Bilindiği gibi yaklaşık yirmi yıldır bu coğrafyada yaşayan farklı kültürlerin arasından sesleniyor ve dil, inanç ya da cinsel yönelim farklılıklarından güç almaya çalışan her türlü ayrımcılığa; insanlar arasında oluşturulan eşitsizliğe; dayatılan adaletsizliklere ve yoksulluğa karşı sesimizi yükseltmeye çalışıyoruz. Gösterilerimizde, tekçi anlayışlara karşı çeşitliliğin zenginliğini öne çıkartıyor; çokkültürlü yaşamın ipuçlarını arıyoruz...
Yine bilindiği üzere, bu ülkede bu işleri bıkmadan usanmadan, üstelik de her geçen yıl biraz daha inanarak ve güçlenerek yapmak o kadar kolay değil. Ne yazık ki çok ciddi engeller ve alınması gereken mesafeler var... Ama çokkültürlülüğün kökleri de bir o kadar derinlere kök salmış durumda… Şarkılar sınırsız, danslar sınırsız... Belki yapacak çok iş var; ama bizim de sayımız az değil, kalabalığız. Yapılan çalışmaların her aşamasına elinden gelen desteği sunmaya, birlikte durmaya çalışan o kadar çok insan var ki!..
2000 yılından bu yana gerçekleştirmekte olduğumuz Harbiye Açıkhava gösterileri, bu birlikte duruşun en büyük göstergesi. Gerek sahne üstünde gerek sahne arkasında çalışanlar gerekse seyirciler olarak bu gösterilerde Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda bulunmak, başlı başına tekçiliğe karşı, barış yanlısı bir duruş halini almış durumda. Seyircilerin genel olarak bu gösteri boyunca olumlu ve katılımcı bir tutum sergilemesini, barış taleplerinin seslendirebileceği ortak zemin arayışından bağımsız düşünemeyiz. Savaş çığırtkanlıkları yerine barışın; ayrımcılık yerine eşitlik ve kardeşliğin vurgulanabileceğini apaçık bir şekilde gösteren bu gösteriler, hepimizin geleceğe dönük umutlarını tazelemekte.
* * *
Geçtiğimiz 14 Eylül akşamı, yine Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’ndaydık ve yine benzer duygular yaşadık. Dönem olarak pek de içaçıcı günlerden geçmediğimizin fazlasıyla farkında olduğumuz; savaş koşullarının yine tırmanmaya başladığı; ölümlerin arttığı; savaşa karşı çıkan seslerin medyadaki haber kirliliği içinde kaybolmaya terk edildiği bir ortamda, seslerimizi barıştan yana daha da fazla yükseltmemiz gerektiğini biliyorduk ve gösteri de bu doğrultuda hazırlanmaya çalışılmıştı...
Amerika’dan bu konser için gelerek ud ve cümbüşüyle aramıza katılan Ara Dinkjian ile son albümümüz “Çocuk (H)aklı”nın müzik direktörlüğünü yapan Arto Tunçboyacıyan, artık birer “yol arkadaşı” olarak, bütün içtenlikleriyle yine aramızdıydılar. Türkiye popüler müzik tarihinin en önemli isimlerinden Sezen Aksu’nun da gösteriye katılması ve gerek Ara gerekse Arto ile daha önce yapmış olduğu çalışmalarını Kardeş Türküler’le birlikte 14 Eylül akşamı bir kez daha yorumlaması, seyirciye tarifi zor güzelliklerden birini yaşattı. Sezen Aksu’nun sahneden ayrılırken sarfettiği sözler hâlâ aklımızda: “...Bunca yıldır bize kardeşliğimizi dirençle hatırlatan Kardeş Türküler’e sonsuz teşekkürler!..”
Bu yaz birlikte atölyeler yapma şansı bulduğumuz Okmeydanı Halkevi’ndeki çocukların oluşturduğu koro ile Açıkhava sahnesini paylaşmak ise çocukların önyargısız, ayrımcılık gütmeyen dünyalarıyla birlikte olmamızı ve umutlarımızı biraz daha tazelememizi sağladı. Okmeydanı’nında her biri farklı kültürel kimliklerden gelen çocuklar, Halkevlerinin sağladığı parasız eğitim sayesinde birlikte çalışıyor ve aslında kendilerini keşfediyorlar. Bizlerin de bu sürece katkımızın olmasını çok önemsiyoruz; ama bu tür katkıların sadece bir sahneyi paylaşmaktan ibaret kalmamasının; kendileriyle yapılan sanatsal çalışmaların daha verimli gitmesinin ve bu çalışmaların uzun sürelere yayılarak sistematik bir hâl almasının gerekliliğine de derinden inanıyoruz.
Bir süre önce talihsiz bir şekilde Açıkhava sahnesinde ırkçı protestoların hedefi olan Aynur Doğan da konserin bir diğer konuğu olarak planlanmıştı. Birkaç ay önce yaşanan bu üzücü olayın hemen ardından, Bgst olarak bu durumu protesto etmiş ve destek eylemleri başlatmıştık. 14 Eylül akşamı, yine Harbiye Açıkhava’da Aynur’la birlikte seyirci karşısına çıkmak, ülkemizde bu tür moral bozucu durumlarla yüzleşmek zorunda kalan insanların yalnızlaştırılmasına; ırkçı protestoların sıradanlaştırılmasına ya da önemsizleştirilmesine sanatçı dayanışması içerisinden verilebilecek en güzel cevaplardan biri olacaktı. Ancak Aynur Doğan, sağlık sorunları gerekçesiyle 14 Eylül akşamı Açıkhava sahnesinde yapılacak konsere katılamayacağını bildirdi. Böylelikle dayanışma kültürü adına önemli bir fırsat kaçırılmış oldu; ama bu durum, alternatif çalışmalar yapan bütün sanatçıların, yaşadığımız coğrafyanın sorunlarına yönelik seslerini daha gür bir şekilde çıkartması ve bu doğrultuda, her zaman dayanışması gerektiğine olan inancımızı azaltmadı.
Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nden katılan arkadaşlarımızın dinamizmlerini bu yıl sahnede önceki yıllara oranla daha fazla yansıtabilmeleri önemliydi. Sahne üstündekilerin birbirleriyle daha fazla ilişki kurabilmelerine olanak tanıyan yeni sahne yerleşiminin de etkisiyle, özellikle vokal bölgesinde yer alan genç arkadaşların bu yılki katkılarının daha aktif bir şekilde hissedilmesi, şüphesiz gösterinin en önemli artılarından biriydi. Önümüzdeki dönemlerde yapılacak ortak çalışmalarla bu noktanın daha da geliştirilmesi ve de genele yayılması, Kardeş Türküler projesinin daha uzun yıllar kendini yenileyerek devam edebilmesine muhakkak katkıda bulunacaktır.
Dans bölgesinde, geçen yıllarda olduğu gibi, bu yıl da farklı denemelere gidilerek dört toplu dans sahnesi hazırlandı ve iki solo performans sergilendi. Dört toplu sahneden ikisi, “Çocuk (H)aklı” albümünden 1-0 ve Yoyo şarkıları üzerine hazırlanırken; dans adımı ve atmosferi olarak Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerinden esinlenilen Samyeli ile Laz / Pontus horonlarından yola çıkılarak kurgulanan Deniz-Balık-İnsan sahneleri, özel olarak perküsyon odağıyla ortak yapılan çalışmalar sonucu üretildi. Solo performansların ilki, yine “Çocuk (H)aklı” albümünden 7/8’lik bir Balkan şarkısı olan Güldaniyem’in son bölümünde, diğeri ise Nazar şarkısının “Ağır Roman” bölümünde icra edildi ve seyirciden olumlu tepkiler aldı.
BGST Kardeş Türküler projesinin özellikle Harbiye Açıkhava gösterileri, geniş katılımlı, kalabalık gösteriler. Bu gösterileri birer “buluşma” olarak da adlandırabiliriz. Profesyonel ya da amatör, farklı kesimlerden ve disiplinlerden (müzik, dans, edebiyat, görsel sanatlar…) gelen sanatçılar, bu gösteriye katkıda bulunup sahnede seslerini birleştirebiliyor, birbirlerini olumlu anlamda etkileyebiliyorlar. Ancak bu geniş katılımın sanatsal estetiğini oluşturmak tabii ki kolay olmuyor. Bütün katılımcıların belli bir sanatsal üslup üzerinde ortaklaşmaları ve bir “dil” oluşturmaları; performansı belli bir seviyenin üzerine taşımaları; bunu yaparken ‘birbirine tabi olan’ değil; ‘birbirine saygı duyan, birbirini kollayan ve destekleyen’ bir icracı kültürünün oluşması, ciddi bir birlikte çalışma disiplininin de oluşmasına bağlı.
Bu yıl, özellikle müzik bölgesinde, aramıza konuk enstrümancı olarak katılan arkadaşlarımızın sayısı oldukça çoktu. Belli bir seviyenin üzerinde enstrüman hakimiyeti olan bu arkadaşlarımız, şarkı icralarına şüphesiz önemli katkılar sunmuşlardır; ancak bu yıl, bu sayının çokluğunun ve aramıza yeni gelen arkadaşlarla yeteri kadar ortak çalışma alınamamasının, hazırlık sürecini epey zorlayan bir etken olduğunu söylemek gerekir. Ortak bir fikir etrafında buluşan ve belli bir aksiyon birlikteliği isteyen bu tür kalabalık üretimlerde, çalışma ortamlarının genel gidişatına ilgi örgütleyebilmek ve önerilerle katkı sunabilmek son derece değerli ve gereklidir. Bunun olmadığı durumlarda ise, ya ‘‘Ben sadece kendi işimi yaparım, ötesine karışmam.’’ diyen “profesyonelist” ve “piyasacı” eğilimler, ya da bazı teknik olanaksızlıklar arkasına sığınıveren “amatörist” yönelimler kendisini gösterebilir. Açıkçası bu tür eğilimleri, bu seneki gösteride yer yer fazlaca hissettiğimizi söylemek ve bu durumun seyirci tarafından da çeşitli düzeylerde hissedilmiş olduğunu tahmin etmek de pek yanlış olmayacak.
Geçtiğimiz yıl boyunca, gerek stüdyo ortamında gerekse konserlerde uzun erimli çalışma fırsatını bulduğumuz Arto Tunçboyacıyan’ın sahneye katkısından da bahsetmek gerekiyor. Sahne üstü icra disiplini ve seviyesini üst noktalara çeken; kadroyu inisiyatif alma ve doğaçlama yapma konusunda deneyimiyle cesaretlendiren Arto’nun, gerçekten bizlere ve tabii ki gösteriye büyük katkıları oldu. Ancak, Harbiye Açıkhava’da kendisinin icracı olarak yer almadığı bazı şarkılarda (özellikle de son bölümde), genel performansın düşmesi, birçok izleyenimiz tarafından dillendirilen ortak bir eleştiri olarak gelmişti. Bu durumun nedenlerini deneyimli bir müzisyen olarak, özellikle perküsyon dünyasında parlak bir geçmişe sahip olan Arto’yla kurduğumuz ilişkide aramanın daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Kendisinden çok şey öğrendiğimiz bir gerçek; ama bu durum, icra aşamasında kendisine tabi olunmasına ya da onun çalmadığı şarkılarda inisiyatifsiz kalınmasına da yol açmamalı. Kendisiyle ortak yaptığımız çalışmalarda bize örneklemeye çalıştığı müzikal form ve tavırların üzerine daha sistematik bir şekilde gitmek, daha özgüvenli bir sahne duruşunu da beraberinde getirecektir şüphesiz. Bireysel çalışmaları daha düzenli ve sistematik bir şekilde yürütmek; katılan herkesin kendini rahatça ifade edebildiği verimli ve nitelikli çalışma ortamları kurmak; bu ortamların altyapılarını hazırlamak; arkaplan çalışmalarından icra çalışmalarına kadar gösterinin yapım-koordinasyon aşamalarının daha katılımcı bir şekilde kurgulamak elzem bir yerde duruyor. Bu tür eksikleri giderdikçe, icra sorunlarının çözüm noktasına daha da yaklaşacağımızı düşünüyoruz.
’90’lı yıllardan bu yana kimlik mücadelesine ve çokkültürlülüğe odaklanan çalışmalarımızda, bu coğrafyada konuşulan farklı dilleri, farklı inançları vurgulayan çalışmalar yapıyoruz ve çokkültürlülüğün hayatın her alanında kabul edilmesi doğrultusunda uğraş veriyoruz. Son dönemlerde, hayat mücadelesinin kendisinin çokkültürlü bir şekilde verilmesini; yoksulluk, çevre, cinsiyetçilik, vb. sorunların bu şekilde gündeme getirilmesini; hiçbir kültürün birbirine üst’lük taslamadığı bir ortamda, mücadelelerin çokkültürlü ve çokdilli bir şekilde yürütülmesini benimsedik. Hepimiz bu coğrafyadaki bütün kültürlerin mirasını taşımaktayız ve bugün Türkiye’de yaşayanlar olarak farklı kültürlerin harmanıyla oluşmuş kimliklere sahibiz. Birimizin derdi, hepimizin derdi; birimizin mutluluğu, hepimizin mutluluğu… Birlikte barış içinde yaşamanın vurgulanması, bu içiçe geçmişliğin vurgulanmasına da bağlı. Sanatsal anlamda “o da var, bu da var”ın ötesine geçmek; altkültürel yaklaşımları reddedip kültürlerarası geçişkenlikler üzerinden bir sanatsal dil yaratmak; yaşadıklarımızı bu tür bir çokdillilik üzerinden ifade edebilmek çok önemli bir yerde duruyor. Bugün hala bu noktaya sanatsal bir cevap oluşturmaya çalışıyoruz ve bu yöndeki uğraşların da hiç kolay işler olmadığının altını çizmek zorundayız. Bu yılki Harbiye Açıkhava gösterisinde, belli yerlerde çeşitli ipuçlarının oluşturulabildiğini düşünüyoruz. Özellikle Arapça-Kürtçe bir şarkı olan Yoyo ile Aşık Sinem Bacı’dan aldığımız Uyu Deme şarkılarının düzenlemelerinde ve bağlantı bölümündeki doğaçlamalarda kendini gösteren -misket formu olsun, bozlak formu olsun, ‘mawwaal’ olsun, Ortadoğu ritimleri olsun, dengbej vokalleri olsun, ‘rock’ ögeler olsun- farklı müzikal geleneklerden gelen formların hepsinin savaş karşıtı bir zeminde içiçe geçip ‘‘hemavaz’’ olabildiklerini gördük. Bu denemeler, Kardeş Türküler projesinin önümüzdeki dönemlerde nereye doğru evrileceğini belirleyebilecek önemli denemeler ve geçtiğimiz Nisan ayında çıkan “Çocuk (H)aklı” albümünün mutfak aşamasından bu yana çalışma gündemlerimiz arasında önemli bir yer tutuyor. Bu gösteride, bahsedilmeye çalışılan geçişkenliklere yönelik, danslar ve müzikler üzerinden çeşitli örnekler sunulmuş durumda. Bu tür denemelerin artırılması ve genele yayılması gerekiyor...
* * *
Gösteri sonrası bir seyirciden duyduğumuz “Harbiye Açıkhava’da sanki başka bir ülkede yaşıyor gibiydik!” cümlesi dikkatimizi çeken seyirci tepkilerinden biriydi.
Bu cümleye hem sevindik hem de üzüldük. Sevindik; çünkü kardeşçe bir arada yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu, birkaç saatlik bir gösteride de olsa, anlatabildiğimizi düşündük. Üzüldük; çünkü önyargılarımızı ve dayatılan alışkanlıklarımızı yıkarak bu birkaç saati bütün bir yaşantıya yaymak için daha çok mesafe kat etmeliydik!..
“Yaşadığımız günler, bize çok şeyler öğretti. Acılar, sevinçler, ayrılıklar, kavuşmalar, gözyaşları… Ve bugün artık yeni şeyler söylemenin zamanı geldi…” sözüyle yola çıkarak 14 Eylül akşamı, “Yeni Bir Gün”e danslarımızla, şarkılarımızla bir “Merhaba!” dedik. Henüz sadece “Merhaba!”… Çünkü özgürlük ve eşitlik yolunda daha söyleyecek çok sözümüz, konuşacak çok konumuz, yapacak çok işimiz var…