Birçok tiyatro duayeni 18 Mart günü Taksim’de yargının siyasallaşmasına, bilim ışığının karartılmasına, eğitimin darbe almasına, laik cumhuriyetin elden gitmesine karşı bir protesto eylemi gerçekleştirdiler. Eylemin götürücüsü ise Hürriyet Gazetesi yazarlarından Soner Yalçın’a göre Haldun Dormen. Soner Yalçın’a göre Dormen’in aktivizmi onun bu sene bir Moliere oyunu sahneye koymasıyla tutarlı bir jestmiş. Mantık yürütmesi ise şu bağlantılarla devam ediyor. Madem Moliere kiliseye karşı savaştı, işte bakın günümüzün sanatçıları olarak bizler de AKP’ye karşı çıkıyoruz. Yani o yürüyüşte hepimiz Moliere’iz. (Yazıyı okumak için bkz.http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11667584...)
Peki nedir Moliere’in kilise ile arasındaki sorun? Moliere bilindiği üzere 1664 yılında Tartuffe adlı bir oyun yazar. Oyunda din sayesinde evindeki otoritesini tesis eden ve sınıfsal olarak soylu bir yere gelmek isteyen burjuva Orgon eleştirinin odak noktasındadır. Ancak Moliere bu noktada durmaz. Eleştiri alanının içerisine din adamlarını da koyar. Yani, Orgon’un kızını zorla evlendirerek kiliseyle bağlantısını kuracak adam olan Tartuffe yalancı, iki yüzlü, rezil mi rezil bir papazdır.
Zaten onun oyunlarına her zaman mesafeli durmuş kilise ise bu jestin bardağı taşıran son damla olduğunu söyler ve Tartuffe’ün yasaklanması konusunda krala baskı yapar. Oyun yasaklanır. Ancak Moliere pes etmez. Oyunu tekrar oynayabilmek için dört yıl uğraşır. Oyunu sansürler, kesip biçer. Hatta oyuna yapmacık bir final yazar. Finalde Kral Louis’nin bir ajanı gökten inmişçesine gelir ve bu dalavereci rahibin çıkardığı tüm sorunları çözer. Kral ise dört yılın sonunda oyundaki sansür ve değişikliklerden sonra oyunun tekrar oynanmasına izin verir. Tabi burada kralın dışarıdaki savaşı kazanmasının da etkisi vardır. Savaş koşullarında içerdeki istikrar her zaman önemlidir. Moliere’in oyunlarında başkaları kadar tehlikeli bir şey görmeyen Louis, savaş sırasında kiliseyi karşısına alacak en ufak jestten Tartuffe’ü yasaklayarak kaçınmış olur. Kral savaşı kazanınca sular durulur. Moliere de Tartuffe savaşını kazanmıştır. Tabi sansürlü haliyle... Oyun tekrar gösterime girer. Hâsılat rekorları kırar. [1]
Neyse sözü uzatmayalım. Konu basit. Moliere’in Tartuffe dramaturjisi ile günümüzün dinsel bağnazlığı arasında doğrudan bir bağ kurmak ne kadar doğrudur? Öncelikle bu konu daha detaylı bir çalışma istiyor. Ancak şimdilik konuya dair görüşlerimi Sonar Yalçın’ın yazısı üzerinden özetlemeye çalışacağım. Soner yalçın’ın değerlendirmesi düz bir mantık üzerine kurulu. Madem Tartuffe oyunu ile Moliere dinsel bağnazlığı eleştirdi, biz de bugün (klasik tabirdir) dini tekeli altına alan AKP ile kapışıyoruz. Tamam o zaman hepimiz Moliere’iz.
Moliere’in hayatını henüz oyunlaştıran bir grubun üyesi olarak Soner Yalçın’ın yukarıdaki değerlendirmesini ilk okuduğumda verdiğim tepki, bu nasıl bir bilimsel bakıştır şeklinde oldu. Yazının bu haliyle bilgi kirliliği yarattığını düşündüm. Kilisenin o dönem toplum içerisindeki iktidar pozisyonunu değerlendirmeden nasıl böyle bir mantık yürütmesi yapılabilir? Art niyetli olduğunu düşündüğüm bu değerlendirmeye cevabım Brecht’ten olacak. Brecht ünlü başyapıtı olan Galileo adlı oyununun dramaturji notlarının bir bölümünde kiliseye ait figürlerin nasıl bir oyunculuk yorumu ile kotarılabileceğini açıklar. Dramaturjinin tarihselleştirme üzerine inşa edilmesi gerektiğini şu sözlerle vurgular.
Topluluk açısından şunun anlaşılması gerekir. Eğer yorum temel olarak Katolik Kilise’sini hedef alırsa etkisini büyük ölçüde yitirecektir. [2]
Ve kilisenin iktidar pozisyonuna dair şu değerlendirmeyi not düşer.
... kilise, entelektüel otorite ve başvurulacak en üst bilim mahkemesiydi. Ama aynı zamanda kilise dünyevi otorite, başvurulacak en üst siyasi mahkemeydi. [3]
Kilisenin sadece dini işler ile ilgilenmediği zaten bilinen basit bir gerçek. Örneğin özellikle çekirdek aile kurumunun şekillenmeye başladığı o dönem Fransa’sında çıkarılan ataerkil baskıcı yasaların, kilisenin kontrolörlüğünde yürütülmesi konuya dair önemli bir olgudur. Moliere dramaturjisinin bir ayağını oluşturan burjuva feminizmi de bu baskıcı yasalara karşı bir cevap niteliği taşır. Yani, kadınların kendi eşlerini özgürce seçme haklarını sonuna kadar savunan Moliere Tartuffe’ü yazmadan önce de kilise ile arasını zaten açmıştır.
Sonuçta; kilisenin iktidar pozisyonu tarihsel olarak büyük oranda günümüzün siyasi mahkemelerine denk düşer. Dolayısıyla kilise iktidarının günümüz Türkiye’sinde oturduğu yer araştırılacaksa, benzerlikler hukuk sistemi içerisinde daha çok bulunabilir.
Dolayısıyla Soner Yalçın’ın Moliere-Dormen ve diğerleri, kilise-AKP şeklindeki akıl yürütmesi saptırmadan ibarettir. Ve o gün orada yürüyen tüm sanatçıların hiç biri Moliere değildir, kendileridir. Gülriz Sururi ise Gülriz Sururi’dir. Levent Kırca ise Levent Kırca'dır, X ise X’tir, Y ise Y’dir. Moliere’in Tartuffe mücadelesi ise dinsel bağnazlığa karşı bir mücadele olmakla birlikte ondan öte bir anlam daha taşır. Moliere’in Tartuffe süreci özgür düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesi içerisinden ele alınmadan değerlendirilemez.
[1] Moliere 1664 yılından itibaren Tartuffe için kralına oyun üzerindeki yasağın kalkması için arzuhaller yazar. Bu arzuhalleri okumak içinBÜO sitesindeki çeviriye bakabilirsiniz.
[2] Galilei’nin yaşamı, Bertolt Brecht, Mimesis 6, syf 134, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
[3] Galilei’nin yaşamı, Bertolt Brecht, Mimesis 6, syf 134, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.