BAZI TERİMLER

TASAVVUF

Tanrı-evren-insan ilişkisini bir bütünlük içinde gören ve insanın tanrısal erdemlerle donanmasını, gönlünü Tanrı sevgisine bağlamasını amaçlayan dinsel-felsefi düşünce olarak tanımlanmaktadır.

Fritz Meier' in yorumuna göre tasavvuf : "İslam cemaati içinde Peygamber döneminin iman tazeliğini yeniden yaşatmak, her yandan gelen şüphe, tereddüt, yalnızlık ve kargaşalıklara karşı dinin asli otoritesine bir dönüş sağlamak gayreti olarak görülebilir."[[dipnot1]]

Tasavvufi hayatın doğuşundaki temel sebep dinlerin yapısı ve insanın ruhi ihtiyaçları olmakla birlikte iki hareket bu gelişmeyi hızlandırmıştır.

  1. İslam dünyasında ortaya çıkan lüks, sefahat ve israf.
  2. Dini meseleleri yalnız akılcılıkla izah ederek, onun manevi boyutunu gözardı eden bilginlerin durumu.

Tasavvuf bu iki şeye reaksiyon göstererek yol almıştır.

İnsanların tasavvuf ve tarikatlara girişi de çoğu zaman bir bunalım, sıkıntı, ümitsizlik ve kargaşa ile izah edilmiştir. Böyle durumlar görülse de bütün hareketi benzer sebeplere bağlamak doğru değildir.

Tarihte, tasavvufi dünyaya yön veren, yeni yorumlarla değişik boyutlar kazandıran kişiler ise Rabia (öl. Basra 185/804), Cüneyd (öl. Bağdat 297/909), Hamdun Kassar (öl. Nişabur 261/884), Bistami (öl. Bistam 261/874), Hallaç (öl. Bağdat,309/1021) , İbn Hafif (öl. Şiraz, 371/981) dır.

Rabia : (öl. Basra 185/804): Tasavvuf tarihininen büyük kadın şahsiyeti Rabiatü'l-Adevviye' dir. Tasavvufi düşünceye "aşk" boyutunu getirmekle tanınır. 13. yy'da itibaren batı da kendisini tanımıştır.

SUFİZM

Mistizmin özel bir türü olan Sufizm, "müslümanların Allah'ın varlığını kişisel deneyimleri ile yaşayarak anlamaya çalışmaları" olarak tanımlanabilir.

Schimmel' e göre gelişme döneminde sufiliğin ana anlamı İslamın derunileştirilmesi, İslamın temel sırrı olan tevhid'in (Tanrı birliği) bireysel olarak yaşanmasıdır.[[dipnot2]]

Sufi terimi ilk kez "yün giyen" anlamıda 767 yılında ölmüş olan Kufe'li Abu-Haşim tarafından kullanılmıştır. 9. yy.'dan itibaren gelişen sufi hareketler kısmen siyasal duruma kısmen de İslamda gelişen teoloji ve hukuk sistemine karşı bir tepki niteliğindedir. Ortodoks İslamın vurguladığı topluluk etos'una karşı Sufizm bireyi temel almıştır.

Zühd

Sözlük anlamı "ilgi duymamak, değer vermemek, küçümsemek, terketmek" anlamına gelir. İslamın ilk dönemlerinde Tasavvuf kelimesi yerine kullanılmıştır. Zühd terim olarak dünyayı-ahirete, maddeyi-manaya tercih etmemek, bedenin arzularından çok kalbin ve ruhun isteklerine kulak vermek demektir. Dünyasal isteklerden sıyrılarak kendini Tanrı yoluna, tarikat yoluna adamak demektir.[[dipnot3]]

Riyazet

Nefsi yenmek için gösterilen çaba anlamına gelir. Tarikat yolcusunun Tanrı dışındaki bütün varlıklardan ilgisini keserek iradesini, kendisinde Tanrı bilgisini gelişterecek eylemlere vermesi demektir.[[dipnot4]]

Tarikat

Sözcük olarak yol anlamına gelen tarikat, "... kulu tanrıya ulaştıran zevk, neşe, irfan ve cezbe yoludur."[[dipnot5]]:Sufiyi Allah'a kavuşturan yol "Tanrıya varmak için ruhun takip ettiği yol." [[dipnot6]] Bir pirin, mürşitin Hakk'a ulaşmak için İslam dinini yorumlayarak oluşturduğu, kendine özgü kuralları, ilkeleri ve törenleri bulunan inanç yolu.[[dipnot7]]

Tarikat sufizmin kurumsallaşmış biçimidir.

Hangi din geleneği olursa olsun, mistikler, Allah' a uzanan mertebeleri "yol" imgesi ile canlandırmaya çalışmışlardır. Hristiyanlıkta 'via purgativa', 'via contemplativa', ve 'via illumminata' üçlü ayrımı bir bakıma İslamdaki şeriat, tarikat ve hakikat ayrımına benzer.

Bugün bilinen ve tanınan tarikatlar 12. yy'dan sonra kurulmuşlardır. Tarikat kurucuları olarak bilinen şahsiyetler -tıpkı mezheplerde olduğu gibi- bir tarikat kurmak için faliyet göstermemişlerdir. Yaptıkları iş tasavvufi konularda insanlara faydalı olmaya çalışmak, sohbet ve eserleri ile fikirlerini ifade etmekten ibarettir. Bu düşüncelerin sistem haline gelmesi ve onun ismine nisbet edilerek tasavvufi bir zümre oluşması sonraki asırlara ait bir olaydır.

Zamanla her tarikatın adab-erkan dediğimiz iç kaideleri oturmuş, buna paralel olarak birbirileri arasındaki farklılıklar artmıştır. Bir kısım mutasavvıflar bağlı oldukları tarikatlara bazı yenilikler ve değişiklikler getirmişlerdir. Bu değişiklikler zamanla yeni bir "yol" olmuş ve böylece "tarikat kolu" denen bölünmeler meydana gelmiştir. Bu durum kaç tane tarikat vardır sorusunun cevabını da zorlaştırmıştır.

12 ANA TARİKAT [[dipnot8]]

Kadiriyye
Kurucusu Hz. Muhammed'in soyundan olan Abdülkadir Geylani. 1077 tarihinde Hazar denizinin güneybatısındaki Gilan eyaletinde doğdu, 1166'da Bağdat'ta vefat etti. Kurduğu Kadiriyye tarikatı pek çok kola ayrıldı ve İslam dünyasının en yaygın tarikatları arasına girdi. 

Rifaiyye
Kurucusu Hazreti Muhammed'in soyundan olan Ahmet Rifai. 1118'de Bağdat'la Basra arasında bulunan Ümmü Abide köyünde doğdu, 1182'de Bağdat'ta vefat etti. 

Bedeviye
Seyyid Ahmed Bedevi tarafından kuruldu. Daha çok Mısır'da yaygınlaştı. 

Desukiyye
Burhaneddin İbrahim Desuki tarafından kuruldu. Daha çok Mısır ve Sudan'da yaygınlık kazandı. 

Kübreviyye
1221'de Harizm'de vefat eden Necmeddin Kübra tarafından kuruldu. 

Halvetiye
Ömer Halveti tarafından kuruldu. İslam dünyasının en yaygın tarikatlarından oldu. Bugün kırktan fazla kolu var. Cerrahilik, Halvetiye Tarikatı'nın en bilinen kolu. Dergâhı Karagümrük'te bulunan tarikatın dünyada 30 bin üyesi bulunuyor

Sühreverdiyye
Şihabüddin Ömer Sühreverdi tarafından kuruldu. 

Çiçtiyye
Muinüddin Hasan Çişti tarafından Hindistan'da kuruldu. Hindistan'ın ilk ve en büyük tarikatı oldu. 

Yeseviye
Ahmedi Yeseviye tarafından. 11. yüzyılın 2. yarısında kuruldu. İslamiyetin Anadolu'da yayılmasında etkili olan tarikat Nakşibendi ve Bektaşi diye iki kola ayrılıyor. 

Sa'diyye
Seyyid Sadeddin Cibavi tarafından kuruldu.

Mevleviyye
Mevlana Celaleddin-i Rumi tarafından kuruldu. Anadoluda kurulan ikinci büyük tarikat.

Şazeliye
Ebu'l-Hasan Şazeli tarafından kuruldu.

TARİKATLARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ

"Zikir, süluk, seyh-pir,mürid-derviş, silsile, kol-şube, adab-erkan, tekke, özel kıyafet, ortak dil..."

Mürit-Mürşit

Terbiye eden ve terbiye edilen.

Mürit: Tarikata giren bir pire bağlanan kimse. Derviş.

Mürşit: Müritlerine kurtuluş yolunu ve tanrısal sırların çözümünü gösteren dervişleri yöneten ve yönlendiren, sözü yasa niteliği taşıyan üstün aşamalı tarikat ulusu.

Mürid adayı mürşidi arama ve seçme hakkına sahiptir. Bu arayışlardan sonra bir şeyhe bağlanmaya, onun tavsiye ve rehberliğine göre hayatına yön vermeye karar verir ise iradesini şeyhin iradesine teslim etmesi gerekir. Çünkü katedeceği yolu mürşidi daha önce katetmiştir. O yolun bütün zor ve karanlık taraflarını bildiği gibi, aldatıcı ve ayartıcı yönlerini de bilmektedir.

Mürid-müşid ilişkisinde itirazın yeri yoktur. Herşeye "eyvallah" demek gerekir. Bu ikili ilişkinin vazgeçilmez ilk şartı teslimiyettir. Sufilere göre bu teslimiyetin olmadığı yerde bir feyz alış-verişi mümkün olamaz, tasavvufi terbiye gerçekleşemez.

Müridin dikkat etmesi gereken hususlar:

    • Sadakat ve samimiyetle bu hayata girilmelidir.
    • Dünya ile ilgili olan kalbi bağlılıkları terketmelidir.
    • Sırrını şeyhinden başka hiç kimse duymamalıdır.
    • Diğer dervişlere bedeni ile hizmet etmelidir.
    • Kendini haksız diğer müritleri haklı görmelidir.
    • Kendi menfaati ile ilgili tartışmalara girmemelidir.
    • Baş olma, sivrilme sevdasına düşmemelidir.
    • Öfkelenen ve kahkaha atan müritten hayır gelmeyeceğini bilmelidir.
    • Hergün ilim ve irfanını arttırmaya çalışmalıdır.
    • Halkın kendisine değer vermesi ile vermemesini eşit görmelidir.

Mürşid, mürüdin mizaç ve durumuna göre değişik yollarla nefis terbiyesini gerçekleştirebilir. Mesela, kibir ve gururlu mürid için uygulanan usullerden bir de onu "dilencilikle" yüzyüze bırakmaktır. Müridlik dönemi bir çeşit yoğunlaştırılmış tahsil dönemidir. Bu safhayı başarı ile bitirenler mezun olur ve mürşid olarak görev alırlar. Yalnız bu hayatın içine giren herkezin mürşid olabileceği gibi bir şey yoktur. Mükemmel bir mürşid olmak ne kadar zorsa, yeterli ve samimi bir mürid olmakta o kadar zordur.

İslamiyetteki Dört Kapı[[dipnot9]]

Tarikat yolunda, yolcusunun, Tanrıya ulaşmada yükselmek ve derinleşmek durumunda olduğu dört aşamayı simgeleyen

  1. Şeriat Kapısı
  2. Tarikat Kapısı
  3. Marifet Kapısı
  4. Hakikat Kapısı

İnsan tarikat yolunda, dört kapı ve bu dört kapıya bağlı kırk makamdan geçerek, ruhunu ve benliğini ergin duruma getirir; "insan-ı kamil" olarak "ilahi sırra" ulaşır.

1 - Şeriat Kapısı (Abidler) : İnsanların yol kurallarına uyma ve tarikat yol ulularına saygı yoluyla kendini eğitme evresi.

Şeriatın on makamı:

  1. İman etme
  2. İlim öğrenme
  3. İbadet etme
  4. Haramdan uzaklaşma
  5. Ailesine yararlı olma
  6. Çevreye zarar vermeme
  7. Peygamberin emirlerine uyma
  8. Şevkatli olma
  9. Temizliğe özen gösterme
  10. Yaramaz işlerden sakınma

2 - Tarikat Kapısı(Abidler) : Hak yolunu bulma evresi.

Tarikatın on makamı:

  1. Tövbe etme
  2. Mürşitin isteğine uyma
  3. Temiz giyinme
  4. İyilik yolunda savaşma
  5. Hizmetli Olma
  6. Haksızlıktan korkma
  7. Umutsuzluğa düşmeme
  8. İbret alma
  9. Nimet dağıtma
  10. Özünü fakir görme

3 - Marifet Kapısı (Arifler) : Gönül yolunda en yüce düzeye ulaşma, Tanrısal sırlara erme evresi.

Marifetin on makamı:

  1. Edepli olma
  2. Bencillik, kin, arezden uzak durma
  3. Mahrem olan şeylerden kaçınma
  4. Sabır gösterme
  5. Utanma
  6. Cömert olma
  7. İlim öğrenme
  8. Hoşgörü gösterme
  9. Özünü bilme
  10. Arif olma

4 - Hakikat Kapısı : Hakkı görme , Tanrısal alemin gücü içinde erime evresi. Evreninin bütün sırlarını, yaşamın anlamını, önemini, değerini kavrama aşamasıdır. Burada tarikat yolcusu olgunluğa ulaşmış kabul edilir, benliğinden ve bencilliğinden sıyrılır ve kesin birlik'e ulaşır. Tanrının kişiye göründüğü aşama olarak algılanan hakikat kapısında, bütün "ben"ler ve "sen"ler karışıp kaynaşır ve"birlik"e varır. Bu kapıya ulaşan kişi tarikata göre olur.

Hakikat kapısının on makamı:

  1. Alçak gönüllü olmak
  2. Kimsenin ayıbını görmeme.
  3. Yapabileceği hiçbir iyiliği esirgememe
  4. Tanrının her yarattığını sevme
  5. Tüm insanları bir görme
  6. Birlik'e yönelme
  7. Gerçeği gizleme
  8. Manayı bilme
  9. Sırrı öğrenme
  10. Tanrının varlığına ulaşma

Tasvirler

Tarikat mesafeleri aşıp makamlara yükselmek için girilen bir yoldur. Allah' a giden yolun dışı ve içi vardır. Dışı şeriat, içi hakikatttir. Şeriatla hakikat sütle yağ gibidir. Sütü çalkalamadan yağı elde edemezsiniz.[[dipnot10]]

Mutasavvıfların tarik'i (yolu) şeriata ayrılır. Ana cadde şeria, yol ise tariktir. Bu başlangıç Sufilerin, Tasavvufi eğitim yolunu her müslümanın yürümesi gereken Allah buyruğunun oluşturduğu caddeye çıkan bir sokak gibi gördüklerini gösterir. Şeriatın zorunlu buyrukları tam bir bağlılıkla yerine getirilmeden, hiç bir tasavvuf yaşantısı olamaz.Bununla birlikte tarik ana caddeden dardır, yürünmesi daha güçtür ve yolcunun tevhidin (Allah'ın birliğini dile getiren varoluşşsal açıklama) amacına ulaşıncaya dek türlü makamlardan geçmesi gerekir. Şeriat, tarikat ve hakikat'in türlü yönleri mutasavvıflar ve şairler tarafından da şöyle vurgulanmaktadır.[[dipnot11]]

Şeriat: Seninki senin, benimki benim.
Tarikat: Seninki senin, benimki de senin.
Hakikat (Marifet): Ne benimki diye birşey var ne seninki diye.[[dipnot12]]

Müridin Tarikata Girişinden İtibaren Geçirdiği Dönemler

1 - İnabe :[[dipnot13]] Mürid, mürşidin onayı ile tarikata girer. Buna inabe, "tarikattan el alma" denir. Bu inabe ile yapılan ilk iş tevbedir. Sufilere göre kişinin tasavvufi hayata girişi bir nevi "ikinci doğuş"tur. Bu doğuşla birlikte iki türlü temizlik gereklidir. Maddi temizlik, manevi temizlik. Birincisi boy abdesti, normal abdest ve üst baş temizliği. İkincisi iç temizliği, fikir ve ruh temizliğini ifade eder. Bu ikinci temizliği gerçekleştirmek için yapılacak ilk iş hata ve günahları terk ederek hakka ve hakikate yönelmektir. Bu da tevbe ile gerçekleşir.

2 - Tevbe :[[dipnot14]] Sözlük anlamıyla "dönmek" demektir. Yanlıştan doğruya, günahtan sevaba, Şeytandan Allah'a dönmek. Kısaca tevbe günahlar için duyulan samimi pişmanlıktır. Yani kötü şeylere, menfiliklere sünger çekmek.

Sufilerin hayat hikayelerine bakıldığı zaman çok değişik şeylerin tevbe etmeye sebep olduğunu görmekteyiz. Okunan bir kitap, dinlenen bir sohbet, duyulan bir ayet, görülen bir rüya vs.

Tevbe nedir sorusuna Cüneyd "günahını unutmandır" diye cevaplarken Tusteri, "günahını unutmamandır" diyor. Cüneyd devam ediyor ve " tevebenin üç çeşit manası vardır. Birincisi pişmanlık, ikincisi Allah'ın yasakladığı şeyleri tekrar yapmamaya kesin karar vermek, üçüncüsü ise yapılan haksızlıkları gidermek için çaba sarfetmek".

Yahya b. Muaz ise "Tevbeden sonra işlenen bir günah, tevbeden önce işlenen yetmiş günahtan daha çirkindir" diyor.

3 - Halvet-Uzlet (Çile) :[[dipnot15]] Müridin ilk ciddi ve zor sınavı halvettir. "Topluma karışmamak", "yalnız başına kalmak" gibi anlamlara gelen halvet, şeyhin gözetim ve denetiminde sakin bir köşede (halvethane yada çilehane) gece-gündüz tefekkür ve ibadet ile meşgul olmak demektir. Halvetin süresi zaman, zemin ve imkanlara göre değişiklik arz edersede yaygın olarak 40 gündür. Mevlevilerde bu 1001 gündür.

Bu zaman süresince aday kendisiyle başbaşa kalır. Kendini tanır ve kendini sorgular. Yapacağı ibadet, takip edeceği usul ve uygulayacağı yaşama tarzının tamamını şeyhinin tavsiyeleri doğrultusunda yapar. Hatta gördüğü rüyaları dahi bütün açıklığıyla üstadına anlatması ve onun yorumunu dinlemesi gerekir.

Halvet döneminde nefsin kötü arzularına karşı koymak, kalbi ve zihni iyi şeylere alıştırmak için önerilen üç şey: az konuş, az uyu, az ye. Böylece bedenin ihtiyaçları en aza indirilirken, ruhun iytiyaçlarını daha kolay karşılama imkanı doğmaktadır.

Tasavvufi hayatın bütününü halvet hayatı ile özdeşleştirmek yanlıştır. Bu belli egzersizlerle belli güçleri elde etmek için belli bir süre içinde uygulanan bir usuldür. Esas olan toplum içinde insanlara zarar vermeden onlara faydalı olacak şekilde yaşamaktır. Halvet aşaması insana bu özellikleri kazandırır.

Halvete giren herkez bu süreyi başarıyla tamamlayamaz. Bu aşamanın geçilmesi, adayın gayretine, sabrına ve şeyhin de yönetim gücüne bağlıdır. Sufilere göre Şeytanın en faal olmak istediği yerlerden biri de halvethanelerdir.

4 - Tevekkül-Kanaat : [[dipnot16]] Olgunlaşmanın ileri bir aşaması olarak algılanan benlik duygusundan sıyrılarak tanrıya bağlanma, bütün işlerini tanrıya bırakma anlamına gelir. Tevekkül aşamasında bulunan tarikat yolcusu, tanrıdan başka hiç bir şey ve kişiye güvenmez.

Kur'an'ı Kerim'de de şu şekilde geçmektedir:

"Kim Allah'a tevekkül ederse o ona yeter, onu ummadığı yerden rızıklandırır" 
"Tevekkül, bulmak ve kaybetmek sırasında kalbin sükunet içinde olmasıdır." 
"Tevekkül tenbelliği ve miskinliği değil, Allah'a iman ve güveni öne çıkarmaktır."

Tevekkül ikiye ayrılır:

  1. Halkın tevekkülü: Herşeyde Tanrı'nın etken olduğunu benimseyerek Tanrı'ya güvenme. Güvenme nedenleri Tanrı'yla kul arasında bir perde durumundadır.
  2. Tanrı seçkinlerinin tevekkülü:Tanrı'nın yazdığından başka hiçbirşeyin insanlara nasip olamıyacağının bilincine vararak Tanrı'nın vekilliğini mutlak anlamda kabul etmek ve kendini Tanrı'ya teslim etmektir.

Zikir :[[dipnot17]]

Kelime anlamı "anlamak, tekrarlamak" demektir. Burada anılan "Allah'ın isimleri"dir.

Zikir tasavvuf pratiğinin ana eksenidir. Zikirde, tarikat mensupları, dış dünyadan tamamen kendilerini soyutlayarak Allah'ın adını, tek veya beraber, yüksek sesle veya içlerinden tekrarlayıp bir anlamda ibadet ederler.

Zikirle ulaşmak istenen hedef, unutulan şeyi hatırlama ve akılda tutmadır. Böylece kişinin iç dünyası zenginleşir, evrenin yaratıcısını sürekli hatırlama becerisi kazanır. Burada asıl olan "La ilahe illallah" tır. Yani "Allah'tan başka ilah yoktur" . Zikirde ilk aşama "ben" duygusunu unutmak; "mutlak ilahi varlığı" düşünmek; kendini O'na adamak ve O'nunla hissetmek, sürekli bir ilahi aşk yaşamaktır. Kendi zikrinde yok olan, fani olup giden mürid "ben" duygusunu yitirdiği için evrensel bir varlık oluvermiştir ve Fena fi'llah (Tanrı'da yok olma) mertebesine yükselmiştir.

Bir kısım sufiler, Peygamber'den nakledilen bir hadise dayanarak kul ile Allah arasında nur ile zulmetten yetmiş bin perde bulunduğuna inanırlar ve Zikr'i aradaki bu perdelerin kalkmasını temin için bir vasıta kabul ederler ve Allah'ın her isiminin belli sayıdaki zikri ile bu perdelerin belirli bir sayısının kalkacağına inanırlar.

Allah'ı sürekli anmak samimi müslümanların temel vasfıdır. Sufiler samimiyetlerini göstemek için daha ileri gider: Cennetin kendileri için asıl hedef olmadığını ileri sürerler. Onlar cennete yaklaşma yada cehennemden uzaklaşma telaşı içinde değillerdir. Bir sufi sadece Allah'a kavuşma aşkıyla yanıp tutuşan kimsedir.

Zikirde önemli olan dilin hareketi (ses, seda) değil, kalbin Allah ile birlikte harekte geçmesidir. Dil sadece Allah'ı zikreder, zikrin kalbe yerleşmesini ve kalbin zikre katılmasını sağlar. Zikir düşünceyle bütünleşip güç harcamadan otomatik olarak ağızdan çıkmaya başlayınca, zikrin en yüksek aşamasına gelinmiş demektir.

Zikrin yapılışı tarikatlara göre değişiklik gösterir. Bazı tarikatlarda zikir seslidir (Kadiriye) bir kısmında da sessiz yapılır (Nakşibendiler). Toplu zikir yapılan tarikatlar da vardır, ferdi zikir yapanlar da. Tasavvuf bireysel bir ibadet gibi gözüküyorsa da cemaatle yapılanı her bakımdan tercih edilir.

Toplu zikirleri ile tanınan tarikatlar Mevlevilerde (Sema), Nakşililerde (Hatm-ı Hacegan), Halvetilik (Darb-ı Esma), Rıfai ve Sa'dilerde (Zikr-i Kıyam), Kadirilik (Devran) denir. Her birinde kendine has ayin gerçekleştirilir. Nakşiler ayakta ve gizli (sessiz) bir zikir yapar, Kadiri ve Rıfailer gizli ve oturarak başlar, ayakta ve açık zikirle devam ederler. Son olarak Fatiha ve Salavat okunur. Bazı Kadiriler saf halinde yüzleri kıbleye dönük olarak oturur, bazılarıda halka şeklinde zikir yapar.

Vecd :

Dervişin heryhangi bir şey sebebiyle kendinden geçmesi demektir. Bu "herhangi birşey" gönülde hissedilen bir duygu, bir zikir meclisi olabileceği gibi, bir ney taksimi, bir kuş sesi hatta bir kapı gıcırtısıda olabilir. Çeşitli egzersizler ile hasas bir noktaya yükselen müridin kalbi varidler sebebiyle gelen heyecanları taşıyamamakta ve kendini kaybetmektedir. Sufilerin burada dikkati çektikleri şey "yapmacık" hareketlere başvurulmamasıdır. Aslında onların istediği şey bu "kendinden geçme durumuna düşmemek için azami gayreti göstermektir.

Süluk :[[dipnot18]]

Tarikata girmek demektir.

Pir :[[dipnot19]]

Tarikat kurucusuna Pir denir.

Şeyh :[[dipnot20]]

O tarikatın yaşayan, yöneten, hem idari, hem de manevi lideridir. Yaşayışı, bilgisi, şahsiyeti, İslamiyetin ve mensubu olduğu tarikat sisteminin görevlerini aksatmadan yerine getirişi ile örnek bir insan olmak zorundadır.

Tekke: [[dipnot21]]

Mürşit ve müritlerin içinde yaşadıkları, ibadet ettikleri ve tarikat törenlerini düzenledikleri, nefsin terbiye edildiği, ruhsal olgunlaşmanın sağlandığı, cemaatin dinsel ve toplumsal yönden eğitildiği bir makam olarak algınan yer, yapı ya da yapılar topluluğu.

Tekkeler dervişlerin zikir ve sohbetleri için yapılmış yapılardır. Bu amaçla kurulan diğer ibadet yerleri: ribat, dergah, asitane,duveyr, savma, mescid, mihrap ve zaviye.

Tekkeler sadece ibadet yeri değil aynı zamanda dönemin ilimler akademisi, kültür merkezi, hastanesi, spor yurdu, moral kaynağı, güzel sanatlar akademisi ve dinlenme kampıdır.

Zaviye :

Büyük tekkelere bağlı küçük tekke

Silsile :[[dipnot22]]

Tüm tarikatlarda silsile vardır. Bu o günkü şeyhten geriye giderek Hz. Peygamber'e kadar uzanan bir zincir, bir halkadır.

Kol :[[dipnot23]]

Tarikatlar kuruluşlarından sonra , pirin sözleri ve davranışlarına yeni yorumlar getirildikçe kollar oluşmuştur. Halvetiye ve Şazeliye tarikatları kendilerinden en çok kol çıkan tarikatlardır. Mevlevilikte ve Bektaşilikte kol yoktur.

Adab-Erkan :[[dipnot24]]

Tarikatlar, bir velinin, mutasavvıfın, din büyüğünün sözleri, yazıları, yaşama biçimi ile belirlenmeye başlar. Kurucudan sonra gelenlerin çoğalması ve fikrin müesseseleşmesi ile birlikte kendilerine özgü bazı kurallar, töreler ve adetler edinmeye başlar. Zamanla her tarikatın belli bir içdüzeni ve diğer tarikatlardan ayrı bir takım gelenekleri oluşur. Aynı zamanda bunlar tarikatın müessese olarak ilgi görmesini, ekonomik hürriyet kazanmasını, çevrenin ve çağın şartları içinde sosyal, bazende politik ağırlık kazanmasını da sağlamıştır. En az merasimi olan tarikatların -eğer fikir sistemi güçlü ise- yaşama şansı çokken, sıkı kurallara ve törelere bağlı tarikatların şartlar değiştikçe tarikat prenslerini koruma ve hayatta kalma şansı azalmıştır. Nakşibendilik ile Mevlevilik arasındaki adab-erkan farklılığı bugün, Mevleviliğin "sevenler", Nakşiliğin ise "bağlılar" olarak görülmesinin sebeplerinden biridir.

Kıyafet :[[dipnot25]]

Her tarikatın kendine göre bir kıyafeti vardır. Özellikle dervişlerde ortak unsur unsurlar çok olsa da, bazı semboller, başta taşınan külah veya sırta giyilen hırka, bunların renkleri bir bakışta kullananın hangi tarikata ait olduğunu açıklayabilir. Kıyafetle birlikte elde taşınan asa, çubuk, zincir, göğse takılan ya da boyna asılan bir madeni halka da tarikatın özel işareti olabilir.

Özel dil :[[dipnot26]]

Tarikat mensuplarının kendi aralarında kullandıkları bazı kelime ve ibareler de tarikat farklılıklarını belirler.

Örneğin Mevlevilerin kullandığı çelebi, dergah, dede, çile, destar, destür, hamüşan, hücre, mangır, meydancı... kelimeler.

İSTANBUL' DAKİ ÖNEMLİ TARİKAT MERKEZLERİ

Mevleviler : Yenikapı, Üsküdar, Kuledibi (Galata), Kasımpaşa ve Bahariye Mevlevihaneleri 
Bektaşiler : Merdivenköy'de Asithane (merkez), Kazlı Çeşme, Haliç-Karaağaç, Topkapı-Takkeciler, Üsküdar-Paşalimanı 
Cerrahiler : Fatih-Karagümrük, Nureddin Cerrahi Tekkesi. 
Şabaniye : Aksaray-Sofular 
Şazeliler : Alibeyköy 
Kadiriler : Tophane, Cağaloğlu 
Nakşiler : Üsküdar-Sultantepe

KAYNAKLAR:

Fulya Atacan, Cerrahiler: Sosyal Değişme ve Tarikat, (Hil Yay., 1990, İST.). 
Ahmet Güner, Tarikatlar, (Milliyet Yay., 1986, İST.). 
Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar, (Cep Üniversitesi, İletişim Yay., 1994, İST.) 
Esat Korkmaz, Alevilik ve Bektaşilik Terimleri Sözlüğü, (Anahtar Yay., Eylül 2005. İST.). 
Atlas Dergisi, Sayı 152, Kasım 2005 
İslam Ansiklopedisi, MEB