Geçtiğimiz günlerde, kızımın halen beşinci sınıfına devam ettiği Şişli Terakki İlköğretim Okulu’ndan bir davet aldım. Okulun rehberlik bölümü öğretmenlerinden Meltem Hanım beni arayarak “Meslek Tanıtım Günleri”ne katılmamı rica etti. Benden talep edilen “Oyun Yazarlığı” üzerine tanıtıcı bir konuşma yapmamdı ve ben de bu teklifi kabul ederek etkinliğe katıldım.
Altı veli çağrılmıştı. Bir kimya mühendisi, bir eczacı, bir spiker, bir reklamcı, bir harita mühendisi ve ben yani tiyatrocu, oyun yazarı. Etkinliğin süresi bir buçuk saat olarak düşünülmüştü. Konuşmacılar onar dakika içinde mesleklerini tanıtacaklar, sonrasında da öğrencilerin soracakları sorulara yanıt vereceklerdi. Etkinlik Şişli Terakki’nin K2 tiyatro salonunda gerçekleşti. Erken saatte toplanmış olan konuşmacılar olarak sahnede bizim için hazırlanmış masaya yerleştikten sonra salona dört adet beşinci sınıf şubesi geldi, yani yaklaşık 80-90 öğrenci ve sınıf öğretmenleri. Veliler olarak, hepimizin ne kadar heyecanlı olduğumuzu tahmin edersiniz herhalde. Ne de olsa en “acımasız” eleştirmenlerimiz, yalan nedir bilmeyen çocuklarımız az sonra bizi izleyecekti. Kendi payıma ben kızım tarafından yeterince uyarılmıştım: “Bak anne, bizimkiler bu tarz şeyleri pek sevmez. Genellikle konuşmacılarla dalga geçerler. Yani katılmak istediğine emin misin?” Elbette çok emin değildim. Durduk yerde “bizimkilerin” dalgalarına maruz kalmaya çok da hevesim yoktu açıkçası. Ama böyle bir olasılık yüzünden geri adım atacak da değildim.
Ben sıralamaya göre beşinci konuşmacıydım. Benden önce konuşmalarını yapan veliler oldukça iyi hazırlanmışlardı. Sunumlarını görsel malzemelerle süslemişlerdi. Mesleklerine ilişkin ilgi çekici ayrıntıları öğrenmiş olduk. Ancak konuşmalar ne kadar iyi olursa olsun, nerdeyse bir saat sürmüştü ve salondaki öğrenciler çoktan ilgilerini kaybetmiş, uyuklamaya başlamışlardı bile. Neyse ki ben sunumumu onları uyandıracağını düşündüğüm bir formatta hazırlamıştım. Oyun yazarlığını kariyer olarak anlatmayacak, mesleğin icrasına ilişkin interaktif bir deneme yapacaktım. Aslında şimdiye kadar çocuklarla ya da gençlerle tiyatro yapmamıştım. Böyle bir deneyimim olmadığı gibi böyle bir hevesim de olmamıştı açıkçası. Ancak kızımın uyarıları bu sunumda farklı bir şeyler yapmam gerektiği konusunda yeterince uyarıcı olmuştu.
Nihayet, sıram geldi, konuşma kürsüsüne yerleştim, kısaca kendimi ve mesleğimi tanıttıktan sonra şöyle dedim: “Dilsel ifadesi olgunlaşmış, okuma-yazma bilen herkes, her yaşta oyun yazarı olabilir. Mesela Şişli Terakki’nin beşinci sınıf öğrencileri de bir oyun yazabilirler. Peki siz bir oyun yazmak ister misiniz?” İlk başta soru tam olarak anlaşılmadı sanırım. Salonda kıpırdanmalar oldu, farklı bir şey yapılacağını anlayan öğrenciler yerlerinde canlanmaya başladılar ve nihayet soruya olumlu yanıt verdiler. Ben de “Tamam” dedim, “Başlayalım o zaman. Aranızda oyun yazarı olmak isteyen var mı?”. İlk parmak kaldıran öğrenciyi sahneye çağırdım. Kendisine bir defter ve kalem verdim. Ve yazarımız sahne üzerinde bulunan masaya oturdu. Ardından “Bu yazarın yazacağı oyunda oynayacak iki oyuncu aranıyor, aranızda oyuncu olmak isteyen var mı?” diye sordum. Bu kez o kadar fazla öğrenci istekli görünüyordu ki, aralarından biri kız, diğeri erkek iki oyuncuyu seçmek hayli zor oldu. İki oyuncu da sahneye çıktı ve yazarın yanına yerleştiler. Son olarak salondaki öğrencilere “Sizler de ilham perileri olacaksınız.” dedim. “Yani yazar için fikirler üreteceksiniz. Onun oyununu yazmak için sorduğu sorulara yanıt bulmasına yardımcı olacaksınız. Yazarımız sizin fikirlerinizden bazılarını seçecek, oyunculara danışarak karar verecek ve yeni sorularla ilerleyecek. Yazar sizden gelen ilhamla oyununu tamamladıktan sonra, oyuncular bu oyunu sahneleyecekler. Sorusu olan var mı?” diye sordum. Sorusu olan yoktu, öğrenciler oyunun kurallarını anlamışlardı.
Bundan sonra benim tek sorumluluğum yazarın soracağı soruları bulmasına yardım etmekti. Özetle yazar sorusunu soruyor, ilham perileri yanıt veriyorlardı. Yazar içinden birini seçiyor, oyunculara iletiyordu, eğer oyunculardan itiraz gelirse yazar fikir değiştiriyordu. Uzlaştıkları fikirler oluşunca yazar bunları defterine kaydediyordu, ardından bir sonraki soruya geçiyordu vs vs. Gerçekten de yaklaşık on dakika süren bu çalışmanın sonunda ortaya kısacık bir oyun parçası çıktı ve oyuncular tarafından oynandı. İşte ben de bu yazıda asıl olarak bu on dakikalık oyun yazımı sürecini aktarmak istedim.
Evet, yazarın soruları nelerdi? Zaman zaman ortalığı çınlatan ilham perilerinden ne tür öneriler geldi? Ve yazar hangilerini seçti? Neden? Oyuncular yazara itiraz ettiler mi? Benim süreç içindeki fonksiyonum ne oldu? Kolektif oyun yazımı gerçekten sağlanabildi mi? Kısacası ortaya çıkan kısa metin nasıl oluştu? Bu kadar küçük bir deneyim sonrasında benim bütün sorulara yanıt verebilmem mümkün değil elbette. Ancak süreci çalışma akışına uygun bir şekilde yorum yapmadan aktarabilirim ve de belki bu aktarımın kendisi belli sonuçlar üretebilir.
Şimdi, süreci özet replikler halinde yazıyorum ancak aşağıda okuyacağınız oyun yazımı sürecinin 10-11 yaşındaki çocuklara ait olduğunu, yerli yersiz atılan kahkahalarla, salonda oturmakta zorlanıp sürekli kıpırdanan öğrencilerin “mırmır”ları ve kesilmeyen bir dip gürültüsüyle, önerisini duyurabilmek için sesini en yüksek volümde kullanan ilham perileri ve zaman zaman aşırı heyecan dalgalarını engellemeye çalışan öğretmenlerin “şşşt” uyarıları eşliğinde gerçekleştiğini gözünüzde canlandırmanızı öneririm.
Sahnede yazar ve yanında iki oyuncu bulunmaktadır. Salonda ise yazarın sorusuna yanıt vermek için bekleyen ilham perileri.
Yazarın birinci sorusu: “Burası neresi?”
İlham perilerinin önerileri: “Futbol sahası, alışveriş merkezi, market, okul, ev, Paris, mahalle…”
Yazarın seçimi: “Burası mahalle olsun.”
Yazarın ikinci sorusu: (Oyuncuları kastederek) “Bunlar kim?”
İlham perilerinin önerileri: “İki arkadaş, iki öğrenci, iki sevgili, iki kardeş…”
Yazarın seçimi: “Sevgili işlerine burada hiç girmeyelim, bunlar iki kardeş olsun.”
Yazarın üçüncü sorusu: “İsimleri ne olsun?”
İlham perilerinin önerileri: “Mahmut, Fatma, David, Kara kedi, Ayşe, Mimi, Zeynep, Arif…”
Yazarın seçimi: “İsimleri Zeynep ve Arif olsun.”
Yazarın dördüncü sorusu: “Peki burada ne yapıyorlar?”
İlham perilerinin önerileri: “Alışveriş yapıyorlar, ders çalışıyorlar, geziyorlar, kavga ediyorlar…”
Yazarın seçimi: “Tamam, Zeynep ve Arif, iki kardeş mahallede kavga ediyorlar.”
Yazarın beşinci sorusu: “Peki neden kavga ediyorlar?”
İlham perilerinin önerileri: “Kız kardeş sevgilisiyle buluşmuş, abisi bunu duymuş. Mahallede karşılaşmışlar ve abi kız kardeşine kızmış.”
Yazarın seçimi: “Tamam, bu olur.”
Açıkçası yazarın başka bir öneri almaya hiç niyeti yoktu. İlham perilerinden gelen bu ilk öneri ona makul görünmüş ve hemen kabul etmişti. Benim yazım sürecine tek müdahalem de bu seçim üzerine oldu. Öneriyi tam anlamamış gibi sesli olarak tekrar ettim: “Tamam Zeynep Arif’e sevgilisiyle buluştuğu ve o gün yapması gereken işleri yapmadığı için kızsın.” Yazarımız konuyu tersine çevirdiğimi anında fark etti tabii ki. “Olmaz” dedi, “kız kardeş kızmaz ki böyle bir şeye, abisi kızar.” Ben de “Tamam doğrudur genel olarak abinin kız kardeşine kızması beklenir, ama iyi bir oyun metni seyirciyi şaşırtır, olağan gelen bir durumu tersine çevirir, bu şekilde daha çarpıcı bir konu ortaya çıkar.” şeklindeki fikirlerimi yazarla ve oyuncularla paylaştım. Yazar henüz bir yanıt vermemişken, kız oyuncu lafa atıldı: “Evet ya” dedi. “Bu sefer de ben kızmak istiyorum, neden hep abi kızıyor ki?” Erkek oyuncu da “Tamam o kızsın ama bana küfretmesin sakın.”diye uyardı. Üçümüzü de dinleyen yazar en sonunda “Tamam” dedi, “öyle olsun.”
Bundan sonra sıra repliklerin yazımına gelmişti. Benzer bir soru cevap oyunuyla replikler de yazıldı. Bana ayrılan süre çoktan bittiği halde öğrenciler oyun yazmaya devam etmek istiyorlardı. Bir yerde çalışmayı kesmek durumunda kaldım. Ve “Hadi bakalım” dedim, oyuncular yazılan oyunu oynamak için heyecanla bekliyorlar. Şimdi artık oturup yazdığınız kısa oyunu seyredelim.”
İşte sürecin sonunda Şişli Terakki İlköğretim Okulu beşinci sınıf öğrencilerinin yazdığı ve oynadığı kısacık oyun parçası :
(Zeynep ve Arif iki kardeştir. Arif o gün sevgilisiyle buluşmuştur. Eve dönerken mahallede kendisine kızgın olan ablası Zeynep’le karşılaşır.)
Zeynep: Sana çok kızgınım!
Arif: Ne yaptım ki?
Zeynep: Ne yapmadın ki?
Arif: Ne yaptıysam yaptım. Sana ne? (sahneden çıkar)
Zeynep: (arkasından seslenir) Seninle evde görüşürüz.
Etkinlik bittiğinde seyirciler arasındaki kızımı fark ettim. Yüzü gülüyordu, belli ki keyfi yerindeydi. Bu arada benim de keyfim yerine gelmişti. Şimdiye kadar birkaç oyun yazmış olmakla beraber hiç yazarlık atölyesi yapmamış olan benim için de bu bir ilk deneyim olmuştu. Bu ilk deneyimi 10-11 yaş grubu çocuklarla yaşamıştım. Üstelik ertesi gün etkinliği izleyen çocukların çoğunun “tiyatrocu/oyun yazarı” olmaya karar verdiklerini öğrendim. On dakika için bile olsa, az buz değil 90 kişilik bir atölye ortamı kurulmuştu ve dahası çocuklar bu süreci sevmişlerdi. Bu yaş grubuna ilişkin yakın gözlemlere/görüşlere sahip olmakla beraber, bu atölyedeki sorulardan, verilen yanıtlardan ve seçimlerden hareketle yeniden bir değerlendirme yapmanın faydalı olacağını düşündüm. Bu yazıyı da çocuklar ve gençlerle tiyatro yapan tiyatro eğitmeni arkadaşlarla bu deneyimi paylaşmanın iyi olacağını düşünerek kaleme aldım.
Oyun Yazarlığını Tanıtmak
Yazar : Sevilay Saral
- 27.02.2009
- 27.02.2009