Cemil Bayık, Ruşen Çakır’a verdiği mülakatta “HDP bazı marjinal yaklaşımlardan kendisini kurtarmalı” derken kimi kast etmiş olursa olsun, aslında ortada son derece ciddi bir sorun olduğunu görmek gerekiyor. Fakat her nedense kimse “topa girme” gereği hissetmedi ve sorunları açık yüreklilikle tartışmaktan kaçınma eğilimi egemen oldu. Tartışma, “marjinal derken kim kast edildi?” spekülasyonları etrafında şekillendi; bazı “karizmatik” şahsiyetlerin (Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü, Ufuk Uras) işaret edilip edilmediği konuşuldu, hatta bu kişiler arasında “marjinal” eleştirisini üzerine alanlar oldu.   

Yaptığım medya taramasında sadece Erdem Yörük’ün, “Cemil Bayık, HDP ve Marjinallik Meselesi Üzerine”[1] adlı yazısında konunun ciddiyetini fark ettiğini gördüm. Yörük, Bayık’ın örtülü ifadesi üzerine spekülasyon yapmak istemediğini, fakat bu sözlerin kendisine şunu hatırlattığını söylüyor: “Büyümek ve güçlenmek için HDP’nin de mahallelere gitmesini, kendini gittikçe gayrı-elitleştirmesi gerektiğini söylüyor, diye düşünüyorum. Bence doğru olan da bu. HDP’nin bundan sonraki süreçte gittikçe daha fazla varoşlara çekilmesi lazım. Beyoğlu ve Cihangir’den, Sarıgazi ve Bağcılar merkezli siyaset yapması lazım. Köylerde var olması lazım. Zaten bunu yapıyor, ama bu yönlenmenin çok daha hızlanması ve sistematik hale gelmesi gerekiyor.”

Erdem Yörük, gündeme getirilen sorunun önemini kavramakla birlikte, üzerine gitmeyi tercih etmemiş. Bunu şu sözlerden anlıyoruz: “Zaten bunu yapıyor, ama bu yönlenmenin çok daha hızlanması ve sistematik hale gelmesi gerekiyor.” HDP “zaten bunu yapıyor” mu? Yani, eksikleri olsa ve yavaş ilerlese de bu yönde bir gelişme var mı? Yoksa toplumla bütünleşmek doğrultusunda kayda değer bir ilerlemeden söz etmek mümkün değil mi? İkinci seçenek doğruysa, bu vahim duruma yol açan yapısal nedenler neler?

Türkiye solunda anlamakta güçlük çektiğim bir tutum var: Evrensel olarak sol, gerçekçi bir dünya görüşünden yola çıkar. Bizde ise insanlar, destekledikleri politik bir projeyi “bütün gerçekliği” ile değerlendirmeye yanaşmıyor. Sanıyorum sorun şurada: “Olumsuz gelişmelerin adını koyarsak, söz konusu proje aracılığıyla ‘anlam kazandırmak’ istediğimiz bireysel yaşamlarımız yeniden değersizleşmez mi; umudumuz kaybolmaz mı?”  Ne yazı ki kamusal alan, benliklerimizin bir uzantısı değil. Narsisizm ile gerçekçiliği bir arada benimseyemeyiz.

HDK-HDP’de çalışma yürütmüş olan biri olarak, HDP projesinin gidişatını olgularla değerlendirmeyi daha doğru buluyorum. Bildiğim kadarıyla, Kürdistan ve Kürtlerin yoğun olarak göç ettirildiği şehirler, örneğin İstanbul’daki Kürt gettoları dışında, HDP kurumsallaşmış parti örgütlerinden yoksun. Batı’da, ağırlıklı olarak Türkî kesimlerin yaşadığı ilçe ve mahallelerde kalıcı olmaya aday mahalle çalışmalarından, toplumla belirli bağlar kurabilmiş barış, ekoloji, kadın, emek inisiyatiflerinden bahsetmek daha da zor. HDK-HDP örgütleri halihazırda, parti bileşeni sol grupların, Kürt Hareketi’nden bazı kadroların ve bazı bağımsızların bir araya geldiği gruplaşmalar aşamasında. Varoşları bırakalım, Beşiktaş, Kadıköy, Bakırköy’de orta sınıflar içinde bile kucaklayıcı olmaya aday yerel girişimler örgütleyebilmiş değil.  

Zaten “marjinallerden kurtulma” tartışması da buradan kaynaklanıyor. HDP büyük ölçüde Beyoğlu ve civarına sıkışmış sol gruplarla yapılan bir ittifak projesiyse, o zaman Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde S. Demirtaş’ın yüzde 9,8’lik oy oranı Mart 2015 genel seçimlerinde nasıl korunacak? Bu yüzden “oralara sıkışmayın, halkla bütünleşin” denilmek isteniyor. Peki, mevcut örgütlenme tarzıyla bu ne ölçüde mümkün?

Soruyu yanıtlamak için biraz geriye gidelim. Batı’da HDP’nin örgütsel olarak bu denli dar alanlara hapsolmasının asıl nedeni, HDK’nin kuruluşu ve sonrasında aranmalı. Proje orijinal haliyle şöyleydi: HDP, toplum içinde kök salmış yerel meclislerden oluşan HDK’nin genel siyaset alandaki temsilcisi olacak, seçimlere girecekti. Aslolan ise HDK olacaktı. HDK, “ezilenlerin yerel örgütlenmeleri”, “kadın, gençlik, emek meclisleri” üzerinde yükselecekti. Bütün bu “yerelci ve özyönetimci” söyleme rağmen, gerçeklik tam tersi oldu. Gerek HDK gerekse HDP yukarıdan aşağıya doğru kuruldu. Nasıl olsa ideallerin gerçekleşmesi biraz bekleyebilirdi. Ülkemizde gelişmeler ve yüksek siyasetin gerekleri, daha hızlı hareket etmeyi gerektirmişti.

Şimdi aynı sorun tekrar önümüze geldi. Şöyle deniyor: “Artık HDP’yi yerellerde, mahallelerde, varoşlarda örgütleyeceğiz; bunu yapmak zorundayız, yoksa yüzde 10’a ulaşabilecek oy potansiyelini koruyamayız.” Peki, politik bir örgütlenmeyi önce yukarıdan aşağıya kurmak ve sonra toplumla bütünleştirmek o kadar kolay mı? “Yerel meclislerin üzerinde yükselme” stratejisi retorikten mi ibaret; yoksa pratik sonuçları itibarıyla, yukarıdan aşağıya örgütlenmeden çok daha olumlu sonuçlar doğuracak bir modeli mi temsil ediyor?   

Aşağıdan yukarı, mahalle meclisleri, yerel inisiyatifler, işyeri özörgütlenmeleri çalışmalarıyla işe başlamak, gerçek anlamda katılımcı ortamların şekillenmesinin olmazsa olmazıdır. Somut sorunlar etrafında demokratik işleyiş ilkeleriyle bir araya gelmek şu türden büyük avantajlar sağlar: Dayanışma duygusuyla hareket etmek, herkesin zamanı ve isteği oranında katkıda bulunabileceği hiyerarşik olmayan yapılar kurmak, bireylerin hangi alanlarda daha faydalı olabileceğini keşfetmek, tepeden inmeci iktidar oyunlarını etkisizleştirmek, eleştirilerin içselleşmesini sağlamak, ortak karar alabilmek için uygun bir zemin yaratılır. Bu tür özyönetim girişimleri her şeyin garantisi değildir, ama günümüzde HDP gibi kucaklayıcı olması gereken yapıları inşa etmenin başka yolu yoktur.    

Tepede kurulan, toplumsal tabandan yoksun gruplar/partiler arası ittifaktan yola çıkarak yerel örgütlenmeler kurmaya yönelmek başarı şansına sahip bir yol gibi görünmüyor. Unutmayalım ki uzun yıllardır toplumsal ilişkileri sıfıra yakın seyreden, içe kapanmış sol yapıların HDP bünyesinde yerel örgütlenme girişimleri başlatmak yerine HDP’nin kendi yerel örgütünü bir iktidar kurma ve insanları yönetme alanı olarak görmesi çok daha yüksek bir ihtimal. Aslında ihtimalin bir hayli ötesine geçmiş bulunuyoruz: Bu yöndeki olumsuz örnekler hiç de az değil. Öyle ki Gezi’den sonra politize olup aramıza katılan genç arkadaşlar, bir süre sonra HDP imgesiyle gerçeklik arasında gördükleri derin farklılık yüzünden meclis/parti çalışmalarından ayrılıyorlar.

Önümüzdeki dönemde, mevcut örgütlenme modelini –önce tepede “marjinal” grupları, partileri bir araya getirelim, sonra Türkiye toplumunu kucaklayalım– elimizdeki somut deneyim ve verilerle tartışmak büyük önem taşıyor. Bu modelle yol almak mümkün mü?

Başka bir yazının konusu olması gereken şu soru ise muhatapları tarafından tartışılmayı bekliyor: Kürt Hareketi, kağıt üzerinde son derece makul bir proje olan HDK/HDP’yi hayata geçirirken, “marjinal gruplar”la bir araya geldiğini bilmiyor muydu? Biliyorduysa, uyarı ve eleştiriler için niçin bugünü bekledi? Dolayısıyla aslında gecikmiş bir tartışma yaşıyoruz. Öyle sanıyorum ki önümüzdeki dönemde “marjinallik” tartışması daha da yoğunlaşacak.

Elbette başka bir seçenek daha var: “Mart 2015 genel seçim sonuçlarına bakılır, HDP projesinin geleceğine ona göre karar verilir.” Bu fazlasıyla “reelpolitik” yaklaşımın bize zaman kaybettirmekten başka bir sonuç doğuracağını düşünmüyorum.

 

 

 

 

[1] Bkz. http://t24.com.tr/yazarlar/erdem-yoruk/cemil-bayik-hdp-ve-marjinallik-meselesi-uzerine,10011, 24.08.2014.