Türkiye’de ‘Kürt Açılımı’ ile başlayan sürecin ‘Demokratik Açılım’a evrilmesiyle, toplumun pek çok kesimi Kürt meselesinin nasıl çözülmesi gerektiğine ilişkin görüşlerini geçmiş yıllara oranla daha ‘cesaretle’ dile getirmeye başladı. Başta televizyonlar olmak üzere gazeteler ve yayınevleri de bu konuyla ilgili güncel yayınlar yapmaya başladılar.

Toplumun farklı kesimlerinin bu ‘süreç’te etkin olma ve kendi görüşlerini kamuoyuna aktarma konusunda aktif çaba içinde oldukları yayımlanan kitaplarda da gözlemleniyor. Mayıs 2009’da Birey Yayınları tarafından yayımlanan ‘Kürt Sorunu: Acil Çözüm Gerçekçi Yaklaşım (Kürt Sorunu ve Yerel Siyaset Üzerine Çok Katılımlı Görüşler-Öneriler) adlı kitap da bu çerçevede değerlendirilebilir. Daha geniş kesimlere ulaşma kaygısıyla, kamuoyunda tanınan aydın, yazar ve insan hakları aktivisti kişilerin de (Ayhan Bilgen, Sevan Nişanyan, Leyla İpekçi, Mehmet Altan) görüşlerine de yer verilmiş ve TESEV’in bir raporundan bazı bölümler kitaba alınmış. Fakat kitap ağırlıklı olarak İslami kesimden aydın, akademisyen ve gazetecilerinin düşüncelerini bir araya getiriyor. Bu yazıda yukarıda ismi geçen aydın, yazar ve kurumların görüşlerini dışarıda tutarak, İslamcı çevrelerden kitaba katkıda bulunanların Kürt meselesini nasıl tanımladığını ve hangi çözüm önerilerini sunduğunu iki başlık altında değerlendirmeye çalışacağım.

İslami Çevrelerin Kürt Meselesine Bakışı

Bilindiği gibi, Türkiye’de birbirinden farklı İslami siyasi çevreler bulunuyor. Bu çevrelerde Kürt meselesine yönelik bakış açıları iki grup altında toplanabilir. Söz konusu kesimleri, AKP içinde aktif olarak yer alıp çalışan İslami cemaatler ile AKP’ye destek veren İslami cemaatler olarak ayırt edebiliriz (bunlardan birincisi iktidardadır, ikincisi ise AKP’yi hem desteklemekte hem de eleştirmektedir). Bu çerçeveden bakıldığında, her iki kesimin Kürt meselesine ilişkin değerlendirmesinde ortak yönlerin yanı sıra kimi farklılıklar da bulunuyor. Türkiye’de İslami cemaatler içinde hatırı sayılır oranda Kürdün yer alması da meseleye bakış açılarında var olan farklılıkların anlaşılması açısından önemli bir faktör oluşturmaktadır.

Aralarında belirli farklar bulunsa da, ‘Kürt Sorunu: Acil Çözüm Gerçekçi Yaklaşım’da birinci kesim içinde değerlendirebileceğimiz şu yazarlar var: Sadık Yalsızuçanlar, Selami Saygın, Ekrem Kızıltaş, Emrullah Beytar, Hayrettin Karaman, Mehmet Ali Soydan, Mustafa Acar, Hüseyin Özdemir, Orhan Atalay, Ramazan Kayan, Taha Özhan, Hatem Ete ve emekli savcı Gültekin Avcı.

AKP’de etkin olan İslami çevrelere (bir başka deyişle tümü olmasa da genellikle Nurcu-Fettullahçı akıma) yakın duran bu ilk gruptaki yazarlar, Kürt meselesinin krize dönüşmesinin temelinde ulus-devlet anlayışının yattığını ileri sürüyorlar. Bu görüşe göre, ulus-devlet anlayışı, din kardeşliği inancıyla beraber yaşayan iki halkı birbirinden koparmış ve Kürtleri devlete düşman etmiştir. Dolayısıyla, geriye kalan bütün meseleler bu minvalde anlaşılmalıdır. Ulus-devlet anlayışı ile meseleye bakanlar, İslam’ı ortadan kaldırmayı ve dinin hayatın tüm alanlarındaki etkisini tamamen geriletmeyi amaçlamıştır. Bu yaklaşımı benimseyen yazarlara göre, aslında sorunun kaynağı buradadır; yoksa Kürtlerin devletle hiçbir sorunu bulunmamaktadır. Diğer yandan, mevcut durumdan ulus-devlet anlayışı kadar PKK’yi de sorumlu tutan birinci kesim, PKK’nin amacının da İslam’ı ortadan kaldırmak olduğunu, dolayısıyla aynı anlayışı paylaştığını öne sürüyor. Bu grupta yer alan yazılarda, AKP politikalarının tamamen desteklenmesi gerektiği, meselenin kültürel boyutuyla ilgili olarak atılan adımların sorunu çözeceği iddia ediliyor. Bu bölümde yer alan değerlendirmelerin tümünde, Kürt toplumunu anlama çabasını görmek neredeyse imkânsız. Yazıların tümü genel tanımlamalardan hareket ediyor. Halkın iki taraf arasında kaldığı, toplumun aslında bölünmek istemediği, DTP/PKK’nin Kürt halkını temsil etmediği ve edemeyeceği öne çıkan ortak bir başlık olmaktadır. Kürt kimliğini varlığını kabul eden yazarlar, kişisel deneyimleri üzerinden bol bol Kürtlere ilişkin sosyolojik, kültürel ve tarihsel tahliller yapıyorlar. “Dış mihrak”, “İslam’ı bitirmek isteyen kesimlerin çabası” sloganını esas alarak eleştirilerini bu iki husus üzerine inşa etmeye çalışıyorlar. Bu gruba dahil olan yazarlar, ‘iktidarda’ olmanın getirdiği bakış açısıyla, Kürtler ile devletin arasının yeniden iyileştirilmesi gerektiğini savunuyorlar; bunun en önemli adımının ise kültürel hakların devletin belirlediği çerçeve içinde, diğer bir ifadeyle kendi bakış açılarına uygun şekilde tanınması olduğunu düşünüyorlar. Diğer yandan, bölge halkının eğitimsiz, cahil bırakılmış vb. olduğu tezini ilk grubtaki yazarlar da sahipleniyorlar. Tabii eğitimsizlik eleştirisi yapılırken geçmişte uygulanan ‘laik’ eğitimin de eleştirisi yapılıyor; Kürt Hareketi ise halka hiçbir şey vermediği, hatta onu ‘cahil’ bıraktığı için eleştirilerek eğitim çağrısı yapılıyor. Bu çerçeveden hareketle dini ibadet alanlarının daha fazla öne çıkarılması, bölgeye daha ‘anlayışlı’, ‘halka iyi davranan’ bürokratların gönderilmesi gerektiği öneriliyor. Böylece, “eğer şefkatli yöneticiler olursa Kürtler de devletine yaklaşacaktır” tezi üzerinden hareket ediliyor. Önerilen ‘çözümler’in sonuç alıcı olduğunu anlatmak içinse Osmanlı dönemi –tarihsel bağlamından koparılarak –referans olarak gösteriliyor.

Birinci gruba dahil edebileceğimiz yazılar içinde kurumsal kimlik kullanılarak yazılan üç yazı var: Mazlum-Der Genel Başkan Yardımcısı Emrullah Beytar’ın, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan (SETA) Taha Özhan ile Hatem Ete’nin yazıları ve İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) bir raporu. Bu yazılarda Kürt meselesi değerlendirilirken bölge halkının taleplerinin ardında yatan nedenler ele alınıyor ve yapılan anket benzeri araştırmaların sonucunda şu tespit ileri sürülüyor: Bölgede kimlik en belirleyici sorun değildir. Bölge halkının en önemli sorunu iş, aş ve eğitim sorunudur. Dinin bütünleştirici gücünden faydalanılmalıdır. DTP Kürtleri temsil etmemektedir; ayrıca DTP’ye destek vermeyen Kürtlere ulaşılırsa sonuç alınabilir.

Sonuç olarak ilk gruptaki yazılar, aralarında farklılıklar olmakla birlikte, kısmi bir idari reform yapılmasını, bazı kültürel hakların verilmesini, dinin etkin şekilde kullanılmasını ve bölge halkının kazanılmasını öneriyorlar. Böylece aslında, “PKK ayrı, Kürt sorunu ayrıdır” tezinin içinin, sosyal, ekonomik, kültürel vb. tedbirlerle doldurulmasını önermiş oluyorlar. “İş, aş, eğitim” gibi tezleri de ekleyerek Kürt meselesinin bu yollarla çözülebileceğini ve Kürt Hareketi’nin ancak o zaman tasfiye olacağını ileri sürüyorlar.

Hüseyin Yayman, Tahsin Cihan, Mustafa Acar, Adem Balta, Nihat Nasır gibi ikinci kesimde yer alan, yani AKP’ye ‘şartlı’ destek veren yazarların birçoğu Kürt olduklarını belirtiyorlar. Bu da doğal olarak değerlendirmelere yansıyor. Ulus-devlet anlayışı, bu kesimde yer alan yazılarda da temel sorun olarak görülüyor. Cumhuriyet’in kurulmasıyla hız kazanan sürgün, asimilasyon gibi uygulamaların, Kürt meselesinin ortaya çıkmasının temel nedenleri olduğu belirtiliyor. Din faktörüne gelince, Kürtlerin çok dindar oldukları için hedef seçildikleri ve temel amacın Kürtleri dinlerinden uzaklaştırmak olduğu öne sürülüyor. Dolaysıyla ulus-devlet uygulamaları, hem Kürtlerin kimliğine yönelik hem de din üzerindeki baskılar olarak değerlendiriliyor. Bu çerçeveden hareketle, Kürtlere kültürel haklarının verilmesi gerektiği savunuluyor. Bu kesimdeki yazarlar sürece kendi geçmiş deneyimlerinden hareketle, dolayısıyla daha eleştirel yaklaşıyorlar. Bununla beraber, Kürt Hareketi’ne ilişkin bakış açılarında şu nokta öne çıkıyor: Bölgede halk hareketinin öncülüğünün İslamcı cemaatlerin elinde olmamasından hayıflanıyorlar ve Kürt Hareketi’nin mazlum Kürt halkının temsilcisi olmadığı tezini benimsiyorlar.

***

Yukarıda kısaca aktarmaya çalıştığım değerlendirmelere paralel olarak, yakın zamanda Kürt bölgesinde İslami cemaatlerin ‘devlet’ desteğiyle etkin olmaya çalıştıklarını görüyoruz. Basında dikkatli bir haber okuması yapılırsa –hatta bazen buna gerek bile olmadan– bu alanda yoğun bir maddi çaba harcandığı, ancak henüz bu çabaların toplumsal alana örgütlü bir şekilde yansımadığını görülebilir. Yayıncılık alanındaki deyenim ve izlenimlerim de bu veriyi doğruluyor. Dolayısıyla İslami kesimlerin Kürt meselesine dönük çalışmalarını daha dikkatli izlemek gerektiğini söyleyebilirim.