20 Eylül Pazartesi günü Türkiye'de yaklaşık 15 milyon ilköğretim ve lise öğrencisi, 600 bin öğretmen ders başı yapacak. Avrupa'daki birçok ülkenin nüfusundan fazla sayıda öğrenci ve öğretmene sahibiz. 2,5 milyona yakın üniversite öğrencisini de düşündüğümüzde, nüfusun neredeyse üçte biri öğrencilerden oluşuyor. Türkiye "ülkeler" büyüklüğündeki genç nüfusuna rağmen, ironik bir şekilde eğitim konusundaki parametrelerde en son sıralarda gelen ülkelerden birisi. Eğitime ayrılan kaynak, eğitimin niteliği, Kürt halkının anadilde eğitim sorunu ve eğitim politikaları bağlamında ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Peki, tiyatro ve drama eğitimi söz konusu olduğunda acaba ne gibi sorunlarla karşı karşıyayız? Bugünkü yazımda bu meseleye dair önemli bulduğum bazı başlıklar üzerinde durmak istiyorum.
Türkiye'de sanat eğitimi söz konusu olduğunda ağırlıklı eğilimin devletçi paradigma etrafında toplandığını görmek mümkündür. Resim, müzik, beden eğitimi dersleri ve okul tiyatroları söz konusu olduğunda 1930'lu yılların sanat eğitimi anlayışının hala geçerliliğini koruduğunu görebiliriz. Metot ya da perspektif konusunda çağın gereklerine uygun bir açılım yapılmadığını ve ulusalcı paradigmanın değişime uğramış olsa da varlığını güçlü bir şekilde sürdürdüğünü düşünenlerdenim. Demokratik bir vizyon eksikliği, bilimsellikten uzaklık, çok-kültürlü bir yapıya izin verilmemesi ve otoriteryen sanat felsefesi bana kalırsa ana sorunları oluşturuyor.
Benim tiyatro eğitimine dair saptadığım ana sorunlar şu şekildedir. Türkiye'de tiyatro eğitimi ve pedagojisi alanında üniversite düzeyinde bir lisans programı olmadığı için, öğrencilere dönük tiyatro çalışmaları oldukça sorunlu bir şekilde ilerlemektedir. Özelikle tiyatro eğitimi üzerine söylem ve analiz üreten kişi sayısı bir elin parmaklarını çok fazla geçmemektedir. Tiyatronun çocuklara ya da gençlere nasıl öğretileceği meselesi bir tartışma konusu bile yapılmamaktadır. MEB nezdinde tiyatro eğitimcisi, öğretmeni ya da usta eğiticisi diye bir kavram tanımlanmış bile değildir. 25'e yakın konservatuar olmasına rağmen, çocuklarla ve gençlerle tiyatro konusu ciddi bir şekilde gündemleşmemektedir. Hâlbuki bu konuya idari ve akademik düzlemde önem verilse ve tiyatro bölümü öğrencilerine iş imkânı sağlansa, dizi ve reklam sektörü batağına genç oyuncuların dâhil olması engellenebilir. Akademik ve bilimsel bir tartışmanın olmadığı bir ortamda bu alan, oyuncu adayları ya da hasbelkader tiyatro ile ilgilenmiş kişiler tarafından geçici bir iş kapısı olarak görülmektedir. Yeni metin üretimi, pedagojik yaklaşım, sistematik bir program oluşturma ve çağdaş estetik kriterlerden ilham alan bir tiyatro çalışması yaptırıldığını söylemek oldukça zordur. Amatör ve alternatif tiyatro bölgesinin ve muhalif kurumların da konuya çok fazla önem verdiğini söyleyecek verilere sahip olmadığımızı düşünüyorum.
Tiyatro alanında yaşanan önemli sorunlardan birisi de maddi altyapı eksikliği ve sansür meselesidir. Prova mekânı ve gösteri salonu bulmak konusunda özelikle Anadolu'daki okullarda problemler vardır. Bu problem nedeniyle provası yarıda kalan birçok öğrenci tiyatrosu çalışması olduğunu duyuyoruz. Ayrıca özelikle sendikalı öğretmenler nezdinde oyun metinlerine sansür girişimleri varlığını sürdürmektedir.
Drama alanı ise son yıllarda ilginç bir şekilde yaygınlaşma eğilimine girdi. Yaratıcı drama ve eğitimde dramanın ders olarak okutulma imkânı olması, yeni bir iş kapısı olması, Ankara Üniversitesi Eğitim fakültesi bünyesindeki akademisyenlerin birçok üniversiteye dramayı taşıması ve sertifika programlarının artması gibi nedenlerle alana dönük artan bir ilginin olduğu gözlemlenebilir. Drama tekniği teorisi itibarıyla açılım olanakları sunan bir yöntem olsa da, Türkiye'de bu konuda bir arayış ve geçiş döneminde olduğumuzu düşünüyorum. Daha kavramsal düzeyde bile birçok anlaşmazlık söz konusu. Peter Slade, Brain Way, Dorothy Heatcoce gibi asıl kaynaklar Türkçe'ye çevrilip yayınlanmadığı için zaman zaman suni tartışmalar yapıyoruz. Sonuçta drama yöntemi özü açısından Avrupa merkezli bir tekniktir. Türkiye'de drama alanında gelinen noktada, ithal ikameciliğin sınırlarının çok fazla aşılıp da, "buralı" bir yerden söylem ve yöntem geliştirildiğini söylenemez. Ayrıca benim "temizlik yaparken çöpleri halının altına atmak" dediğim bir eğilimle, eğitimde içeriği çok fazla tartışmadan salt yöntem tartışmasına gidiliyor. Irkçı, cinsiyetçi ve militarist bir eğitim içeriği sorgulanmadan salt yöntem değişikliğine gitmenin, dramanın asal tanımlamasına da aykırı olduğunu düşünüyorum. Peter Slade ve Gavin Balton gibi kuramcılar drama yöntemini özünde "öğrenmeyi öğreten ve dogmatizmden uzak bir yöntem" olarak tanımlar. Bizde ise, süreç merkezli eğitim daha çok teknik bir değişiklik olarak düşünülüyor, hâkim ideolojinin "makyaj tazelemesine" fırsat sunuyor.
Drama ile ilgilenen ve özünde eğitim kökenli arkadaşlar, benim imtiyaz oluşturma dediğim bir tutumla "tiyatroya rağmen yaratıcı drama" diyorlar. Hâlbuki birazcık sanat ve tiyatro tarihine bakılsa, drama tekniği olarak adlandırılan birçok şeyin 20. yüzyıl avant-garde hareketinin bulguladığı teatral formların bir mantık doğrultusunda devşirilmiş hali olduğunu görecekler. Tiyatrocular ise, "yahu nedir kardeşim bu drama, dramanın sanatla pek alakası yok" diyorlar, bana kalırsa eğitim ve sanat açısından doğru kullanıldığında oldukça yararlı olabilecek bir tekniğe sırtlarını çeviriyorlar. Tiyatrocular drama yönteminin geleceğin seyircisini oluşturma, sanat sevgisi aşılama açısından popüler yönünü bence küçümsüyorlar. Benim iddiam ise şu. Oyun, drama ve tiyatro alanı birbirini besleyecek ve koordineli bir şekilde yapılandırılmalıdır. Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü modeli bu konuda önemli bir örnektir. Ancak Türkiye genelindeki etkisinin sınırlı olduğunu da görmek gerekir.
Eğer bizler çocukları ve gençleri tiyatro sahnelerine çekmek ve geleceğin seyircisini oluşturmak istiyorsak, öncelikle var olan eğitim anlayışını da sorgulamalıyız. Salt profesyonel tiyatro niteliğini artırmak bence yeterli değildir. Assitej bünyesinde yapılan bazı tartışmalarda da bu eğilimi çok sık görüyorum. Oyunların nitelik sıçraması yaşaması gerçekten çok önemli, ancak öğrenciler üzerinde tiyatronun etkisinden daha güçlü araçlar mevcut. Eğer bizler "cetvel" yöntemiyle yapılan ezberci bir tiyatro çalışmasını, askeri mantıkta yaptırılan halk dansları mantığını, çok-kültürlülükten uzak müzik eğitimini sorgulamazsak seyirci sorununu çözemeyiz. Özetle oyun, drama ve tiyatronun yapılandırılmasındaki niteliksel ve vizyoner değişimlerin "ölümü ilan edilmeye" çalışılan tiyatro sanatına pozitif katkı yapacağını düşünüyorum.
Tiyatro ve drama alanındaki eğitimciler olarak geçen yıl başlattığımız kampanya sürecinde, yaşanan sorunlara dair alternatif bir tüzük içeriği oluşturarak en azından değişim yanlısı bir bildiri yayınladık ve kamuoyunda bir tartışmayı başlattık. Kampanya henüz sonuçlanmadı, hala bekleme sürecindeyiz. İnşallah yarışmaların kaldırıldığı ve sansür tartışmaları yaşamadığımız günleri de göreceğiz.
Ayrıca bildiğiniz gibi Mimesis Sahne Sanatları Portali'nde bu tartışmaları seviyeli bir şekilde sürdürmek ve kaynakça oluşturabilmek için Çocuk/Gençlik Tiyatrosu/Drama bölümü oluşturuldu. Bir elin parmaklarını aşmak istiyoruz, ancak bizler gibi düşünce üreten sevgili dostlarımızın da okulların da açılmasıyla beraber biraz olsun klavye oynatması gerekiyor galiba. Herkese bol ilhamlı ve bol vicdanlı bir eğitim yılı dileklerimle!
Okullar Açılıyor... Peki ya Tiyatro ve Drama Eğitimi?
Yazar : Bülent Sezgin
- 24.09.2010
- 24.09.2010