nun çanına ot tıkamanın zamanı geldi" demiş, stratejik planlamaları ve ince hesapları sonucu imza kampanyası başlatmıştır. Gelin görün ki hayat hiç bir zaman dizi film karelerindeki kadar basit değildir. Öte yandan bu komik senaryoyu kuran insanlarla da tartışılabilir. Çünkü, herkes insan ilişkilerinde buradakine benzer kutuplaştırıcı senaryolar kurabilme hatasına düşebilirler. Hatta çoğu zaman devletler arasındaki husumetler bile bu basitlikteki senaryoların baskı ve propaganda ile yutturulmasından ibaret olabilir.
Dördüncü eğilim ise tartışılması ve değerlendirilmesi gereken en önemli eğilimdir. Zaten meselenin hassas karnı burasıdır. Meselenin bu yönü üzerinde durarak tiyatroya dair önemli kamusal kazanımlarla olay tüketilebilir.
İnsanların taciz jestlerini abartıdan ibaret görmeleri veya bu jesti tartışmaktan kaçmalarıyla kurguladıkları tiyatro anlayışı arasında yakından bağlantı vardır. Ne olabilir bu tiyatro anlayışı?
- Biz biliriz ki, tiyatrocular "rahat adamlardır". Oyuncular bir çeşit mahallenin delileri veya yaramaz çocuklarıdır. Onların eğlendirici işlevlerini yaratan "serbestlikleri" olduğu için onları bu konuda hoş görmek gerekir. Ancak bu noktada dikkatli olmakta fayda vardır. Tiyatrocunun bir bilim insanıyla aynı derecede kamusal sorumluluğa sahip olduğunun altı çizilmelidir.
- Tiyatrocular arasında, ellerinde bir fen bilgisi konusunu bir çocuğa eğitecek kadar doğru, olgulara dayanan, birbirinin eksiklerini kapayacak şekilde alternatifi olan bir metotlar yelpazesinin bulunmuyor olmadığına dair yaygın bir inanç vardır. Böylesi bir tutumla tiyatrocular, kendilerine rahatça devinebilecekleri, kendi fikirlerini ve kabullerini dayatabilecekleri bir eğitim ortamı kurmanın önünü açarlar. Öte yandan modernist kuramlara sırtını dönmüş, yeni şeyler peşinde koşan tiyatrocular da vardır. Modern paradigmaların, içerisinde bulunduğumuz zamanın ihtiyaçlarını karşılamadığını savunurlar. Bu sayede insan yaratıcılığını sınırlandıran kalıpların önü açılır. Ancak bir çokları da mevzuyu aklı, rasyonaliteyi reddetme noktasına vardırır. İşte o zaman işin rengi değişmeye başlar: Böylece etik, bilimsellik gibi değerler talileşir. Ayaklarımızın altındaki zeminin kaydığını, boşlukta olduğumuzu hissederiz.
Öte yandan ben sistemli bir tiyatro eğitiminin olabileceğini düşünenlerdenim. Örneğin oyunculuk eğitiminde Stanislavski'nin kurduğu oyunculuk gramerinin önemli bir yeri vardır. Onun öğretileri bir çok oyunculuk diline uygulanabilir. Hatta rastlantı olmasa gerek yaratıcı dramatik duruma katkıda bulunan en önemli etkenlerden birinin de tiyatroda ahlak olduğunu söyler. Ve Bir Karakter Yaratmak adlı kitabının yirmi sayfalık bölümünü de bunu açıklamaya ayırır. Bu arada yeri gelmişken söyleyelim: Onun ilk dönem öğretilerine mesafeli bakmak gerekir. Stanislavski'nin oyunculuk eğitimine düzgün bir çerçeve ile bakmak için ise Sonia Moore'un Stanislavski Sistemi önemli bir yol gösterici eser olabilir. Stanislavski bir dönem oyuncunun eğitiminde bir çokları gibi meselenin psikolojik doğasına ağırlık vermiş ve bu yönde vurgulamalar da yapmıştır. Onun ilk dönem çalışmalarından feyz alan meşhur Aktör Stüdyo'nun kurucusu Lee Strasberg Amerika'da "enteresan" bir eğitim sistemi kurmuş ve bir çok sinema ve tiyatro oyuncusunu psikiyatrların kapısını arşınlatmak zorunda bırakmıştır. Oyunculuğun psikolojik doğasına vurgu yapan çalışmalar doğruluğu tartışılır bir şekilde hala günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Psikiyatrinin ve klinik psikolojinin çok da gelişmiş bir bilim olduğunu düşünmediğim için, ki bu yönde sayısız olgular gösterebilirim, bu türden tiyatro çalışmaları da şaibe altındadır. Çünkü bu çalışmalarda bireylerin ne ölçüde tahrip olacağı çoğu zaman belirsizdir.
Stanislavski her ne kadar sistemli bir oyunculuk eğitimi sunsa da Stanislavskiyen terminoloji ile ahlaksızlık yapılamaz diye de bir kural yoktur. Örneğin Esatoğlu'nun Stanislavski konusundaki uyarlamaları hayret verici "inceliktedir." Çeşitli imgelem alıştırmalarından istifade ederek, eğiten-eğitilen ilişkisinin sunduğu "güvenli" ortamı suistimal etmek suretiyle, karşısındaki ile evde yalnız kalmaya, içki içmeye, öpüşmeye, beraber "bir şeyler yapmaya" çalışır, istenmeyen gebelik üzerine konuşur. [[dipnot1]] Esatoğlu bu kavramlar yardımıyla karşısındakini kendi fantezi dünyası içerisine sokma "yaratıcılığını" gösterir!
Tiyatro eğitiminde kullanılan yöntemlere diğer bir örnek de bir çok amatör toplulukta da uygulanan güven alıştırmaları, kucaklama, dokunma çalışmalardır. Bu tip çalışmalarda muhalif itkiler söz konusudur: Erkek ve kadının kamusal alandaki rollerinin getirdiği sınırlandırmalar ile bu tarz çalışmalar yardımıyla mücadele edilmiş olunur. Ne de olsa gün gelecek Ayşe ile Hüseyin sahnede bir sevgiliyi oyanayacak ve birbirleriyle kucaklaşmak zorunda kalabileceklerdir. Ne yazık ki böylesi çalışmalar tiyatro çalışması değil başka tür bir deneyimdir. Çünkü sahnede kucaklaşanların Ayşe ile Hüseyin değil örneğin rol kişileri olan Kressida ile Troilos oldukları bağlamı es geçilmiştir. Bu bağlam en temel tiyatro kavramlarından sahne üstü gerçekliği ile ilgilidir. Sonuç olarak erkek egemen bir toplumda bu türden tiyatro çalışmaları beraberinde cinsel sömürüye açık alanlar yaratırlar ve dolayısıyla risklidirler. Elbette ki bu tarz çalışmaları tümden "tu kaka" diye değerlendirmeyi önermiyorum. Ancak sahne üzerinde geleneksel erkek ve kadın rolleri kalıplarıyla mücadele ederken teatral bağlamın ve bununla doğrudan bağlantılı sahne üstü ahlakının terk edildiği her durumda bu türden çalışmalar her zaman risk barındırır diyorum.
Buraya kadar çok bildik örnekler vermiş olabilirim ancak bunlar yaygın örneklerdir. İşte bu türden risk barındıran yöntemler nedeniyle ne yazık ki bir çok tiyatro eğitiminin bilimselliği şaibe altındadır. Bir de buna sistemli bir tiyatro eğitiminin olmadığına dönük inançsızlık da eklenince, "her şeyin mübah" olduğu bir eğitimin önü açılmaktadır. Sonuçsa zaman zaman kadınların da eklendiği bir çerçeve içinde tacizin normalleştirilmesidir. Böylece yeni tiyatrocular girdikleri eğitim ortamında kendilerini bu dünyaya yabancı yaratıklar olarak görürler. Ya tiyatrodan soğurlar ya da tacizin yenilip yutulmasına aracılık eder, belki de doğrudan mağduru olurlar. İşte böylesi bir tiyatro eğitimi ortamında da Esatoğlu vakası semptomatiktir. Buna gösterilen tepki de abartılı değildir; bu yozlaştırıcı kültürle mücadele etmek anlamında bir değer taşır. Dolayısıyla Esatoğlu vakasına dönük birey ve kurumların tavırları, onların teatral anlayışlarını açığa çıkaran bir turnusol kağıdı işlevi görür.
Tüm bu nedenlerden ötürü Esatoğlu gündeminin tiyatro piyasasına yapabileceği önemli katkılardan biri de şaibeli çalışma yöntemlerinin kamuya açık olarak tartışılmasını sağlaması olabilir. Eğitim faliyetlerinin raporlanması, web sitesinde, dergilerde vs. yayınlanması yoluyla tiyatrocular, eğitim faliyetlerini kamuya açarak, hem eğitimin etik yönü üzerinde veriler sunabilir hem de çalışmalarındaki her türden –estetik, bilimsel vs.- kazanımları da tartışır hale getirmiş olabilirler.
[1] Kaynak: Tiyatro Eğitiminde Cinsel Taciz Üzerine Bir Görüşme, Düzenleyen: Esra Aşan, 15 Eylül 2007