ABD’nin ünlü muhalif isimlerinden Albert: "İşgaller zengin elite verilen net bir mesaj".
Albert, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın da etkisiyle çaresizlik hissinden “yapabilirim” hissine geçiş olduğunu, sokak gösterilerinin de bu umudun, cesaretin dışavurumu olduğunu söylüyor. “Milyonlarca kişi açlıktan ölüyorsa zaten kriz vardır, ama durum şimdi zenginleri etkilediği için kriz deniyor” ifadelerini kullanan Albert’a göre sokaktaki insanlar artık hükümetlerden zenginlerin çıkarlarını savunmasını değil, yoksulların haklarını gözetmesini istiyor.
“Dünyada her yıl milyonlarca kişi açlıktan ölüyorsa, bu kriz değil mi?.. İnsanlar onurlu bir yaşam süremiyorsa, bu kriz değil mi?.. Ana akım medya için yoksulların bir kıymeti harbiyesi yok. Ama ekonomiyi hıçkırık tutsa, ekonominin karnı ağrısa, zenginleri de etkileyecek duruma gelse, işte o zaman buna kriz deniyor. Kriz tabii ki yoksulları, güçsüzleri de etkiliyor ama zenginleri de etkilediği için kriz diyoruz.”
Bu sözlerin sahibi ABD’li eylemci, 68 döneminde ABD’de öğrenci hareketinde aktif roller üstlenen ve 2000’lerde “katılımcı ekonomi” (kısaca Parecon) vizyonunu gündeme getiren ekonomist Michael Albert. Aynı zamanda muhalif site Zcommunications’ın (ZNet) editörlerinden olan Albert’a göre krizden iki şekilde çıkmak mümkün: Ya bir daha kriz yaşamayacağımız bir noktaya geliriz ya da iktidarı, sermayenin, servetin büyük bölümünü, iletişim araçlarını elinde tutan kesimler, krizi kendilerini daha da güçlendirmek için kullanabilir. Zenginler için, sorunu yaratanın kendileri lehine zaten var olan devasa eşitsizliğin olması mühim değil. Krizin ötekiler üzerindeki etkilerine aldırmıyorlar bile.
Michael Albert, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu Yayınları’nın ve BDP’nin davetlisi olarak Yunanistan’dan geçtiği İstanbul’da Cumhuriyet’in ekonomik kriz ve dünyayı saran protestolar üzerine sorularını yanıtladı.
Bütün dünyada insanlar, krizin sorumlusu olarak gördükleri bankalara, finans sektörüne, büyük şirket sahiplerine karşı ayakta... Aslında uzun süredir bir memnuniyetsizlik vardı, bu öfke sokaklara nasıl taştı?
MICHAEL ALBERT: Yunanistan, İspanya, İtalya, ardından ABD ve şimdi bütün dünyada çeşitli kentlerde sokaklara dökülen insanlar “Hey, buna siz sebep oldunuz, faturayı da siz ödeyin” demeye başladılar. Bu gösterilerde yeni olan bir nokta, doğrudan demokrasi çağrısının, talebinin dile getirilmesi. İnsanlar kendi meselelerini kendi ellerine almak istiyorlar. Yunanlılar ve İspanyollar büyük ölçüde Mısır’dan esinlendiler. Mısırlılar Kahire’de meydanları işgal ederken net bir hedefleri vardı: Mübarek’in gitmesi.
Olan biten o kadar karmaşık değil aslında. Bütün dünyada nüfusun büyük bölümü öfkeli, incinmiş hissediyor.
Yunanistan’da işsizlik oranı ile ABD’nin merkezindeki pek çok şehirde işsizlik oranı çok benzer. Kendinizi Yunanistan’daki şehirlerle Detroit’e ışınlasanız, Detroit’te çok daha korkunç bir manzara ile karşılaşabilirsiniz. Sorunlar, çekilen acı bütün dünyada aynı. Bu isyana neden olan nedir? Sizin sorunuz bu. Bence, yeni, çok önemli bir faktör, bir sıçrama söz konusu. Bu sıçrama geçici olabilir ya da sürdürülebilir hale getirilebilir. “Umutsuzluktan” “umuda”, çaresizlik hissinden “yapabiliriz”e bir sıçrayış var.
Zaferin mümkün olduğunu hissetmek cesareti doğurur
Bu umudu doğuran ne?
Pek çok farklı etken bir araya geldi. Öncelikle Tunus’ta daha çok insan sokağa çıkmaya başladı... Çok fazla sinisizm, kötümserlik ve çaresizlik hissi var insanlarda. “Ben istiyorum ama kimse bir şey yapmayacak ki” diye düşünüyor çoğunluk. Sonra birileri bir şeyler yapmaya başlıyor, gittikçe daha fazla insan başkalarının bir şeyler yaptığını görüyor ve ben de yapabilirim diyor.. İnsanlar birdenbire daha fazla öfkeyle dolmadı. Burada dramatik bir değişiklik yok. Bir şeyleri başarmanın mümkün olduğu hissiyatı radikal bir değişiklik oluyor. Mısır’da bambaşka nedenlerle de olsa, yaşanan buydu. Zaferin mümkün olduğunu hissetmek, cesareti doğuruyor. Kimse kaybedilmiş bir dava için cesaret sergilemek istemez.Mısırlıların umudu gittikçe arttı, cesaretleri de öyle.
Ya İspanya, Yunanistan ve ABD?
Şirketlerin hâkimiyeti, bürokrasi, insanların onurlarının kırılması, işsizlik, yoksulluk, sistemli akıl dışılığı, çevre sorunları... Bütün bu sorunlar hep var. İnsanlar kötümserdi: “Yapabileceğim bir şey yok, ailem için bir şeyler yapmaya çalışmak dışında bir şansım yok.” Sonra birdenbire Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki eylemler ortaya çıktı, artı durum gittikçe kötüleşti, bir dizi olay bir araya geldi. Bazen bir şey bir grup insanın harekete geçmesine yol açar ve bu hareket ötekilere umut verir. Sorun şu, Mısır’da bu olduğunda insanlar ne istediklerini biliyordu. İspanya’da, Yunanistan’da, ABD’de şu anda bir momentum var. Harekete geçmenin, yaşamının kontrolünü ele almaya çalışmanın verdiği coşku var. Ama bir süre sonra bir problem ortaya çıkacak. Zaferin tanımı net değil. Hangi yöne gidiyoruz, ne istiyoruz. Bu bir süre sonra hareketin ivme kaybetmesine neden olabilir. Katılım düşmeye başlar... İnsanlar büyük meydanlardaki toplantıları mahallelere taşıyabilse o zaman bir programa sahip olur. Elit için asıl tehlike de budur.
Bir başka olgu daha var. Bütçede açık varsa sağ iktidarlar ordunun, polisin bütçesini kesmezler. Yoksulların hayatını kolaylaştıran sosyal programları keserler. ABD’nin bazı bölgelerinde sağcı kiliseler devreye giriyor. ABD’de Cumhuriyetçi kanatta, bazı adaylar kısmen büyük şirketlerin çıkarlarını kısmen de dinci seçmeni temsil ediyorlar.
Kürt bölgesinde yaşanan deneyimle Venezüella arasında nasıl bir paralellik kuruyorsunuz?
Kürt toplumunda olan şu: Bir Türk devletiyle yaşadıkları problemler var, ABD’de yapısal sorunları olan, ırkçılıkla karşı karşıya olan siyah topluluk gibi. Gündeme getirdikleri ikinci başlık ise, kendi yaşamlarının kontrolünü almaya çalışmak. Mahalle meclisleri gibi. Venezüella’da da benzer terimler kullanılıyor. Venezüella’da Chavez başkan oluyor. Bir başkanın yoksullar için bir şey yapması ender bir durumdur ama arada bir olur. Başkanın hadi politik sistemi değiştirelim, iktidarı daha küçük bir siyasi ve ekonomik elit grubundan alıp halka verelim demesi hiç olmadık bir durumdur. Ama Venezüella’da olan bu. Bir keresinde Chavez’ci bir belediye başkanı ile konuşmuştum. Kendisi bir şey yapmak istiyordu, bölgesindeki yerel konsey ise yolun onarılmasını. Sonuçta halkın isteği oldu. Bu belediye başkanlarının sayısı kaç? Çok az. Çoğu direniyor. Eski kapitalistler de hâlâ duruyor ve halka hizmet edecek bütün çabaları baltalamaya çalışıyorlar. Suç oranı artıyor çünkü polis polis gibi çalışmıyor; aksine ortalığı terorize ediyor.
Venezüella’da kapitalist de var yeninin yöneticisi olmak isteyen eski tarz sosyalist de. Bir de Chavez var. Çok büyük bir iktidar, aynaya bakıp değişebilir ama Chavez demokrasi konusunda fanatik. Kapitalizm istemiyorum ama yeni bir yönetici sınıfı da/elit de istemiyorum, diyor. İktidarın halkta olmasını istiyorum diyor.
Obama umudun sembolüydü... Ama çoğu kişinin beklentisini karşılayamadı, neden?
Obama’nın kampanyası gerçekten farklıydı. Bütün ülkede insanlar Obama’yı umudun sembolü olarak görüyordu. Genç destekçileri evlere kadar gittiler. Düşünün, ABD’ye siyah bir başkanın seçilmesi tabii ki çok önemliydi, ama bu kadar umudun zemini yoktu. Obama’nın kampanyasına büyük şirketlerden yüklü bağışlar yapıldı. Bu ekonomik felakete başkanlık etmek kolay değil...
Krizden Obama mı sorumlu, yoksa üstüne mi kaldı?
O yaratmadı ama öyle bir hava oluşturuldu. Bunu yaratan kurumlar, sistemin kendisi. Seçildiğinde inanılmaz bir destek vardı arkasında. Eğer isteseydi, ABD’de yoksulu ve zayıfı gözeten, bu krizi de tersine çevirecek değişimlere imza atabilirdi. Tabii ciddi bir mücadele gerektirirdi bu. Amerikan halkını zenginlere, büyük şirketlere karşı örgütlemesi gerekirdi. Bu olacak şey değildi, Obama’nın gündeminde yoktu. Bu Venezüella’yı çağırıştırıyor bana.
Chavez başkanlık için yarışırken önce zenginler tarafından desteklenmişti. Yoksullara verdiği sözlerin kampanyada söylenmiş yalanlar olduğunu düşünüyorlardı. Sonra Chavez seçildi... ve “işte programım” dedi. Obama’nın da aynısını yaptığını bir düşünsenize. İnsanlara, kendisine verilen oyları ekonomiyi yoksulları güçlendirecek şekilde düzeltmekte kullanacağını söyleseydi... Daha iyisini yapabilirdi diyorsanız, kesinlikle doğru, peki yapar mıydı, hayır.
Hiçbir zaman beklemedim. Kazanmasını istedim. Siyah bir başkan hem ABD hem dünya için önemli bir adımdı. Ama radikal bir değişiklik yapmasını beklemedim. Şimdi sokaklardaki insanlar hükümetlerine “Yap” diyorlar; “sizden yapmanızı istiyoruz.”
Gates’in değeri Guatemala’dan çok
Bill Gates’in birkaç kâğıt parçası yüzünden tek başına bütün Guatemala nüfusundan, bütün Norveç nüfusundan fazla bir değerinin olması akıl dışı... Bize diyorlar ki, bir doktora yarım milyon dolar vermezsek tıp fakültesine gitmez. Bu saçmalık o kadar çok tekrarlanıyor ki, artık ona inanmaya başlıyor insanlar. Ekonomi bize ne diyor? Üniversiteye gitmek madene gitmekten o kadar çok daha değerlidir ki doktora daha çok para vermek zorundasınız. Öğrencilerime insanlara ne kadar çok çalıştıklarına, ne kadar zorlukla çalıştıklarına, çalışma koşullarına göre para vermeliyiz diyorum. Madende çalışmak çok daha zor... Katılımcı ekonominin temel öğelerinden birisidir bu.
Notlar:
* Bu söyleşi 18.10.2011 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır.