50.000 insan Danimarka’ya gitti, elde ettikleri 3-sayfalık sefil bir siyasi sözleşme oldu
Kopenhag’taki iklim zirvesine katılanlardan ayrıntılı raporlar gelmeye devam ede dursun, zirvenin hayal kırıklığı yaratan sonucuna ilişkin olarak ülkeler birbirini suçlama oyununu tırmandırsa da bazı şeyler netleşmeye başladı.
Birincisi, katılımcı ülkelerin "not tutmakla" yetindiği iki buçuk sayfalık diplomatik saçmalık kendi kendisiyle çelişkili olup küresel iklim krizini önlemeye yönelik olarak tarafları bağlayıcı herhangi bir spesifik eylem içermemektedir. BM-düzeyinde müzakereleri ileriye taşımak için bir plan bile yoktur. Friends of the Earth [Yeryüzünün Dostları] bunu, doğru bir şekilde "sahte sözleşme’, İngiliz köşe yazarı George Monbiot "görüntüyü kurtarma" egzersizi, önceleri neoliberal reçeteler yazan sonraları ise çevreci olan Jeffrey Sachs ise bir komedi olarak tanımlamaktadır. Uzun süredir BM gözlemcisi olan Martin Khor, bir BM organının bir belgeyle ilgili olarak sadece "not tutmasının" bu belgenin resmi olarak benimsenmediği ve hatta "iyi karşılanmadığı" anlamına geldiğini belirtmektedir.
İkincisi, zenginler ve yoksullar arasındaki bölünme hiç bu kadar kesin olmamıştı ve kuraklık, sel ve tatlı su kaynağı olan buzulların erimesini yaşamaya başlayan ülkeler, iklim değişikliklerinin tüm etkilerine umutsuz bir şekilde katlanacakları çok daha zor bir gelecek beklemektedir. Eriyen buz tabakalarının denizleri yükselttiği ve tuzlu suların az bulunan tatlı su kaynaklarını bastığı, haritadan silinmeleri neredeyse kesin olan küçük ada ülkelerini ise sanırım anlatmaya gerek yok. Özellikle aşağılık olan ise yeri geldiğinde-kendi ülkelerinde ve dünyada- yoksullar için konuştuğunu söyleyen ama asıl olarak kendi elitlerinin büyüyen zenginliklerini korumaya çabalayan hızla kalkınan "BASIC" ülkeleri (Brezilya, Güney Afrika, Hindistan ve Çin) hükümetlerinin değişen rolleridir.
Üçüncüsü, yetersiz ve çelişkili de olsa son 17 yılda küresel iklim görüşmelerinin ilerleyişinin, sorunlu olmakla birlikte görece açık ve kapsayıcı olan BM süreci gibi tehlikeye girmesidir. 2007’de Endonezya’nın Bali adasındaki iklim zirvesinden sonra Bush yönetimi iklim politikası için daha uysal bir avuç seçilmiş ülkeyle ayrı bir müzakereler dizisi başlatmaya çalıştı. Bu strateji, kısmen figüranlığını George Bush yaptığı için başarısız oldu. Şimdi ise Obama yönetimi, BASIC ülkelerinin tam işbirliğiyle, temelde aynı yaklaşımı sergiliyor. İçi boş "Kopenhag Mutabakatı" bu dayatmacı stratejinin ilk diplomatik başarısı olarak görülebilir.
Kopenhag toplantısı hazırlıkları devam ederken yazdığım üzere (bkz. Aralık başında yayınlanan "Repackaging Copenhagen" başlıklı yazım) ABD, kapsamlı küresel iklim sözleşmesinin tuhaf nosyonu yerine tek tek ülkelerin, sera gazı salımlarını azaltmak ve diğer gerekli önlemleri almak için gayri resmi taahhütlerinden oluşan derme çatma bir paketi koymak için aylarca plan yapmıştı. Eğer Kopenhag belgesinin bir anlamı varsa o da bu süreci iklim politikası uygulamasında yeni küresel norm olarak yerleştirmesidir. Hiçbir şeyin zorunlu olmadığı, her şeyin gönüllü olduğu bu sistemde yapılanlar ancak beş yıl geçtikten sonra o da gayri resmi bir şekilde "değerlendirilecek." ("Mutabakatın" 4. ve 5. sayfaları, ülkelerin Ocak’ın sonuna kadar istedikleri gibi salım hedeflerini ve diğer hafifletici önlemlerini dolduracakları lise düzeyinde iki tablodan oluşmaktadır.)
Dünya Ticaret Örgütü toplantılarında olduğu gibi belgeye kapalı kapılar ardında şekil verildi. Tüm önemli konuların kuşatıldığı belgede önem verilmiş gibi yapılan bütün konularda boşluklar ve çelişkiler bırakılmış. İki yıl önce Bali’de oluşturulan iki BM müzakere programı altında tartışmalar devam edecek olmasına rağmen bu "mutabakat’, Bill McKibben’ın "süperkirleticiler grubu" dediği önde gelen ülkelere ve onlara özenen diğer birkaç ülkeye (çarkın her zamanki gibi dünya elitlerinin yararına dönmeye devam etmesi için daha verimli ve yeni koşullara daha uygun bir süreç adına) tartışmaları çıkmaza sürüklemek ve sabote etmek için gerekçeler de sunmaktadır.
Bazılarının işaret ettiği gibi sonuç daha kötü olabilirdi. Karbon pazarını büyütmek gibi yetersiz hedefleri ve yıkıcı politika önlemlerinin kök salmasına yol açacak zorlayıcı bir sözleşmedense sözleşme niteliği taşımayan işe yaramaz bir belge daha iyi olabilir. Ama hesap verebilir bir BM sürecinin potansiyel olarak kaybı bundan daha da kötü olabilirdi. Tabi ki, bugüne kadar ABD, kontrol edemediği BM süreçlerinin daima altını oymaya çalıştı. 1992’de BM iklim sözleşmesi çerçevesinde oluşturulan süreçlerin yerini, Dünya Ticaret Örgütü’nün gözden düşmüş mekanizmalarının bir yansıması olan uyum-karşılığında para süreçlerinin alması gelecek için pek hayra alâmet değil.
Kopenhag’ta hiç mi olumlu bir şey olmadı? Dünyanın dört bir yanından gelen iklim aktivistleri için Kopenhag uzun süreden beri tekrar yakalanmaya çalışılan Seattle momenti olabilirdi. Değişik ülkelerden aktivistler ve STK temsilcileri için toplanma, kişisel bağları sağlamlaştırma ve gerekli bir iklim adaleti gündeminin küresel profilini inşa etmeye başlamak için benzersiz bir fırsattı. Amy Goodman’ın Democracy Now [Demokrasi Hemen Şimdi] ekibi başta olmak üzere bağımsız gazeteciler, iklim değişikliklerinin soyut bilimsel bir konu değil, bu değişikliklerle baş etmeye en az muktedir insanların yaşamlarını bugünden etkisi altına aldığını en iyi açıklayan seslerin daha gür çıkmasına yardımcı oldular. Ana-akım ABD basını bile iklim kaosunun etkileriyle yaşamaya çalışan halkların hikâyelerine yer verdi. İnsanlar, iklim krizine yegâne anlamlı çözümün, Ekvator’un tehdit altındaki Yasuni Milli Parkı’ndaki, petrol kuyusu açma çalışmalarına karşı kampanya yürütenlerin buldukları bir slogan olan "petrolü toprağın altında, kömürü madende ve katran kumlarını yer üstünde bırakmak" olduğunu her zamankinden daha fazla anlamaya başladılar.
ABD ve diğer güçlü ülkelerin tehditlerine karşı durmak için sonuna kadar görüşmelere devam eden ve son dakika baskılarına boyun eğmeyip (bir araya gelen ülkelerin vardığı bir anlaşma olarak) tatsız ve yıkıcı "Kopenhag Mutabakatını" onaylamayı reddeden başta Bolivya, Nikaragua ve Venezüella olmak üzere Latin Amerika ALBA ülkeleri için de çok önemli bir momentti. Bu ülkelerin durumu, bir zamanlar sera gazı salımlarıyla ilgili dünya çapında güçlü bir sözleşmeyi savunan ama şimdi ABD’nin yıkıcı stratejilerini kabul etmiş durumda olan Avrupa Birliği’nin rolüyle tam bir tezat oluşturmaktadır. Zirveden dünyanın finans seçkinlerine atılacak yeni bir kemik çıkmaması bir diğer olumlu sonuç oldu. Finansçılar, alım satımı yapılabilen yapay karbon izinleri piyasasının şişmesine yardımcı olacak bir Kopenhag sözleşmesine bel bağlamıştı. Avrupa’da karbon fiyatları düşmeye başladı. Bu düşüş, ABD’de iklim politikasının birincil enstrümanı olarak (sözde "sınırlandır ve ticaretini yap" ilkesine dayanan) karbon piyasalarının kutsanmasının önlenmesine yardımcı olabilir.
Şimdi mücadele, halkın iklim krizi için adil ve etkili yolların örneklerini en iyi şekilde yaratabileceği ulusal ve yerel düzeye geri dönüyor. Aşırı tüketimin azaltılması ve şirketler tarafından değil topluluklar tarafından demokratik şekilde kontrol edilen alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesiyle ilgili ileriyi gören, pozitif yaklaşımlar konusunda bir sıkıntı yok. Ama olumlu örneklerin gücü çağın bu çok önemli probleminin üstesinden gelecek yeterlilikten uzak. İklim uzmanları birkaç yıl önce yön değiştirmek ve küresel iklim sisteminde geri döndürülemez noktaları önleyecek bir şeyler yapmak için on yıldan daha az bir süre olduğunu söyleyerek dünyayı şok etmişlerdi. Kopenhag konferansının feci sonucundan sonra, çok geç kalmadığımız konusunda kendimize güvenmemiz her zamankinden daha zor olacak.
Brian Tokar, Sosyal Ekoloji Enstitüsü’nün şu anki direktörüdür (www.social-ecology.org) The Green Alternative and Earth For Sale [Yeşil Alternatif ve Satılık Dünya] kitabının yazarı ve biyoteknoloji politikası ile ilgili, Redesigning Life [Yaşamın Yeniden Dizaynı] ve Gene Traders [Gen Tacirleri] adlı iki kitabın editörü ve yakında yayınlanacak olan Crisis in Food and Agriculture: Conflict, Resistance and Renewal (Monthly Review Press) [Gıda ve Tarımda Kriz: Çatışma, Direniş ve Yenilenme] kitabının eş-editörlerinden biridir. Climate SOS (www.climatesos.org) ve Mobilization for Climate Justice (www.actforcliamtejustice.org) ile birlikte çalışmalar yapmaktadır.