Gola Kültür, Sanat ve Ekoloji Derneği’nin öncü çabaları eşliğinde ve büyük bir coşku ve inançla gerçekleştirilen Yeşil Yayla Festivali’nin ikincisi, bu yıl Temmuz ayı içinde gerçekleşti. Festival’in, Doğu Karadeniz halklarının ekolojik ve kültürel değerlere yönelik duyarlılığını artttırmak; bu değerlere önce yerel, sonra ulusal ve uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmek amacıyla gönüllü bir girişim olduğunu, yakın dostumuz Laz müziği sanatçısı Birol Topaloğlu aracılığıyla biliyorduk.
Aynı festival, geçtiğimiz yıl, Rize'nin Ardeşen, Çamlıhemşin, Ayder ve Pazar gibi farklı noktalarında türlü etkinliklerle gerçekleştirilmişti ve festivale geleneksel bir karakter kazandırılmaya çalışılıyordu. Geçen yıl farklı bir tema başlığı altında bir araya gelen festival katılımcılarının bu yılki buluşma teması: “Geleneksel Kırsal Mimari” idi. Festivali organize eden dernek yetkilileri, hızla yok olmaya terk edilen Doğu Karadeniz’in geleneksel mimarisini tanımak, tanıtmak ve korumak hedefi ile bir araya gelmişlerdi bu yıl ve canla başla çalışıyorlardı.
2007 yılının Yeşil Yayla Festivali’ne Kardeş Türküler olarak biz de davet edildik. 7 Temmuz Cumartesi sabahı, Kaçkar Dağlarının savurduğu tertemiz rüzgârların serinliğiyle ve yeşilin binbir tonuyla kucaklaşıverdik. Rüzgârla, yeşille ve akışını seyredende hürmet uyandıran vakur Fırtına Deresi ile merhabalaşırken Karadeniz’in meşhuru yağmur da tutuverdi ellerimizden. Ve açıkçası, günboyu da bırakmadı. Aralıksız bir coşkuyla yağan yağmur, konserimiz açıkhavada gerçekleşeceği için, bizleri giderek endişelendirmeye başlamıştı ki, dostlarımız Birol ve Refika, yağmurun bu yörede coğrafi bir unsur olduğu kadar aynı zamanda kültürel bir unsur olduğunu, dolayısıyla festival kapılarının yağmurlara da açık tutulduğunu anlatıverdiler neşelerinden hiçbir şey yitirmeden.
Yağan yağmurların altında, elektrikli teknik düzenekler kurulamadığı için tulumdan, Birol Topaloğlu’nun nefesi ile yükselen birbirinden coşkulu ezgilerle ve Lazca, Türkçe, Hemşince, Megrelce türkülerle coşuldu o gün. Kardeş Türküler konserinin gerçekleştirilebilme olanakları imkânsız bir hale gelince Birol Topaloğlu’nun sıcak daveti üzerine sahneye geldik ve sahnedeki Karadenizli müzisyenlerle olduğu kadar, yağmur altında bizleri dinleyen hatta dinlemekle kalmayıp horona duran Karadenizlilerle birlikte hep beraber, “İki Ayak Horonu”nu seslendirdik: “Sevdaluktan kim ölmüş işte ben ölüyorum... / Oi oi mu pare, mu pa do so vidare...”
8 Temmuz sabahı, sıcacık bir Pazar güneşiyle uyanıverdik. Fıkralarıyla, şakalarıyla da ünlü Karadeniz’in yağmuru da tıpkı bir şaka gibi göz kırpıp gülümseyerek çekilip gitmişti sanki. Belki de bir önceki gün üzerimize boca ettiği sularıyla yakalarımızdan tutup şöyle bir silkelemek istedi bizleri diye düşündük. “Bu yeşil, bu güzel Karadeniz’de, tertemiz bulutların yağmurlarını dökmek istiyorum üzerlerinize; radyoaktif zehirlerin, asitlerin, gazların sularını değil!..” demek istiyor gibiydi. Kim bilir?
Konser, horon gösterileri gibi etkinliklerin yanı sıra, festivalde alternatif pek çok çalışmaya da yer verilmişti. Mesela, yörede, doğa ile muhteşem bir uyum halinde, Fındıklı Abu Çağlayan’da bundan yüzlerce yıl önce inşa edilmiş geleneksel ‘dolma taş’ evlerini de gezdik yerel bir rehber eşliğinde. Bugün, olur olmaz yerlere çarpık bir yerleşim ve yapılaşma içinde bina edilen çirkin yapıları da görünce bu evlerdeki mimariden hiçbir feyz alınmamış olması hayret vericiydi herkes için. Aradan geçen beş yüz yıla yakın bir zamana rağmen hiçbir çürüme emaresi göstermeyen ve bugün dimdik ayakta duran bu evlerden birinin bahçesinde Dalepe Nena’nın verdiği keyifli dinleti, festivalin önemli etkinliklerinden sadece biriydi. Birol Topaloğlu ve Dalepe Nena ile de bu bahçede yan yana şarkılar söyledik. Şenlikli şarkılarımızdan yükselen dilekler, yüreklere şunları söylüyordu:
“Çokkültürlü coğrafyamız, bir arada yaşamalara yatkın bir coğrafyadır ve soylu bir gelecekte barış içinde bir arada yaşamak istiyorsak bu çokkültürlü konumumuzu korumaktan başka hiçbir çaremiz yoktur!
Doğa, her gün biraz daha yok oluyor. Doğa yok oldukça, insanlığımız da yok olacak. Bilimi, teknolojiyi, mimariyi doğayı kurtarmak ve yeniden kazanmak amaçlı kullanıp geliştirmediğimiz sürece kötülükler de sona ermeyecek.”
Ve bu anlamlı festivale emek veren, konuk olan ya da katılan herkes olarak biliyorduk ki, insanları insan yapan değerleri yok etmeye kimseciklerin gücü yetmeyecek...