Yeni tedavilerin geliştirilmesi için milyarlar harcanırken, kanserin oluşumunu önlemek için çok küçük meblağlar ayrılıyor

1971’de Kongre, Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI) ve dünyanın en varlıklı kâr-amacı gütmeyen kuruluşu olan Amerikan Kanser Derneği (ACS) temsilcilerinin iyi planlanmış çabaları neticesinde, ulusal bir kanser programına izin veren Ulusal Kanser Yasası’nı kabul etti. Başkan Nixon hemen “Kansere Karşı Savaş” ilan etti ve ülke bu uğurda savaşmaya başladı.

O tarihten beri sürekli olarak, çığır açacak keşiflerin an meselesi olduğu yolunda güvenceler veriliyor. 1984’de NCI kanser ölümlerinin 2000 yılında yarıya düşeceği taahhüdünde bulunmuştu. 1998’de NCI ve ACS tarafından ülkenin “virajı aldığı” söylenmişti. Daha bu yıl NCI Direktörü Andrew von Eschenbach “kanserin neden olduğu acıların ve ölümlerin 2015’e kadar ortadan kaldırılacağı” sözünü verdi.

İlan edildiği tarihten bu yana 30 yıl ve $50 milyar dolar kadar para harcanmış olmasına rağmen zafere doğru ilerlemek bir yana, geriye gitmekteyiz. ABD’de 1973 ile 1999 arasındaki ölümlerin başlıca nedenleri hakkındaki resmi bir analize göre kalp hastalığından ölenlerin oranı yüzde 21 azalırken, kanserden ölenlerin oranı yüzde 30 artmıştır. Her yıl 1,3 milyon kadar Amerikalının kansere yakalandığı ve yarım milyondan fazla insanın da kanserden öldüğü tespit edilmiştir.

Görünen o ki kanser araştırmalarına ne kadar çok para harcarsak, paradoksal bir şekilde, kansere o kadar daha fazla yakalanmaktayız. Hastalığın grafiğindeki bu dik yükseliş, NCI’nın bütçesindeki daha dik bir yükselişle -1970’de $150 milyon dolardan bugün $4.6 milyar dolara yükselmiştir- beraber gerçekleşmiştir. Bugün, erkeklerin yüzde 40’ından fazlası ve her üç kadından biri, hatta daha fazlası yaşamları boyunca kansere yakalanmaktadır. Kanser bir “kitle imha hastalığı” haline gelmiştir. Meme, testis, tiroid ve lenf bezi kanserlerinin tümü birden keskin bir artış göstermektedir. Afro-amerikalılar ve çocuklar arasında gözlenen kanser vakaları da aynı hızda artmaktadır.

Nasıl oluyor da hem daha fazla harcıyoruz hem de hâlâ mevzi kaybediyoruz? Çünkü kanser kurumlarının bütün dikkati hasar kontrolüne -görüntüleme, teşhis, tedavi ve ilgili temel araştırmalara- odaklanmış kalmıştır, oysa her şeyden önce kanserin önlenmesine odaklanması gerekirdi. Üstüne para harcadığımız şeyler önemli ve ciddi şeyler ve tümü de parasal desteği hak ediyor. Ama daha fazla kanserin önlenmesini istiyorsak tedavi harcamalarına daha az kaynak ayrılmalı.

Kanserle savaşta az rastlanan başarılardan biri akciğer kanseri vakalarındaki keskin düşüştür. Bu, insanların sigarayı bırakmaları ya da bu alışkanlığı edinmemeleri sonucunda gerçekleşmiştir. Bu, önlemenin açıkça işe yaradığı bir durumdur. Ama buna rağmen hâlâ önleme araştırmaları için çok az kaynak sağlanmakta ve ayrılan kaynak da çoğunlukla sigara içme ve beslenme araştırmalarına gitmektedir. Azınlık partisinin Meclis Adalet Komisyonu’ndaki önde gelen üyesi, ABD Temsilcisi John Conyers Jr. (Michigan Eyaleti, Demokrat Parti) geçenlerde kanser kırımının büyük bölümünün önlenebilir olduğunu ama bunun ancak “NCI’nın kendini toparlaması ve görevini yapması” durumunda başarılabileceğini söyledi. Geçen süre zarfında, hava, su, toprak, işyeri ve yiyeceklerdeki çevresel kirleticiler de dâhil olmak üzere kanserin kaçınılabilir nedenleri ile ilgili araştırmalara çok az para harcanmıştır.

Kozmetik ürünleri, tuvalet eşyası ve ev ürünleri, özellikle de pestisitler ve reçete edilen ilaçlardaki kanserojen katkı maddeleri ile ilgili araştırmalar için de yeteri kadar kaynak sağlanmamaktadır. Kanser kurumlarının kanserin kaçınılabilir nedenlerini azimle araştırmayı ihmal etmeleri, insanları kanserojenlerden koruyacak yasaların ve düzenlemelerin yapılmasını da engellemekte, petrokimya ve diğer sanayi kuruluşlarının potansiyel olarak kanserojen olan ürünleri üretmeye devam etmelerini cesaretlendirmektedir.

Oysa öngörülen bu değildi. Ulusal Kanser Yasası, “mesleki veya çevresel kanserojenlere maruz kalmaların neden olduğu kanserlerin önlenmesine dönük genişletilmiş ve yoğunlaştırılmış bir araştırma programını” gerektiriyordu. Ama kanser kurumları bu misyonu benimsemeyi başaramadığı gibi, nedenlere dair elinde bulundurduğu kanıtları da örtbas etmiştir.

NCI’nın, 1950’lerde Nevada’daki atom bombası denemelerinden kaynaklanan radyoaktif serpintilere maruz kalma neticesinde 210.000 tiroid kanserinin meydana geldiğine dair uzun süreden beri var olan kanıtları gecikmeli olarak 1997’de yayınlamasını örnek olarak ele alalım. Eğer NCI halkı zamanında uyarsaydı bu kanserlerin önü tiroid ilaçlarıyla alınabilirdi. Senato Hükümet İşleri Komisyonu 1999 oturumunda NCI soruşturmasını “açıklıktan ve halkın katılımından yoksun olmakla” suçladı ve NCI’nın bu bilgileri zamanında halka duyurmaktaki ihmalini “bir parodi” olarak nitelendirdi.

NCI’nın önlemeye karşı bu açık ilgisizliğinin kurumsal boyutları vardır. Başkan Nixon’ın idari yetkilere sahip üç üyeli NCI kanser jürisinin ilk başkanı bir bankerdi ve petrol, çelik ve kimya sanayileriyle yakın bağları olan üst düzey bir ilaç şirketi yöneticisiydi. Ondan sonra yerine 1980’lerde Armand Hammer geldi. Bu zat ise ülkedeki en büyük endüstriyel kimyasal üreticisi olan Occidental Petroleum’un başkanı olup son zamanların petrol krallarından biriydi. Schmidt ve Hammer’ın kanser önlemeye pek ilgi göstermemeleri ve çok kârlı olan ilaç geliştirme ve pazarlama işine odaklanmış olmaları şaşırtıcı değildir.

Amerikan Kanser Derneği’nin kirletici kimyasalların ve kanser ilaçlarının üreticileriyle olan mali ilişkileri oldukça kapsamlıdır. 25’den fazla ilaç ve biyo-teknoloji şirketi –Bristol-Myers Squibb, Pfizer, AstraZeneca, Eli Lilly, Amgen, Genentech and Johnson & Johnson vd.– derneğe yılda 100.000’er dolardan daha fazla katkı sağlamaktadır. Ayrıca British Petroleum, DuPont, Akzo Nobel, Pennzoil ve Concho Oil’den de ciddi yardımlar sağlanmaktadır.

Amerikan Kanser Derneği’nin sanayiden aldığı güçlü destek, derneğin araştırma tercihlerine de yansımaktadır. Bu araştırmalar büyük bölümüyle tedaviye yönlendirilmiştir. Önde gelen yardım denetçisi The Chronicle of Philanthropy’de yayınlanan Ocak 1992 tarihli bir makalede ACS’nin, “insan hayatını kurtarmaktan çok servet biriktirmekle ilgili” olduğu ifade edilmektedir. NCI’nın önleme bütçesi, ilk bakışta pek de az değilmiş gibi görünmektedir. Kuruluşun 2001’de yayımlanan “Kanser Gerçekleri” adlı raporunda belirtildiği gibi “kanser önleme, kanserin neden olduğu acıların ve ölümlerin azaltılmasında önemli bir bileşendir ve aktüel bir önceliktir.” Bu ifadenin ardından bütçenin yüzde 12’sinin önlemeye ayrıldığı iddiası yer almaktadır. Ama sözü edilen yegâne önleme çabaları sigara ve diyetle ilgilidir. Çevresel ve mesleki kanserojenlere hiç değinilmemektedir.

Kansere karşı savaş kesinlikle kazanılabilir. Ama yıllarımız ve milyarlarca dolarımızı tedaviye odaklanarak harcadık. Önlemeye odaklanmak yalnızca hayat kurtarmakla kalmayacak, aynı zamanda tasarruf sağlayacaktır.

________________________

Notlar

- 31 Ağustos 2003 tarihli Los Angeles Times gazetesinde yayınlanmıştır. 

- Samuel S. Epstein, Illinois Üniversitesi, Halk Sağlığı Okulu’nda emeritus profesördür. Yükselen Kanser oranlarını, kanserojenlerin hayatımızdaki artan varlığına bağladığı kampanyalarla tanınan Epstein, 1993’de halen başkanlığını yürüttüğü Kanser Önleme Koalisyonu’nu kurmuştur. Epstein, 1998 yılında Alternatif Nobel Ödülü’nü (Right Livelihood Award) kazanmıştır.

- Dr. Quentin D. Young, Chicago'daki Sağlık ve Tıp Politikası Araştırma Grubu'nun başkanıdır, Kanser Önleme Koalisyonu'nun da direktörlüğünü yapmaktadır.