25 Eylül'den beri İslam Devleti (İD) kuşatması altında bulunan Rojava'nın Kobani kantonu, son üç gündür en yoğun saldırılarını yaşıyor. Kobani; doğu, batı ve güney cepheleri olmak üzere üç cepheden kuşatılmış durumda.[[dipnot1]] PYD eş başkanı Salih Müslim'in uluslararası kamuoyuna ve Türkiye'ye yönelik çağrıları insani duyarlılık açısından karşılık bulmuş değil. Uluslararası güçler ve Türkiye her ne kadar İD'yi tasvip etmediklerini söyleseler de Kobani kuşatması ve İD saldırıları tüm dünyanın gözü önünde, Türkiye ve uluslararası güçlerin bilgisi dahilinde gerçekleşmekte. Musul ve Şengal'de Arap, Türkmen, Êzidî halklarının katledilmesine seyirci kalındı. Şimdi de Kobani halkı, İD katliamcılarının eline bırakılmış durumda.

Uluslararası güçlerin -özelde ABD'nin- Ortadoğu'yu kontrol etme planında, halkların kendi kaderini tayin etme hakkına ve demokrasinin geliştirilmesine yer yok. Kendi kontrolleri dışında bir Türkiye'nin bölgede etkin bir güç haline gelmesine de izin verme niyetinde değiller. Türkiye, Amerika'nın çizdiği yoldan zaman zaman sapmaya çalışsa da, kendine biçilen rolü kendi çıkarları doğrultusunda dik durup eğilmeyerek oynamaya devam etti: Suriye'de içsavaş başladığından beri, İD ve benzeri yapıları destekledi ve desteklemeye de devam ediyor. Müslüman Kardeşler'in başarısızlığının ardından desteğini Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içindeki El-Nusra çetesine yöneltti; ÖSO'nun çözülmesiyle İŞİD/İD ile gizli işbirliği içinde çalışmaya devam etti ve etmekte.[[dipnot2]] Türkiye'nin Suriye iç savaşına müdahale etmekte iki önemli motivasyonu var: Bunlardan biri Şii ağırlıklı Esad yönetimine karşı TC'nin Sunni İslam faşizmi ideolojisi ve neoliberal politikalarıyla uyumlu hareket edecek grupları güçlendirmek; diğeri de Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkının, herhangi bir bağımsızlık ya da özerklik girişiminin önüne geçmek.[[dipnot3]]

Şu anki koşullarda Türkiye, uluslararası baskılar nedeniyle İD'ye karşı önlem almak zorunda kalsa da ittifakını da bozmuyor. Kobani'nin katliam eşiğine gelmesine rağmen, Rojavalı Kürtlerden özerklik yapılanmasından yani kendi kaderlerini tayin projesinden vazgeçmelerini ve Esad'a karşı savaşmalarını isteyebiliyor. İşin paradoksal yanı bunu talep eden hükümetin içerde kendi Kürtleriyle barışmaya çalışması. Türkiye'nin Suriye/Rojava Kürtlerine dönük bu politikası, bugün kendi içindeki Kürtlerle barışmaya çalışan bir hükümetin önündeki süreci tıkamış durumda. Çünkü Türkiye için mesele, uzun zamandır Kürt sorunu olmaktan çıktı ve dört parçayı da kapsayan bir Kürdistan sorununa dönüştü. Bu da, "dışarıdaki Kürtleri İD'ye katlettirip içeridekilerle bir şekilde barışırım" siyasetinin kaldırabileceği bir durum değil.

Kobani'nin ve sonra tüm Rojava'nın İD teröristlerinin eline geçmesi, Türkiye'deki Kürt sorunun çözümünde diyalog sürecinin bitmesi ve içsavaşın yeniden başlaması demek. AKP iktidara geldiği dönemde 90'lardaki savaş konsepti geride kalmış ve bu yeni konjonktür üzerinden –beğenelim ya da beğenmeyelim– AKP projesi hayata geçirilmişti. AKP, gücünü ve kitle desteğini çatışmasızlığın sağladığı bu ortamda elde etmişti. PKK ile yeni bir savaş konseptinin başta Türkiye toplumuna, Türkiye halklarına ağır kayıplar getireceği çok açık. Hükümetin varlığını nasıl koruyacağı ise bir o kadar belirsiz. Hükümetin arkasında güçlü bir halk desteğinin olması ve karşısında aynı güçte demokratik bir siyasi alternatifinin bulunmaması Türkiye'yi daha da büyük bir belirsizliğe sürükleyebilir ve uluslararası güçlerin Türkiye'yi çok daha kolay kontrol etmesini sağlayabilir.

Türkiye'nin neyi ne kadar göze alacağını bilmiyoruz. Ama, İD kuşatmasına karşı Kobani halkıyla dayanışma eylemlerine hükümetin tavrı, içeride de demokratik ve barışçıl bir siyasetin çok uzağında olduğunu gösteriyor. Özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı ve örgütlü olduğu illerde geniş katılımlı eylemler örgütleniyor. Türkiye'nin pek çok şehrinde yapılan eylemler yoğun bir polis ve asker müdahalesiyle bastırılmaya çalışılıyor.[[dipnot4]] PKK ve İD'yi eşitleyerek eylemlere yapılan müdahaleyi içerideki teröristlerle mücadele adı altında sunmayı Türkiye toplumu ne kadar kaldırabilir? Geziyle ortaya çıkan –ama bir süredir ruhu çağrılmaktan ibaret olan– seküler hareket yıllardır terörist bellediği Kürt halkının taleplerine sahip çıkarak barış sürecini savunabilir mi? Gezi hareketi bileşenlerinin bir kısmı Kobane direnişini destekleyen eylemlere dahil olsa da bu eylemler Gezi'yle mukayese edilemeyecek bir katılım düşüklüğünde geçiyor ve gözlemleyebildiğim kadarıyla İstanbul'daki eylemlere ağırlıklı olarak örgütlü Kürtler ve Kürt dostu çevreler dahil oluyor. Gezi sürecine dahil olan seküler kesim içinde çevremde gözlemlediğim kadarıyla Kobane'de katliam tehdidi varken bile Kürtleri AKP'yle işbirliği yapmak, masaya oturmakla suçlayan sesler de yükseliyor. Çözüm süreci bittiğinde demokratikleşmeyle ilgili pek çok tartışmanın da rafa kalkacağının farkında olmayan ya da bunu çok önemsemeyen, "AKP'yi İD üzerinden devirebilir miyiz?" hesabını yapan, milliyetçi refleksleri güçlü bir AKP muhalefeti de var. CHP'nin Kobane direnişini sahiplenmesi önemli bir gelişme ancak CHP tabanı üzerindeki karşılığını önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Baskıcı ve milliyetçi seküler çizgiyi, özgürlükçü sekülarizme evriltecek güçlü bir barış ve demokrasi hareketinin olmaması böyle zamanlarda daha çok yüzümüze çarpıyor. Bugün, devletin terörist olarak göstermeye çalıştığı Kobane halkı, batının tanklarına karşı yaşam alanını özgücüyle savunmaya çalışıyor ve halkların kendi kaderini çizmesi yolunda dünyaya bir demokrasi modeli sunuyor. Cinsiyet özgürlüğünden, inanç çeşitliliğinden, özgürlükçü bir sekülarizmden, demokrasi ve özyönetimden bahseden bir harekete Türkiye toplumunun da ihtiyacı var. Bu nedenle Türkiye toplumunun demokratikleşmesinde Kobane, Rojava halklarının mücadelesine verilen desteğin hayati bir yerde durduğu söylenebilir.