YAYINA HAZIRLAYANIN NOTU: Osmanlı tiyatrosunu çükkültürlü bir bakış açısıyla ele almanın, çokkültürlülüğe açık bir literatürün varlığıyla mümkün olacağını savunuyoruz. Bu bağlamda farklı dillerden ve özellikle Ermenice’den yapılan çevirilerin büyük önemi olduğunu düşünüyoruz. Daha önce bu sitede yayınlanan Kayuş Çalıkman’ın, Karnik Stepanyan’ın “Urvakidz Arevmıdahay Tadroni Badmutyan” adlı Ermenice kitabından Türkçe’ye çevirdiği “Vartovyan Tiyatrosu” başlıklı metinden sonra şimdi de Boğos Çalgıcıoğlu’nun Şarasan’ın “Tırkahay Pemn yev ir Kordziçneri  1850-1908” adlı önemli eserinden yaptığı çeviriyi yayınlıyoruz. Bu çeviri, kitabın giriş mahiyetindeki ilk bölümünü içeriyor.Önümüzdeki dönemde kitabın tümünün çevirisinin tamamlanması ve BGST Yayınları dahilinde yayınlanması planlanmaktadır. –Fırat Güllü

ÇEVİRMENİN NOTU: Günümüz Türk tiyatrosunun temellerini oluşturan 19. yüzyıl Osmanlı temaşa sanatının doğuşunda ve gelişiminde  Ermeni tiyatro sanatçılarının yadsınamayan katkısı Türk tiyatro tarihi araştırmacıları tarafından hiçbir zaman göz ardı edilmemiştir. Osmanlı-Türk tiyatro tarihi ile ilgili Türkçe yazılmış ya da yabancı dilden tercüme edilmiş çok sayıda esere artık kolayca ulaşabilmemiz mümkün. Bütün bunlara ek olarak 1880-1948 yılları arasında yaşamış İstanbullu Ermeni tiyatro tarihi araştırmacısı Şarasan’ın (Sarkis Tütüncüyan)1914 yılında yayımlanan “Tırkahay Pemn yev ir Kordziçneri  1850-1908” (Türkiye Ermenileri Sahnesi ve Çalışanları-İstanbul 1914, Araks Basımevi) adlı Ermenice eserinin Türkçe tercümesinin, diğer araştırmacılardan farklı yorumlarıyla meraklılarına ilginç geleceğini düşündüğümden bu eseri çevirmeye karar verdim. Aşağıdaki bölüm Ermeni tiyatro sanatçılarının, tiyatro topluluklarının, repertuarlarının ve devrin şartlarının geniş bir şekilde incelendiği kitabın ana hatlarıyla bir özeti niteliğindedir. –Boğos Çalgıcıoğlu

***

Şarasan 1859-1908 yılları arasındaki elli yılık devrede Osmanlı tiyatrosunu altı ana bölüm halinde incelemektedir:

  1. Şark Tiyatrosu (1859-1862)
  2. Vartovyan Tiyatrosu (1867-1878)
  3. Mağakyan Tiyatrosu (1872-1873)
  4. Bengliyan Tiyatrosu (1877-1887)
  5. Fasulyacıyan Tiyatrosu (1880-1885)
  6. Mınagyan Tiyatrosu (1885-1908)

Şark Tiyatrosu (1859-1862)

1850’li yıllarda Ortaköy ve Hasköy’deki semt okullarının salonlarında ve bazı evlerde başlayan tiyatro hareketi, Sırabıyon Hekimyan tarafından titiz bir çalışma ve teknik düzenlemelerle Beyoğlu Naum Sahnesi’ne taşındı. Böylece Şark Tiyatrosu’nun temelleri atılmış oldu.

İlerici ve aydın görüşlü, tiyatro aşığı bir grup genç, iyi bir sermayeyle bu tiyatronun yönetimini oluşturdular. Salon kirası, onarım giderleri, dekor ve kostüm masrafları, oyuncu yevmiyesi bu ekibin oluşturduğu bütçeden çıkıyordu. Doğal olarak kumpanyanın, bilet geliri de bu ekibin kasasına giriyordu.

Bütün bunlar için de hiç kimseye karşı sorumlu değildiler. Böyle düzgün bir organizasyonda oyuncular, oyun ve rol seçiminde tamamen serbest bırakılmışlardı. Gerçi yönetime karşı dolaylı olarak bir sorumlulukları elbette ki vardı ama bu onları hiçbir zaman rahatsız edecek düzeyde olmamıştı.

İşte Şark Tiyatrosu’nun Türk-Ermeni tiyatrosundaki önemi bu sağlam ve güçlü yapıya dayanmaktadır.

İlk sezonda çok önemli oyunlar sahnelendi. Büyük harcamalarla sahne Avrupa’nın tüm teknik olanaklarıyla donatıldı. Fakat ikinci sezonun başında binanın genel onarımı da tamamlandıktan sonra kasa tamamen boşaldı. Parasal sorunlar gittikçe ağırlaşmaya ve ödemeler aksamaya başladı. Özellikle oyuncuların maaşları düzenli olarak ödenemiyordu. Böylece sanatçılar arasında anlaşmazlıklar ve tartışmalar başladı. Yönetim buna sebep olarak yapılan teknik harcamaları gösteriyordu. Oyuncular da yönetimi ileri görüşlü olmamakla suçluyorlardı. Bu tartışmalar o kadar büyüdü ki ikinci sezonun sonunda S. Ekşiyan’ın yaptığı çirkin bir çıkışla Şark Tiyatrosu kapandı.

Özellikle eğitmenleri Asti sayesinde Şark Tiyatrosu oyuncuları sahne sanatının en ince ayrıntılarını bu çatı altında öğrendiler. Türk-Ermeni tiyatrosunun en önemli oyuncuları bu sahnede yetişti. Bunlar arasında Ekşiyan, Fasulyacıyan, Mınagyan, Bengliyan, Tryants, Acemyan, Arusyak gibi isimleri sayabiliriz.

Uyumlu ve zevkli olmamasına karşın Şark Tiyatrosu’nun oldukça zengin bir repertuarı vardı. Ama Mağakyan’ın Ortaköy sahnesindeyken (1877) repertuar seçimi ve uyumundaki dikkat ve titizliğini göz önüne aldığımızda, biraz daha sanatsal değeri yüksek ve seçkin eserlere yer verilmesini istemenin hakkımız olduğunu sanıyorum. Böylece Mağakyan’ın Şark Tiyatrosu’nun repertuarını oluştururken tamamen kendi iradesiyle hareket edemediği, vasat ve daha harc-ı alem oyunlar seçmeye zorlandığını anlıyoruz.

Gerçi oynanan oyunlar içerisinde önemli sayılabilecek oyunlar da vardı ama Ermeni halkının yaşantısını anlatan ve halkın örnek alabileceği bir tek oyuna bile rastlamak mümkün değildi.

Birkaç oyunu dışında tarihimizden alınmış gibi gösterilen basit, hatta saçma, şişirilmiş, tarihsel yanlış ve yanılgılarla dolu oyunlar sahnelenmiştir. Uydurulmuş, inanılmaz çelişkiler içeren bu oyunlar halkın iyi niyeti ve alternatiflere sahip olmaması nedeniyle sahnelerimizi yıllarca işgal etmişlerdir. Repertuarın ikinci bölümünde de Avrupa’dan klasik trajediler, destanlar, melodramlar ve komediler vardı. Bunlar, çevirileri kolay ve düzgün bir Ermenice ile yapıldığından, halka Ermenice duyma alışkanlığından başka hiçbir şey vermemiştir. Bu kadar karışık ve garip bir repertuar nedeniyle halk Avrupa’nın yaşantısı ve kültürü hakkında hiçbir bilgiye sahip olamamıştır.

Sonuç; Şark Tiyatrosu’nun bu kısa ama coşkulu faaliyetleri Ermeni halkının sahne estetiği ile tanışmasına ve onun gerçek değerini fark etmesine yardımcı olmuştur.

Vartovyan Tiyatrosu (1867-1878)

Bu döneme Osmanlı Ermeni tiyatrosunun en zengin, güzel ve görkemli devresi diyebiliriz.

Hagop Vartovyan bu tiyatronun temellerini attı ve uzun yıllar benzersiz bir disiplinle başarısını üst düzeyde tutabildi. Hiçbir sermayesi olmamasına karşın çok uzun bir süre bütün ekibi bir arada tutarak bu çok yönlü ve dertli işin liderliğini yaptı. İnanılması güç bir idarecilik yeteneği olan bu kişi aynı zamanda çok çalışkan ve zeki bir ekonomistti. Eğer Vartovyan yeterli eğitimi alsaydı bir bankayı mükemmel biçimde yönetebilirdi.

Bu adam oturmayı bilmezdi. Önüne çıkan engelleri ortadan kaldırmak için bir dakika durup düşünmesi yeterliydi. En yetenekli oyuncuları kolaylıkla ekibine bağlayabilir, onların kişisel kaprisleriyle ilgilenir, kendisini sevdirirdi. Ayrıca onların zayıflıklarından faydalanmayı da çok iyi bilirdi. Ekibin bütün yükü omuzlarında olmasına karşın, zaman zaman  basında çıkan şikayet ve eleştirileri aynı yoldan cevaplardı.

Şark Tiyatrosu’nun kapanmasından sonra Vartovyan, S. Hekimyan’ın tertiplediği gösterilerde bazı acemi oyuncularla birlikte sahneye çıkmıştır. Fakat oyunculuğu daima zayıf ve yetersiz olmuştur. Giyom, Sezar Borjia, İmprator Ardaşes, Kör Diran gibi roller de üstlenmesine karşın, tarafsız olmamız gerekirse Vartovyan için “sanatçı bir kişiliğe sahipti” diyemeyiz. Hekimyan’ın işlerinin bozulmasıyla birkaç ikinci derece oyuncuyla bir ekip kurdu ve gidip Gedikpaşa Sirki’ni kiralayarak onu tiyatroya çevirdi (1867).

Tertiplediği gösteriler kısa sürede o kadar seyirci topladı ki S. Bengliyan ve Karakaşyan kız kardeşler ekibe katıldılar. Mağakyan ve Sisak da Ermenice oyunlarda ekiple sahneye çıkıyorlardı.

Aynı yıl Üsküdar’a geçti ve Aziziye Tiyatrosu’nda birkaç gösteri düzenledi. Orada da büyük başarı kazanınca Kadıköy ve Beyoğlu’nda hazırladığı çeşitli gösterileri halka sundu. Vartovyan İstanbul halkının dikkatini çekmek ve onların beğenisini kazanmak istiyordu. Önceleri halkın ayağına gitti. Kalıcı bir yere sahip olunca da halk ona gelmeye başladı.

Türk tiyatrosu, temellerinin atılmasını ve gelişimini Vartovyan’a borçludur diyebiliriz. Çünkü o güne kadar hiç kimse Türkçe gösteri yapmayı denememiş, hatta düşünmemişti.

Vartovyan’ın Türkçe oyunlar sahnelemesinin iki önemli amaca hizmet ettiğini söyleyebiliriz: Birincisi tiyatroyu Osmanlı hükümetinin koruması altına almak, ikincisi tiyatroyu Türk seyircisine de sevdirerek kazancını birkaç misli arttırmak.

Amaçlarında başarılı oldu. Önce İstanbul’da tiyatro yapma tekelini 10 yıllığına eline geçirdi. Türk seyircisi tiyatroya inanılmaz bir coşkuyla ilgi gösterince de kazancını birkaç misli arttırdı.

Namık Kemal, Ebu Ziya Tevfik, Nazım, Ahmet Mithat, Şemsettin Sami gibi güçlü yazarlar kalemlerini ellerine aldılar ve konusunu halkın gündelik yaşantısından alan önemli oyunlar yazarak bunların sahnelenmesini sağladılar.

Vartovyan uzun yıllar Türk toplumunun bir numaralı adamı oldu. 1870’ten itibaren tiyatrosunu gittikçe geliştirerek Avrupa ile yarışabilecek düzeye getirdi.

Osmanlı-Rus savaşından önce (1876) içinde Lord Salsburry gibi İngiliz temsilciler ve üst düzey diplomatların da bulunduğu bir heyet görüşmeler yapmak için İstanbul’a geldiğinde Vartovyan Tiyatrosu Gedikpaşa’da onlara üç temsil verdi. İşte bu olay Vartovyan Tiyatrosu’nun Osmanlı başkentindeki önemini anlatabilmek için iyi bir örnektir.

Fakat Vartovyan hükümetin ve Türk halkının tiyatroya gösterdiği bu sıcak yoğun ilgi karşısında iyice şımardı. Onlara daha fazla yaranabilmek, dolayısıyla daha çok para kazanabilmek için repertuarındaki Türkçe oyun sayısını o kadar arttırdı ki bir sezonda sadece birkaç Ermenice oyuna yer verebilmeye başladı. Onun bu tutumunu eleştirenler oldu tabii ki, fakat o para kazanmanın peşinde olduğundan bu eleştirileri hiçbir zaman önemsemedi.

Vartovyan Tiyatrosu’nun oyuncu kadrosuna gelince itiraf etmeliyiz ki Şark Tiyatrosu’nun kadrosu kadar mükemmel ve onlardan daha kalabalıktı. Fasulyacıyan’ın sorumluluğunda Noci ve Mınagyan’ın eğitmenliğinde Vartovyan’ın sahnesinde gerçek değerler yetişti. K. Riştuni, H. Papazyan, Diran Tosbatyan, T. Nalyan, Mari Nıvart, Karakaşyan kız kardeşler, Bistos Araksiya gibi isimler bu sahnede ustalaştılar.

Öyle bir zaman geldi ki Osmanlı-Ermeni tiyatrosunun bütün çalışanları Vartovyan’ın ekibinde bir araya geldiler (1874). Vartovyan Fransa’dan bir eğitmen de getirterek operet üzerine de çalışmalara başladı.

Vartovyan’ın oyuncuları özel anlaşmalarla işe alınmış maaşlı çalışanlardı. Çok yüksek ücretler alan bu çalışanlardan Karakaşyan ailesinin aylık maaşı 60 liradan fazlaydı. Ekip genel bir mukavele ile yönetim kuruluna bağlı idi. Bunun dışında yönetimden bağımsız özel bir mukavele daha vardı. Bu mukavele ile en küçük figürana kadar her oyuncu sahneyle ilgili herhangi bir kararda hakkını koruyabiliyordu. Sadece bu kararını uygulamasının sorumluluğu yönetime yani Vartovyan’a aitti.

Vartovyan Tiyatrosu’nun oyun repertuarını iki ana başlıkta toplayabiliriz: dramlar ve operetler. Birinci bölümde başlangıcından günümüze kadar her çeşit sahne oyununu bulabiliriz ki bu Osmanlı-Ermeni tiyatro topluluklarının en belirgin yanlışlarından birisidir. Molière’in dünyaca ünlü komedilerinin yanında basit ve kalitesiz komedilere, Voltaire’in, Victor Hugo’nun, Alexandre Dumas’nın klasik trajedilerine, tarihi dramlarına, Xavier de Montepnie ve Jules Mary’nin zehirli, hançerli, cinayetli melodramlarına kadar her türden esere rastlamak mümkündür.

Acınacak olan şudur ki hiç kimse bu karma karışık ve garip repertuarları daha uyumlu bir hale getirmeye çalışmamıştır. Bununla birlikte bütün bu oyunların tercümesine büyük bir dikkat ve titizlik gösterilmiştir. Bu devrede Ermeni halkının yaşantısıyla ilgili çok az sayıda Ermenice yeni oyun da yazılmıştır. Ama bunların tiyatro sanatı açısından dikkati çekecek ve üzerinde konuşulacak kadar önemli oldukları söylenemez. Buna karşın Namık Kemal’in Vatan’ı, Zavallı Çocuk’u, Şemsettin Sami’nin Besa’sı gibi Türk oyun yazarlarının yazdığı eserler halkın gündelik yaşantısından ve ulusal gerçeklerden bahsettikleri için çok daha güncel ve güçlüydüler.

Vartovyan Tiyatrosu’nun denediği solo ve danslı şarkılar, daha sonraları önemli bazı operetlerin sahnelenmesindeki ilk adımları oluşturdular. Mükemmel diyemesek de bu oyunlar Avrupa sahnelerinde tazeliğini koruyordu. Bunlar arasında Girofle Girofla’yı, Orphée aux Enpers, Le Brigand Pamela’yı sayabiliriz.

Vartovyan Tiyatrosu’nun zaman içinde sönmesinin en büyük nedeni Abdülhamit’in emriyle Gedikpaşa Tiyatrosu’nun yerle bir edilmesidir. Sultan Hamit’in karakterinin en belirgin yanı buydu. Sorunları hiçbir zaman mantık ve akıl yoluyla değil, böyle çözmeyi yeğlerdi. O, insan mantığının en aykırı örneğiydi.

Ahmet Mithat’ın yazdığı “ Çerkez Özdenleri” adlı oyunu Vartovyan Tiyatrosu sahnelemişti. Oyunun konusu sultan ve Çerkez korumalar arasında tartışmalara ve nefrete neden olunca sarayın iç huzurunu tekrar sağlayabilme düşüncesiyle Hamit Gedikpaşa’daki o muhteşem tiyatro binasını bir gecede  yıktırdı.

O günden sonra Abdülhamit tiyatronun en büyük düşmanı oldu. Böylece o yıllarda sahne sanatçıları için tiyatroya yeni görüşler, yeni fikirler eklemeyi bir yana bırakın, eldekileri de korumak imkansız hale geldi.

Mağakyan Tiyatrosu (1872-1873)

Bu tiyatro ile Ortaköy semti kısa ama görkemli bir devre yaşadı. Ortaköy’deki tiyatro faaliyetlerinin Mağakyan’dan önceki halini Sisak’ın biyografisinde uzun uzun anlattığımız için burada sadece Mağakyan tiyatrosunun yapısından bahsedeceğiz.

Tamamen Ermeni değerlerine ait olan bu sahnenin, sadece bir yıl sürmesine karşın tiyatro tarihimizde özel bir yeri vardır. Bu kısa sürede çok parlak gösterilerle halkın karşısına çıktı.  Başarısının nedenlerinden birincisi tüm gösterilerin Ermenice olması, ikincisi repertuarının uyumlu ve sanatsal değerleri yüksek yapıtlardan oluşması, üçüncüsü de organizasyondaki titizliktir diyebiliriz. B. Mağakyan anadiline derin bir sevgi ve saygıyla bağlıydı. Bu nedenle adına sadece Ermenice gösterilerin ilanında rastlayabiliriz. Ermeni tiyatrosunun varlığının düşmanı olarak kabul ettiği için Vartovyan’la hiçbir zaman barışık değildi.

Ortaköy sahnesini kurduktan sonra, büyük bir coşkuyla gelişmesi için çalıştı. Sahnenin tamamlanması ve düzenlenmesi için uğraşırken, yeni oyunların sahnelenebilmesine de destek oluyordu. O devrede O. Tığlıyan ve T. Terziyan hem yabancı oyunları Ermenice’ye çeviriyor, hem de Ermenice yeni oyunlar yazıyorlardı.

Atamyan, Sisak, Mınagyan, Tıryants, Hıraçya, Siranuş, Asdğik gibi bir çok oyuncu Mağakyan’ın kadrosundaydı. Osmanlı-Ermeni tiyatrosunun hiçbir devresinde bu kadar uyumlu bir kadro yoktu. Mağakyan ekibin yöneticisi ve rol göstericisiydi (Şarasan oyunculuk yönetimiyle ilgili bir sorumluluğu anlatmak için bu tabiri kullanmaktadır-Ç.N.) . Bütün bu oyuncular onun sorumluluğundayken gerçek değerlerine ve şöhretlerine ulaştılar.

Ne yazık ki bu coşkulu ve görkemli dönem Ortaköy’deki bazı sanatsever ve aristokrat ailelerde yaşanan çok acı ölümler, o aileleri yasa boğduğundan kısa sürdü.

Mağakyan tam anlamıyla sanatçı bir kişiliğe sahipti. Eğer Vartovyan gibi işadamı olsaydı belki bu durum onu bu denli karamsarlığa sürüklemezdi.

Bengliyan Tiyatrosu (1877-1887)

Bengliyan Tiyatrosu sadece operetlerle uğraştığından Osmanlı-Ermeni tiyatro tarihinde çok özel bir yeri vardır. Kendisinden önce ve sonra hiç kimse tiyatronun bu bölümü ile ilgilenmediğinden, Bengliyan Osmanlı-Ermeni tiyatrosu için bir gurur kaynağıdır.

İstanbul’da kurulmasına karşın en görkemli devresini Edirne, Yunanistan, İzmir ve Mısır’da yaşamıştır. Tamamıyla Bengliyan’ın el emeğiyle yapılan dekor, kostüm ve sahne düzenlemeleriyle Avrupa’nın en iyi operetleriyle kıyaslanabilecek düzeydeydi. Operet sahnelenebilmesinde dekor ve kostümün önemini çok iyi bildiğimizden Osmanlı-Ermeni tiyatrosu adına çalışanlar arasında en fazla yorulan Bengliyan olmuştur diyebiliriz.

Siranuş, Karakaşyan kız kardeşler, Şazik, Asdğik, Bistos Araksiya, Ağavni Zabel, Mınagyan, Güreğyan, Kuyumcuyan, Y. Benliyan, Tıryants ve Çaprast gibi önemli oyuncuları kadrosunda toplayarak yabancı ülkelerde bile çok büyük başarılara imza atmıştır.

Ekibin müzik eğitmeni S. Bengliyan, rol göstericisi de Mınagyan’dı. En inanılmaz olanı da kadroda tek bir nota bilen eleman olmamasıydı. Ekipteki tek müzik adamı Çuhacıyan’dı. Usta’nın ilerde büyük beğeni ile izlenecek Leblebici Horhor, Arif, Köse Kahya gibi operetlerinin sahnelenebilmesini sağlayacak altyapıyı oluşturmak için ne kadar emek ve zaman harcadığını tahmin etmek pek zor olmasa gerek. Bengliyan’ın solistlerinin bu konudaki cehaletlerine karşın sadece özel yetenekleriyle devrin en titiz ve zor beğenen eleştirmenlerini nasıl memnun edebildikleri de şaşılacak bir gerçektir.

Bengliyan’ın repertuarını Batı ve Doğu müzikleriyle sahnelenmiş oyunlar olarak iki ana bölüme ayırabiliriz. Batı müzikleriyle sahnelenmiş gösteriler bölümünde Offenbach, Donizetti gibi bestecilerin klasik ama sahnelenmesi nispeten basit ezgilerden oluşan eserlerine yer verilmiştir. Repertuarında opera yoktu ama Bengliyan demode olmayan bir çok operet ve vodvili başarıyla sahneleyebilmişti. Doğu oyunları arasında her üçünün müzikleri Çuhacıyan’a ait olan Leblebici Horhor, Köse Kahya ve Arif’i sayabiliriz. Bu operetlerin halk tarafından büyük coşkuyla karşılanmasının ve Bengliyan tiyatrosunun ününün artmasının nedenlerinden birisi de Çuhacıyan’ın müziğidir.

On yılı aşan etkinliği süresince Bengliyan çok büyük paralar kazanmıştır. Fakat işadamı olmadığından Mısır’da iflas etmiş ve ekibini çok güç koşullarda bırakarak dağılmasına neden olmuştur (1887).

Fasulyacıyan Tiyatrosu (1880-1885)

Bursa’da kurulan Fasulyacıyan Tiyatrosu büyük tiyatro aşığı, o zamanın Bursa valisi Ahmet Vefik Paşa’nın koruması ve halkın büyük desteğiyle Anadolu’da en uzun süre varlığını sürdürebilen tiyatro ekibi olmuştur.

Çok ünlü olmayan, ikinci sınıf oyunculara ve fakir bir sahneye sahip olan Fasulyacıyan ekibi bazen çok önemli oyuncuların desteğini de almıştır. Molière sahnelendiğinde  Tryants, dramlarda da Tosbatyan ekibe katılmıştır.Bu ekipte Takuhi Hıranuş’tan başka önemli kadın rollerini üstlenecek kadın oyuncu yoktu. O da “grande-damme” rolleri için henüz acemi sayılırdı. Ama Fasulyacıyan zeki birisi olduğundan bu zayıf taraflarını kapatabilmeyi ustalıkla başarmıştır. Önceleri basit komediler sahneledi, dramlara başlayınca da repertuarını fazla kadın oyuncuya gerek duymayan oyunlardan oluşturdu. Bursa Ermenileri, Ermenice bilmediklerinden oyunlar Türkçe’ydi.

Fasulyacıyan Bursa’daki tiyatro hayatına Ahmet Vefik Paşa’nın, Molière’den çok büyük bir başarıyla adapte ettiği ve günümüzde hala güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen, Türk edebiyatında çok önemli bir yeri olan komedileriyle başladı. Tryants’ın ayrılmasıyla repertuarını değiştirerek dramlar sahnelemeye başladı.

Repertuarının bu bölümünde yeni oyunlar olmamasına karşın hepsi de seçilmiş güzel eserlerdi. Fasulyacıyan’ın özel bir repertuarı vardı. Hiçbir zaman yeni örnekler, yeni karakterler canlandırmayı sevmezdi. Başarısız olmaktan korkardı, bu onun sanatçı kişiliğinin gerçek ve güzel bir göstergesiydi.

Çok çeşitli ve geniş repertuarlara sahip tiyatro ekipleri, kadrolarında birçok usta oyuncu barındırmalarına karşın bazı oyunlarda başarısız olmuşlardır. Ama onun bu kısıtlı oyun sayısı içinde kendini yenilememesi , tiyatrosunun Bursa’da daha uzun yıllar varlığını sürdürmesine engel olmuştur. Halk her gün o değişmez repertuarı izlemekten sonunda sıkıldı. Çevre her zaman yenilik ve tazelik ister. Sanatçı hep aynı karakterleri canlandırmakta ısrarcı olursa sık sık çevre değiştirmesi gerekir. Kocklen’ler, M. Sulli, Novelli ve Sarah bu davranışın ilk akla gelen örnekleridir. Bunlar arasında Atamyan’ı da ekleyebiliriz.

Mınagyan Tiyatrosu (1885-1908)

Mınagyan Tiyatrosu varlığını sürdürebilmek için içte ve dışta bir çok kaprisli, kötü niyetli insanın engellemelerine karşı koymak zorunda kaldığından tiyatro tarihimizin en şanssız ekibidir.

İstibdat idaresi tiyatroya gönderdiği müfettişlerle, uyguladığı sansürlerle ve gerici zihniyetiyle, Ermenice oyun oynayabilme hakkını yok etmenin yanı sıra İstanbul’da Türk tiyatrosunun temelden sarsılmasına neden olmuştur.

Bu nedenle 1904-1906 yılları arasında tiyatro çalışanları çok kötü şartlarda inanılmaz bir sefalet içinde yaşamaya mecbur kaldılar.

Bununla birlikte Mınagyan tiyatrosu içten içe çürümeye , kademeli olarak kendi kendini yok etme yoluna girmişti. Son yıllarda ekip iyice yozlaşmış, tiyatro bir ticarethane haline gelmişti, Mınagyan’ın otoritesi tamamen yok olmuştu. Çok yorgun olduğundan çabası ve iradesi ekibi kurtarmaya yetmedi. Ekipteki uyumsuzluk, anlamsız çekişmeler, ekibin sürekli dağılıp tekrar birleşmesine neden oluyordu.

Mınagyan repertuarı için söyleyecek sözümüz yok. Çünkü yıllara paralel bir gelişme gösterememiştir. Ama bu durum için Mınagyan’ı suçlamak yanlış olur. Devrin şartlarını ve olanaklarını göz önüne alırsak, Mınagyan gibi çalışkan ve yılmaz bir insanın bile yapabileceği çok fazla bir şey olmadığını anlayabilmemiz hiç de zor olmayacaktır.