Bunalım başladı. Gazeteciler ekonomistlere hala, “sadece bir durgunluğa girmiş olamaz mıyız?” diye mahcup bir şekilde soruyorlar. Buna bir an bile inanmayın. Nerdeyse her yerde yaşanan yaygın işsizlikle birlikte şimdiden, tam teşekküllü dünya çapında bir bunalımın başlangıcındayız. Bu durum sıradan insanlar üzerindeki tüm olumsuz sonuçlarıyla birlikte klasik bir nominal deflasyon halini alabilir. Ya da daha düşük bir ihtimalle, değerlerin baş aşağı gittiği bir hiper-enflasyon biçimi de alabilir ki bu, sıradan insanlar için daha da olumsuz sonuçlar doğuracaktır.
Tabii herkes bu bunalımı neyin tetiklediğini soruyor. Warren Buffet’ın “finansal kitle imha silahları” dediği türev ürünler mi? Yüksek riskli ipotekli konut kredileri mi? Petrol spekülatörleri mi? Bu gerçek hiçbir değeri olmayan bir suçlama yarışıdır. Fernand Braudel’in deyimiyle, kısa vadeli olayların tozu dumanına odaklanmaktır. Eğer nelerin olup bittiğini anlamak istiyorsak çok daha açıklayıcı olan diğer iki zamansallığa bakmamız gerekir. Bu zamansallıklardan birincisi orta vadeli çevrimsel salınımlar, diğeri ise uzun vadeli yapısal eğilimlerdir.
Kapitalist dünya ekonomi en az birkaç yüzyıldır iki ana çevrimsel salınıma sahiptir. Bunlardan ilki Kondratieff çevrimleri olarak bilinir ve 50-60 yıl uzunluğundadır. Diğeri ise çok daha uzun süren hegemonya çevrimleridir.
Hegemonya çevrimleri açısından bakıldığında, 1873 itibariyle Birleşik Devletler hegemonya yarışını önde götürüyordu. Tam hegemonyasını 1945’de gerçekleştirdikten sonra 1970’ten bu yana yavaş bir inişe geçmiş durumda. George W. Bush’un ahmaklıkları bu yavaş inişi hızlandırdı. Şu an itibariyle ise ABD hâkimiyetinin tüm görünümlerini geride bırakmış durumdayız. Normalde olduğu üzere çok kutuplu bir dünyaya girdik. Birleşik Devletler hala güçlü bir kuvvet, hatta en güçlüsü olsa bile takip eden on yıllar boyunca diğer güçlere kıyasla inişte olmaya devam edecek. Bunu değiştirmek için kimsenin yapabileceği bir şey yok.
Kondratieff çevrimlerinin farklı bir zamanlaması vardır. Dünya son Kondratieff-B safhasından 1945 yılında çıktı ve modern dünya-sistemin tarihindeki yukarı doğru en güçlü A-safhasına girdi. Tepe noktasına yaklaşık olarak 1967-73 yılları arasında ulaşan çevrim tekrar aşağı doğru inişe başladı. Bu B-safhası daha önceki B safhalarından çok daha uzun sürdü ve hala bu safhanın içindeyiz.
Kondratieff-B safhasının karakteristik özellikleri oldukça iyi bilinir ve dünya-ekonominin 1970’lerden beri yaşamakta olduğu şeylere uymaktadır. Üretken faaliyetlerin, özellikle de bu zamana kadar en kârlı olanların kâr oranları düşmektedir. Bunun sonucu olarak yüksek getiri elde etmek isteyen kapitalistler finans alanına yönelip esas olarak spekülasyona yönelmektedir. Üretken faaliyetler çok kârsız durumlara düşmemek için, düşük işlem maliyetlerini düşük emek maliyetleriyle mübadele ederek dünya-sistemin merkez bölgelerinden diğer bölgelerine doğru kaymaktadır. Detroit, Essen ve Nagoya’daki iş imkânlarının ortadan kaybolmasının ve fabrikaların Çin, Hindistan ve Brezilya’da açılmasının nedeni budur.
Spekülatif balonlara gelince, bazı insanlar her zaman bu işlerden çok para kazanırlar. Fakat spekülatif balonlar er ya da geç patlar. Birisi çıkıp bu Kondratieff-B safhasının neden bu kadar uzun sürdüğünü sorabilir. Bunun nedeni Amerikan Hazinesi, Amerikan Merkez Bankası, IMF ve bunların Batı Avrupa ve Japonya’daki destekçilerinden oluşan güçlerin piyasaya düzenli ve önemli ölçülerde müdahale etmeleridir. 1987 (borsa kumarı), 1989 (mevduat ve kredi çöküşü), 1997 (Doğu Asya finansal düşüşü), 1998 (Long Term Capital Management şirketinin kötü yönetimi), 2001-2002 (Enron) müdahaleleri dünya-ekonomiye payanda sağlamak için yapılmıştı. Bu güçler daha önceki Kondratieff-B safhalarından gerekli dersleri almışlardı ve yetkililer sistemin hakkından gelebileceklerini düşünmüşlerdi. Fakat bunu başarmanın önünde sistemin içsel sınırları var. Şu anda, Henry Paulson ve Ben Bernanke’nin de şaşkınlık ve hüsranla öğrendikleri üzere bu sınırlara dayanmış durumdayız. Bu sefer olabilecek en kötü sonucu engellemek hiç de kolay değil, muhtemelen imkânsız.
Geçmişte bunalım, vereceği hasarı verip hıncını aldıktan sonra dünya-ekonomi bir süre için yarı tekelleştirilebilen yeniliklere dayanarak tekrar toparlanırdı. İşte, insanlar borsaların tekrar yükseleceğini söylerken, aslında geçmişte olduğu gibi bugün de, bütün dünya nüfusu krizden zarar gördükten sonra aynısının gerçekleşeceğini düşünüyorlar. Birkaç yıl içerisinde belki böyle de olabilir.
Fakat kapitalist sistemi yaklaşık 500 yıl boyunca ayakta tutan bu hoş çevrimsel hareketlere etki edebilecek yeni bir şey var. Yapısal eğilimler çevrimsel hareketleri etkileyebilir. Bir dünya-sistem olarak kapitalizmin temel yapısal özellikleri bir grafik üzerinde yukarı dengeye doğru bir hareket şeklinde çizilebilecek kurallara göre işler. Bütün sistemlerin tüm yapısal dengeleri için olduğu gibi buradaki problem de eğrilerin zaman içerisinde dengeden uzaklaşma eğiliminde olmaları ve tekrar dengeye getirilmelerinin mümkün olmamasıdır.
Sistemi dengeden bu kadar uzağa ne getirmiştir? Kısaca, bunun nedeni 500 yıl boyunca kapitalist üretimin üç temel maliyet faktörünün –emek, girdi ve vergi giderlerinin– mümkün olan satış fiyatı içindeki oranının düzenli olarak artmasıdır. Bu artış, bugüne kadar kayda değer sermaye birikiminin temeli olan yarı tekelleştirilmiş üretimden büyük karlar elde edilmesini imkânsız kılmıştır. Kapitalizm en iyi olduğu işte başarısızlığa uğradığı için değil. Aslında tam da bu işi çok iyi becerdiği ve en nihayetinde gelecek sermaye birikiminin temelinin altını oyduğu için.
Bu noktaya ulaştığımızda yaşanan, (karmaşıklık araştırmalarının diliyle) sistemin çatallanmasıdır? Yakın sonuç yüksek bir kaotik türbülanstır. Dünya-sistemimiz şu anda bu türbülansı yaşamaktadır ve muhtemelen bir 20-50 yıl daha yaşamaya devam edecektir. Herkes kendisi için neyin derhal iyi olduğunu düşünüyorsa o yöne doğru çekiştirdikçe, birbirinden çok farklı iki alternatif güzergahtan birisinin üzerinde kaostan bir düzen doğacaktır.
Mevcut sistemin hayatta kalamayacağını güvenle iddia edebiliriz. Öngöremeyeceğimiz şey, mevcut olanın yerini hangi yeni düzenin alacağıdır. Çünkü bu yeni düzen sonsuz sayıda bireysel itkinin bir sonucu olarak ortaya çıkacaktır. Fakat er ya da geç yeni bir sistem kurulacaktır. Bu bir kapitalist sistem olmayacaktır fakat böyle bir sistemden çok daha kötü (daha da kutuplaştırıcı ve hiyerarşik) veya daha iyi (görece demokratik ve görece eşitlikçi) bir sistem olabilir. Yeni sistemin seçimi çağımızın dünya çapındaki en büyük siyasi mücadelesidir.
Acil, kısa vadeli ve geçici beklentilerimize gelince, her yerde olup bitenler son derece açıktır. Daha korumacı bir dünyaya doğru hareket ediyoruz (küreselleşme denen şeyi unutun). Hükümetlerin üretimde çok daha fazla doğrudan rol aldığı bir duruma gidiyoruz. Birleşik Devletler ve Britanya bile bankaları ve ölmekte olan büyük sanayileri kısmen kamulaştırıyor. Varlığın popülist hükümetler eliyle yeniden dağıtıldığı koşullara doğru ilerliyoruz ve bu, ortanın-solu sosyal demokrat biçimler veya aşırı sağcı otoriter biçimler alabilir. Ve herkes küçülen pasta için rekabet ettiği için, devletler içerisinde vahim toplumsal ihtilaflara doğru yol alıyoruz. Kısa vadede, şöyle ya da böyle, hiç hoş olmayan bir tabloyla karşı karşıyayız.