Geçtiğimiz haftasonu, Mardin Artuklu Üniversitesi öğrencilerinin organize ettiği bir konser için Mardin’deydik.. Konser boyunca üniversite gençlerinin coşkusunu, enerjisini görmek, memlekette tüm yaşananlara rağmen ‘yeni gün’ü umutla bekleyen insanların olduğunu bilmek, her seferinde olduğu gibi, içimizi serinletti..
Konserin ertesi günü, ilk kez 2000’li yılların başında görme şansı bulduğumuz ‘Kadim Süryani Manastırı’ olarak da anılan Deyr-ul Zafaran’ı ziyaret etmeye karar verdik.. Mardin’e 4 km uzaklıkta olan Deyr-ul Zafaran, Ortaçağ’dan kalma bir manastır. Yaklaşık 1500 yıl önce güneşe tapanların, Mezopotamya Ovası’nı gören bir tapınak hayalleri ile temelleri atılmış.. Eski Mardin sokaklarında da yaygın bir renk olan safran renginde taş duvarları var.. Yüzlerce yıl önce bu bölgede safran çiçekleri açarmış. Manastırın duvarlarına renk versin diye, Deyr-ul Zafaran inşa edilirken sıvasında safran çiçekleri kullanılmış.. Sonra, tıpkı Mardin’i terk etmek zorunda kalanlar gibi, safran çiçekleri de manastıra adını vermiş ve terk etmiş o diyarları, yok olmuş, yok edilmiş..
Yazının ilerleyen satırlarında, manastırda bizi tarçınlı karanfilli çayla ve güler yüzüyle ağırlayan Mardin Metropoliti Filüksinos Saliba Özmen’den, hoş muhabbetinden; Mardin bölgesinde yaşanan tüm göçlere, acılara rağmen halkların hâlâ Süryanice, Kürtçe, Türkçe ve Arapça dört dili anadili gibi konuştuğunu bizim memlekette ‘normal’ bir durummuş gibi anlatmasından; uzun yıllar İngiltere’de yaşadığı için daha önce Kardeş Türküler’i izleme fırsatı bulamadığını ama şarkıların, sanatın gücüne, bizim memlekete barış getireceğimize inandığını sık sık dile getirmesinden söz etmek istiyorum ama Radikal’de okuduğum bir haber başka türlü yazmak zorunda bırakıyor beni.
Pazartesi’nin Radikal’indeki Rifat Başaran yazısına göre; Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2009 yılında hazırladığı Ortaöğretim 10. Sınıf Tarih kitaplarında, bu topraklardan ‘’göç etmek zorunda bırakılmış’’ Süryanilerden; ‘dış mihrakların siyasi ve dini çıkarlarına alet olup ayaklanan, başarılı olamayınca da Anadolu’dan ayrılan bir topluluk’ olarak bahsediliyormuş! Sonradan dönüp bakmadım lise kitaplarıma ama ‘80 Darbesi’nin gölgesinde (ikinci yarısında) lise öğrencisi olan ben de benzer bilgilere maruz kalmışımdır büyük ihtimalle, diye düşünüyorum. Şükür, tarih derslerinde çok kötüydüm.. Bana ‘’ezberletilen’’ birçok şeyi hatırlamıyorum bugün.. Fakat ders kitaplarından öğrendiği her şeyi şüphe duymaksızın belleğine yerleştiren, bir türlü unut(a)mayan, hayat boyu ‘dış mihraklara maşa olup kendisini arkadan vuracak komşuları’ndan korkan insanlar tanıyorum ne yazık ki..
Rifat Başaran’ın haberine göre, kitapta Süryanilerle ilgili bölüm şöyle devam ediyor:
‘’Lozan Antlaşması’na göre Süryaniler T.C. vatandaşı sayıldılar... Süryani göçü ekonomik nedenlerle son yıllarda artmıştır. Özellikle yurtdışına göç eden Süryaniler Batı’nın ekonomik refahı içinde yaşamak için o devletlerin siyasi ve dini çıkarlarına alet olmaktadırlar. 1915’te sözde Süryani soykırımı yapıldığı söylenmektedir. Süryaniler 1. Dünya Savaşı’nda Rusları destekleyerek taraf olmuşlardır. Süryanilerle mücadele savaş şartları içerisinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla soykırım sözkonusu değildir. Süryaniler hiçbir sorunla karşılaşmadan dini ve sosyal faaliyetlerini gerçekleştirmişlerdir.’’
Rifat Başaran’ın yazdıklarına çok benzer satırları (bu kez Kürtler hakkında) kendisi tarih öğretmeni de olan arkadaşım Alişan Akpınar’ın BGST Yayınları’ndan çıkan Türkiye’de İfade Özgürlüğü kitabındaki yazısında buluyorum:
‘’Bakalım Kürt adının, tüm lise ders kitaplarında ilk kez geçtiği yer neresidir? Tabii ki ‘Milli Varlığa Düşman Cemiyetler’ kısmı layık görülmüştür Kürtlere. Zor duruma düşen ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya gelen Osmanlı İmparatorluğu’nu bir de yüzyıllardır ‘hoş gördüğü’ topluluklar arkalarından vurmuş ve işgalcilerle işbirliği yapmıştır. Dolayısıyla hiçlik üzerine kurulan Kürt imgesi bu kez de ‘hain’, ‘vefasız’, ‘arkadan vuran’, ‘işbirlikçi’ bir çerçeveye oturtulmuştur...’’[[dipnot1]]
Aklıma hemen Arto geliyor.. Neredeyse bir yıldır ‘Çocuk H’aklı’ albümümüzün hazırlanmasında ve albüm konserlerinde birlikte çalıştığımız Arto Tunçboyacıyan.. Kendisiyle birlikte katıldığım ropörtajların neredeyse hemen hepsinde sözü ilkokul yıllarına getiren ‘çocuk Arto’.. İşte onlardan biri: ‘’Altı yaşında ilkokula gittiğim Ermeni okulunda, Türk tarihini öğrenmek mecburiyetindeydik. Ermeni tarihi okumuyorduk. Ve o Türk tarihinde biz Ermenilerin ne kadar kötü ve düşman olduğu anlatılıyordu. O altı yaşındaki çocuk kaldı içimde, büyümedi..’’ (23 Nisan 2011, Müjgan Halis’le söyleşi, SABAH)
‘Okul’u bir daha asla sevemeyen Arto’yu düşünüyorum..
Ve hemen ardından, Deyr-ul Zafaran’ı dolaşırken dinlediğimiz, sabah ilahilerini söyleyen Süryani çocukların sesleri kulaklarıma geliyor.. Acaba ders kitaplarında Süryaniler hakkında yazılanları okuduklarında neler hissediyorlardır? ‘Okul’da da manastırda anadillerindeki ilahileri söylerken oldukları kadar mutlu olabiliyorlar mıdır?
Her şeye rağmen, biliyorum ki, bu ‘sözde’ tarih kitapları Süryanilerin, Kürtlerin, Ermenilerin, .. hepimizin bu toprakların çocukları olduğu gerçeğinin üzerini örtemez, örtemiyor..