Tiyatro Boğaziçi konjonktüre dair ürettiği söylemleri "Biz,Siz,Onlar" oyunuyla yeni bir plana taşıyor. Oyunda temel odak, farklı etnik kimliklerin günümüzde bu coğrafyalarda yaşamak zorunda bırakıldıkları tecrübeler üzerinden bir anlatı kurgulamak. Bu bağlamda gerçek yaşanmışlık vurgusunu pekiştiren öğelerin, yani karakterlerin gündelik yaşam pratiklerinin bilinçli bir tercihle törpülenmediğini görüyoruz. Karakterlerin kullandığı küfürler,oyun akışı içerisinde provakatif öğeler olarak anlamlanmaktan ziyade gündelik hayatta yer aldığı karşılaşmalardaki konumlanışlara işaret ediyor, yani kullanananın karşısındakine göre kendini konumlandırmak için küfre başvurduğunu da söyleyebiliriz. Örneğin, polisin kullandığı bir küfür, erkine hizmet eden bir ezici öğeyken, çingene kadının küfrü isyanınına ve haykırışına aracılık eden bir direniş öğesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda küfrün rahatsız edici etkisinin, biraz da izleyicinin kendisiyle hesaplaşması üzerinden okunabileceğini düşünüyorum. Örneğin, ilk bölümde komiserle polis arasında geçen bir diyalogda, komiser sorguya çektiği kadın üzerinden ürettiği maşizm teşhirine polisten destek bulamadığı anda "ibnemisin yoksa" sorgusuyla tutunduğu dalda aslında maşizmin pratiklerini irdelemeyi olanaklı kılıyor. Oyunun ilk gösteriminden sonra buradaki "ibne" küfrünün revize edilerek "top"la yer değiştirildiği bir dramaturjik hamleden haberdar oluyorum. Bence böylesi bir müdahale, anlatının işaret ettiği dramaturjiye üstünkörü bir yaklaşıma denk düşüyor. Çünkü o diyalogda eğer ki bir sorun hissedilmişse, bunun diğer polisin repliği olan "öyle şey olurmu abi" üzerinden okunması gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada, polisin de aslında homofobik bir karakter olarak anlatıda yer alabileceği, ve yönelimi oyunun ana dramaturjisiyle paslaşmadığı sürece, izleyicinin okumasına açık bırakabileceği uyanıyor aklımda. Fakat tam da oyunun ana dramaturjisiyle paslaşan kritik bir noktada, özdeşleşilen bir karakterin kullandığı bir küfrü farklı değerlendirmek ihtiyacına giriyorum. Sahne çingene kadın, inşaat mafyası(aralarındaki bir karakter grotesk bir maşizm öznesi olarak çizilmişti) ve ev almak isteyen zengin adam(kapital güçleri temsilen) tiplemelerinden oluşuyordu. Burada olay, sulukulede gerçekleştirilecek yıkım üzerine, bölgeye konuşlanan rant avcılarının kadın üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküm ve kadının buna direnişi üzerinden gelişir.(kadın demir toplamaktadır, defol denir, gitmez; para verilir, dilensek burda işimiz ne diye cevaplar, tahakkümü savuşturur). Son kertede, kadın bilge bir tanıdığının baktığı kahve falı üzerinden, kapital güçlerin sundukları çatıların aslında nasıl hayatlarının üstüne çoraklandığı minvalinde bir anlatıya başlar. Bu anlatı boyunca üretilen söylemler, dramaturjik anlamda sahiplenilen, önemli cümleler taşır. Kadının mekanı terkedeceği sırada, karşısındaki maşizmi paçalarından akan adamı bir güzel benzetip gitmesine aracılık etmesi için bir küfür kullanması tercih edilir, o da: "bana dediydi, bu gibi adamların kafasından bit,götünden sik eksik olmaz"... Bunun üzerine afallayan adamlardan biri, "kafa göt bırakmadı yahu" diye rezil olmuş bir edayla mırıldanır. Burada her ne kadar reaksiyonda gözlenmese de, küfürdeki söylemde homofobi aşikar, çünkü inşaat mafyasından karakterin maşizminin altı "götünden sik eksik olmama", yani eşcinsel olma atfıyla boşaltılmıştır. Oyundan sonra tb’den dramaturji tarışmalarına katılan ayşan ve gülbaharla(aynı zamanda "biz siz onlar"da oynadı) konuştum. Doğal olarak böyle bir şey amaçlanmadığını,küfürde öteki yaratma durumunu farketmediklerini, sorunun oyuculuktan türemiş olabileceğini(ifade jest ve vurgu dengesindeki ayarsızlık vs. gibi) söylediler önce. Fakat sonrasında, aslında "götünden sik eksik olmama" durumunun direk "ibneliğe" atıfta bulunduğunu ve bu dilin gay bar basıp, eşcinselleri tartaklayan polis dilinden ayrışmadığını söylediğimde, argonun değişmesi gerekebileceğini tartıştık. Aslında o noktada, tüm küfürlerin cinsiyetçi olduğunu, ve çizilen kadın karakterin de o kurulan gerçeklik bağlamında homofobik olabileceğini öngörmüş olsak da, özdeşleşilen karakter ve söylem üzerinden bu küfrün pozisyonun yarattığı sorunun bu öngörüden bağımsız ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Evet, tüm küfürler cinsiyetçi ve her yeniden üretildiğinde işaret edeceği başka bir öteki buluyor aslında. Yine de bir oyun anlatısı içinde bu dengenin analizinin, kurulan dramaturjiyi ters köşe edebilen örneklerin tekrar değerlendirildiği hummalı bir dramaturji tartışması ihtiyacı doğurduğu ortada. Bu tartışma zeminini oturtmaya yönelik olarak panelleri, web-sitesi, kuramsal araştırmalarını kamuyla paylaşımında özel bir çaba sarfettiğini düşündüğüm tiyatro boğaziçiyi destekliyorum ve aslında bu yazıyı bu desteğin bir göstergesi olarak addediyor, daha nice yeni oyunlarını merakla bekliyorum.
03.01.2008