Geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi’nde bir skandal yaşandı. Üniversite yönetimi 1990 yılından beri öğrencilerin faaliyet gösterdiği bir tiyatro salonunu yıktı. Hem de salonun içerisindeki bilumum alet edevat ve dekora zarar vererek. Öğrenciler ilk şokun etkisiyle, ÖKM sahnesinin bulunduğu binanın “yeni sahibi” Uzaktan Eğitim Merkezi’nin dekanına “çıkmış” ve en azından kendilerine neden haber verilmediğini sormuşlar. Aldıkları yanıt ise “Aa, bir de size haber mi verecektik?”şeklinde olmuş. Aslında kendisi fevkalade haklı… Dekanın, tiyatro diliyle konuşursak alt metni özetle şu:“Baskın basanındır gençler. İlahi… Haber versek baskına baskın denmez ki…”

Konu ile ilgili Mimesis Portal’de bir dosya ve editör yazısı mevcut. Olayın arka planını ve öyküsünü öğrenmek isteyenler bu yazılara göz atabilir. Ancak ben yine de burada da kısaca değineyim. Aslında hikâye 2010′da başlıyor. ÖKM Sahnesi’nin bulunduğu bina bir Öğrenci Kültür Merkezi… Kulüp odaları ve bir tiyatro sahnesi de bu binanın içerisinde yer alıyor. Ancak aniden bu binanın üniversite yönetimi tarafından Uzaktan Eğitim Merkezi’ne dönüştürülmesi kararı alınıyor. Önce kulüpler bu binadan tasfiye ediliyor ve farklı kampüslerdeki fakültelere dağıtılıyorlar. Fakat öğrenciler bu duruma tepki gösteriyorlar. Bir eylemlilik süreci başlatılıyor. Olay küçük çaplı olarak medyaya yansıyor. Konuyla ilgili haberler ve köşe yazıları çıkıyor. Ve sonunda okul sahneye dokunmaktan vazgeçiyor. Aslında vazgeçmiyor da tasfiyeyi zamana yayıyor demek daha doğru. Yani 90′ların baskıcı usulleri ile hareket etmek yerine günümüzün zihniyeti ile hareket edelim ve burayı aşamalı olarak tasfiye edelim denmiş oluyor. Olması gereken de bu zaten. Bugün devlet, seküler tiyatroyu devirmek yerine aşamalı tasfiye planına riayet etmiyor mu? Tüsak süreci ve geçtiğimiz sene yaşanan fon skandalını hatırlayalım…

Peki, üniversite yönetimi bu konuda neden tilki kurnazlığı işletiyor sorusu geliyor aklınıza değil mi? Yanıt basit: Para… Çünkü Uzaktan Eğitim Merkezi üniversite çalışanlarından bir arkadaşımın ifadesiyle, üniversite için pek masrafsız bir gelir kapısı. Adı üstünde “uzaktan eğitim merkezi…”

Gelgelelim bugünkü duruma… Olay sonrası öğrenciler bir eylem yaptılar. Ana akım medyada bu skandal elbette hak ettiği değeri bulamadı. Belli ki yönetim eski deneyimlerinden de ders çıkararak bu konuda da önlemini almıştı. Öğrenciler düştükleri müşkül duruma bir an evvel çare bulmak için kolları sıvamış vaziyetteler mi bilmiyorum. Aldığım duyumlara göre okula yeni bir sahne yaptırmanın peşine düştüklerini öğrendim. Sahne yıkan bir zihniyetten sahne yapmasını beklemek kısa ve orta vadede ne kadar gerçekçi bundan emin değilim. Yönetim, öğrencisinin ihtiyaçlarını göz önünde bulundursaydı elbette Uzaktan Eğitim Merkezi’nden elde edeceği gelirle öğrencilerin kültür merkezi ihtiyacına çoktan yanıt oluşturabilirdi. Ancak geldiğimiz noktada bu pek mümkün gözükmüyor. Ne yazık ki bu kurnazlıktan beklenecek en iyi ihtimal yeni manipülasyonlar üretmek olacaktır. Zaten yönetim bu konuda da ipuçlarını vermiş vaziyette. Öğrencilere küçücük bir odayı çalışma mekânı olarak teklif etmişler. Hem de bir kaç tiyatro grubunun hepsine birden. Bununla ilgili olarak da medyaya, “Öğrencilerimizin ihtiyaçlarını gözetiyoruz işte…” şeklinde demeç de vermişler…

Peki, şimdi ne olacak? Mağdur olan öğrencilerin önünde üç yol var gibi gözüküyor. Birincisi yıkılan salonu geri almaya uğraşmak ki bu gerçekleşmesi pek mümkün olmayan bir ihtimalin peşine düşmek anlamına geliyor. Hâlihazırda zaten üniversitenin planlı bir şekilde yıktığı bir sahneden bahsediyoruz çünkü. İkinci seçenek ise üniversiteye yeni bir kültür merkezi yaptırmanın peşine düşmek… Gerçi bu seçeneğin de ne kadar gerçekçi ve ihtiyaçları karşılayacağı bir hayli şüpheli. Malum, üniversitenin bir yer bulup bir sahne açması proje isteyen süreçler. Bunun projelendirilmesi ve inşa süreci rasyonel olmak gerekirse en az iki yıldır. Bu da şu an mağdur olan pek çok öğrencinin ihtiyaçlarının askıya alınması anlamına gelir. Hoş, bu konuda yönetim samimi davransa ve ortaya güzel öneriler sunsa öğrencilerin gelecek kuşaklar adına çile çekmeyi kabul edeceklerinden de eminim.

tiyatro-sahnesi-yikiliyor-bu-neyin-kafasi-28683-669x321

Üçüncü seçenek ise ÖKM’ye yüz metre mesafede yer alan yeni kongre merkezinin öğrencilerin serbestçe kullanımına açılmasıdır. Bunun için anladığım kadarıyla yeterli etik koşullar da elde mevcut. Yönetim, öğrencilerini ortada bırakarak onların bu yeni kongre merkezinde faaliyet yapma haklarını kendiliğinden ortaya çıkarmıştır.  Aslında olan biten şudur: Üniversite yönetimi sahne yıkma jesti ile liberal bile olamayan baskıcı bir lise zihniyeti ile hareket etmiştir. Kongre merkezinin öğrencilerin kullanımına açılamayacağını düşünmek bu lise zihniyetine üstü örtülü bir şekilde onay vermek anlamına gelir. Hani skandal sonrası yapılan eylemde bir öğrenci eline bir manken kafası almış diğer elindeki kartonda da “Bu neyin kafası?” diye sormuş ya… Bu kafa, liberal lise bile olamayan baskıcı lise zihniyetidir.

Son olarak medyada bu konunun hak ettiği değeri neden bulamadığına değinmek istiyorum. Aslında bu şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü ortada Abdülhamit dönemine has bir sahne katliamı mevcuttur. Ortaya çıkan bu kısırlık, yönetimin bu konuda önlemini almış olma ihtimalini akla getiriyor.

Öte yandan yönetimi sıkıştırmak için ana akım medyanın peşine düşmek konusunda elinizde ya herkesin ilgisini çekebilecek mahiyette bir vaka olacak ya da bu medya ilişkilerine sızabileceğiniz ilişkileriniz… Sanırım elde edilen sonuçlar da zaten bu bir iki ilişki sonucu gerçekleşmiş. Örneğin vakti zamanında ÖKM’de tiyatro ile tanışmış, oyunculuğu öğrenmiş popüler oyuncuları eyleme davet etmek ve bir haber bülteninde kısa süreli de olsa yer bulmak bu sayede gerçekleşmiş. Kısa sürede sonuç almak için haliyle bu medya ilişkileri yeterli gözükmüyor. Ana akım medya ağlarının peşine düşerken daha önce konuyla ilgilenen yahut ilgilenebilecek akademisyen (ama gerçek anlamda akademisyen ki bu da bir elin parmaklarını pek geçmeyecektir), sanatçı, köşe yazarı ve sanat örgütlerine yönelmeyi de ihmal etmemek gerektiğini düşünüyorum. Bu ilişkiler ana akım medya kanalına ulaşmayı sağlayacak ilişkilerin de önünü açacaktır. Elbette şunu da unutmamak gerekiyor: Medyaya yansıtma meselesinin sürecin merkezine oturtulması yerine bir eylemlilik sürecinin parçası olarak görülmesi de asıl mühim konudur.