Her seçim yaklaştığında, “artık tartışmaları ve çelişkileri bir kenara bırakmalı, hedefe kilitlenmeliyiz” şeklinde sözler edilir. Fakat her an tavır belirlemeniz gereken, görmezden gelmenin mümkün olmadığı olaylara sahne olabilen bir ülkede yaşıyoruz. Üstelik tavır alınması gereken olaylar, örgütsel bir hazırlık olmadığında, takip etmesi bile çok zor baş döndürücü bir sıklıkla meydana gelebilir. Bu olaylar yaşanırken, barış ve demokrasi adına alternatif üretmeyi hedeflediğini iddia eden her çeşit oluşum ister istemez sınanacak, tartışmalar meydana gelecektir. Tam adliye baskınının şoku yaşanırken, çok ağır sonuçlar yaratabilecek Fenerbahçe otobüsünün kurşunlanması olayının yaşanması buna örnektir. Her iki olay da toplumsal muhalefetin ne yapacağını ve hatta ne diyeceğini şaşırdığı durumlara yol açmıştır. Eş zamanlı olarak İstanbul Üniversitesi’ndeki rektörlük seçimi sonucunun Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tanınmaması ve genel olarak akademik camianın bu olaya duyarsız kalması oldukça dikkat çekicidir. AKP medyasının başta Cumhuriyet gazetesini hedef tahtasına oturtan Nazi usulü yayınlara ve açılan davalara dönük muhalif medya dünyasının sergilediği dağınıklık çarpıcıdır. Genel manzara daha çok elitler arası bir kör dövüşüne işaret etmektedir. Sokağı baskı altına almayı ve susturmayı hedefleyen iç güvenlik yasaları çıkarılırken mecliste bol miktarda itiş kakış yaşanmış ama sokaklarda örgütlü bir hareketlenme meydana gelmemiştir. Sosyal medya ile sokak arasındaki bağlantı yitirildiği ölçüde, siyaset sanal bir tiyatro gösterisi haline gelmektedir.

Türkiye’de demokratikleşmenin ön şartı olan barışın özneleri ve muhatapları kim, belli değil. HDP’ye göre Erdoğan ve AKP barışın muhatabı olamaz. O zaman İmralı-Kandil-Hükümet trafiğinde HDP’li milletvekillerinin işi ne? Bu arada barış görüşmelerine kategorik olarak karşı çıkan MHP’nin, olabilir ama Öcalan ve PKK’yi muhatap almayız diyen CHP’nin adı bile geçmiyor. HDP de soluğu CHP ve MHP’nin yanında alıyor. Böylece Erdoğan ve AKP’ye karşı tuhaf bir birleşik cephe kurulmuş oluyor. Bu tablodan hareketle, genel seçime endeksli bir yüksek siyaset muhalefetinin toplumsal olarak canlandırıcı değil, uyuşturucu ve sersemletici bir etki ürettiği söylenebilir. Vatandaşlardan talep edilen sorunlarını toptan sandığa boca etmeleri, sonrasında sandıktan çıkacak sonuca göre Allah’tan umut kesilip kesilmediğine bakmalarıdır. Öyleyse genel seçime ilişkin tavır umutsuz bir ilgisizlik veya sınırlı da olsa isyancı bir boykot mu olmalı? Şahsen, Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle “tıpış tıpış sandığa gidip” oyumu HDP’ye vermeyi düşünüyorum. (Bu memlekette seçmen olmak genelde bu hale düşmektir.) HDP’ye oy verme gerekçem pek çok insan gibi aynı: HDP’nin baraj altında kalması, AKP hükümetinin hiç hak etmediği tehlikeli bir güce erişmesini sağlayacak. Barış ve demokrasi dinamiklerinin az gelişmişlik ve örgütsüzlüğünden yararlanarak AKP’nin gerçekleştirdiği faşizan cihatçı yürüyüşün önünü kesmekte, olmadı yavaşlatmakta, seçim sandığının da oynayabileceği bir rol var. Herkes biliyor ki bu rolün icra edilebilmesi için HDP’nin barajı geçmesi şart. HDP’nin barajı geçmesinin ötesinde konulabilecek somut bir hedef yok. Barış ve demokratikleşme umudunu canlı tutmak adına en iyi senaryo HDP’nin güçlü bir gurupla meclise girmesi ve AKP’nin görece zayıf bir hükümet kurması. Böylece hükümetin HDP’yi mecliste muhatap alması, barış ve demokratikleşme yolunda kritik bazı adımların daha kolay atılması sağlanabilir. Kötü senaryo, HDP’bin baraj altında kalarak AKP’nin tek başına hükümet kurması ya da belki daha kötüsü MHP’nin ortak olduğu bir koalisyon hükümetinin kurulması. Bu durumda barış beklentilerinin sıfırlanması dahi gündeme gelebilir. Bu seçenekler dışında, erken seçimle sonuçlanacak bir geçiş hükümeti döneminden de söz edilebilir. HDP’nin aynı zamanda bir iktidar hazırlığında olduğuna dair bir iddiası yok. 800 aydının desteğini aldığı söyleniyor ama milletvekili adaylarının bir hükümet kabinesi kurmaya aday olup olmadıkları hayli kuşkulu. Elde sadece bir “Yeni Yaşam” sloganı var.

Yeni Özgür Politika yazarlarından Günay Aslan’a göre “HDP'nin 7 Haziran seçimlerinde baraj meselesine çok vurgu yapmadan hatta baraj meselesini tartışma ekseninden çıkararak ‘YENİ YAŞAM’ vizyonuna vurgu yapması, bu vizyonun altını ekonomiden idari yapılanmaya, eğitimden sağlığa hayatın her alanında gelecek vaat eden, somut ve uygulanabilir politikalarla doldurması gerekiyor.” Fakat öyle görünüyor ki, genel seçime iki ay kala, Yeni Yaşam vizyonunun altını “hayatın her alanında gelecek vaat eden, somut ve uygulanabilir politikalarla doldurma” meselesi halledilebilmiş değil. HDP'nin Erdoğan ve AKP’ye dönük tepkiselliğe oynamanın ötesinde bir söylem kurabilmesi zor görünüyor. Barajı geçmesi de bu tepkiselliğin seçmen tabanına yayılmasına ve akılcı bir şekilde yorumlanmasına bağlı. Türk devleti, Kürt hareketinin Kuzey Kürdistan ve Türkiye çapındaki gelişmesini AKP ve CHP aracılığıyla sınırlama ve kontrol etme stratejisini terk etmiş değil. Yakın zamana kadar bunda başarılı olduğu söylenebilir. Son olarak Genelkurmay’ın devreye girerek Ağrı kırsalında bir gurup gerillanın bulunduğu noktaya operasyon düzenlemesi, HDP’nin % 10 barajını geçme kaygısından kaynaklanıyor. Genelkurmay sitesindeki 11 Nisan tarihli basın açıklaması operasyonun sadece askeri değil, aynı zamanda siyasi olduğunu yeterli açıklıkla ortaya koyuyor: Demirtaş ilk açıklamasında TSK’yi AKP’nin ordusu gibi hareket etmekle suçladı. Doğru, fakat fazlasıyla indirgemeci bir tespit: Günün sonunda TSK AKP’nin ordusu haline mi gelir yoksa TSK iktidar merkezine mi yerleşir, sorusunun yanıtını verebilmek gerekiyor. TSK’nin onca yıpranmışlığına rağmen, Türkiye’nin Mısır benzeri bir restorasyona sahne olması çok uzak bir ihtimal değil. Genel seçimde AKP ne kadar kan kaybedecek, CHP ve MHP’nin ulaşabileceği milletvekili sayısı hükümet kurmaya yetecek mi, ona bakılacak. HDP’ye bir seçim partisi olmanın ötesinde işlevler yüklendiği oranda hayal kırıklığı yaratması kaçınılmaz. HDP’nin seçim propagandası ciddi bir siyasi analize dayanmıyor. AKP hükümetinin barışma mecburiyetini Türk devletinin barışma mecburiyeti olduğunu düşündüğü oranda, ufkunu daraltıyor ve manipülasyona açık hale geliyor. Yine de HDP’ye oy vermeli mi? AKP’nin faşizan cihatçı yürüyüşüne çelme takmak için evet. Bunun bir çeşit yetmez ama evet tavrı ile karıştırılmaması lazım. Öyle görünüyor ki, HDP’nin yetmezliğini tartışıp durmak boşa kürek sallamaya benziyor. Belli ki kendisini Kürt hareketine ve sistem dışına kayma eğilimindeki örgütsüz tepki birikimine taşıtmanın ötesine geçebilmesi mümkün değil.