Hakkari bölgesi dağlık ve korunaklı coğrafi konumundan dolayı merkezî yönetimlerin etkisi bu bölgeye sınırlı olarak nüfuz etmiştir. Ana akımlar dışındaki etnik, dinî ve kültürel toplulukların bu sayede örgütlenme ve yaşama imkanı bulabildikleri bölge, mîrlik döneminin sonuna kadar etrafında kurulan birçok devletin ara-sında siyasi ve kültürel olarak bir adacık durumundadır ve 19.yüzyılın sonuna kadar otonom bir karaktere sahiptir. Hakkari; Êzîdîlik, Nasturilik ve Keldanilik gibi İslam dışı inançların yanı sıra, bölgedeki medreselerin merkezî etkiden uzak olması sebebiyle heterodoks sayılabilecek İslam mezheplerinin de yeşerdiği bir mekan olabilmiştir.

Nasturilik ve Keldanilik
Kökeni İsa’dan önceki dönemde yukarı Mezopotamya’da yaşamış olan Asur, Babil ve Aram’a dayanan halklar Hıristiyanlıkla birlikte Süryani / Asuri olarak anılmaya başlamışlardır. Hıristiyanlığın içerisinde İ.S. 4.yüzyılda İsa’nın doğası üzerine başlayan tartışmalar nedeniyle bu halk Doğu Süryanileri ve Batı Sürya-nileri olmak üzere iki kampa bölünmüş; monofizit [tek doğacı] düşünceyi savunan Mor Yakup Baradani’nin taraftarları Batı Süryanileri [Yakubiler] olarak, diofizit [iki doğacı] düşünceyi ortaya atan Nasturius’u destekleyenler ise Doğu Süryanileri [Nasturiler] olarak adlandırılmışlardır5 . Daha sonra Nasturilerin bir kısmı 16.yüzyılda Roma katolik kilisesine bağlanarak Doğu Süryanilerinin Keldani kolunu oluşturmuşlardır ki, Hakkari’de de Nasturiler ve Keldaniler olarak bilinen Doğu Süryanileri yaşamıştır. Nasturilerin önce Bağdat’ta, sonra Musul’da bulunan merkezî kilisesi en son 1662’de Hakkari’nin Koçanis bölgesine taşındı ve o günden bu yana da Koçanis Manastırı tüm dünya Nasturilerinin merkezî kilisesi oldu. Yakın tarih boyunca Botan mîrliği, Hakkari mîrliği ve Osmanlı devleti tarafından pek çok defa katliama uğrayan Doğu Süryanileri, 1924’teki Tuxûp Asurileri isyanından sonra bölgeden sürüldüler ve Beytüşşeba’la Uludere’de kalan son birkaç Asuri köyü de 1980’lerde göçtükten sonra Hakkari bu kadim rengini tamamen kaybetmiş oldu.

Êzîdîlik
11. yüzyılın sonlarında Şeyh Adi bin Misafir ve öğrencileri tarafından Hakkari dağlarından Şengal’e uzanan topraklarda yayılmaya başlanan Êzîdîlik öğretisi, tam bir asır sonra binlerce Kürde güneşe [Êzîdî inancına göre tanrısal bir varlık sayılan Xudan Şêşims’a] doğru el açtıracak kadar kitleselleşti. Êzîdîlik, Hindistan’dan Suriye’ye, Irak’tan Ermenistan’a kadar yayılan, bu süre zarfında yayıldığı her coğrafyadan bir renk alıp oraya renk katan bir dindir. Fakat İslamın bölgeye yerleşmesinden itibaren Êzîdîler de Müslüman Kürtlerin katliamlarından nasiplerini aldılar ve özellikle 1415’teki büyük katliamdan sonra önemli ölçüde azalarak, yüzyıllar boyunca süren katliamlar ve mecburi göçler nedeniyle bölgeden tamamen silindiler. Yahudilik dışında yalnızca bir kavme, Kürtlere ait tek din olan ve bölge halklarının daha önceki doğa-tanrıcı inançlarından da önemli izler taşıyan Êzîdîliğin kutsal kitabı Mishefa Reş’in [Kara Kitap] el yazması nüshalarını da bu katliamlar sırasında yakıldığı rivayet olunur. Irak sınırları içerisinde bulunan Laleş Vadisi’nde her yılın Ekim ayında yapılan hac törenlerine on binlerce Êzîdî katılır. Êzîdîliğin Türkiye’de sadece 500 civarında mensubu kaldığı ve bölge-deki Êzîdîlerin çoğunun gördükleri baskılar sonucu Irak, İran, Ermenistan, Suri-ye, Sibirya ve birçok Avrupa ülkesine göç ettikleri biliniyor. Fakat Hakkari’de Êzîdîliğin etkileri bugün bile şarkıların ve gündelik yaşamın bazı ayrıntılarında görülmektedir.6

Müslüman Tarikatlar [Kadirîlik ve Nakşibendîlik]
Hakkari’de Êzîdîliğin kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra İslamın benimsenmesi daha ziyade İslam akınlarından ve katliamlardan korunma sebebiyle ger-çekleşmiş, bu yüzden ortodoks İslam bölgede pek yaşayamamış ve bunun yerine heterodoks sayılabilecek tarikatlar birbiri ardına ortaya çıkmıştır. Abbasi soyundan geldiği söylenen Abdülkadir Geylanî’nin İslam öğretisi, torunu Şeyh Ebubekir tarafından Kadirî tarikatı olarak bölgede örgütlenmeye başlar. Yayılmacı bir karaktere sahip olmayan Kadirîlik zamanla etkisini yitirir. Seyyit Taha Geylanî, 1800’lerde Süleymaniye’de Nakşibendî tarikatını yayan Mevlana Halid’den icazet alarak tarikatı Nehrî bölgesine taşır ve Abdülkadir Geylanî’yle aynı soydan oldukları söylenen Sadatê Nehrî ailesi de Nakşibendî tarikatına girince Nakşibendîlik bölgenin başat gücü haline dönüşür. Mîrliğin ortadan kaldırılmasıyla siyasi bir otorite haline de dönüşen Nakşibendî şeyhlerinden Şeyh Ubeydullah’ın bu bölgede giriştiği milliyetçi nitelikli isyan Osmanlı tarafın-dan sert bir şekilde bastırılır. Bundan sonra Hakkari’de etkinliğini yitiren Nakşibendîlik Anadolu’nun çeşitli yerlerinde örgütlenmeye devam eder ve halen etkin bir tarikattır.

Yahudilik
1950’lere kadar Çukurca’nın bazı köylerinde ve Hakkari merkezinde yaşayan Yahudilerin, Babil hükümdarı Nebukadnezar döneminde, Kudüs saldırısı ve yıkımı sonrasında esir olarak getirilen Yahudilerin soyundan oldukları söylenir. Kültürel olarak büyük ölçüde Kürt yaşantısına adapte olmuş ama kendi dillerini de konu-şup çocuklarına öğretmiş olan Yahudiler, daha ziyade el sanatları ve ticaretle meşgul olmuş, ağırlıklı olarak da şehir merkezinde yaşamışlardır. Dokudukları ‘şal û şepik’lerle ünlenen ve bu yüzden ‘bîrker’ [dokumacı] olarak da anılan Yahudiler, 1948’de İsrail devletinin kurulmasıyla anayurtlarına geri dönmüşlerdir; ama Irak’ın Barzan bölgesinde halen Yahudi köyleri mevcuttur.