Bu anımı bir kez daha yazmam gerek...

70'li yılların başı... Modern Folk Üçlüsü ile birlikte Rodos'a gittik, bir festival için... Rodos turizmi o yıl patlama yapmış... Dillere destan... Yunanlıların bile zor geldiği ada şimdi Akdeniz'in turizm merkezi olmuş, uluslararası uçakların biri iniyor, biri kalkıyor, o sıralar bizim sahiller sinek avlarken...

Bir yandan bu mucizenin iç yüzünü öğrenmek, bir yandan da, iki gün kalacağız, nereleri görmeliyiz öğrenmek için Ada'nın turizm müdürüne koştum.. O zaman Yunan'da Albaylar cuntası var. Ada turizm müdürü de bir yüzbaşı..
Hoş sohbet bir delikanlı.. Oturdu uzun uzun anlattı, Rodos mucizesini bana.. Onu da tekrar yazarım bir gün. Hoş öyküdür.. Ayrılırken "Hıncal Bey" dedi, "Siz ve arkadaşlarınız tipik bir Grek gecesi yaşamak ister misiniz?.. Bu gece misafirim olun.."
"Olur" dedim, çocuklara sormadan..
Akşam deniz kenarında bir tavernada, yani ya meyhanede buluştuk.
İçkiler geldi.. Uzo.. Yani rakı.. Mezeler sıralandı.. Adları bile Türkçe.. Yalanci dolma.. I'nın üzerine nokta konmuş o kadar.. Pasa mezesi.. Ş'nin çengelini kaldırmışlar.. Karşıda bir televizyon var, sesi kısık.. Görüntüde, Karagözle Hacivat oynuyor.. Her gece yarım saat oynatırlarmış..
Yemeğin üstüne nefis bir de Türk Kahvesi içtik, "Cafe Grek" diye..
"Şimdi istikamet açık hava tiyatrosu" dedi, Yüzbaşı.. "Yunan Devlet Folklör balesinin gösterisi var.."
Koşa koşa gittik tabii.. Müthiş bir orkestra, dans gurubu ve koro.. Bir başladılar.. Bizim zeybekler, kasap havaları, çiftetelliler..
Bitti.. Yüzbaşı bizi arabasıyla otelimize bırakıyor, sordu..
"Hıncal Bey, Yunan Gecesini nasıl buldunuz?.."
Güldüm kendimi tutamayıp..
"Ne Yunan gecesi Yüzbaşım.. Türk mezeleri eşliğinde Türk rakısı içtik, Türk kahvesiyle.. Sonra bizim türküleri dinledik, bizim dansları izledik.. Başından sonuna Türk gecesiydi, Karagöz dahil.. Her şeyimizi sahiplenmişsiniz.."
Yunan cuntasının adamı Yüzbaşının cevabı, bana hayatımın en büyük dersini verdi..
"Hıncal Bey, bunların hepsinin tarihsel Yunan olduğunu size saatlerce belgeleriyle anlatacak Yunan uzmanları da çıkar.. Diyelim haklılar.. Diyelim siz haklısınız, ne fark eder.. Önemli olan, Ege'nin iki yanında oturan bu iki milletin, ayni mezelerle ayni içkiyi içip kafayı çekerken ayni müziği dinlemesi, kalkıp ayni dans etmesi değil mi?. Bütün zevkleri ortak iki milletiz.. Senin, benim ne fark eder.. Senin olsa ne olur, benim olsa ne olur.. Yahu biz Paşa mezesi ile rakı içip çiftetelli oynamadık mı birlikte.. Niye bunun keyfini yaşamıyor da, ayrılık kavgası ediyoruz?.. Senin, benim kavgası edeceğimize, Egenin iki yanında yüz yıllardan beri iç içe yaşamış, zevkleri ortak iki kardeş millet var diye baksak olmaz mı?.. Gerçek bu değil mi?."
Hayatımın dönüm noktası oldu bu sözler..
Yüzlerce, ama yüzlerce ödül aldım, koyacak yerim yok.. Bir tanesi gazetedeki odamda asılı.. Herkes görsün isterim. Çünkü bana en gurur veren odur..
1979 da kurulan Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü'nü, 1994-95 döneminde Yunan kültür ve medya adamlarından kurulu jüri, bana verdi.
Ödülün bir Türk, bir Yunan iki jürisi vardı. Bir yıl Türk jürisi bir Yunanlı seçerdi, öbür yıl Yunan Jürisi bir Türk..
"Türk- Yunan dostluğu ve işbirliği Balkanlarda barış ve refahın temelini teşkil etmektedir" diye imza atan (30 ekim 1930/Ankara) Atatürk ve Venizelos adına, o yıl Türk- Yunan barışına en çok hizmet edene verilirdi ödül..
O ödülü "Hıncal Uluç" diye alan aslında bugün adını bile hatırlamadığım bir Yunan Yüzbaşısıydı..
***

Kardeş Türküler müthiş bir sahne gösterisiydi, müzikleri ve danslarıyla.. İzlemeye, dinlemeye doyamazsınız..
Özelde İstanbul, genelde tüm Türkiye'de nasıl kardeş kardeş yaşadığımızı ve yaşabileceğimizi sergileyen.. İstanbul'un Türkleri, Rumları, Ermenileri, Yahudileri, Çingeneleri, Lazları, Kürtleri ve ötekileri yıllar yılı ve de hala, ayni şarkılar, ayni türküler içinde nasıl yaşamışız, ayni halayları, horonları, zeybekleri dansları nasıl birlikte etmişiz, öyle güzel, öyle özlemle, öyle duygulandırarak anlatıyorlardı ki..
Yani bir insanlık, dostluk ve kardeşlik mesajı, müzikle, dansla bu kadar mı güzel verilir?..
"Sınırları kaldıralım" dedi, solistlerden biri.. "Ama ülkeler arasındaki değil, kafalarımızdaki sınırları.."
Ne doğru, ne güzel laf.. Esas sınırlar kafalarda.. Az önce ara verilmişti. Omzuma dokunan ele kafamı çevirdim.. "Hıncal Bey, sizi 70'li yıllardan tanırım.. Nail Yurdakul'a gelirdiniz terzi.. Arkadaşınız.. Babamın da arkadaşıydı.. Ayni apartmanda otururduk.. Biz Ermeni asıllıyız ve şu sıralar çok huzursuzuz.."
Bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda büyümüş insanlar bugün huzursuzlar.. Niye?.. Kafalardaki sınırlar bir türlü kalkmıyor da ondan..
Kalkacak..
Ağzımızı kapamayı başarır, işi sanata, kültüre ve spora bırakırsak kalkacak..
İşte Türk ve Ermeni Cumhurbaşkanları yan yana milli maç izleyerek en büyük adımı attılar..
İşte Arto, sahnede.. Nasıl bir keyif ve neşe içinde çalıp söylüyor, uzun yıllardır ayrı kaldığı İstanbul'una dostlarına kavuşmanın sevinci ve coşkusu içinde..
Kardeş Türküler kalabalık bir gurup, sazları ve vokalistleriyle.. Boğaziçi Üniversitesi Folklör Kulübü de harika..
O müzik ve o danslar veriyor muhteşem mesajı.. Kalbinizin derinliklerinde hissediyorsunuz o İstanbul mozayığının güzelliğini ve bu güzelliği yıkmak isteyenlerin sebep oldukları kavgaları, ayrılıkları, göçleri..
Lafa gerek yok..
Ama Kardeş Türküler araya lafla girme gereği duyuyor.. Duyuyor ve bir çuval inciri berbat ediyor..
O mozayığı sevgiyle, saygıyla, coşkuyla yeniden kucaklamaya hazırlanırken, sahneden gelen o çok sivri, çoğu politik, çoğu alkış almak için yazılmış gibi duran ucuz politik laflar, acıları kaşıyor, acıları yeniden hem de video görüntüleri ile yineliyor ve bir daha "Ayrılık, bölünme, kavga" tahrikçiliği yapıyor.. Müzik ve dansla hem de nasıl verilen muhteşem mesaj, gereksiz laflarla etkisi yitiriyor..
Bıraksalar Barış, bıraksalar Kardeşlik, Sevgi, Kucaklaşma gecesi olacak gerçekten..
Bırakmıyorlar..
Şinasi Nahit haklı..
"Bu memleket uzun laftan battı!.."
Lafa hiç gerek yokken!..