Mimesis'te yayınlanan "İmamlar Tiyatrosuna Alternatif Geliyor" haberi yaptığı çağrışımlar ve kışkırttığı düşünceler açısından önemliydi. Bu haberi okuduktan sonra internette kısa bir gezinti yaptım ve tiyatronun dindar kesimde -özellikle de "Kutlu Doğum Haftası" etkinlikleri çerçevesinde- giderek daha çok ilgi çekmeye başladığını keşfettim. İnternet forumlarında onlarca insanın Kutlu Doğum etkinlikleri kapsamında oynanmak üzere metin aradıklarını gördüm. Çok şükür ki artık İslami ajitasyona dayalı bu türden oyunlar üzerine 12 yıl önce Sincan'da olduğu gibi tanklar sokaklara dökülmüyor ve biz de İslami kesimin tiyatroya ilgisi üzerine daha serinkanlı bir biçimde tartışma fırsatına sahibiz. Üzerine kapsamlı araştırmalar yapmanın mümkün olduğu bu ilginin çağrıştırdıklarını satırbaşları halinde özetlemeye çalışacağım. 

Öncelikle söz konusu haberden başlamak istiyorum. Bu haberin Mimesis'te yer alması kimilerine tuhaf gelebilir. Cumhuriyetin tevhidi tedrisatından geçmiş bizim gibi çoğu insan için bu türden etkinlikler bir küçümseme ve alay nesnesi ya da bir tedirginlik kaynağı olabilir. Ama haberdeki bir noktanın üzerinde durmak gerekiyor. Haberin ilk satırlarında şöyle deniyor: "Osmaniye'de altı yıl önce kurulan erkek imamlar tiyatrosuna bu yıl bayanlar tiyatro ekibi de katıldı. Kur'an kursu bayan öğretmenleri ve öğrencilerinden oluşan tiyatro grubu 19 bayandan oluşuyor." Erkek imamlar tiyatrosunun altı yıldır bir çalışma götürüyor olması önemli elbette. Ama bu haberde asıl dikkat çekici olan nokta zaten yıllardır şu ya da bu düzeyde baskı görmüş bir cemaatin içinde yer alan ve toplumsal cinsiyet bağlamında da bir kat daha baskı görmüş olan kadınların bu türden bir etkinlikte etkin bir rol üstlenmesi. Kamusal yaşamda giderek daha görünür hale gelen "türbanlı kadınların" seyirci koltuklarında sıkça görülmesine alışmaya başlamıştık; şimdi sahnelerde de görünmelerine alışma zamanı. Gösteri sanatları alanında "türbanlı kadınlar"ın hem metaforik hem de sözlük anlamında sahneye çıkması, İslami kesim içinde yaşanan/yaşanacak "aydınlanmanın" önemli ayaklarından birini oluşturuyor. [Sergilenen oyun hakkında fazlaca bir bilgim olmadığı için, bunları haberde sözü edilen çalışmanın içeriğinden bağımsız olarak söylüyorum.] 

İkinci nokta İslami kesimde yaşanan/yaşanacak "aydınlanmada" tiyatronun üstleneceği role ilişkin. Şüphesiz tiyatro canlı bir performans olması nedeniyle halen toplumda güçlü etkiler oluşturma potansiyeline sahip bir sanat. Bu özelliği geçmişte olduğu gibi bugün de toplumsal/politik dertleri olan insanlar için tiyatroyu bir cazibe alanı haline getiriyor. Tiyatro, belirli bir toplumsal kesimde yaşanması/yaşatılması düşünülen dönüşümün, bir tür "aydınlanma"nın aracı olarak görülebiliyor. Tiyatronun -genelde sanatın- bu noktadaki gücünün sınırlarının bilincinde olmak gerektiğini bir yana koyuyorum. Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan biri şudur: Tiyatro -ya da sanat- bu türden bir dönüşümün aracı olarak görülürken, aracın kendisinin de bir dönüşüme, bir tür "aydınlanmaya" tabi tutulmak zorunda olduğu unutulmamalıdır. Gerek metin, gerekse sahneleme teknikleri açısından ilkokul müsameresi düzeyinde oyunlarla hiçbir toplumsal kesimde bir dönüşüm, bırakın dönüşümü bir değişim kırıntısı bile gerçekleştirmek pek mümkün değildir. Televizyon, sinema, internet gibi araçların yaygınlaştığı bir ortamda, devasa bir dönüşümün nesnesi ve öznesi olan bir seyirci kitlesine yaptığınız tiyatro kendini dönüştürüp çağın gereklerine göre yenilemedikten sonra çıkardığınız ürünün seyircide güçlü bir etki bırakmasını beklemek hayalcilik olur. 

Hiçbir ciddi gözlemim olmamasına rağmen, -sadece internet üzerinde yaptığım gezintiden yola çıkarak yazıyorum- İslami kesimin Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinde sergilediği teatral gösteriler bana Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında halkevlerinde sergilenen "İnkılap Temsilleri"ni ve onların günümüzdeki kalıntısı olan özel gün ve haftalarda okullarımızda sergilenen can sıkıcı müsamereleri çağrıştırıyor. İnkılap Temsilleri Cumhuriyet'in temel ilkelerinin halk tabanında propagandasını yapmak, resmi tarih tezlerini dramatik araçlarla örneklendirerek halka anlatmak, bir ulu önder mitolojisi yaratmak, vb. amacıyla yazılmış, edebi açıdan son derece niteliksiz, dramatik açıdan ise yavan ve ilkel oyun metinleriydi. Bazı önemli edebiyatçıların da katıldığı bu furya 1930'ların ilk yarısında Ankara kökenli aydınlar ve Cumhuriyet ideologları arasında rağbet görmüştür ama toplum bazında ne kadar etkiye sahip oldukları tartışmalıdır. Oysa aynı yıllarda iş gören ve siyasal iktidarın söylemi ile daha mesafeli bir ilişki kuran Muhsin Ertuğrul gibi sanatçıların gerek alanın -tiyatronun- gelişimine, gerekse toplumun yaşadığı dönüşüme yaptıkları katkının çok daha güçlü olduğunu iddia etmek yanlış olmaz. 

Tiyatroya politik bir ilgi gösteren baskı gören/ezilen toplumsal kesimlerin tiyatro çalışmalarının (Kürt Tiyatrosu, feminist tiyatro, İslami tiyatro, vb.), Türkiye tiyatrosunun tarihine daha dikkatli bakmaları, oradaki hastalıklı eğilimleri yeniden üretmemeleri gerekiyor. Feminist tiyatro ve kısmen de Kürt tiyatrosunun bu konuda belli bir mesafe aldıklarını gözlemleyebiliyoruz. İslami kesimin tiyatrosu hakkında ise bu yönde henüz yeterince veriye sahip değiliz. 

İslami kesim ile tiyatro ilişkisinden bahsederken kısa süre önce "Yala ama Yutma" oyununa yönelik Vakit gazetesinin saldırgan tutumuna zemin oluşturan birtakım tiyatrocu zevata değinmeden geçmek olmaz. Hatırlanacağı üzere söz konusu gazete oyuna yönelik faşizan bir karalama kampanyası yürütürken birkaç tiyatrocunun "görüş"üne başvurmuş ve dindar bir seyirci kitlesine sahip bu tiyatrocular bu faşizan kampanyanın fikri önderleri olmuşlardı. Aslında kendi içinde farklı odak ve anlayışlara sahip olan İslami kesimde tiyatroyla ilgilenen kişilerin öncelikli olarak bu faşizan eğilimle hesaplaşmaları gerektiğini, bu kirli kanı akıtmaları gerektiğini söylemek yanlış olmaz. 

Yukarıda kısaca belirttiğim noktalar kuşkusuz üzerinde uzun uzadıya tartışılacak başlıklar. Bu yazıda yalnızca bir haberin bende çağrıştırdıklarını kaleme almaya çalıştım. Yazıdaki eleştiri ve tespitler doğrudan haberde bahsi geçen mütevazı tiyatro çalışmasına yönelik değildir elbette; bu çalışma yalnızca yazıdaki düşüncelerin/çağrışımların kıvılcımı olmuştur.