METİN AND: BİR AYDIN ÜZERİNE TEZLER

Fırat Güllü (16.03.2007)

BGST web sitesinde yayınlanan ve Metin And'ın "Osmanlı Tiyatrosu" adlı kitabı üzerine bir değerlendirme  olma niteliği taşıyan "Osmanlı Tiyatrosu: Çokkültürlü Tiyatro Geçmişimiz" başlıklı yazım üzerine tartışma fırsatı bulduğum kimi arkadaşlar bana, yazar hakkındaki bazı değerlendirmelerime katılmadıklarını belirttiler. Bu konudaki temel eleştiri, kitabına "Ermeniler ve Ermeni Sorunu" başlıklı bir ek yerleştirerek, 1915'de olanlar üzerine tamamıyla resmi tezi desteklediğini, yurt dışında katıldığı her türlü toplantıda devletin bir elçisi gibi hareket ederek "soykırım tezi"nin savunulmasını engellemeyi bir görev bellediğini ve devletin gönüllü bir sözcüsü gibi davrandığını belirten bir akademisyenin, daha baştan üzerine eğildiği konuya ilişkin tarafsız değerlendirme yapma fırsatını yitirdiği ve benim bunu fazlasıyla mazur göstermeye çalıştığım yolundaydı. Bu eleştiriler üzerine yazıyı yeniden okudum ve kullandığım kimi ifadelerin kastımı aşan anlamların doğmasına yol açtığı kanaatine vardım.

Yazının son kısmına eklediğim, yukarıda sözü edilen eke ve genel anlamda yazarın Ermeni sorunu üzerine temel yaklaşımına odaklanmayı amaçlayan bölümde, bu ekin ve 300 sayfalık bir kitapta -çok da fazla yer kaplamayacak biçimde- kullanılan kaba bazı milliyetçi ifadelerin "anlaşılır nedenleri" olduğunu söylerken, "bu yaklaşımı anlayışla karşılayalım" gibi bir  öneri sunma niyetinde değildim. Peki ne söylemeye çalışıyordum? Sanırım bu konuyu biraz daha açmalıyım.

Metin And "Osmanlı Tiyatrosu" adlı kitabını ilk kez 1976 yılında yayınlamış olmasına rağmen bu kitap "Türk Tiyatrosu Tarihi" dizisi kadar popüler olmamıştır. Hatta Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi (AÜDTCF) tarafından sadece 1000 kopya bastırılmış ve bunların 500'ü akademi içerisinde dağıtıldıktan sonra diğer 500 kopyanın üniversite kitapevinde satılmasıyla yetinilmiştir. Açıkçası kitabın varlığını ben Dost Kitabevi'nin 1999 yılında yeniden yaptığı baskı sayesinde öğrendim. Kitabın geçmişte Metin And'ın diğer kitaplarının ulaştığı popüleriteyi yakalayamamasının nedenlerini anlamak hiç de zor değil: Kitap açıkça Tanzimat'tan başlayıp Cumhuriyet'e kadar uzanan ve "Çağdaş Türk Tiyatrosu Tarihi" olarak adlandırılan sürecin, Namık Kemal, Ali Bey, Şemsettin Sami, Ahmet Mithat Efendi gibi yazarların Türkçe olarak kaleme aldıkları eserlerine atfedilen başlangıç döneminin, aslında İmparatorluğun Ermeni vatandaşlarının yürüttüğü tiyatro faaliyetlerinden bağımsız düşünülemeyeceği tezini savunmaktaydı. Daha net bir şekilde söylemek gerekirse "bu ülkede çağdaş Türkçe tiyatroyu Ermeniler başlatmıştır" gibi, milliyetçi kesimler tarafından asla kabul edilemeyecek bir gerçekliğin aydınlığa çıkmasına hizmet ediyordu.

Yazarın mensubu olduğu akademik geleneği ve entelektüeller kuşağını dikkate alırsak bu durum bize şaşırtıcı gelecektir. AÜDTCF, Cumhuriyet'in ilk yıllarında doğrudan yeni rejimin ihtiyaç duyduğu entelektüel kadroları üretmek için, kozmopolitizmin simgesi olan İstanbul Darülfununu'na rakip olarak kurulmuş bir kurumdur ve içindeki devletçi ruhu kaybetmeden bugünlere kadar gelmiştir. 1930'larda, Türk dili ve tarihi üzerine çalışmalar yapmanın ve yeni oluşan sınırlar içerisinde birleştirici bir milli coğrafya disiplini yaratmanın yeni bir ulus yaratmak için vazgeçilmez olduğu düşünülüyordu. Bu anlamda da yeni fakülte genç rejimin gözbebeğiydi. Dolayısıyla yeni ulus devletin temellerini sağlamlaştırmak için kurulmuş bir kurumdan ve onun kadrolarından, bir imparatorluğun kozmopolit mirasına göndermeler yaparak ulus devlet paradigmasının üniterlik argümanını sarsacak çalışmalar çıkmasını beklemek çok da mantıklı olmayacaktır. Sonuçta Metin And'ın AÜDTCF içerisinde biçimlenen akademik kişiliğinin bu "devletçi kaynaktan" yeterince beslendiği aşikardır. Diğer bir nokta And'ın dahil olduğu entelektüeller kuşağının temel nitelikleriyle ilgilidir. 1927 doğumlu olan And kelimenin tam anlamıyla bir "Cumhuriyet çocuğu"dur. Cumhuriyetin bu ilk kuşak akademisyenlerinin çoğunluğunun, farklı siyasi ve ideolojik kanatlarda yer almakla beraber ortaklaştıkları en önemli nokta, içselleştirdikleri  Kemalist (ya da Atatürkçü) yaklaşımın doğal bir uzantısı olarak üniter ulus devlet, laiklik, milliyetçilik gibi kavramlar konusundaki dogmatik tutumlarıdır.

Ancak içinden geldiği akademik yapının ve entelektüeller kuşağının tüm bu özelliklerini taşımakla beraber Metin And'ın bir başka özelliği daha vardı ki bu onu diğer meslektaşlarından ayırır. And tüm çalışmalarında -kimi zaman rahatsızlık verecek oranda- titiz bir kaynak çalışması yürütmesiyle tanınır. Hatta bu özelliği nedeniyle zaman zaman ihtiraslı bir koleksiyoncu gibi algılandığı da olmuştur. "Osmanlı Tiyatrosu" adlı kitap incelenecek olursa And'ın bu titiz veri toplayıcılığının bu çalışma için de belirleyici olduğu hemen anlaşılacaktır. And bu çalışmayı kaleme alırken sadece bir kuşak önce yaşamış tiyatro tarihçilerinin eserlerini, eski gazeteleri ya da sahaf dükkanlarına düşmüş kimi birinci el kaynak kırıntılarını yeterli bulmamış, Osmanlı halklarının yaşanan trajediler sonrasında birbirinden koparak ayrışmış ortak geçmişlerinin izlerini aramak için, bugün ulus devletlerin sınırlarıyla net bir biçimde ayrılmış ülkelerde de çalışmalar yapmıştır. And kitabın giriş bölümünde konuya ilişkin şunları söylemektedir:

"Osmanlı Tiyatrosu'nun yöneticisi Güllü Agop Ermeni asıllıydı, tiyatronun sanatçı kadrosunun çoğu , teknik ve sahne gerisi görevlilerinin hemen hepsi Ermeniydi. Türk kaynaklarına göre topluluk yalnızca Türkçe gösterimleri veriyordu, zaten Türk hükümetinin tiyatroya tanıdığı imtiyaz da yalnızca Türkçe gösterimler için tanınmıştı. Oysa işin gerçeği bu topluluk Türkçe gösterimlere eşit sayıda Ermenice gösterimler de yapıyordu. Üstelik topluluğu oluşturan Ermeni sanatçıları ve tiyatro adamları üzerine Türkçe kaynaklarda hiçbir bilgi yoktu; ayrıca, başka konularda da Türk kaynakları boşluklar gösteriyordu. İşte yıllar önce bu konulara ilgi duyarak gittiğimiz her yerde Ermeni Tiyatrosu üzerine kaynak topladık: Tiflis'e yaptığımız kısa bir yolculukta, Amerika'da, Beyrut'ta ve bizim sahaflarda bulduğumuz süreli yayın ve kitapları biriktirdik, sonunda bir sandık dolusu Ermenice malzeme oldu. Ermenice bilmediğimiz için iki yıl Bayan Ş. Mumcıyan adlı Ermeni asıllı, kültürlü bir yardımcı ile bu malzemeyi teker teker inceledik; anlaşılmasında zorluk çekilen yerlerde A. Dilaçar'a danışarak eksik bir nokta bırakmadık. Ancak Ermeni kaynakları da çoğunlukla güvenilirliklerinde kuşku yaratıyordu. Önce çoğunlukla duygusaldılar ve Türkçe gösterimler verdiğinden, Türk kamu kesimine ve Türk aydınlarına yakınlığından ötürü Güllü Agop'a düşmanlık besliyorlardı. Çağdaş Ermeni süreli yayınlarında çıkan yazı ve haberler çağdaş oldukları ölçüde  güvenilirdi, ancak yazı ve incelemelerin yanlışlarını, boşluklarını, Türk süreli yayınlarındaki anılar, mektuplar ile tamamlayınca ortaya çıkan görünüm daha bir nesnellik kazandı." (sf. 21-22)

Kişisel görüşüme göre And'ın eserini değerli kılan yön, onun yer yer araya giren ya da kitaba bir ek olarak eklenen devletçi, dogmatik anlayışı değil, yukarıda onun kendi sözleriyle özetlenen, titiz bir biçimde veri toplamaya dayalı, araştırmacı yaklaşımıdır. Elbetteki And'ın kitabını kaleme alırken verileri kendi süzgecinden geçirerek eserine taşıdığını ve neticede kaynaklara biçim verenin biraz da onun eli olduğunu kabul etmeliyiz. Ancak eser yakından incelendiğinde, çok geniş bir malzeme içermesi nedeniyle, okuyucunun kendi yorumunu geliştirmesine zemin hazırlayacak yeterli miktarda veri içerdiği anlaşılacaktır. İşte eser bu nedenden dolayı, klasik Türk Tiyatrosu tarihçelerinin çizdiği çerçevenin dışına çıkmamıza ve bu topraklarda bir zamanlar yaşanan çokkültürülü atmosferi daha yakından hissetmemize hizmet etmektedir.