Bu aktarım Fulya Atacan'ın "Sosyal Değişme ve Tarikat - Cerrahiler" (Hil Yayın, Ekim 1990) adlı kitabındaki aynı adlı bölümünün özeti niteliğindedir.

Bugün Türkiyede din en genel hatları ile "Resmi İslam" ve "Paralel İslam" olarak iki temel yapıda ele alınabilir. "Resmi İslam" "devletin doğrudan denetimi altındaki tüm yapıları" kapsar. "Paralel İslam" ise devletin denetleyemediği "... tüm hizipleri, tarikatları, birlikleri ve grupları" içerir.

Türkiye'de topraktan kopma ile birlikte büyük yapısal bir değişme başlamış ve bu değişmeye paralel olarak din de örgütsel yapı, dünya görüşü, değerler ve davranış biçimleri düzeyinde önemli bir değişim geçirmiş ve farklılaşmıştır. Geleneksel olanla iç içe giren din, farklılaşan, ihtisaslaşan, örgütleşen toplum yapısı içinde gelenekselden koparak farklılaşmış, çeşitlenmiş, yeniden örgütlenmiş ve bu yapı içinde yeni bir konum kazanmıştır.

Farklılaşan toplum yapısında, alt orta ve üst-orta tabakalara dayanan İslamcı gruplar muhafazakar bir ideoloji olarak İslamı yeniden üretmekteler. Muhafazakar ideolojiler arasındaki farklılaşma, İslam temelli muhafazakarların kendilerini özellikle "milliyetçi" ideolojilerden ayırma ve yeniden tanımlama ihtiyacını yaratmıştır. Bu noktada diğer muhafazakar ideolojilerle önemli bir farklılaşma ve çatışma aşamasına gelinmektedir. Bu durum doğal olarak, hepsi İslama dayanan ama yorumları çok farklı olan çeşitli islam ideolojilerinin doğmasına yol açmıştır. Bugün Türkiye'de İslamdan değil İslamlardan söz etmek gerekiyor. İslam ideolojisi temelinde bu farklılaşma, bugün yaşanan tabakasal farlılaşma ile bağlantı içindedir.

Öte yandan İslami ideolojiler seküler ideolojiler ile yarışmak zorunda kalmıştır. Artan eğitim düzeyi, şehirleşme, iletişim olanaklarının artması ve yaşam tarzındaki değişmeler bazı grupların katı, gelenekselci İslam ideolojisi ile tatmin edilmelerini imkansız hale getirmiştir. Bu nedenle İslamcı muhafazakar ideoloji de daha geniş kitleleri, farklı grupları cezbedebilmek için esnemekte ve sürekli içerik olarak değişmektedir.

Bu değişimin en çarpıcı örneği kitle iletişim araçlarında görülebilir. 18. yy.da ilk matbaanın kurulması tartışmaları ve sadece din dışı kitapların basılabileceği ya da 20. yy'ın başlarında resim ve fotoğraf çekmek konusundaki tartışmalar hatırlanısa bu değişimin önemi daha açık ortaya çıkar. Bugün ilk olarak bu araçlar dinsellikten arındırılıp bir "araç" konumuna indirgenmekte ve mevcut ideollojilere karşı İslam ideolojisinin yayılmasında temel araç olarak kullanılmakta. Televizyonun, radyonun, gazetenin günlük yaşama girdiği bir noktada kitleleri yanına çekmek isteyen bir hareket için bunların dışlanması mümkün olmamakta.

Bugün Türkiye'de büyük şehirlerde ücretlileşme ile birlikte ortaya çıkan "tatil" olgusu, eğitimle birlikte gelen "okuma" olgusu, boş zamanların değerlendirilmesinde ev dışında önem kazanan sinema, tiyatro, vb. bir "eğlence" olgusu oluşmuştur. İslamcı haraketler var olabilmek için bunlara yanıt vermek ve seküler olanlarıyla yarışmak zorunda kalmışlardır. Bugün çok yeni olan bir İslam Edebiyatı ve İslami Tiyatro oluşmuş durumda.

Örneğin İslami Tiyatro 1980'den sonra ortaya çıkan çok yeni bir olgu ve de sadece erkeklere yönelik değil. Haremlik selamlık biçiminde yapılan ayrımla kadın erkek birlikte oturmuyorsa bile geleneksel yapıdaki erkeklere özgü ev dışı "eğlence" faaliyetlerine kadınlarda aktif olarak katılabilmekteler.

Din örgütlenme düzeyinde de çok önemli bir değişim geçirmiştir. İslam temelli haraketler bir siyasal parti olarak örgütlenip yarışmacı siyasal sisteme katıldığı gibi, toplumsal düzeyde de farklı gruplar, hizipler ve tarikatlar olarak yeni bir tarzda örgütlenmekteler. Bu örgütlenmede de en yeni öğe kadındır.

Kadınlar hem tarikat düzeyinde hem de diğer örgütlenme düzeylerinde aktif olarak yer almakta, parti faaliyetlerinden vaazlara, Kur'an kursu hocalığından kadınlara yönelik tiyatrolarda oyunculuğa kadar bir dizi eylemlerle toplumsal ve siyasal yaşama aktif olarak katılmaktalar.

TÜRKİYE' DE TARİKAT OLGUSU

Bugünkü tarikat olgusu ele alındığında, tarikatları genel olarak "ara form" niteliğindeki tarikatlar ve "ideoloji temelli" tarikatlar olarak ikiye ayırabiliriz.

Ara form niteliğindeki tarikatlar büyük şehirlerde hızla değişen sosyo-ekonomik yapının yarattığı güvensizlik ortamında bir "sosyal güvenlik mekanizması" olarak önem kazanmaktalar. Bu çerçevede şeyh-mürid ilişkisini seküler "patron-client" ilişkisi ile bütünleştirerek tarikat olgusunu yeniden üretmekteler. Temelde uyuma yönelik güçlü mekanizmalar geliştiren bu tarikatlar kısmen klasik tarikat yapısını korumaktalar. Bununla birlikte, klasik tarikat yapısına özgü pek çok öğe, ya bugüne uygun olarak değişmekte ya da tümüyle yok olmakta. İslamı daha çok bireysel düzeyde yaşayan bu tarikatlarda vurgu, farklılıktan çok bütünleşme üzerinde olmakta.

"İdeoloji temelli" tarikatlar ise bir bütün olarak "yaşam tarzını ve ilişkileri" dönüştürmeyi sağlayacak bir İslam ideolojisine dayanmaktalar. Bu tarikatların hem örgütlenme tarzı, hem dünya görüşü, hem de değerler ve davranış biçimleri düzeyinde ilkinden önemli farklılıklar gösterirler.

Bu gruplarda artık klasik tarikat yapısı tümüyle çözülmüştür. İslam ideolojisi temelinde yeni bir örgütlenme modeli getiren bu tarikatlar, Kur'an kursları, yurtlar, yayınevleri, dersaneler, dernekler kanalıyla daha yaygın ve iyi örgütlenmiş gruplardır. Bu tarikatlarda Kur'an kursları ve yurtlar çok önemli bir sosyalizasyon mekanizması olarak örgütlenmenin bel kemiğini oluşturmaktalar.

Önemli bir değişmede iktisadi alanda yaşanmakta. Bu tarikatların bağımsız olma çabaları ekonomik bağımsızlıkla ilişkilendirilmiş ve tarikat adına ticarethaneler kurulmaya ve yatırımlar gerçekleştirilmeye başlanmıştır.

Mevcut seküler ideolojilere alternatif İslami bir dünya görüşünü savunan bu tarikatlar, İslami yaşam tarzı olarak tanımladıkları -eski yaklaşımlardan farklı olarak- yeni bir tarzda toplumsal ve ekonomik ilişkilerini düzenlemeye çalışmaktalar. Bu tarikatlarda vurgu bütünleşmek üzerine değil farklılık üzerinedir.

Bu gün büyük şehirlerde aynı taban üzerinde çalışan tarikatlar arasında önemli bir farklılaşma, çatışma ve rekabet bulunmakta. Bu durum herhangi bir tarikatın kendi içindeki farklılaşma için de geçerli. Örneğin yekpare bir Nakşibendi tarikatından çok, Nakşibendi tarikatının farklı gruplarından bahsediliyor.

Tarikatlar arasında veya bir tarikatın kendi içinde çıkan farklılaşma, bu tarikatın veya grubun dayandığı tabaka yapısı ile uygunluk göstermekte. Bu farklılaşma ister istemez en katı grupların bile bazı konularda esnemesine ve yeni oluşan toplumsal yapıya uyum sağlamasına yol açmakta.

Bugün baktığımızda klasik tarikat yapısını kısmen koruyan Mevlevi, Rufai, Kadiri gibi tarkatların görece zayıflarken yeni bir örgütlenme modeli getiren Nakşibendi, Süleymancı gibi tarikatlar önem kazanmakta.

Elit içinde etkin olan Mevleviler, Rufailer, Kadiriler değişmiş olan mevcut toplumsal yapı ile çoktan bütünleşmiş bir biçimde bireysel düzeyde dini yaşamaktalar.

Alt-orta ve üst-orta tabakalarda etkin olan Cerrahiler bir uyum mekanizması olarak önem kazanmakta ve üyeleri için bir güvenlik mekanizması sunmakta.

Süleymancı veya bazı Nakşibendi gruplar ise özellikle alt gelir grupları arasında örgütlenmeye çalışmaktalar.

SUFİZM VE TARİKATLARIN TARİHİ

9. yy.'da mistik öğreti ve Tanrıya ulaşmada çeşitli biçimler gelişirken Şii ve Sünni fikirler birbirine bağlılık gösterir.

10. yy.'da ise Sufizm[1] önem kazanır ve bu dönem mistizmin altın çağı olarak tanımlanır. Bu dönemde Sufizm tümüyle bireysel bir deneyim olarak yaşanır. Bir şeyhin rehberliğinde toplanan bireyler asgari yaşam kuralları çerçevesinde bu mistik deneyimi yaşarlar. 10. yy.'ın sonunda Sufizm örgütlenmeye başlar ve bu grupların günlük ilişkilerini düzenleyen asgari kurallar dini zorunluluklara dönüşür.

    • 11. yy. İslam açısından önemli bir dönüm noktası. Yüzyılın ortalarına doğru ortodoks teologlar (ulemalar) yüksek eğitimi kontrol altına alır ve resmi bir statü ile medreseler kurulur.



  • 12. yy.'ın sonu ve 13. yy.'ın başından itibaren belirli merkezler tarikatların, mistik okulların ve öğretimin merkezini oluşturur. Bu merkez veya gruplar belli bir yönetici etrafında toplanarak, o kişinin ismi ile anılan bir okula dönüşür ve öğretim biçimi, mistik deneyim ve yaşam kuralları bu kişi etrafından yeni bir yolla gerçekleştirilir. Her tarikat devam eden bir silsileye dayandırılır. Bu dönemde Şii adeti olan Bey'at (Sadakat Yemini) bu gruplara geçer.

Tarikatlar İslam dünyasında her bölgede çeşitli gelişmeler göstermişlerdir. Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğundaki tarikatların gelişimine bakacak olursak:

    • Bu dönemlerde hakim olan tarikatlar Orta Asya geleneğinden gelen tarikatlar. Moğol istilaları sonucunda Orta Asya Sufileri Anadolu ve Hindistan'a yayılır. Bu dönemde ki Türk Sufilerden en önemlisi Ahmet Yesevi. Yesevi birçok Türk babası için temel teşkil etmiş bir Sufi.



    • Zaviye şeyhliği bu dönemde babadan oğula geçmeye başlar. Böylece hem zaviyenin manevi yönetiminin hem de vakıfların tasarruflarına dayalı maddi yönetimin aynı aile içinde kalması, zamanla güçlü şeyh ailelerinin oluşmasına yol açar.



    • 13.yy'da Moğol istilaları nedeniyle pek çok derviş grupları, Türkmen kabileleri ve dağılan ordulardan ayrılan askeri çeteler Anadolu'nun batısına göç eder ve sonrasında da dinsel ve toplumsal nitelikli Baba İshak ayaklanması ile Selçuklu iyice zayıflar ve kısa bir süre sonrada çok sayıda Türk beyliğine bölünür.



    • Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş devrinde tekkeler, hem çok önemli bir sosyalizasyon mekanizması, hem imar ve iskan aracı, hem de önemli bir yardım kurumu olarak toplumsal yaşamda etkin bir rol oynar.



    • 15. yy'da bir yandan tarikatlar hızla yayılırken diğer yandan da Şii geleneğinden gelen ve Folk İslamla birleşen isyanlar önem kazanır. Bu dönemde Şii karakterli Safavi devleti kurulurken, Osmanlı'da Sünnilik resmi bir karakter kazanır.



  • 16. ve 17.yy'dan itibaren dünya sisteminde ortaya çıkan değişiklikler Osmanlıyı da etkiler ve dinsel kurumlar da bu değişimden nasiplerini alır. Özellikle ticarileşmeden etkilenir ve toplumun diğer tüm kurumlarında olduğu gibi dinsel kurumlarda da dönüşüm yaşanır.

Başlangıçta çeşitli tartışma ve eleştirilere rağmen ulema ile sufiler arasında önemli ve şiddetli çatışmalar olmaz. Sonrasında ulemadan özellikle zikir ve müzikle yapılan sema konusunda pek çok eleştiri gelmiş ise de sufileri savunan ulemalarda bulunur. Asıl ulema-tekke çatışması 17. yy. sonlarına doğru gittikçe şiddetlenir. Bu dönemde Halveti Şeyhi Sivasi Efendi ile Ulemadan Kadı-Zade Mehmed Efendi arasında gerçekleşen tartışma, bu çatışmaya bir örnektir. Bu tartışmada taraflar "ehl-i kal" ve "ehl-i hal" diye ikiye ayrılır ve zikir, dinde müziğin yeri, ölmüş veya yaşayan evliyalara saygı, yeniliklerin haklı olup olmadığı gibi pek çok konuda tartışır.

    • 18. yy.'da Şeyh aileleri bölgesel iktidarları, gelirleri ve manevi itibarları dolayısıyla Osmanlı yönetimi tarafından desteklenir.[2] 18.yy.'ın sonunda Osmanlıda yapılan reform girişimlerinden biri olan orduyu moderleştirme çabaları nedeniyle orduyla özdeşleşen Bektaşiliğe karşı Mevlevilik desteklenir ve muhafazakar çevreler ile ulemalar arasında yaygın olan Nakşibendilik de himaye edilir. Ordunun modernleşme çabaları karşısında ayaklanan Yeniçerileri Bektaşilik besler. Sonrasında II. Mahmut döneminde Yeniçeriliğin kaldırılması ile birlikte Bektaşi tekkeleri de kapatılır ve 60 sene önce yapılanlar kalmak üzere diğerleri yıkılır. Bektaşi tekkeleri Nakşibendi tarikatına verilirken, pek çok Bektaşi de sürgüne gönderilir.



  • Tanzimat döneminde ulema-tekke çatışması şiddetlenirken genel olarak tarikatlarda önemli bir zayıflama ortaya çıkar ve tarikatlar arası ve tarikat içi uyuşmazlık ve çekişmeler artar. Tarikatları ilgilendiren en önemli gelişme 1866'da Şeyh-ül-İslam Refik Efendi tarafından kurulan Meclis-İ Meşayih. Bu meclis Osmanlı'daki tüm tekke ve tarikatların yönetim ve denetimini üstlenir ve tasavvufi düşüncenin gelişmesi ve yayılması için gerekli önlemleri almakla görevlendirilir. Bu meclis önemli bir geleneği yıkar, tekkeler ve tekkelileri Şeyh-ül-İslamın ve müftülerin insiyatifine terk eder. Zamanla tekkeler bir devlet dairesine dönüşerek bütün imtiyaz ve muafiyetlerini kaybeder.

Genel olarak bakıldığında başlangıçta bir imar ve iskan aracı olan tarikatlar bu dönemde çok önemli bir sosyalisazyon meknizması. Tekkeler hem yolcu ve mensupları için misafirhane, hem de hasta ve yoksullar için bir tedavi ve yardım merkezi olur. Tarihi süreç içinde özellikle müzik ve edebiyatta önemli birer kültür merkezi olur. Bir kitle haraketinin temsilcisi olurlar ve bu nitelikleri dolayısıyla önemli bir toplumsal güç haline gelirler. Fakat bu güç bir muhalefet bloğu geliştiremez. Bunun nedeni de Osmanlı'nın tarikatlarla dengeye dayalı ilişkisi ve tarikatların gevşek örgüt yapısı. Her tekke şeyhinin potansiyel olarak kendini bağımsız bir güç olarak yaşatma ve bunun getireceği olanaklardan yararlanma olanığı tarikatların yekpare bir yapı oluşturamamasında önemli bir rol oynar.

    • Milli mücadele döneminde pek çok tekke mensubu bu harakete destek verir ve mücadelede bu ağdan yararlanır. Saltanatın kaldırılmasından sonra 16 ay "sözde halifelik" dönemi yaşanır. Cumhuriyetin ilanından sonra da bu kurumun yaşatılamayacağı anlaşılınca 4 Mart 1924' de hilafet kaldırılır. Aynı gün Şeriye ve Evkaf Vekaleti'nin yerine Diyanet İşleri Reisliği ve Vakıflar Umum Müdürlüğü kurulur.



  • Hilafetin kaldırılması ile ilgili tepkiler büyür 13-14 Şubat 1925 ‘de Nakşibendi Şeyh Said isyanı başlar (çıkışı itibariyle ulusal-ayrılmacı bir Kürt harekti olmasına rağmen Sünni İslam tepkiciliği dilini kullanması nedeniyle hükümet bunu bir dinsel gericilik sayarak ülke genelinde bunu susturma yolunu seçmiştir). Takrir-i Sükun kanunlarının çıkarılmasına ve İstiklal Mahkemelerinin kurulmasına rağmen bu tür ayaklanmalar devam eder. 30 Kasım 1925'te kabul edilen "Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin seddine ve Türbedarlıklarla birtakım ünvanların men ve ilgasına dair kanun" 13 aralık 1925' te Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girer. Bundan sonra pek çok dinsel muhalefet hareketi gerçekleşmiş ve bir kısmı kanlı bir biçimde başlar ve bastırılır.

1925'de tekkelerin kapatılması doğal olarak bunların varlığını ortadan kaldırmamış sadece bu sistem içindeki meşruityetlerini yok etmiştir. Zaten gevşek örgüt yapıları olan tarikatların ülke çapındaki etkinlikleri azalmış, daha çok yöresel örgütler olarak varlıklarını korumuşlardır. Bir kısım tarikatlar muhalefet olarak, bir kısım da sistemle bütünleşerek bugüne kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.