Başbakan'ın daveti üzerine organize edilen Barzani-Şivan'ın Diyarbakır ziyareti, Kürt kamuoyunun başlıca gündem maddesi haline gelmiş durumda. Tartışmanın iki boyutu var. Birincisi ve daha çok tartışılan ziyaretin siyasi fonksiyonu ve neyi ima ettiği; ikincisi, Şivan Perver'in Kürt sanatçı tavrının doğru olup olmadığı.

Yüksek siyaset düzeyinde Kürt hareketinin bu ziyarete ilişkin net ve homojen bir tavrı olduğu söylenemez. Karşı çıkmak, temkinli yaklaşmak ve desteklemek şeklinde tavır çeşitlemeleri var. Çeşitli kademelerde görev yapan BDP yöneticilerinin açıklamalarına bakıldığında bunları görmek mümkün. Nihai tavrın ziyaretin sonuçlarına bakılarak belirleneceği söylenebilir. Şimdilik BDP adına ağır basan tavır, ziyarete eleştirel bir mesafe ile yaklaşmak. Mesafeyi koyan Kürt hareketi değil hükümet; "çözüm sürecinin" fiili muhatapları (Öcalan, PKK ve BDP) zaten atlanmış durumda.

Milliyetçi duruşun öne çıktığı Kürt kamuoyunda durum farklı: Kürdistan Özerk Hükümeti'nin ("Barzani saltanatının") saygınlığı giderek azalıyor. Petro-dolar kaynaklı zenginliğin ve uluslararası düzeyde elde edilen resmi meşruiyetin Kürdistan meselesinin bütünlüklü çözümü için seferber edilmemesi, giderek daha fazla eleştiriliyor. Güncel olarak eleştirilerin yoğunlaştığı noktalar, Irak Kürdistanı Özerk Hükümeti'nin Suriye Kürdistanı'ndan meydana gelen Rojava devrimine dönük engelleyici tutumunun devam etmesi ve Kasım ayında Erbil'de gerçekleştirilmesi beklenen Kürt Ulusal Konferansı'nın belirsiz bir tarihe ertelenmesi.

Türk devleti açısından ziyarete yüklenen anlam ve önemin, öncelikle "çözüm sürecinin" gerçek muhatabının (Öcalan ve PKK'nin) etkisiz kılınması olduğu çok açık. Bu konuda Türk devleti ile Irak Kürdistanı Özerk Hükümeti arasında bir uzlaşma var. Dönemsel olarak bu uzlaşma, Suriye Kürdistanı'ndaki gelişmeler (Rojava devrimi) üzerinden ve başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerin gözetiminde inşa ediliyor.

Rojava devriminin şöyle ilginç bir özelliği var: Suriye merkezi yönetimi ile karşıt muhalif güçler arasındaki çatışmada gri bölgeyi temsil ediyor. Suriye'de halk inisiyatifine dayalı olarak nasıl demokrasiye geçilir sorusunun yanıtını gayet pratik olarak veriyor. Bir yandan Esat liderliğindeki Suriye merkezi yönetimini demokratik bir Suriye projesini kabullenmeye zorluyor, diğer yandan "Kürtlerin malı ve namusu helaldir" diyen İslamcı faşist çetelere karşı başarılı bir savaş yürütüyor. Buna karşılık, faşist İslamcı çeteleri bünyesinde taşıyan ve bu nedenle kirlenme yaşayan Esat karşıtı Suriye muhalefeti, büyük bir prestij ve güç kaybına uğramış durumda.

Rojava'da yerel hükümeti inşa aşamasına geçilmesi ve bunun ilan edilmesiyle, devrim yeni bir dönemece girdi. ABD, Türk devleti ve Kürdistan Özerk Hükümeti bu gelişmeden rahatsız. PKK'nin Suriye Kürdistanı'ndaki kolu olarak kabul edilen PYD'yi (Partiya Yekîtiya Demokrat / Demokratik Birlik Partisi), Suriye merkezi hükümeti ile işbirliği içinde olmakla suçluyorlar. Ayrıca, Barzani yanlısı Kürtlerin baskı altına alındığı ve bağımsız bir Kürdistan oluşumunun hedeflendiği iddia ediliyor.

Irak Kürdistanı Özerk Hükümeti'nin bu suçlama veya iddiaların arkasına sığınarak Türk devletiyle geliştirdiği işbirliğini haklı çıkarma çabası, hem Suriye'deki Rojava devriminin hem de Türkiye'deki "çözüm sürecinin" aleyhine hareket ettiği sonucunu değiştirmiyor. Rojava devriminin ve "çözüm sürecinin" gelişmesinin bir koşulu da Kürdi muhatapların (PKK ve PYD) resmi meşruiyet kazanması. Kürt Ulusal Konferansı, uluslararası düzeyde PKK ve PYD'nin resmi meşruiyet kazanmasının önünü açabilecek bir toplantı. Fakat belirsiz bir tarihe erteleniyor ve yerine Diyarbakır'daki şenlikli Erdoğan-Barzani-Şivan-Tatlıses buluşması organize ediliyor.

Türk devletinin mevcut siyaseti Kürdistan meselesini parçalara bölmek ve resmi sınırlar içine hapsetmek. Başka türlü Kürt meselesini bastırma ve öteleme siyasetine devam etmesi mümkün değil. Başbakan'ın Diyarbakır çıkarması / buluşması bu siyasetin tutarlı bir uygulamasından başka bir şey değil.

Çıkarma / buluşmanın yerel seçim getirisi de önemli elbette: BDP-HÜDA PAR geriliminin yanına bir de PKK / PYD – Irak Kürdistanı Özerk Hükümeti gerilimi eklenince, Kürt seçmen kitlesinin kafası karışıyor ister istemez. Yerel seçimlerde, Kürtlerin temsilini hangi siyasi aktörler ve ne derece üstlenecek sorusunun yanıtı da verilecek. Kürt hareketini yönetenler HDP aracılığıyla oy tabanını genişletmeyi hedeflerken, Başbakan Diyarbakır çıkarmasıyla partisinin Kürtleri temsil etme iddiasını canlandırmayı ve daha da arttırmayı hedefliyor.

Yazıyı bitirirken kısaca Şivan Perver'in yerleştiği konuma da değinmekte fayda var. Benim düşünceme göre, 1970'lerdeki Kürt uyanışı ve mücadelesinin büyük ozanı Şivan Perver, 1990'lara gelindiğinde misyonunu büyük ölçüde tamamlamıştır. Hikâyesinin ayrıca ve özel olarak Soğuk Savaş sonrası Kürt entelektüel dünyasının hal ve gidişatı içinde ele alınması gerekir. Başbakan'ın şenlikli Diyarbakır çıkartması / buluşmasındaki rolünü "çözüm sürecine" katkı olarak sunma çabası, yüksek siyaset ve ana akım medya "ozanlığına" terfi etme hedefinin bir görünümüdür. Bu çok yeni ve genel eğilim itibariyle istisnai bir durum değil.