Bize tiyatrocu geçmişinizden biraz bahseder misiniz, tiyatroya ilginiz nasıl başladı?

Devlet tiyatrosunda 10 yıl önce izlediğim bir oyun beni tiyatro ile tanıştırdı. Oyundan çıktığımda içimde dayanılmaz bir tiyatro istediği oluştu. Bu istemle bir arayışa yöneldim. Tabi o zaman bugünkü şartlarım yoktu. Hayat şartlarım pek elvermiyordu. Birlikte olduğumuz arkadaş çevresinde de böyle bir heves olunca, o zamanki zekâmıza göre bir oyun hazırladık. Oyun o zamanki politik atmosferin etkisindeydi. Hazırladığımız oyun ile bir iki düğüne çıktık. Sonrası, bölgenin kaçınılmaz kaderi sonucu tutuklandım. Cezaevinde arayışlarımız sürdü tabii. Çok fazla bir imkân olmasa da tiyatro üzerine bir araştırma içine girdim. Teorik araştırmaların yanında, oyunculuk esaslarına ilişkin bir yoğunlaşma içinde oldum. Okuduğumuz kitaplardan temrinler çalıştım. Tiyatronun büyülü dünyasının kapısını cezaevinde araladım diyebilirim. Bende merak konusu olan sorular orada aydınlandı. Sonra edindiğim tecrübe ile oyunlar yazmaya başladım. Tabi gecelerde yaptığımız skeçleri dışında tutarsak. Kendi oluşturduğum oyun metinleri de var. Fakat ne yazık ki, yazdığım oyunlar o zamanki şartlarımız nedeniyle elimde değil. Yazdığım oyunlar o zamanki moral anlayışımıza uygun oyunlardı. Oyun seviyesinde birkaç oyun yazmıştım. Bunlardan bir tanesi tek perdelik bir oyundu. Amcasına kalmış yetim bir çobanlık yapan bir çocuğun yaralı bir devrimci ile tanışması sonrası uyanmasını konu ediniyordu. Buna benzer temalı bir iki oyunum daha vardı. Birinin önermesi şuydu; 'kayıtsızlık insanı felakete götürür.' Bu oyun ile insanın çevresinden istese bile soyutlanamayacağını, kederde ve kıvançta toplumun yaşadığını, yaşayacaklarını ortaya koymaya çalıştım. Toplumdaki duyarsızlığa bir tepki vermek istedim. Ayrıca epik ölçüleri bulunan Kürtçe bir destanın tekstini yazdım. Cezaevinde Türkçe yazmak zorundaydım. Zira cezaevinde Türkçe dışında bir dilin kullanılması yasak. Kürtçe yazdıklarımız bizim gibi içerde 'mahpus' kalıyordu. Aslında kibarca Türkçe yazmaya teşvik ediliyorduk. Tabi yasakların yanında, kendi dilimize yabancılaşmamız Kürtçe yazmamızın önünde ayrı bir engeldi.

Cezaevinden tahliye olduktan sonra bir yıla yakın bir süre Mardin Kültür Merkezinde tiyatro çalışmalarında bulundum. Kültür merkezimiz yeni kurulduğu için oldukça sorunluydu. Maddi imkânsızlıklar, çalışanların yetersizliği önemli problemler arasındaydı. Halkın ilgisi fazlaca vardı. Otuza yakın tiyatro öğrencimiz vardı. Benden önce kültür merkezinde çalışan bir hocamız vardı. Eğitim almaya gelen öğrencilerden Hêlîn ismiyle bir tiyatro grubu oluşturmuştu. Ancak bu, birçok yönüyle eksikliği bulunan bir gruptu. Çoğunluğu lise son sınıf öğrencisinden ve tiyatro öğrenmek isteyen gençlerden oluşuyordu. Aralarında üniversite öğrencisi olanlar da vardı. Kültür merkezine gitmemle birlikte, hoca arkadaşımızla bir eğitim programı çıkardık. Haftada iki gün eğitim vermeye başladık. Ben tiyatronun teorik yönü üzerinden eğitim verirken, hocamız da sahne bilgisi üzerinde eğitim veriyordu. Haftada bir gün üç saati geçmeyecek şekilde prova alıyorduk. Hem öğrencilerin, hem de halkın bizden bir çıkış yapma beklentisi vardı. Halk bizden bir etkinlik istiyordu. Bir şeyler yapmanın ağırlığı bütün herkesi sarmıştı. Ancak bizim sahneye çıkacak hiçbir koşulumuz yoktu. Bir tek inançlarımız vardı. Teknik donanımsızlığımız, acemiliğimiz önemli bir dezavantaj olarak önümüzde duruyordu. Elimizde provaları benden önce başlamış bir skeç bulunuyordu. AKSM (Akdeniz Kültür Sanat Merkezi) bünyesinde çalışan bir arkadaşın yazdığı skeç güncel argümanlara dayanıyordu. Ancak sahneye çıkacak nitelikte değildi. Oyunu zamansızlıktan dolayı, ilk etapta sınırlı bir düzeltme ile sahneledik. Bu oyunla Kızıltepe'de sahneye çıktık. Bu bizim ilk sınavımızdı ve olumlu tepkiler aldık. Oyunu çok sayıda seyirci izledi. Seyirci oyunumuzu beğenmişti. Bu bize cesaret verdi. Bu oyun üzerinden bir turne düşündük. Bölgeyi kapsayacak bir turne hedefledik. Ancak oyunumuzun ciddi yetersizlikleri vardı. Oyunu yeniden yorumladık. Skeçten bir hayli uzaklaştık. Artık sahneye çıkabilecek özelliklere sahip bir oyunumuz vardı. Tekstimiz hazır olunca Mardin merkez, Nusaybin ve Ergani ilçelerinde sahneye çıktık. Oyunun aktüel bir teması vardı. Gündeme giren dil yasağını eleştiren bir oyundu. Ciddi komedya ölçülerine sahipti. Ancak bunun yanında, gelenekleri ve toplumun vasıfsız tiplerini eleştiren bir yapısı vardı. Sosyal bir izahı takip etse de, son tahlilde politik mesajları vardı. Bu yönüyle sergilemek istediğimiz yerlerde olmadık engellerle karşılaştık. Örneğin, Bismil ilçesinde izin alan arkadaşımızı polis açıktan tehdit etti. Neymiş, neden Kürtçe tiyatro yapıyormuşuz. Bu şartlar altında belirttiğimiz yerlere çıktık. Ancak sonrasında 'yasal' nedenlerden dolayı ben kültür merkezinden ayrılmak zorunda kaldım. Turnemiz yarıda kaldı. Grubumuz dağıldı. Şu an bireysel olarak çalışıyorum, kurumsal bir bağlantım yok. Şu an Derwêşê Evdî isimli bir eser üzerine çalışıyorum. Aşk temalı bir oyun. Sonuçlarıyla Romeo ile Juliet'e çok benziyor. Kahramanları aynı sonuç bekliyor. Trajediyi toplumsal koşullar yaratıyor. Ancak sonrasında trajedi kahramanların trajedisine dönüşüyor. İki oyun önerme itibariyle de benzerdir; 'aşk ölümü yeniyor.' Kahramanların şahsında aşk ölümü yeniyor. Aşk için ölünüyor. Şu anda bir araştırma içindeyim. Ulaştığım materyaller üzerinde araştırmamı sürdürüyorum.

Şimdi Kürtçe yazıyorsunuz'

Evet. Her şeyden önce Kürtçe anadilimiz. Bir de yıllarca istismar edilmiş bir dil. Yıllarca asimilasyona uğramış, yasaklanmış bir dil. Bu dilin bir savunusu olmalı. Kendisi dile getirmeli. İnsanlık ailesinde kendisini var etmeli. Bu ülkede özgürce yaşamalı. Anlayacağınız Kürtçe yazmak için çok sebebimiz var. Bu konuda ne yazık ki, çok eksiğimiz var. Henüz dilimizin hakkını vermiş değiliz. Sanatın yaratma kabiliyetini kendi kültürümüzü yaratma kabiliyetine dönüştüremedik. Bir halkın kültürel varlığı her şeyden önce gelir. Halkların tarihi göstermiştir ki, kültürel yok oluş beraberinde halkların yok oluşunu da getirmiştir. Bugün, 'küresel kültürün' yarattığı tehdit düşünüldüğünde, yerel kültürlerin çok diri reflekslere sahip olması gerekmektedir. Ancak söz konusu Kürtçe dili olunca bu daha çok önem kazanmaktadır. Zira Kürtçe demin vurguladığım gibi bitirilmek üzere kodlandırılmış bir dil. Ağır yasaklar altında yok edilmek istenmiştir. Ekonomik, sosyal, kültürel ve ruhsal tahribatlara uğramıştır. Dolayısıyla Kürt sanatı, Kürt toplumunun parçalanmış benliğini yeniden yaratmayla karşı karşıya bulunmaktadır. Kürt tiyatrosu da bu misyonla karşı karşıyadır.

Kürt tiyatrosu hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz, genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özetle belirttiğim gibi Kürt toplumu benliği dağıtılmış, kendisine yabancılaştırılmış bir toplum. Aynı zamanda özgürlük mücadelesi ile kendisini yoktan var etmeyi başaran bir toplum. Politik mücadele rolünü fazlasıyla oynamış durumda. Her şeyden önce toplumu yeniden uygar insanlık ailesine kavuşturmuş durumdadır. Ancak politikanın yaratacakları sınırlıdır. Zira politikanın topluma, çıkarlarının ne olduğunu ve nasıl savunulacağını öğretmenin dışında fazla bir iddiası bulunmamaktadır. Toplumun ahlakını ve ruhsal şekillenmesini sanat yaratır. Sanatın böyle asal bir rolü vardır. Tiyatro da sanatın bu özelliğine sahiptir. Yaratmanın en organik alanıdır. Büyülü atmosferi ile yaşatarak öğretir. İnsanı kendisi ile yüzleştiren bir öğreticiliğe sahiptir. Ancak politik mücadelenin devasa yapısı karşısında, Kürt tiyatrosu henüz istenilen düzeyde değildir. Toplumun ruhsal yaratımını yaratacak bir kapasitede değildir. Kendisini arayan bir konumdadır. Daha çok da kendi sorunlarıyla uğraşmakla meşgul görünmektedir. Dinamikleri ve koşulları itibari ile 'tiyatro'nun asal rolünü oynayacak durumda değildir. Toplumsal yaratımı sağlayacak iddiaya ve koşullara sahip değildir. Kürt tiyatrosu'nun bir birikim oluşturmakta ve deneyim aktarımında zorlanması bir sonuçtur. Öncelikle öyle bir tespitte bulunmak gerekir. Gelişim sürecinin analizi yapıldığında bu durumun kaçınılmaz olduğu görülmektedir. Zira gelişim sürecinin dinamiklerinin özellikleri böyle bir sonucu yaratmaktadır. Kürt tiyatrosu kavramının göreceliğini unutmadan -genellemek yerine burada kendimizi vurguluyoruz- değerlendirmek gerekirse, tiyatronun hangi koşullarda, hangi ellerde doğduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bilindiği gibi sanat ve dolayısıyla tiyatro çabaları ciddi anlamıyla 1990'lara dayanmaktadır. Tiyatro MKM bünyesinde toplanmış genç insanların ürünü olarak doğdu. Kendisini yetiştirerek ortaya böyle bir çabayı çıkartan genç insanlar, öğrendikleri kadarıyla sanatı yapmaya çalıştılar. Eğitim eksikliği, önemli bir neden olarak, süreci amatörlüğe mahkûm etti. Sınırlı imkânlara dayanan bu öğrenme ve öğretme süreci böyle bir sorunu yarattı. Elbette bu durumu yaratan koşullar vardı. 1990'ların çatışmalı ortamı sanat faaliyetlerini talî bir alan haline getirdi. Toplum bu faaliyetlerle pek ilgilenmedi. Zira canını yitirmekteydi. Bu durum beraberinde bu alanda çalışanları cezbeden bir alan olmaktan çıktı. Politikanın gölgesinde kaybolmasına yol açtı. Alanı küçümseyen bakış açıları alana yönelimin önünü aldı. Öte yandan devlet de boş durmadı. Her türlü baskı ve yıldırma yoluna gitti. Bu alanın gelişmemesi için her şeyi yaptı. Zira bilmekteydi ki, sanat politik mücadelenin iddia ettiği 'devrimci' tipi yaratma özelliğindeydi. Bu nedenle devlet her zaman sanatı bastırdı. Tutuklattı, kaçırttı. Teknik birikimin oluşmaması için hep önleyici oldu. Maddi yetersizlik, eğitimsizlik, toplumun olumsuz bakışı ve en önemlisi de kuramsal yetkinleşmeme bugünkü durumu yarattı. Belki kurumlaşıldı. Fakat hiçbir zaman kuramsal yetkinlik yoluna gidilmedi. Bu önemli eksiklik tiyatronun kendisini var etmesini önledi. Bu nokta önemli bir açmazı oluşturdu. Bugün bu durum fark edildi ve düzeltilme yoluna gidilmeye çalışılıyor. Örneğin Akademi kurulmaya çalışılıyor. İlk kez çabalar akademik yetkinliğe evirilmeye çalışılıyor. Ancak, Kürt Tiyatrosu maalesef henüz yeterlilik sınavını aşmış değil. Yeni yeni uyanmış durumda. Yaratma arayışı içinde. Bu alanda ne yapabiliriz kaygısı ile arayış içinde. Barışın tiyatrosu nasıl olmalı sorusuna yanıt aranıyor. Ama henüz bulunmuş değil. Ben, yaratırken içine düşünülen şaşkınlık aşılmadan ciddi bir yaratımın olmayacağına inanıyorum. Her şeyden önce yaratırken güncelin ağır etkisinde kalınmamalı. Güncel politik argümanlara göre yaratma çabası daha başından bir kısır döngü yaratıyor. Oysa kalıcı eserler yaratmanın arayışı içinde olmak gerekir. Evrensel ölçekte düşünürken, yereli yaratmayı bilmek gerekir. Evrensel trajedi ölçüleri içinde Kürdün trajedisini yansıtabilmek becerisinden söz ediyorum. Duygusal temeli yaratırken evrensel olana yönelmeli, ama Kürt tipinde -hikâyesinde- izah etmeyi becermeliyiz. Anlayacağınız köklü düşünmeli, sabırla yaratmayı bilmeliyiz. Ve her şeyden önemlisi kim olursak olalım tiyatronun yeni başlayan öğrencisi olduğumuzu unutmayalım.