Bu aktarım Fulya Atacan'ın "Sosyal Değişme ve Tarikat - Cerrahiler" (Hil Yayın, Ekim 1990) adlı kitabından ve "İslam Ansiklopedisi"nden derlenmiştir.
TARİKATIN TARİHİ
Kurucu Şeyh Nureddin Mehmed Cerrahi 1678'de Cerrahpaşa'da doğmuştur.
Bu tarikatın Bektaşilikten etkilendiği söylenebilir; çünkü Şeyh Nurettin Cerrahi'nin icazet aldığı Ramazaniye tarikatı şeyhi Ali Köstendili, ruhani eğitimini H. Bektaş Veli aracılığıyla gerçekleştirmiştir.
Aslında Nureddin Cerrahi'nin kendini tarikat kurucusu olarak gördüğünü belirten bir belge yoktur; hakkında bilinen şey tekke kurmuş ve öğrenciler yetiştirmiş olduğudur. Ölümünden sonra, müridlerinin başka tekkelere gitmesini önlemek isteyen taraftarlarınca ona tarikat kurucusu kimliği atfedilmiş olduğu düşünülmektedir.
19. yy. ortalarından itibaren el yazmalarında Nureddin kutsallaştırılmış ve övülmüştür. Çünkü bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nda reformlar gerçekleşir ve tarikatlar kitleleri yeniden kazanma çabasındadır.
Cumhuriyet ile tekke ve zaviyelerin kapatılmasına rağmen, Cerrahi tekkesi devam etmiştir (kapatılma döneminin şeyhi İbrahim Fahreddin Efendi türbedar olmuş ve güç şartlarda tarikatı sürdürmüş).
Tekke günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
Cerrahi tekkelerinin bulunduğu yerler şunlardır:
- Rumeli tekkeleri (Mora, Girit, Selanik, Yanbolu, Şumnu, Radoviç, Koçana, Üsküp, Tekirdağ, Edirne)
- Anadolu tekkeleri (Çanakkale-Ezine, Bursa, Manisa, İsparta)
- Ortadoğu ve Afrika tekkeleri (Musul, Kahire)
1950'lerde İstanbul'da bulunan dört tekke:
- Kasımpaşa-Kadiri
- Piyalepaşa-Rufai
- Karagümrük-Cerrahi
- Tophane-Kadiri
Süleymaniye'deki Helavi tekkesi
1) Türbe ve Eski Semahane: Şeyhlerin gömülü olduğu tekke vardı. Üyeler türbenin önünden her geçişlerinde, her pencerenin önünde durup dua etmekte ve sağ ellerini kalplerinin üzerine koyarak selam vermekteydiler.
2) Bugünkü Tekke: Mekansal görünümüyle zenginlik ve refahı ifade ediyor. Eskiden olan resim (çerçeveli kutsal yazı) asma gibi kısıtlamalardan bugün uzaklaşılmış durumda. Artık Şeyh ve ailesi tekke içinde ikamet etmemektedir; Şeyh belirli günlerde tekkeye gelmektedir.
3) Vakıf: Şeyh Muzaffer Ozak 1981'de "Türk Tasavvuf Musukisi ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı"nı kurmuştur. Bu vakfın amacı çeşitli bölgelerdeki tasavvuf müziğini ve folklorunu tespit etmek, araştırmak, yurt içi ve yurt dışında tanıtmak için faaliyette bulunmaktır.
RİTÜELLER-ZİKR
1) Şeyhin kitabında anlattığı zikr:
Temel ritüel olan zikr Allah'ın isimlerinin tekrarlanmasıdır. Bu iki şekilde olmaktadır:
- Cehri (sesli)
- Hafi (içten, sessiz)
Şeyh Muzaffer Ozak "Ziynet-ül-Kulub" adlı kitabında "Ez-Zümer" suresi 75. ayetten hareketle "meleklerin daire şeklinde devran ettiklerini, sufilerin de bu şekilde devran ederek hakkı zikretmeleri yönünde içtihatta bulunduklarını" belirtir. Kabe'nin yedi kez tavaf edilmesi gibi, sesli zikr yapanlar da Allah'ın yedi farklı ismini zikrederek devrana devam ederler.
Zikre oturarak halka şeklinde başlanır. Bu halka cennet bahçelerini temsil eder. Tanrı'ya ulaşma ve Tanrı birliğinin verdiği mutluluk temel eksendir. İlk tevhid (La ilahe illallah-Allah'ın bir adı) mürşide aittir, ikinci tevhide müridler de katılır. Kırk tevhid tamamlanıncaya kadar halkaya giriş-çıkış olmaz. Kelime-i tevhid dervişler dünya işlerinden sıyrılıp, birlik denizine dalıncaya kadar devam eder.
Sonra ilahiler okunur. Ruhlar alemi bundan hoşlanır.
Ruhun yücelmesini ve yükselmesini de ayağa (devrana) kalkış simgeler. El ele tutuşup (hüviyetin bağlanması anlamına gelir) sola doğru sol ayakla devrana başlanır; hu çekilir; baş sağa ve sola döndürülür; eller omuza atılır. Sağ el yanındakinin arkadan omzuna, sol el ise sol taraftakinin beline konur. "Hu" esması bir kere içeriye, bir kere dışarıya verilmelidir.
Esmalar çeşitlenir ve devran biter.
Zikrin temeli budur ve genişlemeye, kısalmaya, çeşitlenmeye açıktır; kontrolü şeyhtedir.
Cerrahiler her Perşembe gecesi toplu zikr yaparlar.
2) Şeyh Muzaffer Efendi'nin yönettiği bir zikr (3.1.1985):
Yukarıdakinden farklı olarak bir derviş buhurdanlıkla tütsü yapar.
Ayaktaki zikr bölümünde önce sağa ve öne, sonra geriye çekilerek sola ve öne eğilirler. Çeşitli esmaların sonunda "Hu" çekilir.
Efendi ise el çırparak, sesini yükseltip alçaltarak zikrin ritmini kontrol eder. Üzerinde uzun gecelik gibi bir entari ve beyaz takke olur.
Erkek üyeler normal kıyafetlidirler, takke takarlar. Kadınların başı örtülüdür.
Yüksek statülü dervişler de kısa kollu yeşil hırka giyerler.
3) Yeni Efendinin ilk şeyh olduğu dönemlerde yönettiği bir zikr (25.7.1985):
Halkanın en ortasında yaşı on dörtten küçük erkek çocukları, daha sonra efendi ve yüksek statülü dervişler ve halkanın en dışında da diğerleri vardır. Efendi halkadan ayrılıp merkeze gelir ve elini çırparak "Hu"ya geçer. Üyeler de merkeze yaklaşıp "Hu" çekerler. En kıdemli iki derviş, Efendi ile kol kola girerek, birbirlerinin elini tutarlar ve yukarı kaldırırlar. Başlarını birbirlerine dayayarak dönmeye başlarlar.
Sadece Efendide takke vardır.
4) Yeni efendinin daha sonraki dönemde yönettiği bir zikr (25.6.1987):
Efendi'de siyah cübbe ve beyaz takke vardır.
Zikirde bulunan on kişi beyaz uzun entari, saten beyaz kuşak, yeşil yarım kollu hırka giyer.
Bir semazen de vardır.
Halkayı, sol ayaklarını kuvvetle yere vurarak sola doğru döndürürler.
Semazen de ortada semaya başlar.
Zikre Dair birkaç Detay ve Yazarın Yorumu:
Zikr yapılırken uygulanması gereken kurallar bazı üyelere verilmiştir ama çoğunluk taklit yoluyla tekkede öğrenir. Erkek bir kaç genç derviş, semazenlerden ders alır.Genelde zikrin anlamını ve simgelediği şeyleri yüksek statülü dervişler bilir. Zikr sırasında kendini kaybetme durumu hoş karşılanmaz. Kadınlar devran etmez ve erkeklere uymaları beklenir. Genç kızlar kol kola girerek zikredebilse de, kadınlar çoğunlukla tek başlarına zikreder.
Yazarın yorumu: Özellikle alt-orta sınıfa mensup genç üyeler için zikr, müzik ve dansın bir arada bulunması itibarıyla deşarj olma imkanı sağlıyor. Tekke "uhrevi diskotek" olarak üyelerin bu ihtiyaçlarına, konumlarına ve alışkanlıklarına uygun, kabul edilir tarzda bir çözüm sunmaktadır.
(Fas'ta alt-tabaka ve şehir varoşlarında yaygın olan Hamadsha tarikatının bir folk-psikiyatri sistemi oluşturduğu, histeri ve diğer akıl hastalıkları için bir inanç ve ritueller sistemi geliştirdiği yazılmış).
Kadınlar Toplantısı:
Sadece yüksek sosyo-ekonomik statülü az sayıda kadın zikr sonrası sohbetlere katılır. (Ya kendi çekingenlikleri, ya da erkek üyelerin engellemesi nedeniyle). Bu nedenle Pazartesi-Perşembe 4.30-5.00 saatleri arasında şeyhin kadınlarla sohbet toplantıları olur. Şeyh evlilik, hastalık, İslam vs. konularında vaaz verir. Kadınlar da şeyhlerini görüp, rüyalarını anlatıp, çeşitli sorunlarını açarlar.
TARİKATTA TEMEL İLİŞKİ BİÇİMİ VE ŞEYHİN OTORİTESİNİN KAYNAĞI
Şeyh, Mürid ve Tarikat Üyeleri:
9-10. yy. tarikat yapısında şeyhe yemin etme yoktur; gruplar gevşek ve hareketlidir. Üyeler seyahat ederek mürşidlerini ararlar.
11. yy. itibariyle tarikat örgütlenmesinde başlayan değişikliklerle, önceden günlük ilişkileri düzenleyen kurallar dini zorunluluklara dönüşmüştür. Tarikat üyelerinin kurduğu ilişki "dinsel arkadaşlık"tan (heyecan, ortak ibadet ve ruhsal disiplin ile bir araya gelme ve ruhlarını arındırarak hakikate ulaşmayı amaç edinme) "başlangıç arkadaşlığı"na (kendilerini tarikatın başlatıcısı ile tanımlama, Tarikat=Evliya, takipçi/yönetici ilişkisi) dönüşmüştür.
Şeyhin diğer adı mürşiddir. Mürid (derviş, aşık) bir derviş tarikatına veya bir ahi teşkilatına girmek isteyen bir kimseye hazırlık devri boyunca verilen addır(meslek veya sanat sahibi).
Yeni şeyhin belirlenmesi üç yolla olabilmektedir: a) Irsi, b) üst yönetici kadronun seçimi, c) ölen şeyhin tercihi. Örnek: Muzaffer Efendi ölünce, üyeler "Allah bilir" demiştir. İç elit bir seçim yapmış ve sonra da bu seçim Muzaffer Efendi'nin vasiyeti olarak duyurulmuştur.
Şeyh Nureddin Mehmed Cerrahi "Mürşid-i Dervişan" adlı kitabında mürşid-mürid ilişkisini şu şekilde açıklamıştır:
- Müridler mürşitlere karşı çıkmamalı, onlardan şüphe etmemeli, öncelikle kendinden şüphelenmelidir. Aksi takdirde yeminleri bozulur.
- Derviş (mürid)'in ikincil faziletleri gözlerine, diline, sözüne, ellerine, ayaklarına, şehvetine hakim olma, az söz söyleme, ruh berraklığı, Tanrı'ya güvenme, öz disiplin, karşılık beklemeksizin ibadetini, rituelini, hizmetini yerine getirmek olmalıdır.
- Buna karşılık mürşid, müridlerinin ruhani gelişimini kontrol etmelidir; çünkü müridler kendi kontrollerini mürşide bırakmışlardır.
Cerrahi Tarikatında Üyeler:
İşi sadece dervişlik olan insanlar yoktur; günlük yaşamlarına devam ederler.
Üç grup üyeden söz ediliyor: a) tarikat hiyerarşisi içinde ilerleyen, b) Şeyhe bey'at etmiş ama tarikat hiyerarşisi içinde ilerlemeyen, c) Şeyhe bey'at etmemiş.
Tarikat üyeliği için müslüman olmaktan başka bir ön şart yoktur. Üyenin ayrılma durumunda ise sosyal güvenlik mekanizmalarından ve grup ilişkisinden yoksun kalması söz konusudur.
Tarikat üyelerini İstanbul'a yeni göç edenler değil, daha çok üst-orta, alt-orta sınıflar oluşturmaktadır.
Tarikat içinde sosyo-ekonomik düzeye paralel olarak belirgin bir hiyerarşik yapı mevcuttur:
- İç elit: Efendi-üyeler ilişkisini düzenleyen, maddi ve idari işler yapan, yemek, zikr organizasyonlarını yapan grup, saygın yaşlılar ve yüksek sosyoekonomik statülüler.
- Dervişler: Bey'at eden ve ilerleyen grup. Etkin değillerdir, sosyal güvenlik servislerinden yararlanırlar.
- Diğerleri: Bey'at eden, ilerlemeyen ya da bey'at etmeyip, zikre, dinsel toplantı ve yemeklere devam eden grup.
Şeyhin Otoritesinin Kaynağı:
a) Silsile: Kan bağı (peygamber sülalesi veya kurucu evliya ile) ya da ruhani silsile (öğretmen - öğrenci ilişkisi)
b) Baraka: Kurucu şeyhten geçtiğine inanılan kutsal güç.
c) Keramet: Evliyaların yarattıkları mucize.
Silsile ve Baraka:
Silsile (şeyhin peygamber veya evliya soyundan gelmesi) köyde önemlidir ama şehirde önemini yitirmektedir. Şehirde hem bu kan bağını takip etmek imkansızdır, hem de önemli değildir. Müridler kurucu şeyh ve bugünkü şeyh ile ilgilenirler ve onları bilirler. Tarikatın ve şeyhin geçmişi önemli değildir. Şeyh "veri" olarak kabul edilir. Silsile değil, "el alma" (ruhani silsile denilebilir) önemlidir.
Keramet:
Mucize yaratma bir Tanrı lütfudur, hem şeyhin otoritesini meşrulaştırıcı, hem de şeyhin ayırt edici temel niteliğidir. Bu kişiler darda kalanlara Allah'ın izni ile yardım eder. Şeyh "her derde deva bulucu, yol gösterici, danışman, yardım eden kişi"dir.
Cerrahi tarikatı şeyhinin kerametinin en önemli işareti toplumdaki yüksek statülü kişileri etrafında toplamasıdır.
(Yazar burada Mısır ve Türkiye'deki tarikat örneklerini şeyhin kerametiyle ilgili olarak karşılaştırıyor: Mısır'da Sufi İslam/tarikatlar ulema tarafından şüpheyle karşılanmış, batıl inanç olmakla suçlanmıştır. Ama tarikatın kurucu evliyası öyle bir keramet sahibidir ki ulemaya üstün gelir. Böylelikle şeyhe İslami bir zeminde daha saygın bir yer sağlanmaktadır.
Türkiye'de ise tarikatlara şüpheyle bakan seküler elit kesimdir. Bu yüzden şeyhin kerameti olarak, eğitim görmüş, yüksek statülü kişilerin tarikata üye olmasının vurgulanması, bu eleştirilere bir yanıttır. Şeyhe otorite ve saygınlık sağlayan İslami bir zemin değil, seküler bir zemindir. Bunun sufi düşünce ile ilişkisi yoktur, toplumsal yapıdan kaynaklanan bir kutsallık kaynağıdır.)
Cerrahi tarikatında "tedavi etme" mucizesine pek yer yoktur. Hasta önce doktora gitmelidir, şeyh de dua eder.
Bir Diğer Otorite Kaynağı "Batın'ın Bilgisi":
Sufi İslam'da zahiri (günlük yaşam ve yüzeysel gerçek) ve batıni (gizli gerçek, hakikat) ayrımı vardır.
Efendiye göre; "Zahirin bilimini (tıp, fizik gibi) herkes tahsil edebilir; ama batın'in bilimini herkes yapamaz." Şeyh dışında, dervişler de Allah'ın inayeti ile batın'in bilgisini bilebilir.
Tarikat içindeki yaşlı ve eğitim düzeyi düşük üyelerin soruları günlük pratik problemler etrafında dönmektedir. Eğitim düzeyi yüksek ve genç üyeler Efendinin çeşitli görüşleri karşısında seküler eğitim kurumlarında edindikleri bilgileri savunabilmekte, Efendi de bunlara "bunlar ilim meseleleri" diye yanıt vermektedir. Genç üyeler daha çok kişisel manevi ve günlük maddi sorunlar için Efendi'ye danışmaktadırlar.
Sonuç olarak Şeyhin otoritesini meşrulaştıran kavram "el alma"dır. Pratikteki otoritesi de hakim olduğu bağlantılar ağı, bilgi, maddi kaynak, insan kaynağı, denetim, kontrol ve yardım yeteneği ile pekişmektedir.
BİR SOSYAL GÜVENLİK MEKANİZMASI OLARAK TARİKAT
Tarikatlar geliştirdikleri seküler patronaj ağı ile hızlı toplumsal değişim içinde, bir uyum aracı, bir sosyal güvenlik mekanizması olarak çalışmaktadırlar. Bu tarikat incelendiğinde, Türkiye'deki hızlı sosyo-ekonomik gelişimin yarattığı sosyal güvensizlik ortamına bir cevap oluşturduğu söylenebilir (sosyal sigorta).
Bir ara form olarak tarikatların yeni seküler fonksiyonlar üstlenmesi, hem grubun kendi içinde bütünleşmesini, hem de dış toplumsal yapıya uyumunu sağlamaktadır.
TOPLUMSAL BOYUTLARIYLA DEĞERLER, DAVRANIŞ BİÇİMLERİ VE DEĞİŞME
Kadının Örtünmesi:
Kadının ev dışına çıkması ile örtünme konusunda İslamcı gruplar arasında farklı yorumlar vardır. Cerrahiler'de kadınlar tekkede diz altı etek, uzun kollu giysiler giyip, başlarını örterler; günlük hayatta örtünür ya da örtünmezler.
Kısaca bu konuda esnek ve uyuma dönük bir tutum vardır.
Kadının Konumu:
Geçmişte mistisizm kadınların kendilerine yer bulabildikleri tek dini dünya idi ve pek çok kadın sufi vardı (Rabia Hatun -801).
Cerrahiler'de kadınlar da derviş olabildiği ve ayrımcılık olmadığı söyleniyor. Fakat kadının birincil rolü "eş-anne" olmak olduğu için, kadının çalışmasına karşı çıkılıyor ve buna gerekçe olarak da "kadın evde zaten çok fazla çalışıyor" deniyor. (Yani kadının çalışması konusunda direk olarak namus söylemi yok.)
Ayin sırasında kadınlar ayrı bir mekanda bulunur. Ayin sonrasında ise elit kesimden tarikat üyesi kadınlar, erkek üyelerle samimi olmamak kaydıyla sohbetlere katılabilirler.
Kadınlar kocaları ile ziyaretlere giderken, evli olmayan yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki kadınlar tek başlarına bu toplantılara giderler. Az sayıda bekar kadın tarikata tek başına gider.
Sonuç olarak denilebilir ki tarikat kadınlar için evden çıktıkları en önemli sosyal çevredir. Cinsiyet ayrımı vardır; fakat gelenekselden kopuş da vardır.
Toplumsal Değerler:
İslam'ın tarikat düzeyindeki kaderci, öteki dünyaya dönük, kanaatkar değerler sistemi toplumsal değişime uyum sağlamıştır (koşullu kadercilik). Çalışma, bu dünyada iyi yaşamanın, Tanrı tarafından ödüllendirilmenin bir aracı olarak görülmektedir. Bugünkü modern değerlere uygun bir ideoloji gelişmiştir (mesela doktora gidip tedavi olmanın öğütlenmesi).
Sonuç olarak yaşanan değişimin içselleştirilmesi sürecinde soru sormayı ve açıklamayı önleyerek uyuma dönük bir dünya görüşü geliştirmişlerdir. Siyasal düzeyde "inanç özgürlüğü"nü savunan grup, uzlaşmacı ve merkezi destekleyen bir konumdadır.